-Yazmaya nasıl başladınız?
Lisede öğrenciyken şiir yazarak girdim edebiyata.
Daha sonra ise tiyatro oyunları yazmaya başladım. Herkes beni oyun
yazarı olarak tanırken ilk romanımı çıkardım. Edebiyatımız için
alışılmadık bir durumdu. 'Çatıdaki Çatlak' adlı oyunum yasaklandığı
dönemde roman yazmaya yöneldim. Çünkü tiyatro oyununu kitap olarak
yayınlasak kimse okumaz. Oyun, sahneye konmadığı zaman yok oluyor.
Sahnelendiği zaman da türlü sansürlerden geçiyor. Ben de, roman yazarsam
buna kimse karışamaz, yasaklansa bile o kitap hep var olacak diyerek
ilk romanımı yazdım. Zaman bakımından tek boyutlu olmasından dolayı
klasik roman beni sıktı. Bu yüzden zamanla oynadım romanlarımda.
Tiyatro oyununda düşündüğüm, yapılması imkansız şeyleri romanda uyguladım.
-İlk romanınız edebiyat eleştirmenleri tarafından beğenilmemişti...
Erkek bakışıyla, bir kadının kitabının yankı uyandırmasını
kaldıramamışlardı. Hakkımda çok ağır eleştirilerde bulundular.
Edebiyatçı olarak ödül almaya başladığım dönemde bir konuşmamda "Ben bu
ödülü almak için kimsenin omuzunu okşamadım" demiştim. Bir tanesi çıkıp
'Ya nerelerini okşadın?' demişti.
Genç bir kadının roman yazmasını yadırgadılar.
Ama okurum hep yanımdaydı, destek oldu.
Ben okurumun yazarıyım. Bana kendini yazıyor diye eleştiride bulunanlar
da oldu. Ben de bu eleştirilere cevap olsun diye 'Fikrimin İnce Gülü'
ismiyle bir erkek romanı yazdım ve çok ilgi gördü. Sadece erkeklerden
değil, kadın yazarlardan da düşmanlık gördüm. Mesela 'Bir Düğün Gecesi'
romanım çok ödül aldı. Romanımın ilgi görmesinden dolayı edebiyatçı bazı
kadın yazarların kıskançlığı ile karşılaştım.
Biraz öne çıktığınız zaman, en yakın kadın dostunuz bile size düşman
olabiliyor. Bunu bizzat da yaşadım. Çok yakınım olarak gördüğüm bir
kadın yazar arkadaşım, o dönemde her yerde aleyhimde yazılar yazdı. Bunu
hiç unutamam.
YAŞAR KEMAL DE NOBEL ALABILIRDI
-Atatürk'ü gördünüz mü?
Evet. Babam, ben ve kardeşlerimi Florya plajına götürmüştü. O gün Atatürk'ü denize girerken görmüştüm. O günü hiç unutmam.
Öldüğü gün de hâlâ aklımda; çok ağlamıştım.
Hepimiz yollara düştük. İnsanlar sokaklarda ağlıyordu. Bizim kuşak,
eğitimimizden dolayı Atatürk'e büyük bir sevgi besleyerek büyüdü.
Atatürk, vatanı kurtarmış bir lider. Çok öngörülü bir insan olduğunu her açıdan ispatlatmış biri.
-Orhan Pamuk Nobel Ödülü aldığında onu ilk alkışlayanlardan biriydiniz.
Nobel'i aldığı zaman, birçok kişi onu eleştirirken ben destekledim.
Dünya bu Nobel sayesinde Türk edebiyatını tanımış oldu çünkü. Bu
desteğimden sonra açıkçası ondan bir teşekkür telefonu bekledim ama
aramadı. Kırgın değilim.
-Başka hangi yazarımız Nobel alabilirdi sizce?
Yaşar Kemal alabilirdi...
Ona Fransa'nın en büyük ödülü verildi, Nobel'i de hak ediyordu.
Büyük şair Nazım Hikmet de öyle, başlı başına edebi bir kişilik.
KİMSEYİ ÜZMEMEK İÇİN GÜLER YÜZLÜ ROLÜ YAPIYORUM
-Geçtiğimiz yıl eşinizi kaybettiniz. Neler hissediyorsunuz?
Yarımım... Onu kaybettikten sonra yarım bir insan oldum. Göğsümün
üstünde kocaman bir taş var sanki. 64 yıldır evliydik. Çok güzel bir
evlilik yaşadık, ender bulunur bir anlaşma... Bugün 90 yaşındayım. Uzun
süredir evden dışarı bile çıkamıyorum. Bu kadar uzun yaşamayı hiç
istemedim. Halim gitti, ben hâlâ yaşıyorum. Kendimden sıkıldım.
-Yazıyor musunuz hâlâ?
Hayatım boyunca yazmaya hiç ara vermemiştim ama Halim öldükten sonra
tükendim, artık yazmayı bıraktım. Hayat şeklim değişti, önceliklerim
değişti eşim gittikten sonra.
Onsuz yaşamak çok zor. Yanımda bir bakıcım var. Yeğenlerim bana o kadar
yakınlık gösteriyor ki, onları üzmek istemiyorum. Halim, 64 yıllık hayat
arkadaşım, o gittiğinden beri yakınlarımı çaresiz bırakmamak için
'güler yüzlü yaşamaya mecburluk' rolünü oynuyorum. En sahici itirafım bu
olsun.
YENİ ALFABE YÜZÜNDEN AYDINLAR BİR GÜNDE CAHİL OLDU
-'Ölmeye Yatmak' romanınızda da kendi hayatınızda yaşadığınız kültürel ikilemi anlatmıştınız. Biraz bu ikilemden bahseder misiniz? Cumhuriyetin ikinci kuşağı olan bizim dönemimizde, ikilem içinde yaşanan bir dünya vardı. Anne-baba Osmanlı ahlakıyla yetişmiş, biz ise Cumhuriyet kuşağıyız. Babam hafızdı, Kuran'ı ezbere nameyle okuyordu. Babamın hafız olduğunu uzun süre söylemekten çekindim. Çünkü o dönemde İslam'a doğru bakılmıyordu. Çok yanlıştı bu. Hayatım boyunca sadece şiddete karşı oldum; inançlara karşı olmadım. Yalnız içinde şiddet olan inançlara karşı durdum. 'Ölmeye Yatmak'ta da kendi hayatımı yazdım. Yaşanan bu ikilemi anlattım. Anne ve babalarımızın yaşadığı dramı 30'umdan sonra anladım ben. Burada eski yazıyı bilen anne-babalarımız, aydınlarımız, yeni alfabe gelince cahil konumuna düştüler. Kökten değişim çok tehlikelidir. Alt yapısı olmadan değişim yapılmamalıydı. Yoksa dramlar yaşanıyor.
HERKES GÜNLÜK TUTMALI
-Nasıl bir ömür geçirdiğinizi düşünüyorsunuz?
Yazarak yaşadım, hep severek yazdım. Yazmak için hep bir şey beni
dürtüyordu. Yazmadan duramıyordum. Yazarak öğrendiğim kadar hiçbir
şeyden öğrenmedim. Siyasal kısıtlamalar sonucu kitap kalıcıdır görüşüne
inandım. Tiyatro yazarlığını da bundan dolayı bırakmıştım. Hayatım
boyunca günlük tuttum. Edebiyatçıların olaylar karşısındaki tepkilerini
günlüklerine yansıtması çok önemli. Günlükler, tarihi gerçekler
açısından belge niteliği taşıyorlar çünkü. Sadece edebiyatçılar da
değil, bence herkes günlük tutmalı.