03 Ocak 2019

Marcus Tullius Cicero

İnsan aklın yoldaşıdır.  

Bir canlı, doğduğu andan başlayarak, kendi kendine düzen verir ve kendini korumaya, doğasını ve bu doğayı koruyabilecek her şeyi sevmeye bir eğilimi vardır, kendini yıkımdan ve yıkımına yola açacak olan her şeyden uzak tutar...Ve Stoalılar bunu şöyle kanıtlar: Hazzı ya da acıyı tatmadan önce yavrular...Kendileri için yararlı olanı arayıp, zararlı olandan kaçarlar...Doğalarına bağlı kalmayıp, yıkımdan çekinmeselerdi böyle olmayacaktı...Öte yandan, kendilerine ilişkin bilince sahip olmasalardı, herhangi bir arzuları olmazdı...Buradan çıkarılması gereken sonuç, kendini sevmenin doğru bir ilke olduğudur...

Bütün büyük işler, küçük başlangıçlarla olur...

Bütün insanlarda ortak olan akıldan hukuku türetmektir...

Cumhuriyet (res publica), halkın işidir (populi res); halk, herhangi bir şekilde bağlantılı tüm insan gruplarını değil, ancak hukuk ve haklar konusunda ortak bir anlaşmaya varmış, karşılıklı menfaatlere katılmaya istekli birçok insanın bir araya gelmesidir.

Çalışarak ün kazananların sayısı, doğuştan ünlü olanlardan daha fazladır...

En kötü barış, en haklı savaştan daha iyidir...

Herkes hata işleyebilir, sadece ahmaklar hatalarında ısrar eder....

İçinde kitap olmayan bir oda ruhsuz bir beden gibidir...

İnsan iki şey için doğmuştur; düşünmek ve eyleme geçmek!..

İnsan ne kadar yükselirse, gönlü o kadar alçalmalıdır...

İnsana: “Kendini bil!” denilmesi, yalnız gururunu kırmak için değil, değerini de bildirmek içindir...

İyi bir dost ikinci bir “ben”dir...

Roma neden yıkıldı?” sorusuna Cicero’nun cevabı: Çok ve güzel konuştuk, fakat bilgisizdik!..

Sahip olduğundan fazlasını istemeyen insan zengindir...

Şeref ve doğruluk adaletin temelidir.
Orijinali: Justitia fundementum est fides...

Yalnızca kendimiz için doğmadık ve yalnızca kendimiz için yaşamıyoruz...

Yasa, yapılacak ve yapılmayacak olanı buyuran yüce akıldır...O doğanın gücüdür, o ruhtur, bilgenin aklıdır, adaletli olanla olmayan arasındaki ölçüdür...

Zorluklar ne denli büyük olursa, zafer de o denli büyüktür...


Nihil itaque amplius nostrum est quod nostrum dico artis est. (Cicero) Gerçekten bizim olan hiçbir şey kalmamıştır; bizim dediğimiz, yapma bir şeydir.

02 Ocak 2019

Ahmaklar - Isaac Asimov

  (Kısa Öykü)

Naron uzun ömürlü olan Rigel ırkındandı ve ailesinin galaksi kayıtlarını tutan dördüncü üyesiydi. Naron’un büyük bir defteri vardı. Buna galaksilerde kafaları gelişen çok sayıdaki ırklar kaydediliyordu. Daha küçük bir deftere ise, olgunlaşarak Galaksi Federasyonu’na girmeye hak kazanan ırklar yazılıyordu. Büyük defterde bazı isimler çizilmişti. Çünkü onlar şu ya da bu nedenle başarısız olmuşlardı. Buna; şanssızlık, biyofizik/biyokimyasal kusurlar ve topluma ayak uyduramama gibi etkenler neden oluyordu. Ama küçük deftere adları geçirilen hiçbir üye o zamana kadar silinmemişti. Bir haberci yaklaşırken iriyarı ve son derece yaşlı biri olan Naron da başını kaldırdı.

Haberci, “Naron” dedi. “Ulu varlık!”

“Ee, ne var? Şu merasimi bir tarafa bırak!”

“Bir grup organizma daha olgunluğa erişti.”

“Harika! Harika! Artık daha çabuk olgunlaşıyorlar. Bir yıl geçmiyor ki, yeni bir üyemiz olmasın. Peki kim bu grup?”

Haberci, galaksinin kod numarasını ve onun içindeki dünyanın koordinatlarını verdi.

Naron, “Ah,” dedi. “O dünyayı biliyorum.” Ve süslü bir yazıyla adını büyük deftere yazdı. Sonra küçük deftere de kaydetti. Adet olduğu için o gezegene en kalabalık toplumun verdiği adı kullanıyordu. Naron, “Arz…” diye yazdı.

“Bu yeni yaratıklar bir rekor kırdılar,” dedi. “Başka hiçbir grup akılsal olgunluğa bu kadar çabuk geçmedi. Bir hata olmadığını umarım.”

Haberci, “Hata yok efendim.” diye cevap verdi.

“Termo-nükleer enerjiyi öğrendiler değil mi?”

“Evet efendim.”

“Eh, ölçümüz de bu.” Naron güldü. “Ve yakında uzay gemileriyle gelecek ve federasyonla bağlantı kuracaklar.”

Haberci istemeye istemeye, “Ulu efendim,” diye mırıldandı. “Gözlemcilerimiz onların henüz uzaya açılmadıklarını bildirdiler.”

Naron şaşırdı. “Hiç mi açılmamışlar? Bir uzay istasyonları da yok mu?”

“Henüz yok efendim.”

“Ama madem termo-nükleer güçleri var… Deneyler ve patlatmalar nerede yapılıyor?”

“Kendi gezegenlerinde, efendim.”

Altı metre boyunda olan Naron ayağa kalkarak “Kendi gezegenlerinde mi?” diye gürledi.

“Evet, efendim.”

Naron ağır ağır kalemini çıkararak küçük deftere yazdığı son adı çizdi. O zamana kadar görülmüş bir şey değildi bu. Ama Naron çok akıllı bir varlıktı ve galaksideki herkes gibi o kaçınılamayacak sonucu görmüştü.

Naron, “Ahmaklar…” diye homurdandı.



31 Aralık 2018

Melih Cevdet Anday "Nice yıllara sayın okurlar! "

Biz dünyaya geleli yaklaşık üç milyon yıl oldu. Ne çok yılbaşı kutlamışız! Omurgasızlar ilk kez beşyüz milyon yılı aşkın bir zaman önce, balıklar dörtyüz milyon yıl önce, sürüngenler aşağı yukarı ikiyüz elli milyon yıl önce, memeliler iki yüz milyon yıl önce yeryüzünde göründüler. Ama onlar yılbaşı kutlamazlar; yılı, ayı, günü bilmezler de ondan. Zaman sadece insanoğlu için vardır. Derleme, düzenleme demek olan “takvim”i biz, zamanı yıllara, aylara, günlere ayırma yöntemi, başka bir deyişle zamanı belli dönemlere bölme dizgesi anlamında kullanıyoruz. Ama büyütmeyelim, yılbaşı kavramının doğuşu, şurada beşyüz yılı ya bulur, ya bulmaz.

Zamanı yıllara, aylara, günlere bölmek zorunlu muydu? Yok canım, insanoğlunun merakından, hatta can sıkıntısından doğmadır takvim. Önce şuna bakalım: Bir dünya yılı, en ileri araçlarla yapılan hesaba göre 365 gün, 24 dakika, 22 saniyedir. Bu rakamlarda bir bütünlük, ne diyeyim, bir yetkinlik (mükemmellik) yok, gelişigüzel, dağınık... Tanrı ya da doğa, bizim yılımızı umursamıyorlar demektir bu. Hadi, daha açığını da deyiverelim, uydurmadır yılımız, ayımız, günümüz. Somut bir dünyada yaşayan hayvanlar (ki tümü ciddidir) böyle çocukça heveslere düşmezler hiç, etlerini, otlarını yiyip sevişirler, işte o kadar. Doğa onlardan başka bir şey istemez. Bu bakımdan hayvan sözcüğünün aşağılama niyetiyle kullanılması yanlıştır. İnsan kendisiyle övünmek için bulmuş olmalı o sövgüyü.

Peki bizim üstünlüğümüz nerden çıkma? Ah bu insan denilen yaratık akıllanıncaya değin, ne uzun, ne acılı, ne zahmetli evrelerden geçti!.. “Akıllanıncaya değin” dediğime bakmayın, bir deyimdir o, yanlışlardan, yanılmalardan kurtulma, doğru yolu bulma anlamına gelir; bu anlamda gene de akıllanmış değildir insan; ben o sözü “beyinlenme” anlamında kullandım.

Kolay mıdır ağaçlarda yaşarken yere inmek, iki ayağı üzerinde doğrulmak, yürümeyi öğrenmek! Dahası var, insan, öteki hayvanlarda bugün de sürüp giden birtakım doğal yeteneklerinden de vazgeçmiştir. Neden? Beyni büyüyordu, böylece de çevreye uyma yeteneği güçlendikçe güçleniyordu. Böylece organik yaşamın evriminde hayvan ile doğa arasındaki ilişki niteliksel bir değişikliğe uğradı. Böyle olagelir hep, evrimler, gün olur bir sıçrama ile nitelik değiştiriverir. Buna da maddenin diyalektik gelişimi denir ki, devrim anlamına gelir.

Korkacak bir şey yok, bir doğa yasası bu. İnsanın dik durup ellerini kullanmaya, böylece de yiyecek ve öteki nesneleri koparmaya, parçalamaya başlaması ne büyük bir değişikliktir, inanılır gibi değil, aklınız durur. Çeneler küçülmüş, beynin genişlemesine daha çok yer açılmış... Sonra el ile beynin işbirliği o kerteyi bulmuş ki, üretim araçları çıkmış ortaya; beyinde eli hareket ettiren alandan eli denetleyen alana bir taşma oluvermiş.

Tuhaftır, elini oynatırken dilini de kımıldatır insan; çocuklara bakın, yazı yazmaya çalışırken dillerini de oynatırlar. Dahası var, elleriyle zorlanarak bir iş yapan insan bilmeden sesler de çıkarır. Bu yüzden olacak, “konuşma”yı, el kol hareketinin gırtlağa geçmesiyle açıklayan varsayım çok tutmuştur. Sözcük dağarcığı pek yüklü olmayanlar, bugün de ellerini kollarını çok kullanırlar. Eh, konuşma başlar da hiç beyinde bu işe özgü alan oluşmaz mı? Al sana “konuşma merkezi” dedikleri şey.

Nörolog bir doktor arkadaşıma geçende “Hayvanlarda konuşma merkezi var mı?” diye sordum. Biliyordum yanıtını, “yoktur” dedi. “Öyle ise insan eşref-i mahlukattır, yaratıkların en saygınıdır” dedim. İkimiz de vazgeçtik konuşma merkezinden. Doğada insanı gözeten bir araç ne gezer! O “konuşma merkezi” denilen yer, bir gösterge yönetim yerinden başka bir şey değildir. Konuşma yeteneğini yitiren hasta, çoğun, okumayı, yazmayı da unutur. Doğa, insanın bir gün “yazı”yı bulacağını hiç de planlamamıştı, konuşacağını da elbet. Ne gerek var daha baştan bir konuşma merkezi kurmaya. Bunlar mistik yorumlardır.

Üstünlüğümüzün bize özgü bir ayrıcalık olduğuna inanacağımıza, insanın geçirdiği evrimi öğrenmeye, bu konu üzerine kafa yormaya çalışsak daha iyi olur. Hazıra konmaktan, övünmekten vazgeçelim. Koşullu tepkilerden, içtepilerden, kalıtımsal tutum ve davranışlardan, sağtörelerden, toplumsal ilişkilerin doğurduğu duygu ve düşüncelerden ayrı olarak, bizde “kişilik” diye ne bulunduğunu düşünmek, meraka değer bir konudur.

Hayvandan bir ayırdımız yok mu demek istiyorum? Hayır, soyutlama yeteneğimizle övünebiliriz. “Zaman” da bir soyutlamadır. Ay doğdu, yükseldi, alçaldı, battı... Ne kadar sürdü bu? Gök cisimlerinin hareketlerine göre hesaplanan yıl, ay, gün gibi zaman bölümleri, aşağı yukarı beş bin yıldan beri bilinir. Söz gelişi Sümerlerin gök üstüne bildikleri şaşırtıcıdır. Onlar ayın dönüşlerini bugünkü hesaplardan 0.4 saniye ayrımla bulmuşlardı; Satürn, Merih ve Venüs’ün durumlarını, durağan yıldızların arasındaki uzaklıkları inceleyerek çağdaş bilgilerimize yakın sonuçlara varmışlardı.

Mayalar bir Venüs yılının 584 gün olduğunu biliyorlar ve dünya yılının 365.24.20 gün olduğunu kestiriyorlardı. Ama o zamanlar kimse yeni yılı kutlamazdı. Onlar gökyüzünü seyretmekle, gözlemlemekle yetinirlerdi. Bizse zaman kavramımıza çok güvendiğimizden hep “geçip gitme” olayı üzerinde duruyoruz. Elbet ömrümüzü de bu araya soktuğumuzdan, üzüntüye kaptırıyoruz kendimizi. Boşuna! “Yıl” geçip gittiğini bilmiyor oysa. Bilen sadece insandır. Az şey mi?

Nice yıllara sayın okurlar!
Cumhuriyet Gazetesi, 1 Ocak 1982

30 Aralık 2018

Rudyard Kipling - Dilek Evi

 “Kipling her zaman yalnız bir adamdı. Başşairlik payesine erişmek istemedi, çünkü böyle bir onur kazanmanın hükümeti eleştirme özgürlüğüne engel olacağından korktu. Şöhret Kipling’i pek az ilgilendiriyor, belki de hiç ilgilendirmiyordu. Ölüme yaklaştığında, hüzün içinde, bugün bağımlı yazar diye adlandırdığımız sınıfa dahil olmanın boşluğunu kavradı. İnsanoğluyla bir hesaplaşmaya girmeyi amaçlayan ama tartışılmasıyla bugün bir çocuk kitabı yazarı haline dönüşen Swift’i anımsadı. Tanrıların, insanların öyküler kurgulamasına izin verdiğini ama bundan bir ders çıkarmasına izin vermediğini yazdı. İmgelem gücü, ince ustalığı, seslerin inceliklerini sezebilme yeteneği, sözcükleri ekonomik bir biçimde kullanışı ve dürüstlüğü aynı derecede takdire değer özellikleridir.”
 
Jorge Luis Borges
 
*
 
 Kitap'ta bir kadın diğerine büyülü ve acı dolu bir öykü anlatır. Her iki kadın da şaşkınlık duyamayacak karad sıradandırlar. İnanılmaz olanı, günlük olayları kabul ettikleri teslimiyetle kabul ederler. Sahibler Savaşı'nı okuyan bir Sih bana her cümlenin önce Hindu dilinde düşünülüp sonra İngilizce'ye çevrildiği duyumsadığını söyledi. Humma ve afyon doğaüstü şeyleri daha inanılır kılar.
 

Andrey Tarkovski - Solaris

Solaris 1972 yapımı Sovyet sanat filmidir. Stanisław Lem'in aynı adlı romanından uyarlanan yapımın yönetmenliğini Andrey Tarkovski üstlenmiştir. Duygusal krizler nedeniyle başarısızlığa uğrayan bir uzay deneyini konu almaktadır.