Peki, yazmak nasıl bir duygu veriyor bana?
"Ozan ya da yazar, kırık bir diş gibi bütün dış etkilere açıktır. Her şey
sızlatır onu, zonklatır. Ama asıl sorun, bunu anlatmaktadır.
Okurlarıyla ortak bir dil bulmak zorundadır. Yeni bir söyleyiş... Bu
yüzden, duygusal değil akılcı olacaktır. Hem sanatla ilgili çok şey
bilmek, hem de bilgiç olmamak gereklidir. Zorluk da buradadır. Yalın
olmak, sıradanlıktan kaçınmakta. Türkçede çok güzel şiirler yazılmıştır.
Büyük ustalar vardır. Onlardan öğrenmek ama onları taklit etmemek,
onlarla değil kendiyle yarışmak zorunluluğundadır.
Bir de özelden
genele ulaşmak zorunluluğu var. Okura göstermek istediğin bir çiçeğin,
bir bulutun, yaşamanın öteki zorlukları altında kalması. Kıyımın,
kıtlığın ağırlığı altında özgür olmadığını duyumsamak. Belki bu yüzden
çocuklar için de yazıyorum. Bir çakıl taşının denizi anımsatmasının
sevincini onlar bilirler. Özgürlüğün paylaşılmadığı bir dünyada, kendime
küçük mutlulukları anlatma özgürlüğünü tanıyamıyorum. Hüner gösterme,
söz cambazlığı gereksizleşiyor.
Sanat eseri, ustalığını işlevi için
göstermeli bence. Sinan’ın yapıları gibi. Hem güzel hem yararlı.
Balyanların binalarındaki gereksiz süslemeler gibi boyna onarılmak
zorunda olmamalı. Şiir, türkü ya da ağıt ya da marş olmalı. Ya yaşama
sevinci ve direnç vermeli ya da öfkeyi tazelemeli. Ayrıca tutanağı
olmalı yaşanılanların."