Şeyh Bedreddin’i bir mürşit olarak algılayıp onun öğretileriyle yetişmeye başlarlar. Şeyh Bedreddin’in bu süreçte bir kurtarıcı olarak görülmesinde bu iki öğrencisinin etkisi büyük olur. Bir mürdinin onun hakkında söylediği sözler bu bağlamda önemlidir. “Şeyh Bedreddin devrimcidir yoldaşlarım. Ve dahi bilmekteyiz ki devrimciye ayak uydurmak güçtür” (Toy b2008: 97). İzmir ve Sakız Adası’na yaptığı yolculuklarda toplumun çeşitli tabakalarıyla görüşen Şeyh Bedreddin’in düşünceleri geniş bir zemine yayılmaya başlar. Yazar, onu çeşitli vesilelerle konuşturarak düşüncelerini ortaya koyar. Bu düşüncelerde doğrudan yazarın Şeyh Bedreddin’e yüklediği ideolojik anlam açıkça görülür. Sakız Adası’nda papazlarla yaptığı konuşmada, özelikle Karl Marks’ın Tarihsel-materyalizm kavramı altında savunduğu düşünceleri ortaya koyar. Şeyh Bedreddin, toplumların inanç gereksinimlerini ekonomik yapının belirlediğini savunur. Bu anlamda alt yapı ve üst yapı ilişkisini Şeyh Bedreddin’in ağzından ortaya koyan yazar, tam bir anakronik yaklaşım sergiler.
“Toplum, eğer ekonomik kaynaklarını topraktan sağlıyorsa, toprağa ve gökyüzüne bağımlı kalıyor. O zaman, Tanrısı da toprak ve gökyüzünde oluşuyor... Yok, ticarete bağımlı ise, buna bir de deniz ekleniyor. Ve denizdeki çeşitli etkenler tanrılaşıyor... Homeros, sitelerin ticarete yeni başladıkları zamanların peygamberi... O yüzden de Deniz, Fırtına gibi tanrıların ilk sezicisi. Onların yaratan Homeros değildir ama. Yazan odur. Neden? Çünkü, Homeros inançların toplumunun insanıdır da ondan” (Toy b2008: 112). Şeyh Bedreddin’in romanda verilen eşitlik hakkında görüşleri de aynı bağlamda kaynağını sosyalist düşünceden alır. İnsanın toplumsal durumunu emek ve üretim koşulları içinde gören Şeyh Bedreddin, eşit emek, eşit pay ilkesini idealindeki toplumsal düzenin temel ölçütü olarak ortaya koyar. Üretim araçla-rına bütün çalışanların ortak olduğu sistemde eşitliğin tam manasıyla gerçekleşeceğini savunur.
Şeyh Bedreddin’in kişiliği ve düşüncelerinin oluşma süreci verilirken, din ve inanç konularındaki fikirlerine roman kurgusunda yer veren yazar, tıpkı Darağacı romanında olduğu gibi onun din ve Tanrı anlayışını ‘yabancılaşma’ bağlamı içerisinde ele almış gibidir. Ancak bu romanda varlığın gelişim sürecinde Tanrı fikrinin nasıl oluştuğuyla ilgili meselede, Şeyh Bedreddin’in düşüncesi Feuerbach’in ‘yabancılaşma’ kavramına yüklediği anlama daha yakındır. Hegel’in ‘geist’ kavramıyla insanının ideayı içselleştirmesini olumlu bir anlamda düşünmesine karşılık Feuerbach’la birlikte ‘yabancılaştırma’ kavramı daha olumsuz bir anlamda değişim geçirmeye başlamıştır. (Özbudun... 2007: 20) Feuerbach'a göre din ve dini hayat, insanın kendi güçlerinin kendisine yabancı bir şey olarak görünmesinden doğmuştur. İnsan kendi güçlerini ve yeteneklerini, kendinden başka bir varlığın güçleri ve yetenekleri gibi görerek, Tanrı’yı ve dini yarat[mıştır.] Yoksa Tanrı insanı değil, insan tanrıyı yarat[mıştır] (Özbudun... 2007: 20). Şeyh Bedreddin Azap Ortakla-rı’nın ilk cildinde Şeyh Hüseyin Ahlâtî ile insan, varlık ve Tanrı konularında tartışırken, İbn Haldun’un ismi verilmeyen bir eseriyle ilgili değerlendirmeler-de bulunur. Onun varlığın kökeni ve oluşumuyla ilgili görüşleri ve bu görüşlerin insanın kendi varlığını temellendirme biçimini nasıl etkilediğiyle ilgili yaklaşımlarını dile getirirken Feuerbach’ın ortaya koyduğu din ve Tanrı fikrinin oluşumuyla ilgili görüşler doğrultusunda konuşur. Şeyh Bedreddin de Tanrıfikrinin oluşumunu bir tür “yabancılaşma” kavramı etrafına düşünür.
“Eski bilgim nasıl çocukça geliyor bana. Tanrı isterse, diyordum...Tanrı insan...Bende yansımış tümüyle. Beynimin ulaşamayacağı uzaklık yok. Elimin eremeyeceği olguyu tanımıyorum. İnsanla başlıyor her şey. “Bir düşünelim şimdi... Haldun’un bilinçsiz bulduğu olguları yeniden gözden geçirelim. Ne diyor kitabında. Madenin en yüksek gelişimi, bitkinin en ilkel biçimine yakındır. Bitkinin en gelişmişi ise, hayvanın ilkeline dönüştü dönüşecek... Hayvan ve insan... İlkelden gelişmişe... Tanrı... Nerde bunun yeri... İlk yaratılma nasıl oluyor. Yine Haldun ve öncüleri, Heredot, Batuta, Mesudi, diyorlar ki, gök gürlemesine, şimşeğe, ulu ağaçlara, yırtıcı hayvanlar tapanlar var.. Gördük bunları... Öyleyse... Bunlar Tanrı mı? Yaratan mı her biri? Yoksa yaratanın düzeninde basit birer olgu mu? İnsan ilkel olgulara da tapabildiğine göre, Tanrı yeteneği ve korkusu mu yalnızca... Coşkusu ya da sevgisi mi? Olduğu gibi insan mı Tanrı?.. Tanrı insan mı?” (Toy a2008: 242)
Şeyh Bedreddin’in din anlayışı üzerinde durulur. Şeyh Bedreddin, kendi kurguladığı ideal dünyanın şartlarına uygun olan yeni bir dünya dini oluşturmayı tasarlayan bir düşünce adamı olarak verilir. Hıristiyanlık ve Müslümanlığın insanların ihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillendirilmesi gerektiğini düşünen Şeyh Bedreddin’in getirmek istediği bu yeni din, diğer dinlerden çok farklı olacaktır. “İnsan kardeşliği, eşitliği ve çalışanın katkısı kadar pay aldığı yepyeni bir toplumun dini... Haklıydı Bedreddin... Yepyeni bir dinin, ama insanların duygularına, inanç gereksinimlerine karşılık veren değil, tam tersine somut isteklerine cevap veren bir inancın başlatıcısı idi...” (Toy b2008: 191).
Feuerbach’ın Tanrı olgusunun imgesel bir durum olduğunu ve insanın Tanrı’yı kendi imgeleminden yarat[tığı] (Özbudun... 2007: 20) şeklindeki görüşü, Şeyh Bedreddin’in felsefî görüşüne hâkim olması Mâriye sayesindedir. “Dünya ve âhiret iki ayrı âlem değildir. Ölümden sonra dirilme yoktur. Haşrolan bir âlemden gelmeyiz. Çünkü dünyanın ötesinde bir başka âlem yoktur cennet, cehennem kavram olarak dilde bir mânâ, zihinde bir ilhâmdır... Bütün manevî varlıklar, insan düşüncesinin özünden doğmuştur. Gerçek olan insandır...” (Karakoyun-lu 2010: 124).
Şeyh Bedreddin’in felsefî ve dinî fikirlerini içeren ve Arapça olarak kaleme aldığı Varidat isimli eserinde ortaya koyduğu düşüncelerinin yansımalarını bu romanlarda bulmak mümkündür. Bu önemli eserin Türkçe tercümesini 1909 yılında el yazısı hâliyle yayımlayan Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi’nin tercümesinde Varidat’ın “Vahdet-i Vücûd” başlığını taşıyan bölümünde Şeyh Bedreddin’in söylediği, “her şey anda ve o her şeydir” (Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi: 1909: 21) cümlesi, bu romanlarda kurgusallaştırılarak verilen düşüncelerin kaynağı gibi de durmaktadır. Tanrı’nın yarattıklarından ayrı olduğunu kabul etmeyen (Yaltkaya: 2001: 49) Şeyh Bedreddin’in dünya ve âhiret, cennet ve cehennem konularındaki farklı düşünceleri de romanlara farklı biçimlerde yansımıştır. Âlemin başlangıcının olmadığını kabul eden Şeyh Bedreddin bu bağlamda âhiret ve kıyametin de olmadığıgibi İslam telâkkisinin dışında (Yaltkaya 2001: 50) bir görüş geliştirmiştir.
Sonuç
Osmanlı tarihinin dönüm noktalarından biri olarak kabul edilen Fetret Devri’nin en önemli olaylarından biri olan Şeyh Bedreddin olayının ve bu olayın baş aktörü Şeyh Bedreddin’in tarihsel kişiliğinin, düşünce ve macerasının daha sonraki dönemlerde, özellikle Cumhuriyet devrinden sonra insanların dikkatini çekmiş olmasında, onun farklı görüşlerinin ve öğretilerinin etkisi bü-yük olmuştur. Osmanlı tarih görüşünde devlete isyan etmiş, İslam düşüncesinde yeri olmayan düşünceleri savunmuş bir isyancı olarak görülen Şeyh Bedreddin, edebî eserin konusu olarak da yazarların ilgisini çekmiştir. Özellikle romanlarda anlatılan Şeyh Bedreddin kimliğinin eserden esere farklılık gösterdiğini görmek mümkündür ki bu farklılıkların temelinde yine yazarların bağlıoldukları ideolojik düşünce biçimlerinin etkisi belirleyici olmuştur. Örneğin Türkçü ideolojiden gelen Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun yarattığı Şeyh Bedreddin imgesiyle, Marksist bir ideolojiden gelen Erol Toy’un yarattığı Şeyh Bedreddin imgesi birbirinden çok uzak özellikler göstermektedirler. Yılmaz Karakoyunlu ise onu politik bir figür olmanın yanında insanî yönleriyle ön plâna çıkarmayı amaçlamış ve hayallerini, zaaflarını, ruhunu ve iç dünyasını yansıtmayı amaçlamıştır. Durali Yılmaz ise, onun hem bireysel yönünü hem de tarihsel yönünü ortaya çıkarmaya çalışmış ve Şeyh Bedreddin’in idamına giden süreçte yaşadığı trajik durumlar ve yanlış anlaşılmalar üzerinde durmuştur. Bu romanlarda Şeyh Bedreddin’in dinî ve felsefî konulardaki düşüncelerini de roman kurgusu içinde değerlendirmeye çalışan yazarlar, onun eserlerinden özellikle de Varidat adıyla bilinen tasavvufî eserinden ve onun düşüncesiyle ilgili diğer kaynaklardan edindikleri bilgileri kendi muhayyilelerinde yeniden yorumlamışlardır. Özellikle Yılmaz Karakoyunlu’nun romanında Şeyh Bedreddin bir düşünce adamı olarak verilirken, onun çeşitli metafizik ve dinî konulardaki görüşlerinin yanında Tanrı, insan ve evren hakkındaki fikirleri çoğu kez varoluşsal bağlamdaki “yabancılaşma” kavramı etrafında açıklanmaya çalışıl-mıştır. Bunun yanında Erol Toy, Azap Ortakları’nda Şeyh Bedreddin’in düşüncelerini ve ideallerini roman dünyası içinden vermeye çalışırken, çoğu kez anakronizme düşmüş ve onu sosyalist düşüncenin kavramlarıyla konuşturmuştur.
Sonuç olarak Şeyh Bedreddin’i konu edinen bu romanlarda yazarların ideolojik tercihlerinin belirleyici olduğunu söylemek gerekir. Resmî Osmanlı tarihinin devlete baş kaldırmış, sapkın fikirleri olan bir imgeye dönüştürdüğü Şeyh Bedreddin, bu romanlarda farklı farklı imgelere dönüştürülerek verilmiştir...dergipark.org.tr