25 Mayıs 2021

UTOPİA Thomas More (Mina Urgan’ın incelemesiyle)

Thomas More, 1478’de Londra’da doğar. 8 yaşında girdiği St. Anthony okulundan sonra, o yıllarda çocukların bilgi ve görgülerini daha iyi aktaracaklarına inanılan başka ailelerin yanına verilmeleri geleneğine uygun olarak babası onu bir kardinalin evine verir. Burada çağın önde gelenlerini yakından tanımanın yanında birçok alanda bilgisini geliştirme olanağı bulan More, 14 yaşında kardinal tarafından Oxford’a gönderilir. Grocyn, Colet, Linacre gibi devrin tanınmış hümanistlerinin öğrencisi olmuştur. Bu okulda Latince ve Yunancasını ilerleten More, Yunanca eğitime düşman olan din adamları karşısında akademisyenlerle öğrencileri korumak amacıyla iki okulun adli işlerine bakan kuruma girer. Oxford’da Yunanca ve felsefeyle ilgili çalışmalarını sürdürmek istemesine rağmen babasının onu kendi mesleğine yönlendirmek istemesi sonucu New Inn ve Lincoln’s Inn’de hukuk öğrenimi yapıp, 23 yaşında baroya girer. Bu tarihten itibaren, 4 yıl boyunca, dönemin aynı zamanda bilgi merkezleri olan manastırlardan birinde, kendini yoğun çalışmalarına verir. 
 
Bir süre sonra rahiplikten vazgeçerek kendini ailesine adar. Çağının aile anlayışının çok ötesinde bir kavrayışa sahip olan More, kadınların da tıpkı erkekler gibi eğitilmesi ve toplumda onlarla eşdeğerde sorumluluklar alabilmesi taraftarıdır. Bunun üzerine 1504'te parlamentoya girdi. Bu sıralarda Hollandalı yazar Erasmus ile olan arkadaşlığı iyice gelişti. 1517'de kralın hizmetine girdi. Giriştiği başarılı bir diplomatik görev ardından şövalye unvanı aldı ve yardımcı veznedar ilan edildi. Kralın kişisel danışmanı olarak kariyeri parlamaya devam etti. Kral VIII. Henry'nin evlilikleriyle ilgili konularda ona yeterince yardım edemeyen Lordlar Kamarası başkanı Kardinal Wolsey'i istifaya zorladıktan sonra yerine Thomas More'u Lordlar Kamarası başkanı ilan etti.Başlarda kralın düşüncelerini paylaşan Thomas More, zamanla kralın protestanlığa olan artan ilgisi ve kiliseye  olan negatif düşüncelerinden rahatsız oldu. Kişisel olarak protestanlığı sevmiyor ve doğru bulmuyor, dönemin katolik kilisesini benimsiyor ve önemsiyordu. Protestanlığı eleştiren kitaplarıyla kral ile olan ilişkisini gerdikten sonra 1531'de krala bağlılık yemini etmeyi reddetti. Daha sonra hastalığı bahane ederek 1532'de görevlerinden ayrıldı. 1533'de Anne Boleyn'in İngiltere Kraliçesi olarak ilan edildiği taç giydirme törenine katılmayı reddedince şimşekleri üzerine çekti. Parlamentonun Anne Boleyn'i İngiltere'nin kraliçesi olarak ilan edebileceğini kabul etmesine rağmen, bağlılık yemini etmeyi reddetti. Çünkü bu Papa'ya karşı bir davranış olurdu. Bu yüzden tutuklandı.  
 
Daha sonraları kralı kilisenin başkanı olarak görmediği yönünde bir yalan da önüne işlemiş olduğu bir suç olarak getirildi. Ölüm cezasına çarptırıldı. 6 Temmuz 1535'de idam edildi. En şöhretli eseri, Utopia’sıdır. Utopia’nın kahramanı Raphael’dir. Raphael birçok yeri gezmiş görmüş bir maceraperesttir. More, Anters kentine gittiğinde orada Peter Giles ile tanışır. Daha sonra Notre Dame’da Peter Giles More’u bir gemiciyle tanıştırır. Bu gemici Portekizli, Latince ve Yunancayı çok iyi bilen, gençliğinde varını yoğunu kardeşine bırakıp dünyayı dolaşma sevdasına kapılan, America VESPUCI gibi Amerika kıtasını keşfeden bir denizciyle kader birliği yapan Rapheal HYTHODAY dir. Bu gezintileri sonucunda birçok yer görmüş ve bir ara denizde yollarını kaybedip Utopia adasına düşmüştür. Orada beş yıl yaşar, daha sonra Avrupa’ya gelerek bu muhteşem adadaki düzeni anlatmaya çalışır ve böylelikle hikâye başlamış olur. Ütopia bir adadır ve ada ay görünümündedir. Utopia adasının 54 büyük ve güzel şehri vardır. Hepsinde aynı dil konuşulur. Aynı töreler, aynı kurumlar, aynı yasalar yürürlüktedir. 54 şehrin hepsi aynı plan gereğince kurulmuştur ve hepsinde bölge özelliklerine göre biçimlenen aynı devlet yapısı vardır. 
 
Hiçbir şehir yasanın çizdiği sınırları artırma hevesine düşmez. Halk kendini toprağın sahibi değil, çiftçisi, işçisi diye görür. Her çiftçi birliğinde kadın erkek en az 40 kişi ve iki köle vardır ve her birinin başında aklı başında bir kadın ve bir erkek bulunur. Her 30 çiftçi ya da aile birliği bir philarch’ın yönetimindedir. Dönüşümlü olarak herkes çiftçilik yapar ve ertesi yıl da kendileri başkalarını yetiştirir. Böylece çiftçinin toptan acemi olması önlenirdi. Utopia’da coğrafi özellikleri dışında bütün şehirler birbirine benzer. Bu yüzden Amaurote şehri seçilerek o anlatılır. Çünkü orası Millet Meclisinin ve hükümetin bulunduğu yerdir. Burada evlerin rahatlığına diyecek yoktur, hepsi temiz ve güzeldir. Her evin bir kapısı sokağa, bir kapısı bahçeye açılır. Her iki kapı da bir dokunuşta açılacak kadar hafiftir. Kilitler, anahtarlar yoktur. İsteyen girebilir. Çünkü evde hiçbir şey özel değildir, ne varsa herkesin malıdır. 
 
Utopia’lılar ev bark konusunda ortaklık ilkesine bağlıdırlar. Özel mülk düşüncesini kökünden yok etmek için her on yılda bir ev değiştirirler ve herkesin oturacağı ev kura ile belli olur. Şehirliler bahçelerine de büyük bir önem verirler.30 aile her yıl Philarch denilen birbaş seçerler. 10 philarch 300 aile ile birlikte baş philarch denilen birinin buyruğu altındadırlar. 200 philarch halkın gösterdiği dört adaydan birini gizli oyla başkan seçerler. Başkan zorbalığa kaçmadığı sürece ömrü boyunca yerinde kalır. Baş philarchlar ise her yıl seçilirler ağır bir neden olmadıkça da değiştirilmezler. Bütün öbür görevlerde bir yıllıktır. Baş philarchlar en az üç günde bir başkanla birlikte toplanır memleket işlerini görüşürler. Kamuyu ilgilendiren işler kurultayda üç gün tartışıldıktan sonra karara bağlanır. Kurultay ve büyük halk toplantıları dışında bir araya gelip memleket işlerini konuşmak ölümle cezalandırılan bir suçtur. Bu da başkanla baş philarchların kolayca bir araya gelip halkı zorbaca yasalarla ezmeye ve rejimi değiştirmeye kalkışmalarını önlemek için olsa gerektir.Yüksek kurultayın uyduğuşu kuralda anılmaya değerdir: Bir öneri geldiği zaman hemen o gün üstünde tartışılmaz. Tartışma gelecek toplantıya bırakılır. Böylelikle kimse ilk aklına gelen şeyleri gelişi güzel ortaya atmaz ve halkın yararını unutarak kendi düşüncesini savunmaya kalkışmaz.
 
Kadın erkek bütün Utopia’lılar usta birer tarımcı olmak zorundadırlar. Bunun yanında herkes özel bir iş eğitimi görür. Başlıca zanaatlar; dokumacılık, duvarcılık, testicilik, demircilik yada dülgerliktir. Bütün adalılar bir örnek giyinirler. Yalnız kadınla erkeğin, bekârla evlinin kılıkları değişir. Genel olarak herkes ana babasının zanaatında yetişir. Ama başka bir zanaata heves ve yeteneği olan çıkarsa o zanaatla uğraşan başka bir aileye evlatlık gider. Yirmi dört saatin yalnız altı saati işe ayrılmıştır. Her sabah gün doğmadan, serbest ders saatleri vardır. Ütopia’da halk, az zamanda bol ve kusursuz işler çıkaracak şekilde yönetilir, herşey düzenli ve bakımlı olduğu için işazalır. 
 
Utopia’da toplum kurumlarının amacı, her şeyden önce, halkın ve bireylerin ihtiyaçlarını gidermek, sonra herkese bedenin köleliğinden kurtulmak, düşüncesini özgürce işletmek, kafa yetilerini bilimler ve sanatlarla geliştirmek için mümkün olduğu kadar çok vakit bırakmaktır. Utopia’lılar için gerçek mutluluk işte bu düşünce gelişmesinin ta kendisidir. Şehirlerdeki nüfus sabit tutulur, artış olması halinde nüfusu daha az olan bir şehre aktarılırlar. Tüm adada nüfus arttıysa boş bir bölgeye yeni bir şehir kurularak bazı aileler buraya taşınır. Her şehir dört bölgeye ayrılmıştır. Her bölgenin ortasında biri her türlü eşya, diğeri yiyecek maddeleri için olan iki pazar alanı vardır. Tüm ortak üretim burada depolanır ya da sergilenir. Her ailenin yöneticisi olan aile büyüğü ailesinin ihtiyacını buradan alır. Para ya da takas kavramı yoktur, kimse ihtiyacından fazlasını zaten almaz.Yiyeceklerde öncelik hastanelerde yatan yurttaşlara verilmiştir. Her sokakta halkevleri vardır, herkes evinde yemek yemekte serbest olduğu halde topluca yemek pişen halkevlerinde toplanmayı tercih eder. Her halkevi otuz aile içindir. Bir yurttaş herhangi bir nedenle başka bir şehre gezme amaçlı gitmek isterse philarchdan izin alır. (bir çeşit vize) Ellerinde başkanın kendilerine izin veren ve dönecekleri günü belirten bir mektubu bulunur. Bu izin kâğıdı yoksa alacakları ceza oldukça ağırdır. Gidecekleri her yerde kendi evlerinde olacakları için her aradıklarını bulurlar. Gittikleri yerde bir günden fazla kalırlarsa kendi zanaatlarında çalışmaya başlarlar. Utopialılar kendi içlerinde tek bir aile gibidir. Şehirlerin eksikleri diğer şehirlerin bolluklarıyla giderilir ve bu iş çıkarsız olarak yapılır. Gelecek yılın nasıl olacağı bilinmediği için ihtiyaçlar iki yıl için karşılanır, ihtiyaç fazlası ürünler komşu uluslara satılır. Bu ticaret yoluyla utopia’ya altın, gümüş, demir gibi değerli maddeler girer. Bir savaş halinde utopialılar bütün paralarını tehlikelere karşı kullanırlar. Tuttukları yabancı askerlere bol para verirler. 
 
Dinsel ilkelerin özeti şudur:‘Ruh ölümsüzdür: İyiliğimizi isteyen Tanrı onu mutlu olmak için yaratmıştır. Ölümden sonra iyilik de kötülük de karşılığını gereğince görür.Akıl bizleri varlığımızı ve mutluluğumuzu borçlu olduğumuz yüce tanrıyı sevmeye ve saymaya yöneltir. İnsan yaptığı iyiliklerin karşılığını er geç görecektir. Utopialılar için herkesin iyiliğine çalışmaksa bir dindir. Utopia’lılar, bütün savaş tutsaklarını değil de, ancak silah elde yakaladıklarını köle yaparlar. Köle çocukları ya da başka memleketlerde köle olanlar, Utopia’ya ayak basar basmaz özgür sayılırlar. Ama Utopia’lılar arasında ağır suç işleyenler, kölelikle cezalandırılır. Bazen de başka ülkelerde ağır suçlar işleyip ölüm cezasına çarptırılanlar, Utopia’da köle olurlar. Hastalara büyük bir sevgiyle bakarlar. Ama hastalık hem çaresiz hem de sürekli acı ve sıkıntı veren cinstense, o zaman rahiplerle yöneticiler başka bir yol tutarlar: Böyle bir hasta, hayatta artık hiçbir iş yapamadığı gibi, canlı bir ölü olarak yaşamakla, hem başkalarına yük olur, hem de kendileri acı çekerler. Bu dayanılmaz hastalıktan kurtulması (hayatı artık bir işkence olduğuna göre), ölüme razı olması için, hastaya öğütler verilir. Böylece hasta yüreklenerek, bir zindan, bir işkence olan belalı hayatından, ya kendi eliyle kurtulur ya da başka birisinin bu işi yapmasına bile bile katlanır. Ölmekle hiçbir şey kaybetmeyeceği, acılarına bir son vereceği için, bunun akıllıca bir davranış olduğunu söylerler. Rahiplerle yöneticiler kurulunun iznini almadan kendini öldüren ise, gömülme ya da yakılma haklarını yitirir. Ölüsünü pis bir bataklığa atıverirler. Kadınlar on sekiz yaşından, erkekler yirmi iki yaşından önce evlenemezler. Utopia’da ancak ölüm son verir evliliğe. Ama karıkoca birbirini aldatırsaya da eşlerden biri dayanılmayacak kadar huysuzsa, durum değişir. Böyle bir derde düşen evliler, yöneticiler kurulunun izniyle, eski eşlerini bırakıp, bir yenisini alabilirler. Ama suçlu olan eş, hem ömrünün sonuna kadar rezil olur herkesin gözünde, hem de bir daha hiç evlenemez. Anlaşmazlık halinde karı koca yöneticiler kurulunun izniyle boşanabilir. Evlilik kurallarına bağlı kalmayanlar, en ağır cezaya çarpılıp köle olurlar. Utopia’lılara göre, bir suçu tasarlamak, o suçu işlemekten farksızdır. İyi eğitilmiş insanlara birkaç yasa yettiği için, pek az sayıda yasa vardır Utopia’da. Utopia’lıların başka uluslarda en çok ayıpladıkları şeylerden biri, sayısız hukuk kitabının ve yorumların bile yetmeyişidir. Bir insanın, ya okumayacağı kadar çokya da anlayamayacağı kadar şaşırtıcı ve karanlık yasalarla bağlanmasını, hak ve adalete aykırı bulur Utopia’lılar. 
 
Bundan başka, hukuk işlerini kurnazca ele alan, hilelere başvurarak tartışan avukatların, noterlerin, dava vekillerinin yeri yoktur Utopia’da. Herkesin kendi davasını savunmasını, avukatın söyleyeceklerini doğrudan doğruya yargıca söylemesini daha doğru bulurlar. Yargıç, hiçbir avukattan yalan söylemeyi öğrenmemiş bu adamların sözlerini aklıyla tartar; safları, düzenbazların kötü niyetli ve kurnazca dolaplarından korur. Uzun süre önce Utopia’lıların yardımıyla baskıdan kurtulan, hiç kimseye boyun eğmeden özgür yaşayan komşu ülkelerin halkı, Utopia’lıların hukuk işlerindeki ustalığını bilirler. Onlardan, bazen bir yıl bazen da beş yıl için yönetici ve yargıç alırlar. Bir yargıcın çalışma süresi bitince; şerefler ve ödüller bağışlayarak, onu Utopia’ya geri götürüp, bir yenisini alırlar yerine. Bu sayede komşu ülkelerin kendi devlet işlerini çok akıllıca düzenledikleri su götürmez.  
 
Çünkü bir devletin gelişmesi de, yıkılması da, o devleti yönetenlerin ve yargıçların elindedir. Utopia’lılar, bir süre sonra kendi ülkelerine döneceklerini, orada paranın hiçbir değeri olmadığını bildikleri için, rüşvet alıp namus yolundan şaşmazlar. O ülkede yabancı oldukları, halkı tanımadıkları için, ne kimseyi kayırırlar, ne de kimseye kötü niyet gösterirler. Oysa bu iki şey, yani yargıçların adam kayırmaları ve para tutkusuna kapılmaları, bir devletin en sağlam ve en güvenilir yanı olan adaletini yıkıverir. Utopia’lılar savaştan da vuruşmadan da pek hayvanca bir şey diye tiksinir, iğrenirler. Bütün öteki ulusların tersine, savaşta kazanılan şerefi şerefsizliğin ta kendisi sayarlar. Savaşa yalnız yurtlarını savunmak, dostlarının topraklarını düşmanlardan ya da zorbaların boyunduruğu altında ezilen bir ulusu kölelikten kurtarmak, kendi güçleriyle kurtarmak için girerler. Bunu da, sadece acıma duygusuyla yaparlar. Dostlarının yardımına sadece onları savunmak için koşmazlar, zaman zaman da onlara daha önce yapılmış kötülüklerin öcünü almaya giderler. Kanlı bir zaferin kazançları Utopia’lıları üzer, hatta utandırır;çünküparlak kazançları insan kanı pahasına elde etmeyi büyük bir çılgınlık sayarlar. Onlar için en şanlı zafer düşmanı oyun düzen gücüyle yenmektir. İşte yalnız o zaman büyük bayramlar yapar; yiğitlikleriyle övünür, anıtlar dikerler. Onlar için yiğitlik düşmanını akıl yoluyla yenmektir. Zapolete adı verilen komşu ülke halkı, çalışmak yerine para peşinde koşan bir halktır. Utopialılar bu halkı; başka hiçbir işte kullanmadıkları para ile tutup savaşlarda kullanmaktan kaçınmaz ve ölmelerinden kaygı duymazlar, çünkü bu haydut halkın yeryüzünden silinmesinin insanlık yararına olacağına inanırlar. 
 
Utopia’nın değişik bölgelerinde, hatta bir şehrin değişik yerlerinde çeşitli dinler vardır. Kimi Güneş’e tapar, kimi Ay’a, kimi de başka bir gezegene. Ama Utopia’lıların büyük çoğunluğu ve en akıllıları, bütün bu putları bırakıp, bir tek Tanrı bilirler. Bu Tanrı bilinmez, anlaşılmaz, açıklanmaz bir varlıktır, insan zekâsının sınırlarını aşar, bütün dünyayı bedeni, erdemi ve gücü ile kapsar. Bu Tanrı’ya Baba derler. Her şeyin doğuşunu, çoğalışını, gelişmesini ve değişmesini ve son bulmasını ondan bilirler. Utopia’lıların dinleri ne kadar değişik de olsa hepsi şu inançta birleşirler: Dünyayı yaratan ve yürüten bir yüce varlık vardır; bu varlığın adı Utopia’lıların dilinde Mithra’dır. Ne var ki, Mithra herkes için aynı değildir. More,bütün bunları anlattıktan sonra utopialılara hıristiyanlığı ve İsa’yı anlattıklarını ve utopialıların büyük bir hevesle bu dini kabul ettiklerini anlatmaktadır. 
 
Her insan Tanrı’nın kendi yaratıcısı, yöneticisi ve bütün iyiliklerin kaynağı olduğunu kabul ve bunlardan ötürü ona şükreder. Tanrı’ya asıl şükrettikleri şeyse, kendilerini en mutlu bir devlet ve en gerçek saydıkları din içinde dünyaya getirmiş olmasıdır. Bununla beraber, Utopia’lılar, eğer kendi inançları yersizse, Tanrı’ya daha hoş gelen başka bir din varsa, Tanrı’nın bunu kendilerine sezdirmesi için yalvarırlar ve onun dileğine uymaya hazır olduklarını bildirirler. Ama Utopia’nın devletinden ve dininden daha iyisi yoksa, o zaman da Tanrı’dan onları sürdürmesini ve bütün insanları bu devletin ve bu dinin yoluna getirmesini isterler. Utopia’da her şey herkesin olduğu için, ortak ambarlar dolu olduğu sürece, kimse hiçbir şeyden yoksun kalmaz. 
 
Devletin geliri hiçbir zaman haksızca dağıtılmaz. Utopia’da ne yoksula rastlanır ne dilenciye. Kimsenin hiçbir şeyi olmadığı halde, herkes zengindir. Para olmazsa herkesin hayatı kolayca sağlanır. Utopia'da her türlü gözü doymazlık ve ayırıcılık tohumları onlara bağlı bütün kötülüklerle birlikte sökülüp atılmıştır. Böyle olunca devlet bunca güçlü ve mutlu ülkeleri yıkan iç kavgalardan uzak kalmıştır. Yurttaşlar içeride bu kadar sağlam bir dayanışmayla birbirlerine bağlı olunca, böylesine bir birlik kurunca, devlet dışarıdan gelecek bütün tehlikelere rahatça karşı koyabilir. Böylesi bir devleti yabancı kralların ele geçirmek istemesi boşunadır. Utopia'ya karşı bunu deneyenler çok olmuş ve her seferinde yenilgiye uğramışlardır.