Roman yazmak için karakterle başlayın:
Bana göre tüm romanlar karşı köşedeki yaşlı bir hanımefendiyle
başlar. Yani, tüm romanlar karaktere değinir ve romanın biçimini
geliştiren, değiştiren de vaaz vermek, şarkı söylemek ya da İngiliz
İmparatorluğu’na methiyeler düzmek değil karakterleri ifade etmektir.
– “Mr. Bennet ve Mrs. Brown” yazısından, 1924
Okuyabildiğiniz kadar okuyun ve sonra kendiniz hakkında değil, başkası hakkında yazın:
Yazma sanatı, birinin desteğine sahip olma ve dildeki her bir sözcüğü
söyleme, bu sözcükleri İngilizcede bu kadar gerekli yapan
ağırlıklarını, renklerini, seslerini, birliklerini bilme, ifade
edebileceklerinden daha fazlasını önerme sanatı bir aşamaya kadar
okumayla öğrenilebilir. Çok fazla okumak imkânsızdır ama kişinin
kendisini değil de farklı birini hayal ederek okuması çok daha güçlü ve
etkilidir. Eğer sadece tek bir kişi hakkında yazarsanız, yazmayı nasıl
öğrenirsiniz ki?
– A Letter to a Young Poet, 1932
Okurla ortak bir paydada buluşun:
Hem hayatta hem de edebiyatta bir yandan ev sahibi ve bilinmeyen
misafir, diğer yandan ise yazar ve bilinmeyen okur arasında bir tür
geçit, körfez yaratmak gereklidir. Ev sahibi hava hakkında düşünür,
çünkü bilir ki ev sahipleri nesiller boyunca bunun herkesin ilgisinin
olduğu evrensel bir konu olduğu gerçeğini oluşturmuştur. Mayıs ayının
bizi kötü etkilediğini söyleyerek konuya girer ve böylelikle bu
bilinmeyen misafirle bir temas kurmuş olur, ardından daha çok ilgi
uyandıracak konulara geçer. Bu, edebiyatta da böyledir. Yazar okuruyla
ilişki kurarken önce onun bildiği bir konuyu ortaya atar, bu da okurun
hayal gücünü uyarır ve yazarla ileride kuracağı samimiyetin zorlu
sürecinde iş birliğine istekli hale gelir. En önemlisi de bu ortak
buluşma yerinin karanlıkta sezgisel olarak bulunabilecek kadar kolay
ulaşılabilir olmasıdır.
– “Mr. Bennet ve Mrs. Brown” yazısından, 1924
Gerçek ve güzellik arayışınızda dille oynamayı öğrenin:
Sözcükler, İngilizce sözcükler doğaları gereği yankılarla, anılarla,
ortaklıklarla doludur. İnsanların dudaklarında, evlerinde, sokaklarda,
çayırlarda dolanıp dururlar, buralardan söz ederler. Bugün onları
yazmanın en ana zorluklarından biri de anlamlarla, anılarla dolu
olmaları ve birçok ünlü evlilik anlaşmaları yapmış olmalarıdır. Örneğin
“kızıl” gibi harika bir sözcüğü, “sonsuz denizler”i (Macbeth,
Sahne II) hatırlamadan kullanmak mümkün müdür? Eski zamanlarda İngilizce
henüz yeni bir dildi elbette, yazarlar yeni sözcükler icat edip
kullanırdı. Şimdilerde ise yeni sözcükleri icat etmek hâlâ yeterince
kolay ama onları kullanamıyoruz çünkü dil artık eski. Yepyeni bir
sözcüğü net ama gizemli bir gerçekten dolayı eski bir dilde
kullanamazsınız: Bir sözcük tek ve ayrı bir oluşum değil, diğer
sözcüklerin bir parçasıdır. Aslında bir cümlenin parçası olana kadar
sözcük bile değildir. Sözcükler birbirine aittir ve sadece iyi bir yazar
“kızıl” sözcüğünün “sonsuz denizler”e ait olduğunu bilir. Yeni
sözcükleri eskileriyle eşleştirmek cümle yapısına zarar verir. Yeni
sözcükleri doğru şekilde kullanmak için yeni bir dil icat etmek gerekir
ve hiç şüphe yok ki bu, bu zamanın işi değildir. Bizim işimiz
İngilizcenin şu anki haliyle neler yapabileceğimize bakmaktır. Eski
sözcükleri yok etmeden yeni düzenlere nasıl adapte edebileceğimizi
görmek ve böylelikle güzelliği yaratmalarını, gerçeği söylemelerini
sağlamaktır. Asıl mesele budur.
– BBC’de yayınlanan “Craftmanship” yazısından, 20 Nisan 1937
Geleneğe karşı çıkın:
İyi yazarlar hayata yaklaşmaya, onları ilgilendiren ve harekete
geçiren şeyleri daha içten ve tam olarak korumaya çalışırlar. Bunu
yaparak romancılardan genel olarak gözlemledikleri gelenekleri gözden
çıkarsalar bile. Haydi atomları zihne ulaştıkları şekilde kayda alalım,
görünüşte ne kadar bağlantısız ve tutarsız gözükürse gözüksün deseni
takip edelim. Hayatın küçük düşünülenden çok, büyük düşünülende daha
bütün olarak var olduğu gerçeğini hafife almayalım.
– “Modern Fiction” yazısından
Dünyayı anlamlandırmak için ritmi kullanın:
Tüm cesaretinizi toplayın, tetikte olun ve doğanın bağışladığı tüm
nimetlerden yardım isteyin. Sonra da ritmik algınızın kadınlar ve
erkeklerin, otobüslerin, serçelerin, caddedeki her şeyin arasında
gezinmesine, bunların hepsini uyumlu bir bütünde bir araya getirene
kadar dolaşmasına izin verin. Uyumsuz gözüken ama aslında gizemli bir
yakınlığı olan şeylerin arasındaki ilişkiyi bulmak, yolda karşılaşılan
her deneyimi korkusuzca anlamak, şiirin bir parça değil de bir bütün
olması için bu deneyimi tamamen indirmek, insan hayatını şiirin içinde
tekrar düşünmek ve böylelikle romancının yolu boyunca harcanmayan ama
şairin yolunca yoğunlaşmış ve sentezlenmiş karakterler aracılığıyla
trajedi ve komediye tekrar ulaşmak muhtemelen yazarın işi. Ama ben ne
ritim ne de hayat derken ne demek istediğimi bilmiyorum ve muhtemelen
hangi objelerin şiirde düzgünce eşleşebileceğini söyleyemem. Bu tamamen
sizin işiniz. Bir kısa bir uzun hece ölçüsünden Yunan ve Latin ölçüsünü
de çıkaramam, bu nedenle eski ve gizemli sanatınızdaki ayinleri ve
seremonileri ne şekilde değiştirmeniz ve geliştirmeniz gerektiğini de
söyleyemem. Daha güvenli bir paydaya geçerim ve tüm bu küçük kitaplara
dönerim.
– A Letter to a Young Poet, 1932
Metodolojiyi unutun, işinize yarayanı kullanın:
Dışarıda durup ‘metotları’ incelemek her durumda bir hatadır. Eğer
biz birer yazarsak, ifade etmek istediğimizi ifade eden, eğer bir
okursak da bizi romancının amacına yaklaştıran herhangi bir metot
doğrudur, her bir metot doğrudur. Bir sınır yoktur… Hiçbir şey, hiçbir
‘metot’, hiçbir deney, en vahşileri bile yasaklı değildir. Sadece
yanlıştır ya da iddiadır. ‘Kurmacanın uygun öğeleri’ diye bir şey
yoktur. Her şey kurmacanın uygun bir öğesi olabilir. Her his, her
düşünce, beynin ve ruhun kullandığı her bir özellik… Hiçbir algı hatalı
gelmez.
– “Modern Fiction” yazısından
Kendinizi çok ciddiye almayın:
Tarihte ilk defa okurlar var –ticaretle, sporla uğraşan, büyükanne ve
babalarına hastabakıcılık yapan, tezgahların arkasında kolileme yapan–
çok geniş bir insan grubu ve bu okurların hepsi okuyor ve nasıl
okumaları, ne okumaları gerektiğini duymak istiyor. Bu okurların
öğretmenleri de (eleştirmenler, yayıncılar, öğretim üyeleri) okuma
eylemini kolaylaştırmalılar, onlara edebiyatın şiddetli ve heyecanlı
olduğunu, kahramanlarla ve düşmanlarla dolu olduğunu, kötü güçlerin
sürekli çatıştığını, toprakların üstünün kemik yığınlarıyla kaplı
olduğunu, siyah pelerinli, beyaz atlı yalnız fatihlerin onları ileride
bekleyen ölümlerine doğru at sürdüklerini söylemeliler. Atış yapıldı ve
her yer çınladı: “Romantizm çağı bitti. Realizm çağı bağladı.” Bu tür
şeyleri bilirsiniz. Günümüzde yazarlar tüm bunların içinde tek bir doğru
söz olmadığını gayet iyi biliyorlar elbette. Savaşlar, cinayetler,
yenilgiler, zaferler yok. Yazarların da kabul ettiği gibi en önemli olan
şey okurların keyif alması. Herkes giyinip kuşanıyor. Herkes kendi
kısmını oynuyor. Biri liderlik ediyor, diğerleri onu takip ediyor. Biri
romantik, diğeri realist. Biri gelişmiş, diğerinin zamanı geçmiş. Tüm
bunları bir şaka olarak gördüğünüz sürece zararı yok. Ama eğer bunlara
inanırsanız, kendinizi ciddi ciddi bir lider ya da destekçi, bir modern
ya da muhafazakâr olarak görürseniz işte o zaman yaptığı işin kimse için
bir önemi ya da değeri olmayan, kendi halinde, ısırgan ve yaralayan
küçük bir hayvan olursunuz. Bunun yerine kendinizi daha alçakgönüllü,
daha az dikkat çeken ama bana göre daha ilgi çekici biri olarak düşünün.
İçinde geçmişin tüm şairleri yaşayan, içinden dönemin şairlerinin
yükseleceği bir şair olarak. Kendinizde Chaucer’in bir dokunuşunu,
Shakespeare’nin bir izini, Dryden’ın, Pope’un, Tennyson’ın ve tüm o
saygıdeğer şairlerin bir parçasını barındırın. Kanınıza karışmalarına,
bazen kaleminizi biraz daha sağa ya da sola oynatmalarına izin verin.
Kısacası, siz son derece eski, karmaşık ve devamlı bir karaktersiniz. Bu
nedenle lütfen kendinize biraz olsun saygılı davranın, Guy Fawkes gibi
giyinmeden önce iki kez düşünün ve sokak köşelerinden ölümü tehdit eden,
üç beş kuruş isteyen ürkek yaşlı kadınları çıkarın.
– A Letter to a Young Poet, 1932
Ama edebiyatı ciddiye alın:
İngiltere’de bir roman her halükârda bir sanat eseri değildir. Savaş ve Barış’ın, Karamazov Kardeşler’in ya da Kayıp Zamanın İzinde gibi
eserlerin yanında durabilecek başka bir kitap yok. Bu gerçeği kabul
ederken, son bir tahmini de ortadan kaldıramayız. Fransa ve Rusya
kurmacayı ciddiye alıyor. Flaubert bir lahanayı tanımlayacak bir ifade
bulabilmek için bir ayını harcıyor. Tolstoy Savaş ve Barış’ı
yedi kez baştan yazıyor. Onların üstün olmalarının nedeni çektikleri
acılar, yargılanmalarının nedeni bu ciddiyet. Eğer İngiliz eleştirmeni
daha az yerli olsaydı, onu yaşamı çağırmak için memnun eden şeylerin
haklarını korumak için daha az çaba gösterseydi, romancı da daha cesur
olabilirdi. Ebedi sehpasında ve tüm insan serüvenini temsil etmesi
gereken makul ve tehlikeli formüllerde başıboş kalmayı kesebilirdi. Ama o
zamanda öykü yalpalardı, olay örgüsü parçalanırdı ve karakterler harap
olabilirdi. Kısacası, roman bir sanat eseri olurdu.
– “The Art of Fiction” yazısından, E.M. Forster’ın Roman Sanatı kitabına bir cevap, 1927
Yayımlamak için acele etmeyin:
Ne olursunuz 30 yaşına gelmeden hiçbir şey yayımlamayın. Bunun çok
önemli bir nokta olduğuna eminim. Okuduğum şiirlerdeki hataların çoğu,
gayret etmek için henüz çok genç yaştayken yayımlanmanın vahşetine maruz
kalmalarından kaynaklanıyor. Bu, onları gençliğin bir özelliği olmaması
gereken ruhsal ve sözsel bir yoksunluğa itiyor. Şair çok iyi yazar,
şiddetli ve zeki toplum için yazıyor. Ama eğer on yıl boyunca başkası
için değil de kendi için yazsaydı daha iyi olabilirdi! Nihayetinde,
20’li yaşlar duygusal heyecanın yaşları. Yağmur damlaları, çırpılan
kanatlar… O yaşlardan hatırladığım kadarıyla en sıradan sözler ve
görüşler kişiyi büyük sevinçlerden, derin üzüntülere sürükleyebiliyor.
Ve eğer gerçek hayat bu kadar aşırıysa, hayali hayatın da takip edilemez
olması gerekiyor. Öyleyse yazın, gençken yazın, saçmalayın. Aptal olun,
duygusal olun, Shelley’i, Samuel Smiles’ı taklit edin. Her dürtüye
kapılın, her bir üslup, dil bilgisi, zevk, söz dizimi hatasını yapın.
İçinizi dökün, yuvarlanıp düşün, öfkelenin, sevin, alay edin.
Yakalayabildiğiniz, baskı altında tutabildiğiniz, yaratabildiğiniz her
bir sözcüğü alın, herhangi bir ölçüde, düzyazıda, şiirde alın kullanın.
Böyle böyle yazmayı öğrenirsiniz. Ama eğer yayımlarsanız, özgürlüğünüz
kontrol edilir, insanların ne dediğini düşünürsünüz, kendiniz için değil
de başkaları için yazarsınız. Peki o zaman, ilahi hediyenizin vahşi
selini deneysel bir iki küçük kitap yayımlamak için engellemedeki mantık
nedir? Para kazanmak mı? Biliyoruz ki bu söz konusu değil. Eleştiri
almak için mi? Arkadaşlarınız taslaklarınızı daha ciddi bir şekilde
inceleyebilir ve eleştirmenlerden alabileceğinizden daha iyi bir
eleştiriye ulaşabilirsiniz. Eğer şan şöhret içinse çok rica ediyorum
ünlü insanlara bir bakın. Onları saran sersemliğe bakın, kibirlerine,
peygamber gibi dolaşmalarına bakın. En iyi şairlerin anonim olduğunu
hatırlayın. Shakespeare’in şanı şöhreti nasıl umursamadığına bakın.
Donne’un şiirlerini nasıl çöpe attığına bakın.
– A Letter to a Young Poet, 1932
Sonuncu ve en önemli olarak da kendinize ait bir oda bulun:
Kadınlar ve kurmaca edebiyat başlığı, belki sizin de kastetmiş
olabileceğiniz gibi, kadınlar ve neye benzedikleri anlamına gelebilirdi;
ya da kadınlar ve yazdıkları kurmaca eserler anlamına gelebilirdi; ya
da kadınlar ve onlar hakkında yazılan kurmaca eserler anlamına
gelebilirdi; ya da bunların üçünün de her nasılsa ayrılmaz bicimde
birbiriyle karışmış olduğu ve sizin benden onları bu ışıkta
değerlendirmemi istediğiniz anlamına gelebilirdi. Ama konuyu en ilginç
görünen bu son şekliyle düşünmeye başladığımda, çok geçmeden onun
tehlikeli bir sakıncası olduğunu gördüm. Asla bir sonuca
ulaşamayacaktım. Bir konuşmacının birincil görevi olduğuna inandığım
şeyi asla gerçekleştiremeyecektim; yani bir saatlik bir söylevden sonra
size, defterlerinizin sayfalarına bakarak söyle bir toparlayıp şöminenin
üzerinde sonsuza dek saklayacağınız bir külçe saf gerçek
sunamayacaktım. Bütün yapabileceğim, size tek bir küçük noktaya ilişkin
bir fikir sunmak olacaktı: Eğer kurmaca eserler yazacaksa, bir kadının
parası ve kendine ait bir odası olmalıdır; bu da göreceğiniz gibi,
kadının gerçek doğasına ve kurmaca edebiyatın gerçek doğasına ilişkin
önemli sorunu çözümsüz bırakıyor. Ben bu iki soru üzerinde bir sonuca
varma görevinden kaçınmış bulunuyorum; bana kalırsa kadın ve kurmaca
edebiyat çözülmemiş sorunlar olarak kalmış durumda.
– Kendine Ait Bir Oda, Çeviren: Handan Saraç, 1929
Çeviren: Deniz Saldıran
(Literary Hub)