31 Ocak 2020

Atatürk ve Tam Bağımsızlık - Muammer Aksoy


 Dün olduğu gibi bugün de, bazı politikacıların mantığında ve dilinde, kavramlar niteliklerini değiştirmektedirler. Bu gibiler, birbiriyle açıkça çelişen kavramları aynı zamanda savunabilmek gibi bir hüneri gösterebiliyorlar. İçtenlikten yoksun veya kavramları birbirinden ayırt edemeyen bu düşünüşteki kişiler, siyahla beyazı bağdaştırmanın yolunu buldukları kanısındadırlar. Böyle bir bağdaşma sonucunda ortaya çıkan artık gridir. Grinin, beyaz ya da siyah olmadığı şüphesizdir. Vesayetle bağdaşan bir bağımsızlık da, tam ve gerçek bağımsızlık değil, olsa olsa sadece yarı bağımsızlık; başka bir deyimle yarı bağımlılıkdır. Hatta uygulamada, en önemli noktalar da kendisini gösteren bağımlılık, fiilen tam bağımlılık sonucunu bile doğurabilir. İşte bugün geri kalmış bir ülkenin, örneğin Türkiye’nin çeşitli önemli noktalarda ve alanlarda bağımlı duruma gelmesini küçümsemeye çalışan kişilerin tutum1arını aydınlatma bakımından, bu düşünü Sivas Kongresindeki öncülerini gün ışığına çıkarmak faydalı olacaktır. Gerçekten Sivas Kongresi sırasında, bu gibi kavram canbazlarına bol bol rastlanmaktadır. Bu nedenle zamanımızda, Amerika’nın vesayetini kabul eden, onsuz yaşayamayacağımızı, ona tabi olmamızın normal bir şey olduğunu belirten, hem de bağımsızlık edebiyatından faydalanmayı ihmal etmeyen siyaset adamlarının varlığına tanık oldukça, Sivas Kongresindeki Amerikancıların sözlerini ve tutumunu hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor. Mustafa Kemal, Sivas Kongresindeki görüşmeleri anlatırken, bağımsızlıkla, güdümü bağdaştırmaya çalışan bu kelime canbazları hakkında şöyle diyordu: Refet beyin söylediği şuydu: Güdümün bağımsızlığı zedelemiyeceği kuşku götürmez iken, bazı arkadaşlarımız: Bağımsız mı kalacağız, yoksa güdümü mü kabul edeceğiz? yollu bir takım düşünceler ileri sürüyorlar. Onun için her şeyden önce güdümün ne olduğu anlaşılmalıdır. Bununla birlikte, güdümden söz açmadan önce de, zihinleri gıcıklayan bu raporda, bu deyime ne gözle bakıldığını anlamak gerekir. Fazıl Paşa Hazretleri, bağımsızlığı koruma koşulu ile güdüm buyuruyorlar. Refet bey diyordu ki: Bizim, Amerikan güdümünü yeğ tutmaktan amacımız, bütün toplumları tutsak kılan yürekleri, vicdanları söndüren İngiliz güdümünden kurtulmak, yumuşak ve ulusların vicdanlarına saygı gösteren Amerika’yı kabul etmektir. Yoksa, asıl iş para işi değildir. Söz olarak, güdüm ile bağımsızlık birbirine engel şeyler değildir; yalnız, eğer biz gerçekte güçlü olmazsak, işte o zaman güdüm altında eziliriz ve o zaman güdüm bizim için bağımsızlığı bozucu olur. Bugün Amerika’nın vesayetini savundukları halde bağımsızlığımızın da hiçbir suretle zedelenmiyeceğini (hatta gölgelenmeyeceğini) iddia eden (bağımsızlığımızı zedelemeğe razı olmanın vatana ihanet olduğunu teslim etikleri halde, tuttukları sakat yolu kusursuz sayan) bazı kelime oyuncuları vardır ki, bunların çelişme şaheseri olan açıklamalarını dinlediğimiz zaman, Sivas Kongresindeki görüşmeleri dinler gibi oluyoruz. 
Atatürk ve Tam Bağımsızlık sf.88

30 Ocak 2020

Mahatma Gandi " Hayat Prensipleri /Yedi Günah "


Mahatma Gandi, çalışma olmadan servet; vicdan / bilinç olmadan haz; karakter  olmadan  bilgi;  ahlak  olmadan  ticaret;  insanlık  olmadan  bilim; özveri olmadan din; ilke olmadan siyasetin insanı günaha götüren unsurlar olduğuna inanmış ve bunlardan uzak durulması gerektiğini savunmuştur.

Emeksiz Kazanç
Mahatma Gandi’nin babası Kaba Gandi, devlete bağımlılığıyla bilinen, rüşvet kabul etmeyen ve servet sahibi olmak gibi bir tutkuya sahip olmayan bir kişiydi. Aynı bilinçte yetişen Mahatma Gandi, geçim parasının alın teriyle kazanılmış olmasına dikkat etmiş ve avukatlık mesleğinin daha ilk yıllarında devlet dairelerinde dönen rüşvet olaylarını görerek zahmetsiz kazancın doğru olmadığını düşünmüştür.

Bilinçsiz  Haz
İngiltere’de olduğu dönemde yaşadığı acı bir tecrübe onu kendi mesleğini icra etmesinde önemli bir etken olmuştur. Mahatma Gandhi’nin ten renginden dolayı saçını kesmemesi, ona kendi işini yaparak özgüven  kazanma  yolunu  açmıştı. Mahatma Gandhi  böylelikle  sade  bir yaşam  şekli  benimsemiş  ve  çocuklarını  da  bu  şekilde  yetiştirmişti. Tümbenliğini sarankast duygularının yok edilmesi için yıllar geçecek olsa da O, birçok   yöndenkendini  topluma  adamanın  öncelikle  kendi  yaşamını düzenlemekten geçtiğine inanmıştır.

İlkesiz Siyaset
Mahatma Gandhi, dürüst idarecilerin ilkelerinin halka, vatana, dünyaya hayırlı olmak çevresinde şekillendiği görüşünde olmuştur. Bu siyasete göre vatanını ve halkını iyi tanıyan bir siyasetçi en iyi siyasetçi sayılabilir.

Özverisiz İnanç
Gandhi  bir  inanca sahip olmakla o inancı yaşamak arasında ki farkı görmüş ve İngiltere'de kaldığı dönemde Kitab-ı Mukaddes, Tevrat, Bhagavat Gita’yı okumuş Hinduizm’i yeniden anlamaya çalışmıştır. Bu  bağlamda Mahatma Gandhi’nin  ahimsasını kendini  yeniden  tanıma temeline  oturtmak yanlış  olmayacaktır. Gita’yı okumayı benimsedikten sonra   dertlerine   çözüm  bulmak  için  ona  başvurmuştur.  İnsanın  ruhen terbiyesinin  ancak  ahimsa ile başarabileceği vurgulayan Mahatma Gandhi için   ahimsa, Sessiz  Direnişinin  kapısını  açan  bir  anahtar  olmuştur. Dolayısıyla özveri göstermeden yapılan ibadet eksik inancın ürünü olarak addedilmiştir.

Niteliksiz Bilgi
Mahatma  Gandhi, bilim  ve  terbiye ile eğitim  ve öğretimin birbirinden ayrılmaması gerektiği kanısındadır. Ona  göre  birey, bilgisini ahlak ve edep anlayışının verildiği bir sistem dâhilinde geliştirirse insanlara faydalı olabilir.

Ahlaksız Ticaret
Mahatma Gandhi ticaret, tıpkı arkadaşlık gibi saygı, dürüstlük ve güven temelinde oluşması gerektiği düşüncesinden hareketle ticaretin de ahlaklı olanının insanı huzura erdireceğini öngörmektedir.

İnsaniyetsiz  Bilim
Mahatma   Gandhi,   bilimin  varlık  sebebinininsanların  huzuru  ve  refahıolduğu  savını  benimsemektedir.  O,  bilim insanlarının insanlık  ve  vicdan  anlayışından  yoksun  oldukları  sürece, hüsrana uğrayacaklarını düşünmektedir.


Mahatma Gandhi’nin İlkeleri

Mahatma Gandhi,  ülke  refahını  sağlamak  ve  halkı  huzura kavuşturmak  için  çıktığı  yolda  benimsediği  belli  başlı  ilkelere  sahip  bir liderdi. Bunları başlıklar halinde sıralamak gerekirse,

Doğruluk
Mahatma Gandhi’nin ilkelerinde ilk sırayı her şeyin başı sayılacak doğruluk almaktadır. ÖmrünüSatya’yı (hakikat-doğru)  bulmaya adayan   Mahatma   Gandhi,  kendi  hatalarından  yola  çıkarak deneyimler kazandığını  düşünmüş  ve inançlarını“Doğruluk  Tanrı’dır” ifadesiyle özetlemiştir.

Pasif  Direniş
Mahatma Gandhi  için  mücadele  pasif  direnişle  aynı doğrultudadır. Hayatta kalmak ve insanca yaşamak için mücadele yolunda tercihini pasif direnişten yana yapan Mahatma Gandhi, bu düşünceyi ciddi anlamda siyaset boyutunda ilk uygulayan lider konumundadır.

Et   Yemezlik
Hinduizm’in  en  göze  çarpan  prensiplerinden  biri kuşkusuz et  yememektir. Mahatma  Gandhi de  annesinin  koyu bir Hindu olması  hasebiyle  bu  prensipten  oldukça  etkilemiş  ve  Hindistan  dışında bulunduğu  dönemlerde  dahi  et yememiştir. Ona  göre  et  yemeden  yani vejetaryen bir beslenme, hem insan vücuduna faydalı hem de çok düşük gelir  seviyesine  sahip  olan  Hindistan’da,  ekonomik   bir   amaca   hizmet etmişti.

Brahmaçarya
Brahmaçarya, Mahatma Gandhi     için     dünyevi zevklerden uzak kalmakla aynı anlama gelmektedir. Kaynaklarda Mahatma Gandhi’nin, ihtiras içeren duyguların kendisine büyük bir suçluluk ve utanç duygusu  verdiği  düşüncesiyle  36  yaşında  cinsellikten  uzak  durma konusunda kendisine söz verdiği bilgisi mevcuttur. Ona  göre  Brahmaçarya, “duyguların düşünce, söz ve eylemde kontrolü” anlamını taşımaktadır.

Sadelik

Her zaman sade bir yaşam tarzı benimsediği bilinen Mahatma Gandhi’nin Batı tarzı yaşamın çok masraflı olduğunu düşündüğü; ailesi ve çevresine sade  yaşam için teşvikler yaptığı  görülmüştür. Hatta başkasına çamaşır yıkatmanın ne kadar masraflı olduğunun farkına vardığında kendi gömleklerini  yıkayıp  ütülemeye  başladığı  söylenmektedir.  Öte  yandan halkın  kendi  kıyafetlerini  kendilerinin  dikmesini  tavsiye  ederek  İngiliz mallarını boykot etmiştir.

İnanç

Hinduizm’e  mensup  olan Mahatma Gandhi, Budizm’i, Hristiyanlığı  ve  İslamiyet’i  kutsal  kitaplarından  öğrenmiş;  bütün  dinlerin eşit olduğuna inanarak hepsine saygı duymuştur.


29 Ocak 2020

Robert Frost - Kar yağarken ormana



bu koruluklar kimin, sanırım biliyorum
ama köyde duruyor sahibi korulukların;
durup seyrettiğimi görmeyecek burada
nasıl bütün ormanı kapladığını karın.

atım da şaşmış olmalı durmama
bir çiftlik bile yokken yakında,
arasında donmuş gölle koruların
yılın bu en karanlık akşamında.

şöyle bir sarsıyor başıyla dizginlerini
acaba yanıldım mı diye.
bunun dışında duyulan tek ses
esen yelle yağan kar ince ince.

korular çok güzel, karanlık, derin,
ama verilmiş sözüm var benim,
ve uyumadan önce millerce yol gideceğim,
ve uyumadan önce millerce yol gideceğim.

Çeviri: Cevat Çapan

Anton Çehov - Martı


 
Babam ve üvey annem size gelmemi istemiyorlar. Buradakilerin bohem bir hayat sürdüklerini söylüyorlar... Aktris olmamdan korkuyorlar... Ama bu göl, sanki bir martıymışım gibi beni kendisine çekiyor... Bir martının denizi özlediği gibi özlüyorum burayı" Kalbim sizinle dolu." Göl kenarındaki çiftlikte bir araya gelen, farklı karakterlerdeki kahramanların tek ortak noktası sanattır. Yazar, yönetmen ve oyunculardan oluşan gruptaki herkes farklı bir yaşam ve sanat anlayışına sahip olsa da bir martının sudan ayrılamaması gibi o noktaya bağlanmıştır. Eserlerinde geçiş dönemi Rusyası'nın alt üst olan yapısını, yıkılan toplumsal katmanları ustalıkla sergileyen Çehov, bu eserde ayrıca sanat anlayışını da çok net biçimde kahramanlarının ağzından anlatır.
 
 
 *

- Eğer birgün hayatım sana gerekecek olursa gel ve al onu.

- Hayat ve bilim ileriye doğru gitmekteyken, hep geri, geri kaldığımı hissediyordum, tıpkı istasyona geldiğinde az önce kalkmış olan trene yetişmesinin olanaksız olduğunu gören bir köylü gibi.

- Bakın insanın gece gündüz aklından çıkmayan birtakım saplantıları vardır. Sözgelimi aya takmıştır kafasını. İşte benim de kendime göre böyle bir ay var kafamda. Bir düşünce yakamı bırakmaz hiç: Yazmam gerek, yazmam gerek, yazmam gerek diye tekrarlayıp dururum. Bir hikâye ya da roman mı bitirdim, nedense hemen bir başkasını, sonra bir üçüncüsünü, onun ardından da bir dördüncüsünü yazmak zorundayımdır.

- İnsanların yazgıları çok farklı birbirinden. Kimileri güçlükle sürerler can sıkıcı, silik varlıklarını. Hepsi birbirine benzer bu zavallıların. Mutsuzdurlar. Kimileri ise, sizin gibilere örneğin, milyonda birdir bunlar, nasıl da ilginç, aydınlık, anlam dolu bir yaşam düşmüş… Mutlusunuz siz...

- Ne kadar mutsuz olduğumu bilseniz! Bana karşı bu soğukluğunuz öyle korkunç, öyle akıl almaz bir şey ki! Bir gün kalkıp da bu gölün kuruduğunu ya da toprağın içine süzülüp gittiğini görüyormuşum gibi.

- Sizi anlayabilmek için fazla basitim.

- Benim içimdeyse sanki çok, çok eskiden doğmuşum gibi bir duygu var…Hayatımı, bitmez tükenmez kuyruğu olan bir elbise gibi sürüklüyorum sırtımda…Çoğu kez de hiç yaşama isteği olmuyor içimde.

- Bakışlarımı ruhumun ta derinliklerine yönelttin sen ve ben orda öyle kanlı, öyle öldürücü yaralar gördüm ki kurtuluş yok!

 - İşte yeniden karşında senin, büyülenmiş gibi duruyorum ben…

 - Hayatı olduğu ya da olması gerektiği gibi değil, hayalimizde canlandırdığımız gibi betimlemek gerek.

28 Ocak 2020

Özdemir Asaf " Güzellik, gözdedir. Bakılan şeyde değil."




Hiciv ve ney üstadı: Neyzen Tevfik

İkilik
Kâbe’den maksadın varmaktır yâra,
Kör gibi tapınma, kara duvara,
Hızır’ı ararsan kendinde ara,
Bulamadım gibi rezalet etme.

Savaş vurguncularından birinin dedikodusu yapılmaktadır. “Tonla parası var… Herifin bir eli yağda, bir eli balda… Nereye gitse, hemen yol açıyorlar!” diye. Neyzen, “Gerçekten kenara çekiliyor mu herkes?” diye sorar, “Çekiliyor.” cevabını alınca; “Demek cebindeki pisliğe bulaşmak istemiyorlar…” diye yapıştırır cevabı.

Para
Câh ü mevki-kârı çok oldu gözümden düşeli,
Bunların hiçliğini ben bilerek öğrendim.
Şimdi de kalmadı nakdin nazarımda kadri,
Kirli ellerde görünce, paradan iğrendim.

(câh ü mevki-kâr: yüksek mevki ve yerlerin değeri)

Neyzen Tevfik, yüreği insan sevgisiyle do­lu biriydi. Dünya malına hiç değer vermezdi. 1952 yılında Şehir Komedi Tiyatrosu’nda jübi­lesinin yapılacağı gün bir arkadaşına telefon açar, kendisine bir takım el­bise göndermesini ister. Arkadaşı elbiseyi gönderir. Jübile bi­tince sahnenin arka­sında o elbiseyi çıkar­tıp oradaki garsonlara verir, sonra eski elbi­selerini giyer. Bana vereceğiniz parayı da yok­sullara dağıtın, der.

Fırka parti diye
Fırka, parti diye halkın boğazından sıkarak,
Milletin on senedir olmuş idi mengenesi.
Kazdığı câh-ı belâya yine kendi düştü.
Örsünü, kıskacını s..tiğimin çingenesi

(cah-ı belâ: bela yolu)

Bir gün Neyzen’e sorarlar: “Neyzen, çalarken mi neşelenirsin, yoksa neşeli olduğun zaman mı çalarsın?” Maliye Bakanı hakkında yolsuzluk dedikodularının dolaştığı bir dönemdir. Neyzen: “Maliye Vekili değilim ki, çalarken zevk alayım” der.

Sanma ciddiyet ile
Sanma ciddiyyet ile sarf ederim san’atımı,
Ney elimde suyu durmuş kuru musluk gibidir.
Bezm-i meyde süfehânın saza meftûn oluşu,
Nazarımda su içen eşşeğe ıslık gibidir!

(bezm-i mey: içki meclisi, süfehâ: zevk ve eğlenceye düşkün kişiler, meftûn: gönül vermiş)

Devrin ileri gelenlerinin de bulunduğu bir toplantıda neyini üflerken kendisini dinlemeyip konuşanları görünce çok öfkelenip söylemiştir bu sözlerini.
Cafer
Fabrika yaptı Sümerbank bez için,
Çok muazzam bir eser bu, lâf değil!
Dil işinde ehl-i dil tezden dedi,
S…. Cafer, bez getirsin Başvekil.

Başvekil İsmet İnönü’nün Sümerbank bez fabrikasını açtığı günlerde, Türk Dil Kurultayı’nda dil profesörü Ahmet Caferoğlu’nun konuşmasının yarattığı hoşnutsuzluk üzerine söylemiştir bu dörtlüğünü. (1932)

Ben güzel sevmeye geldim
Düşeli derd-i firâkın ile sevdâya mey’e
Müptelâyım, deliyim, sinmişim esrâr-ı ney’e
Feleğin kahpe başında paralansın parası,
Ben güzel sevmeye geldim, değil ekmek yemeye.

(derd-i firak: ayrılık acısı, müptelâ: tutkun, esrâr-ı ney: ney’in sırrı)

Mazhar Osman, Neyzen Tevfik’e içki içmeyi yasaklamış. İçmeye devam ettiği takdirde hayati tehlike doğacağını söylemiş. İleri derecedeki samimiyetlerine dayanarak içki içmeyeceğine dair bir de and içirmiş Neyzen’e. Aradan zaman geçmiş, Mazhar Osman, Neyzen Tevfik’e bir yerde içki içerken rastlamış, hemen hatırlatmış: “Hani sen içki içmemek üzere and içmiştin?” Neyzen şöyle cevap vermiş: “Üstat, biz fakir adamız.. Bulunca içki içeriz, bulmayınca and içeriz…”

Gönlümün zâviyesinden
Gönlümün zâviyesinden dedi bir pîr-i mugan,
Gözünü yum, sağır ol, yut dilini, kes sesini!
Bilenin ağzına önce s..ıyor kahpe felek,
Sonra sille ile patlatıyor ensesini.

(zâviye: tekke, pîr-i mugan: din büyüğü)

Neyzen Tevfik bir kez evlenmiş ve ayrılmıştır. Ayrıldığı karı­sına aşık olan Neyzen onu hiç unutamamıştır. İçkiyi çok içtiği için yine Bakırköy Akıl Hastanesi’ne kaldırıldığında, karısının ikinci kocası da orada yatıyormuş, tesadüfen onunla tanışmış, ahbaplık kurmuş. O’nu Dr. Mazhar Osman’a takdim etmiş ve: “Bu adama iyi bakın, iyileşsin ki, benim şimdi küfrettiğim bir insanı mut­lu etsin.” demiş.

İhtiyarlık ile gençlik
İhtiyarlık ile gençlik diyerek,
Şu hayâtı ikiye böldürme!
Ey büyükten de büyük Allâhım,
Benden evvel s..imi öldürme

Dr. Fahrettin Kerim Gökay ‘içkinin zararları’ konulu konferansını vermektedir. Bir ara: “Rakı’nın her kadehi, hayatımızı bir saat kısaltır” der. Dinleyiciler arasında olan Neyzen yerinden fırlayıp bağırır: “Eyvah, yandık!” Hayrola, diye sorarlar. “Hesap ettim, meğer ben öleli tam kırk yıl olmuş!!!”

Asrın yeni bir umdesi var
Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Geçmez ele bir pâye, kavuk sallamayınca,
Kürsî-i liyâkat, pezevenk puşt olanındır!

(umde: ilke, pâye: mevki, kürs-i liyâkat: mevki)

Bir gün, Neyzen Tevfik Pen­dik’teki bir dostunda sabaha kadar devam eden âlemden sonra, biraz seher havası almak için çıkar ve deniz kıyısına gelerek bir çitlembik ağacının altındaki bir kayanın üstüne oturur. İnsana huzur veren derin bir sessizlik vardır doğada. Üstat, bu romantik havayı kaçırır mı, hemen neyini çıkarır ve çalmaya başlar. Biraz ileride ise çamaşırlarını yıkayan birkaç as­kerin tokaç sesleri duyulur. Ney sesini duyan askerler biraz sonra yanına gelerek büyük bir huşu ile dinlemeye başlarlar Neyzen’i. Bir ara neyzen melodiye ara vererek, “Merhaba evlatlar, siz de benim gibi bu gece uykusuz kaldınız galiba!” diye takılır onlara. As­kerlerden birisi kulağına eğilip, “Kurbanın ola­yım amca, sabah sabah bizi deli ettin, ama sözümü kötü görme, kopçaların çözülmüş, edep yerin gözüküyor…” deyince, Neyzen kal­kıp askerin boynuna sarılır. “A benim aslanım, ben sana kurban ola­yım ki edebim olduğunu ilk defa senden işitiyo­rum!” diyerek nüktesini patlatır. Sonra, pantolunun düğmesini ilikler ve askerlere bir güzel ney ziyafeti çeker.

Altmışından sonra cânâ
Bir taraftan câm-ı aşkın, bir taraftan meyle ney
Kör kütük, zil zurnayım; sâkî fitil ettin beni!
Sarhoşum, kör kandilim, yandım o mavi gözlere,
Altmışından sonra cânâ bob-stil ettin beni.

(cam-ı aşk: aşk kadehi, sâkî: içki sunan, cânâ: sevgili, bob-stil: züppece giyim tarzı)

Halk adamlığı, ney çalışındaki ve yergi türündeki ustalığı ile Neyzen, “Türklerin Diyojen’i” sayılırdı. O, yüz­yılların yetiştiremeyeceği büyük bir sanatçı, mevki ve şöhret sahiplerini amansız bir şekilde hicveden derbeder bir deha idi.

Demokratik idare
Kim demiş bizde bir demokratik idare yoktur,
Ne demek, olmasa elbet dışardan alırız!
Sırredip karne usûlüyle o gümrük malını,
Karaborsaya verir, biz bize benzer kalırız.

İkinci Meşrutiyet döneminde nazırlığa getirilen bir zat, çok geçmeden yeğeninin vali olarak atanmasını sağlar. Karşılaştıklarında, Neyzen, “Maşallah, kardeşinizin oğlu tıpkı fasulyeye benziyor.” deyince adam, “Genç yasta vali oldu, neden fasulyeye benzesin?” diye sorar. Neyzen de verir cevabı: “İşte ben de onun için benzetiyorum ya, fasulye de sırığa sarılarak büyür.”

Şâhâne cehâlet
Hayliden hayli kalınlaştı yobazlık yeniden,
Softalık zorlu anırtı ile aldı yürüdü.
Kara bir kinle taassup pusudan çıktı yine,
Yurdu şâhâne cehâlet yeni baştan bürüdü.

Dini bütün geçinen bir dostu Neyzen’e sorar, “Beni tanırsın. Cennetin anahtarı sende olsa beni oraya almaz mıydın?” Neyzen, karşısındakini baştan ayağa şöyle bir süzdükten sonra gülümser, “Bende cennetin değil de cehennemin anahtarı olsaydı, senin için daha hayırlı olurdu. Belki seni oradan çıkarırdım!” diye cevap verir.

Sertabip
Sertabibin bilirim kudret-i ilmiyesini,
Kimi hakkında şöyle, kimi böyle dedi
Mîriden çalma, rüşvet olarak Pendik’ten
Mazhar Osman tam beş araba gübre yedi.

(sertabip: başhekim, kudret-i ilmiye: bilginin gücü, mîri:devlet)

Neyzen’in kardeşi Şefik Kolaylı anlatıyor: “Tevfik rakıdan kesilmiş, istirahat etmek üzere Pendik’e gelmişti. Tevfik, dedim, se­nin yüzünden bak neler oldu. “Dr. Mazhar Os­man Bey beş araba koyun gübresi istemişti, gönderdim. İhbar etmişler, müfettiş geldi, uzat­mayalım başımıza iş açtın.” dedim. Bir hayli gül­dü. Birkaç saat sonra işte bu kıta’yı yazıp elime verdi.

William Butler Yeats - Galway At Yarışlarında

Orada, atların yarıştığı çayırda, Aramızda birlik yaratıyor duyduğumuz sevinç. Atlılar dörtnala atlarının üstünde Yüreği ağızlarında arkadan bakanların: Bizim de seyircilerimiz vardı eskiden, Dinleyen, işimizde bizi yüreklendiren; yoldaşlık ederdik binicilerle Yeryüzü tüccarın, kalem efendisinin Kesik soluklarıyla buğulanmadan. Sürdürün türkünüzü: bir yerde doğarken yeni bir ay. Göreceğiz uyumanın ölmek demek olmadığını, Duyarak yeryüzünün yeni bir hava tutturduğunu- Yeryüzü hep delikanlı çünkü- Sonra bağıranlar çıkacak yarışlardaki gibi, Ve insanlar olacak bizi yüreklendiren atını sürüp gidenlerden... 

27 Ocak 2020

Howard Zinn " The People Speak (insanlar konuşur) "

“Dünyanın tepe taklak olduğu varsayımından başlıyorum ki her şey olduğu gibi tamamen yanlış. Yanlış insanlar ceza evinde, yanlış insanlar dışarıda, yanlış insanlar güçlü, yanlış insanlar güçsüz. Bu ülkedeki ve dünyadaki zenginlik dağılımına bakın, zenginliğin ciddi bir şekilde tekrardan bölüştürülmesi gerekiyor. Bunlar hakkında çok şey söylemek zorunda değiliz, yapmamız gereken dünyanın bugünkü durumu hakkında düşünüp aslında her şeyin tepe taklak olduğunu fark etmektir. Eğer düşünmezseniz, sadece TV izler ve bilimsel şeyler okursanız aslında bazı şeylerin hiç de kötü olmadığı, sadece bazı ufak şeylerin yanlış olduğunu düşünmeye başlarsınız. Fakat biraz olayın dışına çıkıp geri geldiğinizde ve dünyaya baktığınızda dehşete düşersiniz. Bu yüzden her şeyin tepe taklak olduğu varsayımından başlamamız gerekiyor ve başlığımız: Sivil itaatsizlik.

Başlık sivil itaatsizlik olunca problem buymuş gibi algılanıyor fakat sivil itaatsizlik bizim problemimiz değil, bizim problemimiz ‘sivil itaat’tir. Bizim problemimiz, tüm dünyada insanların kendi devlet liderlerinin diktalarına itaat edip savaşa girmesi ve milyonlarca kişinin bu itaat nedeniyle öldürülmesidir. Bunu Nazi Almanya’sında fark ettik. Oradaki problemin insanların Hitler’e olan itaatinin olduğunu ve bunun yanlış olduğunu gördük. İnsanlar Hitler’e direnebilirdi, karşı çıkabilirdi. Ama orada biz olsaydık onlara bunu gösterebilirdik. Stalin Rusya’sında da insanların itaatkâr olduğunu öğrendik. Körü körüne itaat eden insanlar…
Liderlerin sevgilisi halkın belası kanunlar…

İnsanların feodalizmle sömürüldüğü eski zamanları hatırlıyor musunuz? Ortaçağ’da her şey berbattı ama şimdi batı medeniyetimiz var: Kanun kuralları! Kanunların yaptığı tek şey kendisinden önce var olan adaletsizliği düzenli ve maksimum hale getirmek oldu. Kanunlara metafizik memnuniyet içinde değil de gerçekçi bakalım. Dünyanın tüm devletlerinde kanunlar liderlerin sevgilisi olurken halkın ise belası olmuştur. Bunu anlamaya başlamalıyız.

Düşünürken ulusal sınırların ötesinde düşünmeliyiz. Nixon ile Brezev’in bir diğeriyle olandan daha fazla ortak yani var bizim de Nixon’la. J. Edgar Hover’in Sovyet gizli polis başkanıyla bizimle olduğundan çok daha fazla ortak yanı var. Bu, tüm devlet liderlerini dostluk bağlarıyla bir araya getiren uluslararası kanun ve düzene adanmışlık halidir. Bu yüzden onlar bir araya geldiklerinde birbirlerine gülümsemelerine, el sıkışmalarına, sigara içmelerine ve ne dediklerine bakmadan birbirlerini sevmelerine şaşırıyoruz.

Yapmaya çalıştığımız şey bağımsızlık bildirisinin prensiplerine, amacına ve ruhuna geri dönmektir. Haksızlık yapan otoriteye ve insanları kendi hayat özgürlüklerinden alıkoyan kuvvetlere direnmektir bu ruh. Mutluluğun pesinde koşma hakkıdır! … Fakat bağımsızlık bildirgesinin prensiplerini oluşturmak için önce bu, öldürmeyi özendiren, zenginliğin adaletsizce bölünmesine hizmet eden, bazılarını önemsiz nedenlerle hapsederken daha büyük suç işlemiş olanlara dokunmayan kanunlara uymayı bırakmalıyız.

Umudum bu tür bir ruhun sadece bu ülkede değil diğer tüm ülkelerde yer almasıdır çünkü hepsinin buna ihtiyacı var. Tüm ülkelerdeki insanlar itaatsizlik ruhuna ihtiyaç duyuyor. Bu ruh metafizik bir şey değil aksine güç ve zenginliktir bu ruh. Bizim, aynı şey için mücadele eden tüm dünya ülkelerinin insanları arasında birbirine olan bağlılığıyla bir bağımsızlık (interdependence) bildirimine ihtiyacımız var.” Howard Zinn
Kaynak: Information Clearing House



Tarihçi aktivist Howard Zinn (1922-2010), bir toplumda yaşanan sorunların nedeninin sivil itaatsizlik olarak algılanmasının aksine asıl nedenin haksızlık ve adaletsizliğe yönelik sivil itaat olduğunu öne sürüyor. Howard Zinn’in 1980 yılında yayınlanan A People’s History of the United States (Birleşik Devletler’in İnsanlarının Tarihi) adlı kitabı baz alınarak hazırlanan ve 2009 yılında yayınlanan The People Speak (insanlar konuşur) adlı belgeselde Amerika’nın savaş, sınıf, ırk ve kadın hakları mücadelelerinden bahsediliyor. Belgeselde Zinn’in 1970 yılındaki konuşmasını özetleyerek okuyan ise Amerikalı aktör ve senarist Matt Damon.

The People Speak Sneak Peek - YouTube


 G.Ö
 

Bedri Rahmi Eyüboğlu - Bi Tane Daha



1.
Bu yürek kahpe yürek yetim yürek
Yoksul yürek
Hani şu uzun havalarda, bozlaklarda, mayalarda
İflah olmaz türkülerde tüten
Hani şu insanı kahreden canım....
Kurşun misali delip geçen
Kurşun misali çöken

Bu yürek yetim yürek yoksul yürek
Binbir yerinden yaralı binbir yerinden yamalı yürek
Bir yanı tanrı bir yanı kul
Bir yanı tezek bir yanı gül
Bizim insanlarımız oğul ne zaman gülecek?


Bu yürek yetim yürek yoksul yürek
Varımız yoğumuz malımız mülkümüz sermayemiz
Canevine konan ilk taş
Canevinden uçan ilk kuş
Bu yürek yetim yürek yoksul yürek
Bir yanı gül bir yanı tezek
Bizim insanlarımız oğul ne zaman gülecek

Ağlamak ayıp değil kana kana
Ama gülmeyi unutmuşlar yüzlerine baksana
O cânım sevinç pırıltısı düşmüş gözlerinden
Param parça tuz buz
Bizim insanlarımız böylesine karagülmezse
Birimizden biri suçluyuz.

Peki neyleyip nidelim
Alıp başımızı limon misali avuçlarımızın içine
Kara kara düşünelim.

2.
Bir ilimiz var adı Rize
Durup dururken bir bardak çay sundu bize
Rize’de çayı kim yetiştirdi Rize’de
Misisipi’ye karışan çayları öğretirler bize
Rize’de çayı kim buldu Rize’de
Kimdi o sessiz sedasız
kumral kumral demlenen mübarek adam
Adını öğretmediler bize
İşte o güzel adamdan bre şahin aman
Bi  tane daha.

Şu dağın başında bir top gül vardı
Eşi görülmemiş bir top gül katmer katmer açardı
Kırk bin köyde kırk bin umut
Kırk bin köyde kırk bin tomurcuk
Kırk bin adet meyveye vurmuş fidan
Köy okullarımıza nasıl kahbece kıydılar anlatamam
Hey gidi mangal yürekli Tonguç baba
Köy okullarımızı kilim misali ilmik ilmik ören
Adını kaç aydın duydu acaba
Mangal yürekli Tonguç baba
Sana Anadolumun her yanından
Kekik kokan keklik kokan Cevat Şakir işi
Kınından çekilen kılıç gibi bir merhaba
Bir mangal yürekli Tonguç baba
yetmedi bre şahin aman
Bir Tonguç baba daha.

Pırıl pırıl bir Karacaoğlan
Bir Dadaloğlu bir Pir Sultan
Dilimize düşen ilk mübarek cemre
Bitip tükenmeyen Yunus Emre
Biz dünyadan gider olduk demiş kalanlara selam olsun
Ama hep böyle gidecekse bu dünya canım
Yunus topumuza haram olsun.

Gözünün nurunu sevdiğim koca Sinan
On parmağı on ulu çınar misali her yandan yükselen
Dünya durdukça duracak olan
Gecekondular mı gelecekti arkandan
Bir koca Sinan yetmedi bre şahin aman
Bir Sinan daha.

Bir tren kalkıyor Haydarpaşa’dan
Gözyaşları yoncadan Eminem
Öfkeleri meşeden
Bir tren kalkıyor Haydarpaşa’dan
Dünyanın en güzel treni
Ağzına kadar Memetcik yüklü
Lokomotifi pala bıyıklı
Vagonlarda bir telaş bir kıyamet
Memetcik Memet Memetcik Memet
Bir tren kalkıyor Haydarpaşa’dan
Tren değil bu bir hışım
İlk Türkçe dersimi ondan almışım
Memetcik Memet
Türkçem kadar güzelsin diyen büyük usta
Nâzım Hikmet
Bir Nâzım yetmedi bre şahin aman
Bir Nâzım daha

Kırmızı gülün alı var.
Kolay kolay gelir miydi bir Mustafa Kemal
Bir Mustafa Kemal yetmedi bre şahin aman
Bir Mustafa Kemal daha.

Bu Anadolu var ya bu Anadolu
Bir misli menendi görülmemiş cömert ana
Bu her yanı meme bu her yanı dudak bu her yanı gül
Bu zırnık almadan veren habire veren yediveren gül
Bu Anadolu var ya bu Anadolu
Bu üç yosma denizde üç defa ıslanan
Gürbüz ırmaklar ortasında susuzluktan çatlayan
Bu Anadolu var ya bu Anadolu
Bu sapsarı sıtma bu masmavi gurur
Ne tosunlar doğurmuş ne tosunlar
Bak daha neler doğurur.



Henry David Thoreau “Herkes hükümetin zulmü ve yetersizliği dayanılmaz olduğunda devrim yapmanın, direniş ve biat etmeyi reddetme hakkı olduğunda hemfikirdir. Ama hemen herkes şuanda böyle bir durum olmadığını söyleyecektir.”






“şikâyet edemeyiz.
işimizden atmıyorlar bizi.
aç kaldığımız yok.
karnımız doyuyor.
otlar büyüyor,
büyüyor milli gelir,
tırnak uzuyor,
uzuyor tarih.
sokaklar boş.
sağlamca sonuçlandı pazarlık.
canavar düdükleri ötmüyor
n’olsa geçer hepsi.
ölüler vasiyetlerini yaptı.
yağmur seyreldi artık.
daha ilan edilmedi savaş.
acelesi de yok zaten.
otları yiyoruz.
milli geliri.
tırnak yiyoruz.
yiyoruz tarihi.
saklı gizli bir şeyimiz yok.
söyleyecek bir şeyimiz yok.
bir şeyimiz.
saatler kuruldu.
faturalar ödendi.
hepimiz yıkandık.
son otobüs geçiyor.
boş.
şikâyet edemeyiz.
ne bekliyoruz peki?”

Hans Magnus Enzensberger

Holokost

1. Olamaz gibi görünüyor ama.. ! Holocaust’un Resim ve filmlerinin çokça çekilmesi için emir verdiğinde GENERAL DWIGHT D. EISENHOWER haklıydı
  
Rakamları Tıklayın

2.  HOLOCAUST 68 yıl kadar önce Naziler’in planladığı gibi gerçekleştirildi..

3.  Müttefik Kuvvetlerin Başkomutanı EISENHOWER temerküz/ölüm kamplarında kurbanları bulduğunda olabildiğince çok resim ve film çekilmesini emretti ve civardaki Almanları DEHŞET’i görsünler diye bu kamplara getirterek bazı durumlarda da cesetleri onlara yaktır

4.  Bunun nedeni mi? “Mümkün olduğunca resim, film ve kanıt toplamak. Çünkü günün birinde bir  ‘SON OF A BITCH’ bu hiç olmadı diyecek”

5.  Kötülüğün başarısı için gerekli herşey, iyi insanların hiçbir şey yapmamasıdır. (Edmund Burke)

6.  İNGİLTERE artık İngiliz okullarında HOLOCAUST konusunda bilgi verilmesini durdurdu. Ders programından sildi. Nedeni ise Müslüman toplumların şimdiki inancına göre HOLOCAUST’un hiç olmamış olduğu. Evet, İNGİLTERE..

7.  Ve bu kararla her ülke kendini bu şekilde öldürtmeye bu kadar kolay izin veriyor demek.. 2.Dünya savaşı biteli 60’tan fazla yıl geçti..

8. 66 mmiillyyoonn YYaahhuuddii,, 2200 mmiillyyoonn RRuuss,, 1100 mmiillyyoonn hhrriissttyyaann ööllddüürrüüllddüü,, bbooğğaazzllaannddıı,, tteeccaavvüüzz eeddiillddii,, yyaakkııllddıı,, aaşşaağğııllaannddıı.. BBuu ee--ppoossttaa ttüümm iinnssaannllıığğaa aannıımmssaattııccıı oollaarraakk hhaazzıırrllaannddıı....

9.  İRAN ve benzeri ülkeler HOLOCAUST’un bir yalan, bir efsane olduğunu BEYAN ediyor. Bu e-postanın amacı Dünyanın heryerinde okunmasıdır.

10.  Bu e-postanın dünyayı dolaşmasında zincirin bir ek halkası olun siz de !!!

11.  Hemen silmeyin... Başkalarına iletmek için 1 dakikanız yeter..

Clarissa Estes - Kurtlarla Koşan Kadınlar

İnsanlığın uzun tarihi boyunca kadınlara yönelik yapılmış olan hangi araştırmanın doğru olduğunu düşünüyorsunuz? Hiç mi? Bu kitabın yazarı Clarissa P. Estés de aynı şeyi düşünmüş olacak ki kadınları çözümleme noktasında sunduğu farklı önermeler ile adından söz ettirmeyi başarıyor. Kadınların, içlerindeki doğal sese kulak vermelerini öğütleyen eser, kadının varoluşu ve toplumdaki yerini derin bir anlam ve üslup ile ele alıyor. Bunu yaparken de kadınları, kurtlar ile özdeşleştiriyor.

Yazar, bu noktada her iki varlığı da son derece güçlü, yavruları ve eşlerine bağımlı, değişen koşullara ayak durmak zorunda kalan ve çoğunlukla yanlış anlaşılıp, ezilen, hor görülen, aldatılan ve tacize uğrayan karakterler olarak tabir ediyor. Bu sebeple de kitaba “Kurtlarla Koşan Kadınlar” ismini veriyor. Siz de kadınları anlama noktasında bu güne değin yapılan tüm çalışmaları geride bırakıp, kalıpları yıkacak sıra dışı bir deneyime hazırsanız, bu kitap tam da bunun için biçilmiş bir kaftan!

Masallar ve Mitler ile Özdeşleşen Kadın Figürlerine Bakış

Yazar kitaptaki kadın çözümlemelerini, geçmişten günümüze anlatılagelen masallar ve mitler üzerinden gerçekleştiriyor. Bu yönüyle de okuyucuya farklı bir bakış açısı kazandırıyor. Adeta bir terapi niteliğinde olan bu farklı masallar, kadınların en derin duygularına erişerek bir kadın okuması gerçekleştiriyor. Kitapta yer alan masal ve mitlerin başlıkları ise şöyle; “Mavisakal”, “Bilge Vasalisa”, “Manawee”, “İskelet kadın”, “Çirkin Ördek Yavrusu” ve “Kırmızı Ayakkabılar”

Okuduklarınız karşısında kayıtsız kalamayacağınız, kadınları anlama, çözümleme ve kendilerini bulma noktasında ise nasıl yollar izlenmesi gerektiğine dair fikirler edineceğiniz bir baş yapıt sizi bekliyor. Kadın denilen varlığın tüm var oluş çabasına ortak olmaya hazır olun!

Bunları Biliyor muydunuz?

Usta yazar Clarissa P. Estés, baş yapıt nitelindeki bu eserini, sürdürdüğü 20 yıllık bir çalışmanın ardından tamamlayabilmiştir. İçerisinde böylesine derin bir araştırma yatan bu eser, kadın çalışmaları hususunda bir kaynak niteliği taşıyacak kapasiteye sahiptir.

 data:image/webp;base64,UklGRoQlAABXRUJQVlA4IHglAACQgwCdASoOAQ4BPoE4lkglIyIhKXlrYKAQCWVu8p/To/T5XGTs/bbD3IR3824+u8z6gzQ7Lfo5/zPpK9InnX/Nw36/+0dNH6Q2TgeUvMn4jfo/Bnxf+0P3z8h/aUxZ9fWpB8x++v9b/Ae1D+C/6ng38Z/9r1CPy/+qedZ9Z2Jmz/5r0BfaT7H+ynjQf8n+K9RP0//E+wB/QvNL/XeDD+L/43sCf0z/F/tP7tf+F+23nx+t/YM/ZDrYek6d0cKqOSTWsK7K4/B7kgpEXUlWXuzz6Qve1c4rI7sxPFxLoPpjhG75wEJDJ8KuxDahW2BZ92NEAO/sybxsBtJpBbVFV55AUbTmChwLgp8+QqQv1WlfM7ZJJlFkmZ16E1PRjM5Qf92c2vNAhegaF3Aer3JxUZ2sbBItffQNEcJiQetPdoFsi0jy+xN6nq6F6Sv+wJfFty5ekJakuJ78wLO/H9/IT33pZQJQx5qIP9coDiG4t5rRL49Dxf/zlP7Scf8OGk0eV0Ls2/aVYgJCfLNX/XikWsWDsv1kqe1L3SSBhbU/LWhFGxw/FVNIsDZXwUMIYEj19ZtxZiljk6TpnCd8eID0AdC9IDxIJVovzAL05XrGvlJwGRy7KO1sqXsYJZ9cISbGbenj7WhThvfRjSfBONCZPq0nLvzvZCTMG57ocfrU2BZ34/v3ySaVIcdfAQmQ9I6ud/JOfIHrmrYtIGAh7V9F5mGxPxKqfkU0d4J7pGBU2+Yanm6azwoz4lG5xJSfEdiwGCn6wxkve6JLwTFvFI8NapQ/philtl/xcj/BWLyfwrQm1b+cvIC+AxPdd22LMVCZCNA7NjI1W+Hz85znySXRVYZhifq4oLzf/Yn7CtFOtWBR9ZeXL5achWefUBG/8h7mAwdYk79j51OVWqEUvUyXAjxY0kZsNaDPn+tln2VTZOBGPZ2z7TzUAoUCuGWzUN4dvCogiIAuUrrU5zbb99/SIjMsHscSydcK6bMdAlkwUR1vsflmVomfzFA5krkHQrn/1NttV9/QQHTiwMFYHQXZxUZ2saehKhjQCjox3XqWi9fG4MGcWg1G7P/tOrVu1mRLbx2ayYVWmIidmsxzkC+pq+dBoEW0F2cVGdrGnPABejPqIR5ISxz4H4v3w67yovtlnQJua3J1YftbmnDX0gtC8ozmninUA92XKTuICZM7BKtF+YBenK9Yw2zp8/ULPwn+darxd7ET0wkL7jpHWb8xCVYJe8HVhNZdlD6p22pzEWpVA/DPmxbiGIAvON9PeLNfd4z4+XPB3vO/Ct5gNJ8dP0/5rkAq5xpjOpI0p14LNJqFB+IChAC0xUyKVMZJGKkWsWDwHas77fhlEYmjQMoAX9NwxVagMtHX3BUgPyIOVcBXDGHtz3vW0i9G9Xfpdal36pk7tpnMAAD+/syFB5XfT5o4Ov+6b35kd5+y/3/vGB9/hb0Nfu0su6B1bZrky4nHWRzrlORv75RjE6o4WKNUpkUT/gt9wzvEGES0xtmLT17gE7MnFpCep4UYKtTM1OFMBfsrJKH2HZUNjhARmpDn0QSBOJwIG9W89iue0SRJXKPG0IOyVwHhq2TqAw/IKUvU2PoTvILtcA4m2QL+9UKJq7Eq5sKUI20klmTlWIZv15dOgE0US61mRWCM8ZK+l2w2WiA7WBjEB//re2preQxUOA/KsvDN0L2F6YQVyGDyZvoYeDoeawD5v20gRJJfx0N25+OtC9gcB0GWL62vxshpzT2g5hFw5AOmCpRnCTscgGiQfgOvUAG00vlmCsgrIXKISkki5CNyiaQpdFnFLxssRAJ0aYzWaNtzhkt6UPDXv146J9NUUtDEzfHDza6TtiSoimMRYvwl7cX1sY7txCB08fPNc6MHJRLp9/esCWWwssBdyed3SSOPLF8tgxrBWt4+Pod8WG0UcCG0mjllMkml5hiIeQnOp/GJjVeKW4WUEKzSdxnXS2n9/owKOW1FBPxCFAtkQFaa2Lj8Ke1LMlvDvCW+0bvv9dt9Re+m5rFJVmtsiFt4Z4eUoGz4fK7SI4V+RhzwT2YtjDbvp3woqsFOQJ8KCTpGmrtMM3w+0rWPWyBH1dEJqhrZZVmkpTt1KDBMjRq3DWP16lufNpJVRz9R5udBEomlYDLOfa/cF/fOjysj3Zr5OjXSuum+e9HbxM2AAG6ucZDNw+EerPHmdX1TnsLNs1fIJt3ufLEiPI6Q1vHIDQ54S6GuG0mUS+l+NFiCVCchJYcVWILh3ZeEvwp5pj4HCMKT/h/DYNlsdd6H+L1OHts2rdYJcR0t2XmdmPrObs2oi6PDYlN4JNZH2UZ88Iq2Q/hIPl7XypJZiQ63v/guPE2I/nkASRBXouma/kU2JYRX0EHLdi/tsMTPo8p/TVIBTZZcmEc0Q4hXXG4g+GGpeLcLgVJVx/d5JxPyHoD/kPFWk2Pw4rDsZuOZIX5GY9z8wl43MO88wTjr6xOyYsiRR8VA7jw4EAbW4Bk4XuS55uvMsXGMn8ERPxdhPCF8jowc0FNg57CJOewKDfsLA3LuhxfSaV3OOh2uvHgsjJR2kA3snO+ix4GX2xvD3p8wjIPGbkBCglwiRhzdV4Bc0Yuk4d1M1UkE8DNiuGt1dFI+L/sA6qUN6lGrDMD1Vp00XsZ+ipq1I5Vu8SYHQIJC7MiVf1kWSMqH28XatnYCm6E/U+I/GV3KP+MTDt5Fet1YjratGAvzv5sWniOcE+1tA/DyIVQG8vKCYSi4kVtDnXCGlBt58N787VGo/oWLagKQipVdNVwqDED++MSUrPVncsqPkYlEf7FBvRz+nb6FgayyeT8NOTRQPV+0nUld+zEbQcW/Yt6LgAB5Ek+a2oDCSu7VzTg4C9C2VBU2Zcg2ZnB8JFzjeUMf0WrsyyOjhxP7lFDxu1XAIu2sl3KOAIXZz0fY3Eidi3wkUGe/M4W317hSVz10a1ZpaEovBZKQWAI2egGCZg/mzmEU/yyGGno8FwBx57wxsa40byIupRmcHkY9t7mGoyN6yEgqMFugNLUH5L0EegYio8Hd911NPx+0L3W8H+o4W4K7O0PFb0OVCys2fwqy6JKOr9TCZx6KLhX0WI2ywuF/46PiJw6vEIt9qHntlMdqPQ3Zdv/YjO7lAf3EOn2EiTUVH6mcgdsO8WEg/gSO6LEpekn2KW5kRtg7hEdHEQ/a4Uyay568WRZFlG0m2NLCIvr/yOEdW4YPSBAVcp6u7HBazTwAW7nXBxdeNDZ1gXNiheTqxkv1pocLlEh6WGhWEw97h2ILoQIMnvvEJtSoTJBFY7CoAk+hAtQLRHOPgi7NQuztiVvnGgx/ymjpzuK40L9kmKYwog/4+NjS2C7F4QNRm7439gj5Uq8tsuXOibIjRND4lW2MEKOtG3pTjcdCV5XsMLR+bsNWmKwmbuqrZLmzExsnOFExoqaV8CuS1sKxWkJDnf+BH1WlwGTJzmXze5uaJ9mR/VE1kpNz8tPRcp8EhMZ2JIEjOXCl7GUuDbk8GaiYb3QE6i1aHHzd4U5W9XqVB0ZDJjt5fcVw6vDak8UXEuLRdHl7OfZj8VbE0QObh7qelB1UucVsZ9TAAJynrzRqCcoiEXv8mRvwXOjj81BAPpgVg39owO1eU6A9IAy4IMk4+jD4+NT4ENiCCkAj1wGcgPN5BZiGWVXKHxzFj9jOKS1Xskil/KEFNu6hc5banccZ8pIO125UrXlNeLJPqfZdn1C+0p3NL6wO1sIELMcQ6kIDdYVzwzTkXUY2ElPz1vHmd8zIAXqxVE84jMSZG7GXQIzE+Bc8thMGgoir7m4YKlP/a0C4QLgT/ZoHh4jU9Vk4e/hoN7ToOo4Hm9OUOr6tC2pISRvTlgBXBYITMvuYept67/AwFB6KnsJxIK3Sdh6F88wIubZfZjF9N7Zs0X1rLX8uXA909tKer53dx8/XPgY4R3aG55o9DAP20nB2ug2Y5lG3s/URXykgVM6KNupM2yW5j7aTQ5No5tdtBCSc54sjKV7/b7Zhwa0kboxFcSMHMdVMMcfXvcpTKz51TAMT55BKVgLGNUBk5IuA2dNujHHGAm+S7eUz38FoOVnGZjcP9OAGw0rQzwu84X6iDHGcrHh+tqGUalyGoivzW/E5O6+1BoNiAjdQieMGQl8eutsonUo8Y9EGFm2+xbEucJxbMxCNMHge84FuTaeNJLJNiTYkw/DKhhDkHAovEhOeGkxw4A/lqx9vVPd+sb8FN4uYAKD4MvPZ/Gzd5WN+JjoKHGwr7vHgb/6vuMt4cPwxG/7af5nhA4aqQ1peimkqd2gVXTraJePofsDdGKaLs1jzrNm4d2pUoAV6hrA/8JlRmIZYfMAvf+a4DJCwEyx9bXb97OvbTRV5VpLW8J2VA1GOMeFHyW3Qsx6eFVK8EVG929bCdGWD5K9RGOEglEXjaqWs02EZjU9ihByIpJE5/6frR/57xoJGWkC9ufFmdEnO4Gu9OXyHRgg2ebkLvFTc3S+mG+1F8uqR1KDddfT8P630i8W7FZVhyPezCcXkUVFkX1A+N0xN7vcLDEU7r1d49wbJUJwvvdn1X/jst8jCDP7BqYkJCKu4ku93dEAj2apjogyCuH9qXOAE4BVic4quJoCU7xX/339MBdWaF4olUa42iBZc7S/VroRrZmsAhODnH8SItXq+a8F23ujGuY7d3aJ4t9tLk82oBLuK65KqzV+i7lgAjfji+v3QoCUVLFF5mhu9RrdKseYoIzHUnXm9xE9/K64Am5dyMEC7PGEGhK48QBZLO5zQJaDqvIbR35mIMhdRU+wkUELGBU/8VdXjPktsUztTX3dTSf6MrFdoN+ZOAfFyGehiyJsLpkdj1GfBeRFuUTrEgV1xiw1L924MLehKQZpm0ja8UCuflc1ivt9biVsebMn5xArYdanMv3PAxU8nJHXNVXkEDImQqT4Achh1hW4NXcietMjcs3RdFdv7XGOeRlO3Sr6cz4ORFAbBFXc6B9NSMzqonTMBEo6NNHar3llHIajKeg2/XOw4nR7PMHJhwZ3ryYsKtXr6pFgB6sZVr2aEGGY/VJg6mVzfm12ThHZm40GXKAnqvAAknCya0MjCugN9UjEhNmAcp/yqi2p5kj9hXZQ2GD8+DyJXH+6VTFlqLZDCNF1oY18IU0BGVeTpxBiqBPLte7lytRgpjmkZVtMVBi6ZNO859hFn+0pqj33ug6Iq6Xn56LqafKVb09npCAdK9e+s/RPmLFWKNfB9NsCglNxbRyIpU6a5bnsN5AxN1xn/0fSnNlJFOUZD5ozTeddWyZfvVhnelD8sG0FYIf20+pPhHiHDtnK9r7EwJ+R/jOMToziL5NNL/uxEo1fWYuZ7Rx+tT6yMEyvgB83ZEDM+PxxD+CMyY9dXcWKX4KBHCGmnJg5XlRDYEw21yDRe6oHq3txGgQwusybUhc0C+KDNRjavuguGOoxy+USvGkQBOhsI+EmWpy56d60xGYAqHW1bq2VDa3RqVOLirgRZ3RS/Z7v0ERIuJZZD+t9jbll5lmRiRh3N5XDRUztGSCmwTQVOqBp3/Bp+NtrJLI4fP1EGmBFNDQSQkOxTJ1KAIXtgtekFR3fyztyjW1f1mxYvANSYA9PAjylVnqfLlhZGBN9OXlrmyzlXXRyYzprRIKcnoD9Xum//5jXQACRUeDRxk6bx7aNne3wM7dealyPDi2q2HP3nxOrkIGnDfFVyuOFAHUfEVRmKJQtlG8+6moWJorfuoZyjO2P+eJ5BwNWidjwWlEmvw+ElhxmQbhHZgxgd3nsBdv8IVwNnI8GP6bcpFW8VF9aWdS1irzHLTmBAuIdBBYx8GBoWPI2/9sgY+j6TDA3vRA54EXNAFkU2SQ1idBoU/hdC68WMB0iZBsZpUU55hHW6SXmWXtZhbuiv/Iag90H9OESxUIfE7ax4mWcADo4Zt43gTiGd3N/ib6BwLQ6+r3MWFy1z9SzxXcKz0PJLundq6rNs/yfubd1axiNJCzXQY4unchkeoZdltbcNX+zq6Whiuj/tsTUlh6QuCy5RRRYeQTr3ztSyvZvxrFdkxuI/u2b/+c1cz/XAj7rD57A5IJhw8kCm15Q2fmZrvbWf1en8B8zhoYBv3VJ63oux7eJ3mCchr8BmgaaXXNuOMles4QuPxFd/y+pvJekF7cgSK0fLIZUu+j4Amug+rLgdxYA9I7LIQAmhxcy5egILfU66xfjNA5+AvhgoVrXOQT7aoL1OSyewL2cb6J3Nllxp0qDMUAsBQ/a4v9488a5SSWvrTOcoYYhi+OVA4rG5h1tJbBt2vkGLCvtnO/03+zgz9QIj7hbuncojVZJWc85Y/HnGOWxH1qM1iMaU4gb+STlOqFwTQ06oWG76NzJWl5n4ewRZvi9MlMapjvLvnBNDzOPJLS5kesqV4NaWzudA+TjzahlvntmQJRN0YNPFzaPIOyH/Rr4gJ3oFJlUca/JNCJFog4jxCvwfz4S8HVppt4s42NFtFPKp6uHX1uNeGwTMmqKI/p4Rkd2D18yAeQDxCwBPdPIXcAjhK8I2RhQRmOtGi28U2qSuMyegnG1bWCMr7TzLBmi66xFXeRKIkpPCWPJXY5XOUVkvdY7mV/goXtjlT7J8/J/52Ic+qYbhJcz7QytSU5bGWlLXFyflMFbjWWJ5JnQQmSX6xL9PBQMQ4MKOQcTXtF1TMb/Co40RH3Rv0MgZPUCDlUSM1mMMsJr1t/IgT/nl405IBi85e6UcmZen9+NUKqwiFaqj5yhByNLyDS48EmuHxRj7pKcx5pr7pRjLIE9Kn2QcGjUbT8COliWAgA9fFq9BrdlSmSFdiz+ud+K4CrsbD8AAHjffXIli0nnWsQOmG7cv2Loy5Tpf4KJVNwWZlhouRKs2js8Gv1vCYwNm+F351QQjRnVsZt4vfERNMAzvaySBm/phQpcYFdSgiXZ0QFfyh+HD0x3fKLVD8fwLfaMWJpS1eEAXJcl2oBUSUmQoyhJ2aFtWwnp8kSvSK9PgILLRM+8bVLCu4EvektiLxdHT26iWTwLNJnEFY2jm2WqczzsreJdgYbBHHUWODPpoiq0YnsGb5raStpUM/oO5jpnBvqUKjNMDmsw3tfxdiBBV+goSTy7B8Cq4KH8sIfiT55Z596eJmS5bp/l704nd+dTMcqBoMsLX4V2NA3u+8GCNCV96W26gSMAY0QXtyaliJOZjL1XT3u1rLQt7AoVGhgXlRd0hGCmw2IrJsWULGA3omWce1Rb/h5YfuSBC/sE9tD64Cyzsi8JhfV4z7exRiTaVXqxUIXxcCXu851hJwxsNV5IIkjSauqNG/ptfndJlbi7IbCxA66H6Td18bP51KX/SVWjNv8BTbe6WV8uR+sGYbdspHpCWkO7zdgN74nhw8OeCuJdeWcH6PdzErzP61mu+ssqOznWytRmtZLpCMvXP2GJ+Eno2Z9QsVAdxSOTzLiqlDJdi8g26DqbBlcxrJ23efNuoK6eYCKFz8/AJacqrEXfWGu9WPKChU4rSOjQ6bd6rtEyGWRLfPxJ2/vgMlxFLFYa0ALPTS0SjjW6sUuIPbkR4R3RK6f5VVp88VS9aBNmAVbqrx9hkAOetBFXPOvaAo3Q9qMfBEh2OXZ6SL9I00buGd2j0ulsmCDmv5vmHIAG4Op/UWwpP6i+WP2hWUJnHDk6yyGnZmvO+uWcA40w4dB/yEzoV3m7B3SwnmASTUSzOr9mUx4vQkYQaXO1Sk0/6OnT75JA0eTCZWlColQotphLVftkbRv/uB6ZB6EJGXmLo95+lRtsxCFJlU2PbRq7jyXf1CeD2KcRqTEiq6u7+2l8CtaZ0pLgG/zm1+8PSJFbEalDdRcKlIaD3rMBa22Uxahgn+zO0ixDzf/cFPf2uy+zPFUT8WpQyFMhRP2cWWkEE922S26PYZXQW/mzmf6AZIgvs+CeVKUqpSicfXsJ2/sfbUGhkho7R0wFwT5siGMOWV/nTreBrkSJhYeTXuraAggS86t9QrWVCIQv3e56+L5vjUnahUSVwdw3dqVCVoZPfJYZWlMkK6vxgizM8l5eQyEUEZjbzmHNVXq8lwl1FlCRaK3sB2xnYy0xbMNqZpyADr4REnd3r5CUTy1bKUrvzqv8nmt+jkz5cm2S/a5Qpz1FcaVmIlpXwLcr9pQzKxyEOUGeDFbq7UvB0lXm769QUHZr+XIJcVMhCXMWl5/LvjDsbWgvILZoLsetAi8MuZZ8E1ZnYqQB9dyW8dxQtrC+pPH62FSqjVVBkatjHJHtYu8y9pt5PuN0H3n5hbwqwTLJqn96B9xw5OKEUScejHieWpsn6E3mMbfQT7aPVPCDKxnzFjXpj5foKoQivr7pUal1eUndW6ShIlkL9CtfdxGKdyvVFmwdBMdlQomT4i/qw9tqjHs3W5WemRUoDAONhD4yo+Kk7O+5aP74PYHBejqL4mhaypmp/tDP6RtBaoseIvfJTVg48JnG8EYf+ZlHf/c2u64Tj1No/MKWdXKV/0rnq0qM0Om0gcwpIgAtUrKPitHn9vsZ7qUZ+CH/YVpM26qGFMCZTOSzBbl+DHYHigdedbcCv1gWXN7KvRAMKFjtvT/q3V6lukTqtcV9Yps6fsLpQ69Mout2K1U02kcsYhuKkl/GlhYcVlm4ERSiNtqsvkSZqPPiQDtOKP12tVKE9sSzqEYTCO/b/MqerL4V1d1Sj1edpPpn41Pjv5ZqAYkOvN4A+iP/HR2+Ag5YmEKVgl2TNKEukIlAqVR5u9Gn1DcuGpKK49BgvPzKgslz7Ficg1ctb2bL0geeDytBSpkN2cCHfISIEuL0dRVBqMTtI4Hq1uoV02BlNvPASFxT812WLnpvjhk958dSGeX9MmMgEmBn81x+FVe5We9mGT8G3WsQsM+oiaVwY9z9f+Kth+meoLq38qdEtur7TAj9nYEBhAxxecEAxsuYN3RNH1biVWucocoTzLDyLgUJoMfOmuwmdjqxeoMWYC3yuC1HV9BSUGQoNeE+I1UhHabPC3OZllQewahgd7TUwdVwlZuM8+Cbazki/ei9ZGYPPGYaXe1Ekorcs5DL1diXejSt5pr4XYdWD/sE+5Kizl5gZusniN6+XcUW8JSWiRT5coCwNlwZ/UcZj6dORJTM3YxbGxe1P7eAYPnt9Ar0UmtMxfiJ0tCNZ939ZXwVVRoYJ+BrUE3NUwjcZg0/pQqau2ffhtp2uL93t0jQuIi4T7GQXPR4FebQoejnBq/E25Yhmd9SppT1DkF5YwcAzUE44ZbZZkbr/yJPVbBqTssTTKNt86CJDxG+7WoE+IxXErfzHV10/vsEdmkpXnCTjHwb/brY79ZSLUQ0GYZrw37AY73s4Q+3p6YKdTp/ps9WgSxdxqoLWAsObvBZcxyTKV4TbkBhM1MjphlEO3iLVu9+RmB70ErNRbjKaCQVzQjphMlp3SwX1ins33bcE6egwTLX/WaRtVGpqQMhRhmLOFdHDjMytRNHsr50auVPCwXpNHGRuKu4BdAPMjyxN+3uI/pllhKv6QHoPcZGg72W0Q+itPylwK3w8XZVzESzY7EueQ3VOQQ7Kxbl6zxM0YRphg7uDP+ouk/g4hISrjWMZgPBlRYfHY0ZCt18QKFxY51/St0C86ETB5A+ce+/tcRt33AbbjiSp0X/L8Qgthu4xcvg/35m0iSdFAZutHmZa3KBFSswHuxvhRPJ5t07/J/tsSrAn46pbNB0c8YW2Hr+NO9h8L+1UTXOM4x57sGXkg/JQXeTiprDHZ7Ie2jS10zwA2tuqnXDyKOMTTNIEql/4EDrUkDp2vkzWlo26ncDiZqQZ55wsqjoXUhNuTHN6Fjtln20x60Jt1ch4Dmg+oeEmL47tS3+GBey04Z7L3bUdTNU+CR38yjCH0extnQvQl/QaY1y1h0JRErZ988Djekxmf+1xIFwmH+Yicl+ZwrcICbRqtPrbjPwRm4AMgSFeBW/Dmt7KRsm5nL57UhgbE0a29uZ0mxRGqGL4plPRmXuB8vDLAWXmblHjZo1QJKyYubEUBfUCxQPLNNoZeJ2bNom+BqhUuNMZMWCzE2eGLwqwP3pzxjnLCFW4dFMbO/kHN2Q8KCbeIg2wudK/LElxmMT3HW5Rbk8ouUcDtAE6HF1dLyN/M7Ck4L8GdgE7X4xX3tgYW+nYP4rrsIr9zXj/Zxgxc3VEoWFkriJ96J4oF3K/goacw+vWuxhQM+dEOwRW/kMDP1fpY7EYrFHEiprzfbyvMMm35+Cf2HTF8GGNos9pdXByupj70Rr69RwAQVI9URtaMKD8GpnRi+Joe+o7rF9xCda83g5iol6GNsGtxNaallmjPLagl9fPGxfOSooNI1QT0E8utZxJFJlVXVjyQ0d0mVod0aOvyMNVjgfO+0u3idUShJosZX4hSVGGtaVMTzdnqxLFvD13ljFD07RmGjU2SRPkY5/Wqjl3tjQ0SnOLO2j77l519Ku7OVkJb83e3bbgSqtmfq7E07C5H+B40hLrldVQDblGUjqT+4tEWuFs4IicMQvzkO3fuzQaq0DG+6mxv76Ec3w8U41c2mM6lR34x5hLsi0uQqVGmNynx45kXa5wV09tuio7Cm+7fYngANKW2J/RAxzQ0RLcLJ/1s4xdAUfT4Cn9tv6/R5sTmLefVCjieD5n8lww98qEhFtrW7GLamH2z/oSVztsd0IGNV9Q5MV2snU4vMjglHoqe9yGCazz4XPm0jx/FFznO5nW/tpcajxUXX7/Gk1uQO+j2gLsLuS2cfkdeVW3BaHeWw0KXOuC/QmBwYLYrq9C9kWI1SjC1ugPnHVs+TX6+y2XCas6fwIsX+is6OB/NJ4q5ExObauR75FrmOJaFd68kH1AJKrNqqwfl7XzaztjWl8HrTBgaz14CFR/2F7SJE3g0vAuxl4UgX15UYnvDiTFxm5owrQeAZg6CbrQgG1F6h5YjQdCYvlYj5iPfxdQ1l4oA8fcIsTwJyjpVuw/8lNqQDGg9ACSJBOIwIS4tlSs23yL+pNtPQs/rnHZfD6TFEU2C3bK3UZNNTFbwlcWfWWFPL09x+r96MW19X6uIGkAb8Y81tKXrljeSdq71JGUbfYKRime+nFePbVuHbqjp7o+iLBeepPiTbVeaX6duWKINXujXEXMVooxpoA8G/l5nNvhiUZDsAoiM3pGZmS0E2XtOqSFRFFiu+zOXjw1Wo7Ti2Sm6ZFYl92QWTwQ+OQiNF6M/QF91KCwr6O8J5j1A+N4KTjREqyYcZMbe96By+VvXxTE1cDwwDgwYhnjMEAHTRLSa+Ev9J5Pl/Pz/8zilm76XWa3jpTm+d60/6ikyr59WsVfGRwbkYpSBhLvei+gIRTg7gphHDFJfvby3aqKTuH7S29+ClOqqDwCTpxCeS3bsP/fAAPo1FYUjGi1t2AN/vQrBRlqSYOL/pyiKCuJRhvzYWTC2Kyscvf9rx47L8GvD+f3GpbpxlrutJTp8N6hB9pW8IS+7ouIlrObq3vJGK068FZeAV3Uxzn5hd2hmtrlD/c/Ae96E/N0R6GoOUkDt1LJhdWasSl8opHbQCmibkZNDOOQvRJUd9GYEJtzwYzS7uhYPD+6dGyybJgjBSC6lwG17VsbFA8oVzkw1Um6ggp3s1/ZP7X2KCmnf69xzyg26ckuv0aB/q0t0AiLL7KsYOPp3Bu/ikYxUfkSlCgzbyQlv1s6coXOaJmGNMhoUGYFE1KSLx3TuA74FkzpcfEoDf2dkYEfz0bIsqgZ7byHcqCf7mS9JNMCN3Io7WP1eUra7ITcVfUwDXn4Ju6e1pDjca7uwDUPTBJ/A1/a1Z436QyTtYNyz6LVk4Gkw3cpMoyt76LFS4pae9i03Cx1geA8nPC5zCZQHlqVjemh5yieQFCJdWfoylVOugYjFnjsiQ8uwKJAcDb+YnrCTr2Cp2xAcYIIvSEU78NmSVa76dHSpeTwzY5nkE9glWmxaXczmLBzfWwvXJHoubFjv3YnFiVYGvAJrVbTZHtaFBLeSed3b5LP5YMtf4APXLqEcc3FKGaXpdzEpOcJT7LCFKb/6Yt8t4aDdCOfm7TxFZQ5ouSh5jttModKidumrYGIlWif2LgixzoemfxptPrniKiTLQeY6Mg1Fr8hR1S2FHCokHOBICPBfOXnMR6v5uqQMj437bERakpIiXNRa8snEwGuC7S9fg77lpQG7IPjqHsgI+xhpws8t8qxAPjFFAgzZKNwdvwgjjUytJ8vH0XO7DoYRF5M3U/ACIDLGIDJVJAuYX981L+6PBQkqOTg79yaZ1DhwR/xg++MfrdweJwCc61AAMsfkwpTMnNpj87WmaYL7Q9kAFyX7fIwPkybwqKIjet5pbrqDG07cf+jd+pbQ0ul6XtFOk928OPYUxI/YuZWYmg2v84Ki7akf1YL0lcP+tTnR33C5gDygI+OGeQSy2EMj6K2gN5Jlj3BmKZtPU/nvGYT8G9vtvYhYBqiiGsnHmmrL7jxLG+i5Dz8YlA8+eGB/W+T5jEz7R0cGZv+Lgv33n4qlZUmuVv6dZO+h3irM15D8PaUcY5L9Jamosu3RpRpP2OP9K+Mh4AOvnhOWEzr7L502AZeiooNSCbFkiLSanlAZn0ejG5R2XVJTXsSkbdD/SJRqw5PG2zJAXjNd9WRB5poCfPVrOopKusxGI509mER+e3uRqgLz5yciaMGI8SCfnpa/v2h33fIwBGMNWmPluhM5NQGcpFMQFgybcKuzXfeF7uXPXcH8qJq5hmTGmCcPQWlvweluLhpbeeZrS6/eedMgBpwMd5FO5h2PmrVLXNCa+AjUnohPsE9rVkVVQBSwAAA  



25 Ocak 2020

Taşlar




Ase'nin ölümü_ Onat Kutlar

Biliyorum, yalnız değilim. Çok sayıda genç, yaşlı, okumuş, okumamış insan böyle düşünüyor. Gerçekleri çarpıtmaksızın.cesaretle ve apaçık görüyor, kaygı duyuyor. para hırsı, ûn ve iktidar hırsının gözleri bürüdüğü, ortaçağ karanlığının her gûn biraz daha koyulaştığı, köylerin, kasabaların, kentlerin, etnik boğuşmalarla kan gölüne döndürüldüğü. gerçeğin mafya liderlerinden sorulduğu. hapishanelerde yazarların bilim adamlarının çûrûtûldüğü, devletin ve halkın iliklerine kadar soyulduğu, soygunun soyana kâr kaldığı, eğitimin ve ögretimin şeriatçılara teslim edildiği, politikacıların çoğunun iktidar labirentlerinde kaybolduğu ya da çıkar peşine düştüğü, erdemin, dûrüstlüğûn, onurun unutulduğu, kültûrûn kültürfizikle kanştırıldığı bu şiddet, soygun ve ikiyüzlülûk toplumunda birçok kişi, tıpkı benim gibi, herkesin "şıkıdım şıkıdım" oynamadığının farkında. Ama acaba reklam rekabeti, ün ve çıkar hırsıyla gözleri kararmış olanlar yeterince farkında mı? Böyle bir toplumda 'kültür'ün yeri ne?
 
Soru bu!

Bir zamanlar diyordu ki Kierkegaard, "Batan bir devir, en az farkında olduğu şey yüzünden batar. Çünkü onun farkında olsaydı batmazdı_"
Sevgili dostlar.. umutsuzluk benim işim değil. Ama galiba biraz geç kaldık.

 (23 Ekim 1994,  Ase'nin ölümü)

TAMAMI
  cumhuriyetarsivi.com
 

Virginia Woolf " Ne Olursunuz 30 Yaşına Gelmeden Önce Hiçbir Şey Yayımlamayın. "

Roman yazmak için karakterle başlayın:

Bana göre tüm romanlar karşı köşedeki yaşlı bir hanımefendiyle başlar. Yani, tüm romanlar karaktere değinir ve romanın biçimini geliştiren, değiştiren de vaaz vermek, şarkı söylemek ya da İngiliz İmparatorluğu’na methiyeler düzmek değil karakterleri ifade etmektir.
– “Mr. Bennet ve Mrs. Brown” yazısından, 1924

Okuyabildiğiniz kadar okuyun ve sonra kendiniz hakkında değil, başkası hakkında yazın:

Yazma sanatı, birinin desteğine sahip olma ve dildeki her bir sözcüğü söyleme, bu sözcükleri İngilizcede bu kadar gerekli yapan ağırlıklarını, renklerini, seslerini, birliklerini bilme, ifade edebileceklerinden daha fazlasını önerme sanatı bir aşamaya kadar okumayla öğrenilebilir. Çok fazla okumak imkânsızdır ama kişinin kendisini değil de farklı birini hayal ederek okuması çok daha güçlü ve etkilidir. Eğer sadece tek bir kişi hakkında yazarsanız, yazmayı nasıl öğrenirsiniz ki?
A Letter to a Young Poet, 1932

Okurla ortak bir paydada buluşun:

Hem hayatta hem de edebiyatta bir yandan ev sahibi ve bilinmeyen misafir, diğer yandan ise yazar ve bilinmeyen okur arasında bir tür geçit, körfez yaratmak gereklidir. Ev sahibi hava hakkında düşünür, çünkü bilir ki ev sahipleri nesiller boyunca bunun herkesin ilgisinin olduğu evrensel bir konu olduğu gerçeğini oluşturmuştur. Mayıs ayının bizi kötü etkilediğini söyleyerek konuya girer ve böylelikle bu bilinmeyen misafirle bir temas kurmuş olur, ardından daha çok ilgi uyandıracak konulara geçer. Bu, edebiyatta da böyledir. Yazar okuruyla ilişki kurarken önce onun bildiği bir konuyu ortaya atar, bu da okurun hayal gücünü uyarır ve yazarla ileride kuracağı samimiyetin zorlu sürecinde iş birliğine istekli hale gelir. En önemlisi de bu ortak buluşma yerinin karanlıkta sezgisel olarak bulunabilecek kadar kolay ulaşılabilir olmasıdır.
– “Mr. Bennet ve Mrs. Brown” yazısından, 1924

Gerçek ve güzellik arayışınızda dille oynamayı öğrenin:

Sözcükler, İngilizce sözcükler doğaları gereği yankılarla, anılarla, ortaklıklarla doludur. İnsanların dudaklarında, evlerinde, sokaklarda, çayırlarda dolanıp dururlar, buralardan söz ederler. Bugün onları yazmanın en ana zorluklarından biri de anlamlarla, anılarla dolu olmaları ve birçok ünlü evlilik anlaşmaları yapmış olmalarıdır. Örneğin “kızıl” gibi harika bir sözcüğü, “sonsuz denizler”i (Macbeth, Sahne II) hatırlamadan kullanmak mümkün müdür? Eski zamanlarda İngilizce henüz yeni bir dildi elbette, yazarlar yeni sözcükler icat edip kullanırdı. Şimdilerde ise yeni sözcükleri icat etmek hâlâ yeterince kolay ama onları kullanamıyoruz çünkü dil artık eski. Yepyeni bir sözcüğü net ama gizemli bir gerçekten dolayı eski bir dilde kullanamazsınız: Bir sözcük tek ve ayrı bir oluşum değil, diğer sözcüklerin bir parçasıdır. Aslında bir cümlenin parçası olana kadar sözcük bile değildir. Sözcükler birbirine aittir ve sadece iyi bir yazar “kızıl” sözcüğünün “sonsuz denizler”e ait olduğunu bilir. Yeni sözcükleri eskileriyle eşleştirmek cümle yapısına zarar verir. Yeni sözcükleri doğru şekilde kullanmak için yeni bir dil icat etmek gerekir ve hiç şüphe yok ki bu, bu zamanın işi değildir. Bizim işimiz İngilizcenin şu anki haliyle neler yapabileceğimize bakmaktır. Eski sözcükleri yok etmeden yeni düzenlere nasıl adapte edebileceğimizi görmek ve böylelikle güzelliği yaratmalarını, gerçeği söylemelerini sağlamaktır. Asıl mesele budur.
– BBC’de yayınlanan “Craftmanship” yazısından, 20 Nisan 1937 

Geleneğe karşı çıkın:

İyi yazarlar hayata yaklaşmaya, onları ilgilendiren ve harekete geçiren şeyleri daha içten ve tam olarak korumaya çalışırlar. Bunu yaparak romancılardan genel olarak gözlemledikleri gelenekleri gözden çıkarsalar bile. Haydi atomları zihne ulaştıkları şekilde kayda alalım, görünüşte ne kadar bağlantısız ve tutarsız gözükürse gözüksün deseni takip edelim. Hayatın küçük düşünülenden çok, büyük düşünülende daha bütün olarak var olduğu gerçeğini hafife almayalım.
– “Modern Fiction” yazısından

Dünyayı anlamlandırmak için ritmi kullanın:

Tüm cesaretinizi toplayın, tetikte olun ve doğanın bağışladığı tüm nimetlerden yardım isteyin. Sonra da ritmik algınızın kadınlar ve erkeklerin, otobüslerin, serçelerin, caddedeki her şeyin arasında gezinmesine, bunların hepsini uyumlu bir bütünde bir araya getirene kadar dolaşmasına izin verin. Uyumsuz gözüken ama aslında gizemli bir yakınlığı olan şeylerin arasındaki ilişkiyi bulmak, yolda karşılaşılan her deneyimi korkusuzca anlamak, şiirin bir parça değil de bir bütün olması için bu deneyimi tamamen indirmek, insan hayatını şiirin içinde tekrar düşünmek ve böylelikle romancının yolu boyunca harcanmayan ama şairin yolunca yoğunlaşmış ve sentezlenmiş karakterler aracılığıyla trajedi ve komediye tekrar ulaşmak muhtemelen yazarın işi. Ama ben ne ritim ne de hayat derken ne demek istediğimi bilmiyorum ve muhtemelen hangi objelerin şiirde düzgünce eşleşebileceğini söyleyemem. Bu tamamen sizin işiniz. Bir kısa bir uzun hece ölçüsünden Yunan ve Latin ölçüsünü de çıkaramam, bu nedenle eski ve gizemli sanatınızdaki ayinleri ve seremonileri ne şekilde değiştirmeniz ve geliştirmeniz gerektiğini de söyleyemem. Daha güvenli bir paydaya geçerim ve tüm bu küçük kitaplara dönerim.
A Letter to a Young Poet, 1932

Metodolojiyi unutun, işinize yarayanı kullanın:

Dışarıda durup ‘metotları’ incelemek her durumda bir hatadır. Eğer biz birer yazarsak, ifade etmek istediğimizi ifade eden, eğer bir okursak da bizi romancının amacına yaklaştıran herhangi bir metot doğrudur, her bir metot doğrudur. Bir sınır yoktur… Hiçbir şey, hiçbir ‘metot’, hiçbir deney, en vahşileri bile yasaklı değildir. Sadece yanlıştır ya da iddiadır. ‘Kurmacanın uygun öğeleri’ diye bir şey yoktur. Her şey kurmacanın uygun bir öğesi olabilir. Her his, her düşünce, beynin ve ruhun kullandığı her bir özellik… Hiçbir algı hatalı gelmez.
– “Modern Fiction” yazısından

Kendinizi çok ciddiye almayın:

Tarihte ilk defa okurlar var –ticaretle, sporla uğraşan, büyükanne ve babalarına hastabakıcılık yapan, tezgahların arkasında kolileme yapan– çok geniş bir insan grubu ve bu okurların hepsi okuyor ve nasıl okumaları, ne okumaları gerektiğini duymak istiyor. Bu okurların öğretmenleri de (eleştirmenler, yayıncılar, öğretim üyeleri) okuma eylemini kolaylaştırmalılar, onlara edebiyatın şiddetli ve heyecanlı olduğunu, kahramanlarla ve düşmanlarla dolu olduğunu, kötü güçlerin sürekli çatıştığını, toprakların üstünün kemik yığınlarıyla kaplı olduğunu, siyah pelerinli, beyaz atlı yalnız fatihlerin onları ileride bekleyen ölümlerine doğru at sürdüklerini söylemeliler. Atış yapıldı ve her yer çınladı: “Romantizm çağı bitti. Realizm çağı bağladı.” Bu tür şeyleri bilirsiniz. Günümüzde yazarlar tüm bunların içinde tek bir doğru söz olmadığını gayet iyi biliyorlar elbette. Savaşlar, cinayetler, yenilgiler, zaferler yok. Yazarların da kabul ettiği gibi en önemli olan şey okurların keyif alması. Herkes giyinip kuşanıyor. Herkes kendi kısmını oynuyor. Biri liderlik ediyor, diğerleri onu takip ediyor. Biri romantik, diğeri realist. Biri gelişmiş, diğerinin zamanı geçmiş. Tüm bunları bir şaka olarak gördüğünüz sürece zararı yok. Ama eğer bunlara inanırsanız, kendinizi ciddi ciddi bir lider ya da destekçi, bir modern ya da muhafazakâr olarak görürseniz işte o zaman yaptığı işin kimse için bir önemi ya da değeri olmayan, kendi halinde, ısırgan ve yaralayan küçük bir hayvan olursunuz. Bunun yerine kendinizi daha alçakgönüllü, daha az dikkat çeken ama bana göre daha ilgi çekici biri olarak düşünün. İçinde geçmişin tüm şairleri yaşayan, içinden dönemin şairlerinin yükseleceği bir şair olarak. Kendinizde Chaucer’in bir dokunuşunu, Shakespeare’nin bir izini, Dryden’ın, Pope’un, Tennyson’ın ve tüm o saygıdeğer şairlerin bir parçasını barındırın. Kanınıza karışmalarına, bazen kaleminizi biraz daha sağa ya da sola oynatmalarına izin verin. Kısacası, siz son derece eski, karmaşık ve devamlı bir karaktersiniz. Bu nedenle lütfen kendinize biraz olsun saygılı davranın, Guy Fawkes gibi giyinmeden önce iki kez düşünün ve sokak köşelerinden ölümü tehdit eden, üç beş kuruş isteyen ürkek yaşlı kadınları çıkarın.
A Letter to a Young Poet, 1932

Ama edebiyatı ciddiye alın:

İngiltere’de bir roman her halükârda bir sanat eseri değildir. Savaş ve Barış’ın, Karamazov Kardeşler’in ya da Kayıp Zamanın İzinde gibi eserlerin yanında durabilecek başka bir kitap yok. Bu gerçeği kabul ederken, son bir tahmini de ortadan kaldıramayız. Fransa ve Rusya kurmacayı ciddiye alıyor. Flaubert bir lahanayı tanımlayacak bir ifade bulabilmek için bir ayını harcıyor. Tolstoy Savaş ve Barış’ı yedi kez baştan yazıyor. Onların üstün olmalarının nedeni çektikleri acılar, yargılanmalarının nedeni bu ciddiyet. Eğer İngiliz eleştirmeni daha az yerli olsaydı, onu yaşamı çağırmak için memnun eden şeylerin haklarını korumak için daha az çaba gösterseydi, romancı da daha cesur olabilirdi. Ebedi sehpasında ve tüm insan serüvenini temsil etmesi gereken makul ve tehlikeli formüllerde başıboş kalmayı kesebilirdi. Ama o zamanda öykü yalpalardı, olay örgüsü parçalanırdı ve karakterler harap olabilirdi. Kısacası, roman bir sanat eseri olurdu.
– “The Art of Fiction” yazısından, E.M. Forster’ın Roman Sanatı kitabına bir cevap, 1927

Yayımlamak için acele etmeyin:

Ne olursunuz 30 yaşına gelmeden hiçbir şey yayımlamayın. Bunun çok önemli bir nokta olduğuna eminim. Okuduğum şiirlerdeki hataların çoğu, gayret etmek için henüz çok genç yaştayken yayımlanmanın vahşetine maruz kalmalarından kaynaklanıyor. Bu, onları gençliğin bir özelliği olmaması gereken ruhsal ve sözsel bir yoksunluğa itiyor. Şair çok iyi yazar, şiddetli ve zeki toplum için yazıyor. Ama eğer on yıl boyunca başkası için değil de kendi için yazsaydı daha iyi olabilirdi! Nihayetinde, 20’li yaşlar duygusal heyecanın yaşları. Yağmur damlaları, çırpılan kanatlar… O yaşlardan hatırladığım kadarıyla en sıradan sözler ve görüşler kişiyi büyük sevinçlerden, derin üzüntülere sürükleyebiliyor. Ve eğer gerçek hayat bu kadar aşırıysa, hayali hayatın da takip edilemez olması gerekiyor. Öyleyse yazın, gençken yazın, saçmalayın. Aptal olun, duygusal olun, Shelley’i, Samuel Smiles’ı taklit edin. Her dürtüye kapılın, her bir üslup, dil bilgisi, zevk, söz dizimi hatasını yapın. İçinizi dökün, yuvarlanıp düşün, öfkelenin, sevin, alay edin. Yakalayabildiğiniz, baskı altında tutabildiğiniz, yaratabildiğiniz her bir sözcüğü alın, herhangi bir ölçüde, düzyazıda, şiirde alın kullanın. Böyle böyle yazmayı öğrenirsiniz. Ama eğer yayımlarsanız, özgürlüğünüz kontrol edilir, insanların ne dediğini düşünürsünüz, kendiniz için değil de başkaları için yazarsınız. Peki o zaman, ilahi hediyenizin vahşi selini deneysel bir iki küçük kitap yayımlamak için engellemedeki mantık nedir? Para kazanmak mı? Biliyoruz ki bu söz konusu değil. Eleştiri almak için mi? Arkadaşlarınız taslaklarınızı daha ciddi bir şekilde inceleyebilir ve eleştirmenlerden alabileceğinizden daha iyi bir eleştiriye ulaşabilirsiniz. Eğer şan şöhret içinse çok rica ediyorum ünlü insanlara bir bakın. Onları saran sersemliğe bakın, kibirlerine, peygamber gibi dolaşmalarına bakın. En iyi şairlerin anonim olduğunu hatırlayın. Shakespeare’in şanı şöhreti nasıl umursamadığına bakın. Donne’un şiirlerini nasıl çöpe attığına bakın.
A Letter to a Young Poet, 1932

Sonuncu ve en önemli olarak da kendinize ait bir oda bulun:

Kadınlar ve kurmaca edebiyat başlığı, belki sizin de kastetmiş olabileceğiniz gibi, kadınlar ve neye benzedikleri anlamına gelebilirdi; ya da kadınlar ve yazdıkları kurmaca eserler anlamına gelebilirdi; ya da kadınlar ve onlar hakkında yazılan kurmaca eserler anlamına gelebilirdi; ya da bunların üçünün de her nasılsa ayrılmaz bicimde birbiriyle karışmış olduğu ve sizin benden onları bu ışıkta değerlendirmemi istediğiniz anlamına gelebilirdi. Ama konuyu en ilginç görünen bu son şekliyle düşünmeye başladığımda, çok geçmeden onun tehlikeli bir sakıncası olduğunu gördüm. Asla bir sonuca ulaşamayacaktım. Bir konuşmacının birincil görevi olduğuna inandığım şeyi asla gerçekleştiremeyecektim; yani bir saatlik bir söylevden sonra size, defterlerinizin sayfalarına bakarak söyle bir toparlayıp şöminenin üzerinde sonsuza dek saklayacağınız bir külçe saf gerçek sunamayacaktım. Bütün yapabileceğim, size tek bir küçük noktaya ilişkin bir fikir sunmak olacaktı: Eğer kurmaca eserler yazacaksa, bir kadının parası ve kendine ait bir odası olmalıdır; bu da göreceğiniz gibi, kadının gerçek doğasına ve kurmaca edebiyatın gerçek doğasına ilişkin önemli sorunu çözümsüz bırakıyor. Ben bu iki soru üzerinde bir sonuca varma görevinden kaçınmış bulunuyorum; bana kalırsa kadın ve kurmaca edebiyat çözülmemiş sorunlar olarak kalmış durumda.
Kendine Ait Bir Oda, Çeviren: Handan Saraç, 1929
Çeviren: Deniz Saldıran
(Literary Hub)