15 Mart 2019

Karl Marx - Feuerbach Üzerine Tezler

  

1845 ilkyazında Marx, tarafından yazılmıştır;
Özgün basımı Engels tarafından 1888'de, kendi yazdığı Ludwig Feuerbach ve Klâsik Alman Felsefesinin Sonu'nun, ayrı basımının Ek'inde yayınlanmıştır.

"Feuerbach Üzerine Tezler", Marx tarafından, kendisine ait tarihsel materyalizm teorisini, esas olarak tamamlamış ve materyalizmi insan toplumunu kapsayacak biçimde genişletmiş olduğu 1845 ilkyazında Brüksel'de yazılmıştır. Engels'e göre bu "yeni dünya anlayışının dahiyane tohumunun atılmış olduğu ilk belge" idi. (Bkz: K. Marx, F. Engels, Felsefe İncelemeleri, Sol Yayınlan, Ankara 1975, s. 9.)

"Feuerbach Üzerine Tezler"inde, Marx, Feuerbach'ın ve ondan öncekilerin materyalizmlerinin temel kusurlarını -edilgin, sezgisel yaklaşımlarını ve insanın devrimci eyleminin, "pratik-eleştirel" eyleminin önemini anlayamamalarını- ortaya koymaktadır. Marx, dünyanın kavranmasında ve değiştirilmesinde devrimci pratiğin oynadığı belirleyici rolü vurguluyor.

"Tezler", Marx'in 1844-47 tarihli ve "Feuerbach'a İlişkin" başlıklı "Notdefterleri"nde yer almaktadır. Engels "Tezler"i 1888'de yayınlarken, Marx'ın yayınlamayı düşünmediği bu belgeyi okur için daha anlaşılır hale getirmek üzere bazı değişiklikler yapmıştı. Bu metin, Engels'in baskıya hazırladığı metindir; şu farkla ki, 1888 baskısında bulunmayan italikler ve tırnaklar -Marks'ın el yazmasına dayanılarak- buraya konulmuştur. "Feuerbach Üzerine Tezler" başlığı Marksizm-Leninizm Enstitüsü tarafından konulmuştur.

1

Feuerbach'inki de dahil olmak üzere şimdiye kadar varolan tüm materyalizmin başlıca eksiği, şeyin [Gegenstand], gerçekliğin, duyusallığın duyusal insan faaliyeti, pratiği olarak değil, öznel olarak değil, yalnızca nesne [Objekt] ya da sezgi [Anschauung] olarak kavranmasıdır. Böylece etkin yön, materyalizme karşıt bir biçimde, idealizm tarafından geliştirilmiş oldu - ama yalnızca soyut olarak, çünkü idealizm, bu biçimdeki gerçek, duyusal eylemi elbette bilmez. Feuerbach, düşünce nesnelerinden gerçekten farklı duyusal nesneler istiyor, ama insan faaliyetinin kendisini nesnel [gegenständliche] faaliyet olarak kavramıyor. Böylece Hıristiyanlığın Özü'nde teorik tutumu, biricik gerçek insan tutumu olarak görüyor, oysa pratik yalnızca iğrenç, Yahudice görünüm biçimi içersinde kavranıyor ve sabitleştiriliyor. Böylece "devrimci" faaliyetin, "pratik-eleştirel" faaliyetin önemini anlamıyor.

2

Nesnel [gegenständliche] hakikatin insan düşüncesine atfedilip atfedilmeyeceği sorunu -bir teori sorunu değil, pratik bir sorundur. İnsan, hakikati, yani düşüncesinin gerçekliğini ve gücünü, bu dünyaya aitliğini [Disseitigkeit] pratikte kanıtlamalıdır. Pratikten yalıtılmış düşüncenin gerçekliği ya da gerçeksizliği konusundaki tartışma, tamamıyla skolastik bir sorundur.

3

Ortamın değiştirildiğini ve eğitime ilişkin materyalist öğreti, ortamın insanlar tarafından değiştirilmediğini ve eğiticinin kendisinin de eğitilmesi gerektiğini unutur. Bu yüzden de, toplumu, biri toplumdan üstün olan iki kısma ayırmak zorunda kalır. (Örneğin Robert Owen'da.)

Ortamın değiştirilmesi ile insan faaliyetinin ya da kendi kendini değiştirmenin çakışması, yalnız devrimci pratik olarak kavranabilir ve ussal biçimde anlaşılabilir.

4

Feuerbach, dinsel kendine-yabancılaşma olgusundan, dünyanın biri dinsel, biri yersel dünya olarak ikileşmesi olgusundan hareket ediyor. Yaptığı iş, dinsel dünyayı layik temeline oturtmaktan ibarettir. Oysa bu layik temelin kendi kendisinden kopması ve kendisini bağımsız bir diyar olarak hayal alemine yerleştirmesi olgusu, ancak bu layik temelin kendi kendisini bölmesi ve kendi kendisiyle çelişmesi ile açıklanabilir. Dolayısıyla bu sorunun kendisi, ilkin, kendi çelişkisi içersinde anlaşılmalı ve, ardından da, bu çelişkinin ortadan kaldırılmasıyla pratik içersinde devrimcileştirilmelidir. Şu halde, örneğin, dünyasal ailenin, kutsal ailenin gizemi olduğu bir kez keşfedildikten sonra, dünyasal ailenin kendisi de teorik ve pratik olarak yok edilmelidir.

5

Soyut düşünme ile yetinemeyen Feuerbach, sezgiye başvuruyor; ama duyusallığı pratik-duyusal faaliyet olarak kavramıyor.

6

Feuerbach, dinsel özü insansal öze indirgiyor. Ama insansal öz, tek tek her bireyin doğasında bulunan bir soyutlama değildir. Gerçekliği içersinde, bu, toplumsal ilişkilerin bütünüdür.

Bu gerçek özün eleştirisine girmeyen Feuerbach bunun sonucu olarak:

1. Tarihsel süreçten uzaklaşmak ve dinsel duyguyu [Gemüt] kendi başına bir şey olarak saptamak ve soyut -yalıtılmış- bir insan bireyini varsaymak zorunda kalmıştır.

2. Dolayısıyla insansal öz, onda ancak bir "tür" olarak, birçok bireyi salt doğal olarak birleştiren içsel, dilsiz bir genellik olarak anlaşılabilir.

7

Bunun sonucu olarak Feuerbach, "dinsel duygu"nun kendisinin bir toplumsal ürün olduğunu, ve tahlil ettiği soyut bireyin de gerçekte belirli bir toplum biçimine ait olduğunu görmüyor.

8

Tüm toplumsal yaşam, özünde pratiktir. Teoriyi gizemciliğe saptıran bütün gizemler, ussal çözümlerini insan pratiğinde ve bu pratiğin anlaşılmasında bulurlar.

9

Sezgisel materyalizmin, yani duyusallığı pratik faaliyet olarak anlamayan materyalizmin ulaştığı en yüksek nokta tek tek bireylerin ve burjuva toplumun sezgisidir.

10

Eski materyalizmin bakış açısı burjuva toplumdur, yeni materyalizmin ise insan toplumu, ya da toplumsallaşmış insanlıktır.

11

  "Filozoflar  dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır;oysa sorun onu değiştirmektir."

Ulvi Cemal Erkin

 Yönettiği Opera Ve Bale Eserleri
  1. Carlo Menotti - "Telefon"
  2. Carlo Menotti - "Medium"
  3. Georges Bizet - "Carmen"
  4. Charles Gounod - "Faust"
  5. Giacomo Puccini - "Il Tabarro"
  6. Manuel de Falla - "Büyüleyen Aşk" (Bale)
  7. Leo Delibes - "Coppelia" (Bale)

Ulvi Cemal Erkin Ankara Devlet Konservatuarı Öğrenci Orkestrasını pek çok kez yönetmiştir. Kendi eserlerini yurt içinde ve Munster, Paris ve başka Avrupa kentlerinde sayısız kez yönetmiştir.


Kemal Tahir "Şair yalan yazar da yalana benzetmez."


Kemal Tahir, ölümünden sonra yayımlanan romanı Karılar Koğuşu’nda Malatya Cezaevi deneyimlerini, İkinci Dünya Savaşı yıllarının Türkiyesini anlatmak için kullanır. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na katılacak mı? Katılacaksa Almanların yanında mı müttefiklerin yanında mı yer alacak? Savaşın belirsizliği, insanları daha büyük bir sefalete sürüklerken Murat, mahkumların seslendikleri biçimiyle İstanbullu, hapis hayatının zorlukları içinde, giderek bayağılaşan, bayağılaştıkça her şeyi yapabilen insanların yaşamına tanık olur. Bu tanıklık, "kötü yola" düşmüş kadınların, cezaevine gelmesiyle yeni bir biçim kazanır.
Ahlak ve namus kavramları, para ve güç karşısında elden ele gezer bir haldeyken tutuklu olmakla özgür olmak arasındaki fark nedir? 
 

Yağmur - Melih Cevdet Anday

Birden serçelerle indi yağmur
Hangisi serçe 
Hangisi yağmur


Ahmet Cemal "Kediler, hiçbir mitolojide tekin değildir."

Kedilerin yeri hemen bütün mitolojilerde farklıdır.
Evet, şu her gün birlikte yaşadığımız, hemen her sokakta, meydanda, caddede, apartman girişlerinde, dükkân önlerinde rastladığımız o şirin varlıklardan söz ediyorum.

Kediler, hiçbir mitolojide tekin değildir.

Kedinin adı hep nanköre çıkmıştır. Köpekler ne zaman övülmek, yüceltilmek istense, kedi ile karşılaştırılır ve kedicikler, hemen “nankör” yaftasıyla ikinci, üçüncü, dördüncü sınıf hayvanlar arasına sürgün edilir.

Çünkü köpekler sadıktır.
Oysa kediler, nankördür.
Gerçek ise çok farklıdır.

Çünkü kediler, özgürdür. Üstelik bu, onların hayatlarının her noktasında açık ve seçik, hiç kimseden saklamaya gerek duymadan kullandıkları bir özgürlüktür.

Başka deyişle, kediler sınırsız özgürdür.

Hiçbir kediyi, o istemeden sevip okşayamazsınız.

Size kendini okşatmaya başlamış olsa bile, bu eylem ancak onun çizdiği sınırlar içerisinde ve o istediği sürece gerçekleşebilir.

Onun çizdiği sınırlar aşıldığında, kedi tırmalama ve ısırma gibi savunma yollarına başvurmaktan hiç çekinmez.

Çünkü kediler, asla rüşvet almaz!
Onlara dünyanın en leziz mamalarını bile sunsanız, kendilerini uygun gördüklerinden daha uzun süre sevip okşatmazlar.

Kediler ve ‘sahipleri’...
Görünüşte en tembel ve evden dışarıya adım atmayan kedilerin bile “sahipleri” yoktur. Evinize bir kedi mi aldınız, o andan başlayarak dört duvarınızın mutlak hâkimi artık odur.
Görünüşte en cicili bicili minderleri bile hazırlasanız, evde oturacağı ve uyuyacağı yeri kediniz seçer. Bu konuda ısrarcı olduğunuz takdirde, işi evi terk etmeye kadar vardırabilir!
Çünkü biraz önce de dediğim gibi, aslında bütün kediler sahipsizdir ve göze en çok ev kedisiymiş gibi gözüken kedi bile ruhunun derinliklerinde belli bir sahipsizliği, yani sokak kedisi olma özelliğini ölene kadar taşır.

Bütün kediler, ‘sokak kedisi’dir…
Bir başka deyişle, kedi her zaman ve her koşulda kediliğini sınırsız yaşar. Bu bakımdan kedilerin ruhu ile Gezi Ruhu arasında rahatça özdeşlik kurabilirsiniz. Çünkü ne kadar yaranmaya veya yaltaklanmaya çalışırsanız çalışın, kediden/kedinizden alacağınız karşılık hep aynıdır: Bana, benim uygun gördüğümden daha fazla karışma!

Hele hele, kedinizin rengi bir de KIRMIZI ise, yandınız demektir. Çünkü günün birinde kedinizin dikbaşlılığı yüzünden onun için yaptığınız kedievinin camını çerçevesini kırsanız bile, bu eyleminiz onun çok daha kıpkırmızı kesilmesinden başka bir sonuç vermeyecektir.

Ve kedilerin öfkeden kıpkırmızı kesilmeleri, hiç kimse için tekin değildir!