Düşünce özgürlüğüne kavuşturulmamış bir ülkenin kadını
olarak, Türk kadınının sınıfsal çelişkisi konusunda söz söylemek oldukça güç. Çünkü, bugünün Türkiyesi hem çok sınıflı
bir toplum, hem de 5. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar onbeş yüz
yılı bir arada yaşayan bir toplumdur. Ayrıca Batı dünyası kapsamı içinde düşünülen; askeri, siyasal ve ekonomik yönden
Batıya bağımlı...Ama bir İslam ülkesidir. Bu durum da halkı
başka başka çelişkilerle karşı karşıya getirmektedir.
Bu denli karmaşık ve sorunlu bir toplumda biz hangi kadından söz edeceğiz?
Türk
kadını için bir
genelleme yok ki...Kimi 18 saat güneş altında tarlalarda çalışır,
evde çalışması caba...Kimi bir kova su bulmak için saatlerce
yürür, kimi din baskısı altında ortaçağ anlayışıyla dünyaya kapalı
tutulur ve tüm insanca verilerden uzaklaştırılır, kimi bir
ticari mal gibi, başlık parası karşılığında satılır. Kasabada, kentte
işçilik, memurluk yapan kadın ise evinin ve çocuklarının da
tüm işlerini yapar. En çok yıpranmak da kadınlar arasındadır.
Yüzbinlercesi
kendi toplum ve geleneğinden koparılmış,
Orta Avrupa'nın sanayi ülkelerinde iş bulmuş, ama birlikte
getirdiği çelişkilerine, bir de yabancısı olduğu ülkenin
çelişkileri, bağdaşmazlıkları eklenmiş... Ve bu kadınlardan acaba
kaçı mutlu olabilmiştir?
Bu nedenle Türk insanı için, Batıdaki anlamında bir feminizm,
"kadın sorunu" söz konusu olmaz. Türk kadınının
sorunu, Türkiye'nin tüm sorunları içinde ele alınmalıdır.
Sınıflı toplumumuz büyük eşitsizlikler göstermektedir.
Türkiye'de köylere dek yayılan televizyon, "beyin yıkama" politikası ile Renkli basın, reklam filmleri ile var gücüyle halkın bilinçlenmesini engellemek için,
sermayenin ve çarpık kültürün egemenliğini daha uzun kılabilmek için var güçleriyle çalışmaktadırlar. Bilinçsiz insanları, yanlış yaşam biçimlerine özendirmeye
çalışmaktadır.
Aynı tutum yıllar yılı Yeşilçam sineması filmleriyle de
uygulanmıştır. Ezilen sınıfların ve ezilen kadının da sorunlarına
eğilen yeni ilerici Türk filmlerinin, geniş halk kitlelerine ulaşması
engellenmiştir.
Türkiye'de emekçi sınıfların mücadelesi, bu sınıf insan
larının kadın, erkek, çocuk yani tüm bireyleriyle bilinçlenip,
belli bir kültür düzeyine erişmesi ile gerçekleşecektir, işte
ancak bu gerçekleştiği an, kadının sorunlarına da çözümler
bulunabilecektir. Burada da en büyük görev, gene aydın insana, aydın
kadına düşmektedir. Bugünün çağdaş dünyasında
bilinçsiz bir kurtuluş yoktur.
Bilinçsizce sınıf atlamak, insana
hiçbir çözüm getirmez. İnsan, hem toplumsal yaşamı, hem iş
hayatı, hem kendi iç dünyası hem özyaşamı için bilinçlenmek
zorundadır. Hiçbir toplumsal sınıfın insanı, bilinçsiz ve kendi
sınıfından soyutlanarak (yani ayrılarak), sınıf atlamaya çabalayıp bir çözüme ulaşamaz. Para ve maddeye bağlanıp dünyada
"kendi paçasını kurtarmak" terimi, artık çağdaş dünya
insanı için geçerli değildir. Ve özellikle o insan, Türkiye
gibi
bir ülkenin insanı ise.
Bireysel kurtuluş diye bir yaşam biçimi yoktur. İnsan,
her zaman toplumsal bir yaratık olduğunu kavrayıp kendi
sınıfının bilinçlenmesi ve daha insancıl koşullara kavuşması
için çaba gösterdikçe mutlu olabilecek, yaşamını
değerlendirecektir. Yaşam, şöyle bir yaşanıp geçmek için varolmak
değildir. Aksine insanları, en insancıl yaşamlara ulaştırmanın
mücadelesinin verildiği bir olgudur. Bilinçsiz bir yaşam, insan
yaşamı değildir. Bir anlamda aileyi yöneten, çocuklarını
yetiştiren kadınlar da olduğuna göre, aydın Türk kadınının
en büyük görevi, diğer kadınları bilinçlendirmek olmalıdır.
Yeryüzüne Dayanabilmek İçin