BÜTÜN CANLI VARLIKLARIN KADERİ KARTAL’IN ELİNDEDİR.
KARTAL IN ARMAĞANI KURTULMA ve ÖZGÜRLÜĞE KAVUŞMA FIRSATI DEMEKTİR
Castaneda, Meksika'ya geri döndüğünde, artık efsaneleşmiş »lan Don Juan’ın yerini almak üzere topluluğun lideri olarak seçildiğini öğrenir. Büyücülerin evrenin gizemli güçlerini tanıma, uysallaştırma ve onlardan yararlanabilme erkinin peşine düşen Castaneda, bir kez daha eski öğretilerin bilinmez dehşetler, Tanrısal görsüler ve göz kamaştırıcı içgörülerle dolu dünyasına girer. Don Juan’ın anlaşılması güç, kudretli ve lıep onunla birlikte olan ruhunun aralıksız etkisi altında, Castaneda, büyücülük sanatının daha da derinlerine iner. Büyücülüğün özüne doğru bir yolculuk hayal gücünüze ve mantığınıza bir meydan okuma.
Önsöz
Her ne kadar bir insan bilimci olsam da, bu çalışma gerçek anlamda bir insanbilimsel çalışma sayılmaz; yinede kökenleri kültürel insanbilime inmektedir, çünkü yıllar önce bu disiplin içinde bir alan çalışması olarak başlamıştı. O yıllarda, güneybatı ve kuzey Meksika’da yaşayan Kızılderililer arasında tıbbi bitkilerin kullanımı üzerinde incelemeler yapıyordum.
Geçen bunca yıl boyunca araştırmalarım, gerek kazandıkları ivme, gerekse kişisel gelişmem sonucu farklı bir duruma evrildi. Tıbbi bitkiler üzerindeki incelemelerin yerini, en az iki farklı kültürün sınırlarının ötesine geçen bir inanç dizgesi üzerindeki incelemeler aldı.
Çalışmalarımın ilgi odağında ortaya çıkan bu değişimin sorumlusu, beni daha sonra orta MeksikalI bir Mazatec Kızılderilisi olan Genaro Flores’le tanıştıran kuzey Meksikalı Yaqui Kızılderilisi don Juan Matus oldu. Her ikisi de, günümüzde genelde büyücülük olarak bilinen ve gerek tıp bilimi, gerekse ruhbilimin ilkel bir biçimi olduğu sanılan, oysa, gerçekte son derece yüksek özdüzenceli, son derece bilgili uygulayıcılar arasında var olan bir geleneği oluşturan eski bir öğretinin sürdüriiciileridir.
Bu iki adam benim için, birer bilgi kaynağından çok öğretmen oldular; ama ben yine de yaptığım işin, dağınıklığına rağmen, insanbilimsel bir çalışma olduğunu ısrarla savundum. Bu dizgenin kültürel dayanaklarını belirleyebilmek, kusursuz bir sınıflandırma yöntemi, sınıflandırıcı bir düzen, kökenleri ve
dağılımı üzerine bir varsayım geliştirebilmek için yıllarımı harcadım. Ancak, tüm bu uğraşlarım boşunaydı, çünkü sonuçta, dizgenin zorlayıcı içsel erkleri entelektüel arayışlarımı rayından çıkarttı ve beni de aralarına kattı.
Bu iki erk sahibi adamın etkisi altında, çalışmam bir yaşam öyküsüne dönüştü; çünkü, aralarına katıldığım andan itibaren, kendimi yaşadıklarımı aktarmaya zorunlu hissettim. Bu, oldukça farklı bir yaşam öyküsüdtir, çünkü burada ne sıradan bir insan olarak gündelik yaşantımı, ne de gündelik yaşantımın oluşturduğu öznel durumları aktarıyorum. Bunların yerine, birbiriyle ilişkili düşünceler ve yöntemlerden oluşan yabancı bir dizgeyi benimsemenin sonucu olarak yaşantımda gelişen olaylar örgüsünü aktarıyorum. Başka bir deyişle, incelemek istediğim inanç dizgesi beni içine çekti ve bütün
yaşamımı ona adadım.
İşte bu koşullardan dolayı, yaptığım işin tam olarak ne olduğunu açıklamak zorundayım. Sıradan bir
batılı ya da bir insanbilimci olarak yola çıktığım ilk noktadan çok uzakta olduğum şu anda, bu çalışmanın bir kurmaca olmadığını yinelemek zorundayım. Burada anlattıklarım bizler için yabancıdır; bu nedenle de gerçekdışı gibi görünmektedir.
Büyücülüğün dolambaçları içinde derinlere indikçe, başlarda bana ilkel inançlar ve uygulamalar dizgesi
gibi görünen şeyler, devasa ve içinden çıkılması güç bir dünya halini aldı. Bu dünyayı tanıyabilmek, onu aktarabilmek için, giderek artan biçimde karmaşıklaşan ve daha incelikli hale gelen yöntemler kullanmak zorundayım. Bana olanlar, ne benim önceden kestirebildiğini türden gelişmeler, ne de diğer insanbilimcilerin MeksikalI Kızılderililerin inanç dizgeleri üzerine bildiklerine benziyor. Sonuç olarak, kendimi güç bir durumda hissediyorum; bu koşullar altında yapabildiğim tek şey, bana olanları, olduğu gibi yansıtmak. İyi niyetim konusunda, ikili bir yaşamım olmadığını ve kendimi don Juan’ın dizgesinin ilkelerini uygulamaya adamış olduğumu bir kez daha vurgulamanın ötesinde herhangi bir güvence veremeyeceğim. Bana eğitmenlik yapan MeksikalI Kızılderili büyücüler, don Juan Matus ve don Genaro Flores, bilgilerini kendilerince yeterli gördükleri ölçüde bana açıkladıktan sonra, eyvallah deyip çekip gittiler. Bana düşen görevin, o andan itibaren, onlardan öğrendiğim bilgileri kendi çabamla bir araya getirmek olduğunu anladım.
Bu görevi yerine getirmek üzere çalışmalara başlamak için Meksika’ya geri döndüğümde don Juan ve don Genaro’nun beşi kadın dördü erkek dokuz çömezinin daha bulunduğunu keşfettim. Kadınların en yaşlısının adı Soledad’dı. Bir diğeri “La Gorda” takma adlı Maria Elena’ydı; diğer iiç kadın, Lydia, Rosa ve Josefina daha gençtiler ve “Küçük kız kardeşler” olarak anılıyorlardı. Dört adamın adlarıysa, yaş sırasına göre Eligio, Benigno, Nestor ve Pablito’ydu; son saydığım üçüne, don Genaro’ya çok yakın oldukları için “Genarolar” deniliyordu.
Nestor, Pablito ve artık orada olmayan Eligio’nun çömez olduklarını biliyordum zaten, ama her nedense
dört kızın Pablito’nun kız kardeşleri, Soledad’ınsa onların anaları olduğuna inanmıştım. Geçen yıllar boyunca Soledad’ı az çok tanımıştım, yaşça don Jııan’a yakın olduğu için bir saygı ifadesi olarak ona her zaman doıia Soledad şeklinde hitap ederdim. Benigno’yu tanırdım ama onun don Juan ve don Genaro ile ilişkisinden hiç haberim olmamıştı.
Anlayamadığım nedenlerden dolayı hepsi de, şu ya da bu şekilde benim Meksika’ya geri dönmemi bekliyor gibiydiler. Bana, onların liderleri, Nagualları olarak don Juan’ın yerini almamın beklendiğini bildirdiler. Don Juan’la don Ge-ııaro’nun da Eligio’nun da bu dünyadan uçup gittiklerini söylediler. Bu üç kişinin öldüğüne inanmıyorlardı; onlar, yaşadığımız dünyadan farklı, ama aynı ölçüde gerçek başka bir dünyaya girmişlerdi.
Kadınlarla—özellikle dona SoledadTa—ilk karşılaştığımız andan itibaren sürekli ters düştük. Ancak, yinede dinginleşmeme yardımcı oldular. Onlarla kurduğum ilişki, yaşamımda gizemli bir coşkunun doğmasına yol açtı. Birlikte yaşadıklarımız, düşünce ve kavrayış biçimimde çok büyük değişimler getirdi. Ama, tüm bunlar bilinç düzeyinde gerçekleşmiyordu—ya da en azından, onları ilk ziyaretimden sonra zihnimi her zamankinden daha fazla karışmış buldum; yine de bu kargaşanın içinde, şaşırtıcı ölçüde sağlam bir zemin vardı. Bu çatışmaların etkisiyle, kendimde o güne değin var olduklarını düşlerimde bile görmediğim yetenekler keşfettim.
La Gorda ve küçük kız kardeşler kusursuz birer diiş görücüydü/er; kendi arzularıyla bana yol gösterici bilgiler verdiler ve becerilerini gösterdiler. Don Juan düş görme sanatını, kişinin kendi olağan düşlerinden yararlanma, onun ve don Genaro’nun ikinci dikkat adını verdikleri uzmanlık gerektiren bir dikkat türü aracılığıyla kontrollü farkındalığa dönüştürebilme potansiyeli olarak tanımlamıştı.
Genarolardan, don Juan’ın ve don Genaro’nun öğretilerinin bir diğer yönünü oluşturan iz sürme sanatındaki başarılı uygulamalarını bana öğretmelerini bekliyordum. Iz siirme sanatı bana kişinin akla gelen her durumda en iyi sonuçları elde edebilmesini sağlayan bir dizi yöntem olarak anlatılmıştı. Ancak, Genaroların iz sürme üzerine bana anlattıkları, benim beklediğim tutarlılıktan ya da erkten yoksundu. Bu adamlar, ya gerçek anlamda bu sanatın uygulayıcıları değillerdi, ya da bu sanatı bana göstermek istemiyorlardı.
Kendilerini benim yanımda rahat hissedebilmeleri için soruşturmalarıma ara verdim, ama onlar sakin sakin oturdular ve artık hiç soru sormadığıma göre en sonunda bir Nagual gibi davranmaya başladığıma
inandılar. Hepsi de benim kılavuzluğumu ve öğütlerimi bekliyorlardı.
Beklentilerine uygun davranabilmek için, don Juan ve don Genaro’nun bana öğrettiklerini baştan sona
gözden geçirmek, büyücülük sanatının derinlerine inmek zorundaydım.