07 Kasım 2017

Eduardo Galeano "Düşünürseniz, acı çekersiniz, Şüphe ederseniz, delirirsiniz, Hissederseniz, yalnız kalırsınız."

“Rüzgâr martıların izlerini siler.

Yağmur insanın ayak izini siler. 

Güneş zamanın izini siler.

Öykü anlatıcıları yitik hatıranın, aşkın ve acının 

görünmeyen ama hiç silinmeyen izini arar.”

Güney Amerika edebiyatı içinde kendi sesini bulan Eduardo Galeano, evrensel bir tarih yazıcısı olmanın yanında, günümüz dünyasının hikaye anlatıcısıdır aynı zamanda.

Onun anlatıcılığı, hiçbir kalemle ve hiç kimseyle kıyaslanmayacak derecede biriciktir; ezilenin, sömürülenin, aşağılanın sesi ve kulağıdır. Dünyaya bakmayı, dünyayı okumayı belleğinde bir iş haline getirmiş; tarih yazımını, akademinin ve resmi tarihin tekelinden alıp soyutlayarak anlatılarla zenginleştirmiştir.

Böylelikle modern tarih yazımına karşı bir direnişle ortaya çıkar Galeano. Geçmişe olan tarihsel bakışını gerçeğin canlı belleği olarak çağa taşır. O bakışını şöyle perçinler, "Bakışlarını geriye çevirmiş bir peygamberdir tarih: Olmuş olandan hareketle ve olmuş olana karşıt olarak gelecek olanı haber verir." 

Galeano, ezenlerin ezilenlere yönelik kısır bellek yaratımına taş koyarken, egemenlerin iddia ettiği gibi "sessiz ve dilsiz" bir geçmişin olmadığını, ezilenin sesi ve kulağıyla gerçeklerin yer edineceğini belirtir.

Her bir kelimesi, tarihin, çağın ve geleceğin gölgesinde yol kılavuzluğu görevi üstlenir. Ne fazla ne eksik ne görkemli ne de abartılıdır. 


Hikaye, Galeano'da belleğin keşfidir. Bu keşif, Latin Amerika'dan başlar ve bütün sömürge toplumlarda vücut bulur, aynı elbiseyi giyer.

Eduardo Galeano, yaşamı kendi ölçütlerinden geçirerek toplumun hatırlama eylemini vicdan üzerinden yorumlar. Hatırlamak, vicdanlı olmakla, eşdeğerdir. Tarih yazımını, bu hatırlama pratiğiyle kaynaştırır.

Eylemin hikayeden başlayarak bireyde, toplumda yeni eylemler yarattığını öne sürer. Bu yüzden, kavramları, kelimeleri insanlığın da kelimeleridir; ama gerçekçi ve belleğe sahip kelimeler. Herkesin sustuğu yerde konuşmaya başlar. 


Ona çağımızın vicdanı desek, pek de yanlış olmaz. Evrensel bilginin temasını öz belleği üzerinde yorumlarken, hatırlamayı "vicdan" olarak tanımlayan Galeano, Latin Amerika deyince Güney Amerika'nın yoksul hayatından, diktatörlerden çok çekmiş bir Urugaylı.

Ama bu onun sesini hiçbir zaman kısmamıştır. Bu yüzdendir ki, Galenano'nun politik duruşu olmadan ona dair bir çerçeve çizmek de imkansızdır. 


Yaşlı ağız, yaşlanmamış gerçekler

Galeano, sanki bütün dünyayı etrafına toplamış, onlara dünyanın adaletsizliğini, kötülüğünü, iyiliğini, masalını, mitini, gölgesini, ışığını, dağlarını, tepelerini, ölümlerini hikaye anlatarak gerçeği resmetmiştir.

Anlattıkça etrafını kalabalıklaştıran, kendi benliğinde bizlere de yer veren bir anlatıcı. O, dünyanın tüm gerçeklerini ve yalanlarını hikaye anlatarak perçinler. Galeano sadece tarihin yırtık yalanlarını, sömürülen dünyayı ele almaz, insan olan her şeyi kendine dert edinir.

İnsanın yalnızlığını, korkularını, sevinçlerini, çaresizliğini, çıkmazlarını, kararlarını, duygularını, düşüncelerini, aşklarını ve yenilgilerini bu dünyanın tüm insanlarına sunar.

Onun yaşamı, onun kanatları arasında gerilen insanlık halleri, boşluğa düşürülmüş, yoksunluğa itilmiş, direnen insanın sadece savaşını değil, onun aşklarını da çerçeveye yerleştirir. Mitolojiden, felsefeden, doğadan ansızın biri gelir konuk olur hikayesine.

Eduardo Galeano, insan haklarından özgür düşünceye uzanan bir yolda, her şeyi tarihsel bir bellek ışığında iki kutup arasında aktarır.

Şöyle ki: 

— Benim ülkemde, demişti, eğer yayınlamazsan ölürsün. 
Myrna'nın buna yanıtı şöyle oldu: 
— Benim ülkemde, eğer yayınlarsan ölürsün. 
Myrna yayınladı.
Bıçak darbeleriyle onu öldürdüler. 


Eduardo Galeano'nun yazmadığı hikaye kaldı mı?

Dile getirmediği bir olay var mı?

Tersine çeviremediği bir tarih sayfası, hâlâ arşivlerin arasında duruyor mu?

Belki hepsini yazmıştır. Ya da hepsinin gelecekte gerçekleşme durumunu hesaba katarak, yazılmamış gibi göstermiştir. Ama onlar da gerçekleştiğinde, zamanın günleri onunla birlikte yürüyecektir. 

Eduardo Galeano, bir insanın aşklar ve savaşlar arasında bilenen belleğine iner. Ve bunu Kadınlar kitabında, hem ötekinin halini hem de ötekinin aşkına dair silinmez bir fotoğraf çizer.

Aşk ve aşkın en silinmez halini iz, ateş ve duvar eşliğinde belleğe yerleştirir:

Adamın gölgesi duvara vuruyor.
Aşığı şu anda kadının yanında yatıyor ama gidecek. Şafak vakti savaşa, ölüme gidecek. Duvardaki gölgesi, yolculuk arkadaşı da onunla birlikte gidecek ve onunla birlikte ölecek. 
Şu anda henüz gece. Kadın korların içinden yarısı yanmış bir odun parçası alıyor ve duvara gölgenin konturlarını çiziyor. 
Bu çizgiler gitmeyecek.
Kendisini kucaklamayacaklar, bunu biliyor. Ama en azından gitmeyecekler. 


Eduardo Galeano, dünyanın tezatlığına düşen her bir şeye kelimelerle bir şahsiyet giydirir. Ve bu şahsiyet öylece üstünde kalır, herkes o şahsiyetten biraz alır.

O, dünyayı ve körleşmiş halkları körlükten kurtarırken, onlara adım atacakları bir yol, bakacakları bir pencere, girecekleri bir kapı da gösterir. Eduardo Galeano, olmakta olanın ve olmuş olanların habercisi olarak sayfalara düştüğünde, derinden bir uyarı da yapar insanlığa: 

Aç adam kahvaltıda korku yer. Sessizlik korkusu sokakları sarsar.
Korku tehdit eder:
Eğer aşık olursanız, AIDS olursunuz.
Sigara içerseniz, kanser olursunuz.
Nefes alırsanız, zehirlenirsiniz.
İçki içerseniz, kaza yaparsınız.
Yemek yerseniz, kolesterolünüz yükselir.
Konuşursanız, işsiz kalırsınız.
Yürürseniz, saldırıya uğrarsınız.
Düşünürseniz, acı çekersiniz.
Şüphe ederseniz, delirirsiniz.
Hissederseniz, yalnız kalırsınız.

Mustafa Orman