29 Haziran 2014

Vladimir Mayakovski - Aşk

Bir olasılıktır evet
gene de bir olasılıktır
ki hayvanat bahçesinin bir dönemecinde
göz açıp kapayıncaya kadar
çıkar birdenbire ortaya
ve salınır da salınır
-o da hayvanları severdi hep-
salınır gülümseyerek
çekmecemdeki fotoğrafta gülümsediği gibi...
evet,
bakarsın gülümseyiverir.

Ve güzeldir o
diriltmeye yetecek kadar güzeldir
ve sizin otuzuncu yüzyılınız
bizi paramparça eden hiçleri
aşacaktır şüphesiz.
Ve bundan böyle derim ki
sevmediğimiz ne varsa sonuna kadar
sevelim
acısını çıkarırcasına...

Dirilt beni
günlük hayatın o saçma
o ahmakça yanını reddedip
seni bir şair gibi
bekledim diye
dirilt beni
sadece bunun için dirilt!

Dirilt beni
en doğal hakkımı istiyorum!
O hizmetçi-aşk olmasın diye artık
evlenmeler
zinalar
başlıklar olmasın diye

Ve aşk
iki kişilik yataklardan
öfkeyle fırlayıp
bütün evren boyunca
salına salına dolaşsın diye
dirilt!

Dirilt
insanlar
acıyla soysuzlaşan gün ışığını
artık ağlayarak dilenmesinler diye
dirilt beni.

Dirilt ki
"Yoldaşlar"diye kopan ilk çağrıda
tüm insanlardoğrulsun
köpek yuvasını andıran evlerden
kurtulmuş yaşamak için.

Dirilt
evet
dirilt ki
bundan böyle
aile
denen şey
baba
hiç değilse tüm evren
ana
hiç değilse yeryüzü olsun.

Sahte Can Yücel Metinleri

1-Bağlanmayacaksın 
2- Kadın dediğin 
3- Erkek Dediğin 
4- Seninle Olmanın En Güzel Yanı 
5- Anladım 
6- Herşey Sende Gizli 
7- Eğer 
8- Herkes Gitmek İstiyor 
9- Sevdiğin Kadar Sevilirsin 
10- Sağlık Olsun 
11- Tam zamanında Yaşamak 
12-Tersten Yaşamak 
13- Biraz Değiştim 
14- Bir gün Anlarsın 
15- Gitmek 
16- Seninle Yaşlanmak İstiyorum 
17- Asla Keşkelerim Olmadı 
18- Özledim Seni 
19- Bilmelisin ki 
20- Aşk 
21- Boşver ve Yaşı Başı 
22- Olmuyorsa Zorlamayacaksın 
23- Ben Benden Olgun İnsan İsterim Karşımda 
24- Öyle Sabah Uyanır Uyanmaz Fırlama Yataktan 
25- Farkında Olmalı İnsan 
26- Bir Eşi Olmalı İnsanın 
27- Biraz Değiştim 
28- Unutma 
29- Sevgi Emekmiş 
30- Özleme Dair 
31- Ömür Dediğin Bir Gündür O da Bugündür 
32- Aşk Ayakkabı Gibidir 
33. Rakı İçen Kadınlar 
34. Ateş ve Su 
35. Ülke Bölünsün İstiyorum 
36. Kadınım Ben 
37. Senin İçin Yasak Dediler 
38. Bayram Şiiri 
39. Dostlar Irmak Gibidir 
40. Öye Bir Hayat Yaşadım ki 
41. Bir Yolun varsa Gidilecek 
42- Ömür Dediğiniz Nedir Ki 
43. Fakirin Gayrimeşru Çocuğu 
44. Ey Yüreğim 
45.Özlersin 
46.Hepsi Bu 
47.Birşey Eksik 
48.Kendimden Özür Diliyorum 
49.Bir Kadını Ağlatmak 
50.Ölüm Bir An 
51.Galiba Yoruldum

Publilius Syrus Seçme Sözler

Başkalarını hep bağışla; kendini hiç bağışlama.
    Verilen Öğütlerden Yalnız Akıllılar Yararlanır.
Bir kadın ya sever, ya da nefret eder; ortası yoktur.
    Denemedikçe ne yapacağını hiç kimse bilemez.
Düşmandan öç almak, ikinci bir yaşama hoşgeldin demektir.
    En yüceye ulaşmak istiyorsan, en aşağıdan başlamalısın.
Felaketli bir durumda gülümseme bile yanlıştır.
    Güzel bir yüz, bir tavsiye mektubudur.
İncitilen iyi bir ruhun öfkesi daha ağırdır.
    Hazır gözyaşları acının değil, ihanetin göstergesidir.
Herkesin güvenini kaybeden daha ne kaybetsin.
    Hiç anlamamak, anladığını zannetmekten iyidir.
İtibar paradan daha değerlidir.
    Kapanmayan tek yara vicdan yarasıdır.
Kendini mutlu addettiğinde, bu felaketi uyandırmaktır.
    Kader, tek bir facia yaratarak tatmin olmaz.
Layık olmayan birisi için araya girdiğinde, erdemli insanı incitirsin.
    Ölmek istediğinde, ölebilene ne mutlu! - "Satis est beatus, qui potest, cum vult, mori"
Pratik, bütün öğretmenlerin en iyisidir.
    Yapılan bir iyiliği kabul etmek, özgürlüğü satmaktır.

Abdullah Nefes - Gidiş

Gidiyorum,hoşçakal kelebek salınışı
menekşe hoşçakal unutuşun sümbülü
yıldızlarının düğünündeki gökyüzü
hoşçakal mücevher gözlüm
delikanlı dirliğim,aşklarım
bak yine el sallıyor yaşadıklarım.

Gidiyorum serseri yellerimdeki ışık
Kurt sesleriyle sürerken
Soğumuş hevesleri,izlerdeki gönülleri
Bölünüyor yaşamın duvar resimleri
Karanlık sularla sulanan papatyalarım.
Hoşçakal masam,sandalyem,kültablam
Sandıklarım sanmadıklarım
Sözlerim,dolaşan ateş böceklerim.

Hoşçakal karanfilin moru,
Kırçıl karlardaki ayak izlerim
Tüten dağlarım,dostlarım,olmayanlarım
Bütün acılı öykülerdeki kahramanlarım
Denize ulaşan sular kadar yorgunum
Sallanmaktan yorulan dallar kadar
Gidiyorum kırık ıhlamur dallarına tutunarak
Zakkumlarla bezenmiş tacım
Ve bir kucak mimoza salkım saçak.

Derken,birden başlıyor ıssızlık
Diyor ki
Toprakta kalan elmas topraktır.
 

Ömer Hayyam

Ömer Hayyam ve X harfi

Ömer Hayyam , 11. Yüzyıl'da Semerkant'da cebir üzerine çalısırken, denklemde bilinmeyen sayılara Arapça "şey" diyordu. Bu sözcük Endülüs'deki İspanyolca yapıtlarda xey olarak yazıldığından, zamanla X biçimini aldı ve bilinmeyeni göstermekte kullanılan evrensel X harfine dönüştü...

Ömer Hayyam takvimi

Sultan Celalettin Melikşah tarafından başkent Merv'e çağrılan Ömer Hayyam yeni bir takvim oluşturmak için kurulan bilim adamları heyetinin başına getirildi. O zamanlar halk arasında Ömer Hayyam takvimi bugünse Celali Takvimi olarak bilinen bu takvim her 5000 yılda bir gün hata veriyordu ve güneş yılına göre düzenlenmişti. Günümüzde kullanılan Gregoryen takvimi ise her 3330 yılda bir gün hata vermektedir. Bu da Hayyam'ın bilimsel düzeyinin kendi zamanının ne kadar ötesinde oluşunun açık bir göstergesidir.
Bilim ve Teknik - Ağustos 98 sayı 369, S. 63

Kim senin yasanı çiğnemedi ki, söyle?
Günahsız bir ömrün tadı ne ki, söyle?
Yaptığım kötülüğü, kötülükle ödetirsen sen,
Sen ile ben arasında ne fark kalır ki. söyle?

Halk arasında yüzyıllardır anlatılan bir hikâye vardır. Hikâyeye göre birbirlerini çok seven, oldukça başarılı üç öğrenci aralarında bir karar alırlar: "Hangimi/ ileride bir gün yükselir, yeterli gücü eline geçirirse, diğerlerine de yardım edecek". Bu üç öğrenciden biri olan Nizamülmülk, yıllar sonra çok yetenekli bir devlet adamı olur ve Selçuklu hükümdarı Alparslan ile onun oglıı Melikşah dönemlerinde vezirlik yapar. Kendisi sarayda böylesine önemli bir göreve geldikten sonra arkadaşlarına verdiği sözü unutmaz ve onlardan Hasan Sabbah'ın sarayda mabeynci olarak görev almasını sağlar. Fakat Hasan arkadaşı Nizam'ın yaptığı iyiliğe ihanet eder, onu Sultan'ın gözünden düşürüp kendisi onun yerine geçmek ister. Bunu farkeden Nizamülmülk'de Hasan'ı saraydan uzaklaştırır. Saraydan kovulan Hasan Sabbah, Ismailiye mezhebinden olan taraftarlarıyla Haşhaşiler adlı bir örgüt kurar. Bu aynı zamanda dünya üzerinde gelmiş geçmiş en kanlı terör örgütüdür.

(Hatta Haşhaşiler (Haşhaşın) sözcüğü bugün batı dillerinde kullanılan ve suıikastçi anlamına gelen 'assasin' sözcüğünün de kökenidir). Bu örgüt bir gün Nizamülmülk'ü de hançerleyerek öldürür ve Hasan Sabbah'ın intikamı da alınmış olur.

Üçüncü arkadaş Ömer ise Nizam'ın tüm ısrarına rağmen saray işlerine karışmak istemez. Kendisine bağlanan yeterli miktarda bir aylıkla yaşamayı tercih eder. Kendi kurduğu rasathanede gökyüzünü inceler, bilimsel çalışmalar yapar. Hükümdarın özel müneccimi olur: ancak siyasetten ve saray entrikalarından uzak durmaya çalışır. Tüm bunların yanında günümüze kadar ulaşmış ve oldukça önemli bir eser olarak kabul edilen Rubaiyat'ı yazar. İşte yukarıdaki mısralar Ömer'in Rubaiyat'ındandır.

Bu hikâye halk arasında sevilip anlatılır, ancak Ömer'le Hasan'ın Nizamülmülk'le yaşıt olabilmeleri için her ikisinin de yaklaşık ularak yüzyirmi yaşlarına değin yaşamış olmaları gerekir. Bu ise zamanın tarihçilerinden elde edilen bilgilerle çelişmektedir.

Tarihçilerin verdikleri bilgilere göre Ömer Havyam 1048 yılında Nişabur kentinde doğdu. (Doğum yılını 1144 olarak veren kaynaklar da vardır) Asıl adı Gıyaseddin Ebu'lfeth Bin İbrahim El-Hayvam olan Ömer, yaptığı bilimsel çalışmaları ve yazdığı rubailerle tanınmıştı. Daha yaşadığı dönemde Ibn-i Sina'dan sonra Doğu'nun yetiştirdiği en büyük bilgin olarak kabul ediliyordu. Ancak Hayyam'ın felsefe, tasavvuf, fıkıh, tarih ve tıp konularında yazdığı bilinen birçok yapıtı bugüne ulaşamamıştır.

Farsça'da 'çadırcı' anlamına gelen bir sözcükten türemiş olan Hayyam adını büyük olasılıkla babasının ya da bir başka aile büyüğünün mesleğinden dolayı verilmiştir . Nişabur ve Belh'te öğrenim gördükten sonra Semerkant'a giden Ömer, burada kendisine bugünlere uzanacak bir ün kazandıran cebirle ilgili risalesini yazdı. Daha sonra Sultan Celaleddin Melikşah tarafından başkent Merv'e çağrılan Ömer Havyam, yeni bir takvim oluşturmak için kurulan bilim adamları heyetinin başına getirildi. O zamanlar halk arasında 'Ömer Hayyam takvimi', bugünse 'Celali takvimi' olarak bilinen bu takvim her 5000 yılda bir gün hata veriyordu ve güneş yılına göre düzenlenmişti, günümüzde kullanılan Gregoryen takvimi ise her 3330 yılda bir gün hata vermektedir. Bu da Hayyam'ın bilimsel düzeyinin kendi zamanının ne kadar ötesinde oluşunun açık bir göstergesidir.

Ah, diyorlar ki benim hesaplamalarım
Yılı insan pusulasına uydurdu, ha?
Eğer öyleyse takvimden
Doğmamış yarını ve ölü dünü koparalım.

Ömer Hayyam'ın yüzyıllar sonra Batı dünyasında tanınmasını ve belki de en çok okunan, en çok sevilen Doğulu yazar olmasını sağlayan yapıtıysa Rubaiyat'tır. Rubaiyat'ın bu derece ünlenmesinin en önemli nedenlerinden biri de büyük İngiliz ozan Edward Kitzgerald tarafından yapılan çevirinin oldukça başarılı olmasıydı. Bir şiiri kendi dilinden başka bir dile içerdiği anlamı ve duygulan koruyarak hem de şiir olarak çevirmek oldukça zor bir iştir. Fakat Fitzgerald, birçok edebiyatçının belirttiği gibi rubaileri sanki tekrar yaratmıştır. Dünyanın en büyük ansiklopedik sözlüklerinden biri olan Longatname-ye Dehhada'nın yazarı Dehhada; eserinin 167. fasikiilünde Fitzgerald ve çevirisi için şunları yazmıştır: "Fitzgerald Havyam rubailerini İngiliz diline öylesine bir doğruluk, zevk inceliği ve şiir gücüyle çevirmiştir ki. sözlerin açıklığı, anlamın gücü bakımından hemen hemen Farsça'nın tıpkısıdır".

Fitzgerald'ın çevirisinin 1859 yılında Londra'da yayımlanmasının ardından tüm edebiyat dünyasının ilgisi Havyam üzerinde yoğunlaştı. Başta İngiltere, Amerika ve Fransa olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde, birçok dilde Hayyam'ın rubailerinin çevirileri birbirini izledi. 1892 yılında Londra'da bir de Hayyani Kulübü kuruldu. İngiliz edebiyatçı ve gazetecilerin öncülüğünde kurulan kulüp, resmi bir törenle Hayyam'ın mezarından getirtilip üretilen iki kırmızı gül dalını Fitzgerald'ın mezarına dikti. Hayyam Kulübü'nün kapısına da onun şu rubaisi yazıldı.

Var eyledi yetiş iki millet yaradan.
Ben sevgi için doğmuşum, ancak anadan.
Kafir ya da İslam ne imiş, sensin amaç!
Din ayrımını, kaldır a Tanrım aradan.

Edebiyat dünyasında bu derecede sevilen ve ünlü olan Hayyam bilim dünyasında da oldukça tanınmıştır. Tıp, fizik, astronomi, cebir, geometri ve yüksek matematik alanlarında önemli çalışmaları olan Hayyam için "zamanın tüm bilgilerini bildiği" söylenir. Rubaiyat dışında Hayyam'ın kaleme aldığı ve çoğu bilimsel içerikli olan kitaplar şunlardır.

1) Risale fi'l Barehin alâ Mesailü'l Cebr ve'I- Mukabele (Cebir ve geometri üzerine)

2) Muhasar fi'l- Tabiiyat (fiziksel bilimler alanında bir özet)

3) Muhtasar fi'l- Vücud (Varlıkla ilgili bilgi özeti, kitap şu anda Londra'da British Museum'dadır)

4) El-Kevnn ve't-Teklif (Oluş ve Görüşler)

5) Mizan-ül-Hikem (Bilgelikler Ölçüsü)

6) Ravzat-ül- Ukul (Akıllar Bahçesi )

7) Fi Şerh-i ma eşkel-i men Mosaderhât-e Ketâb-e Oklides (Kitap şu anda Hollanda'dadır)

Bu kitaplardan özellikle Cebir kitabı Doğu'da matematik dünyasında uzun yıllar etkili olmuştur. Batılı matematikçilere bu eserle ancak 1851 yılında F. VVoepcke'nin çevirisiyle tanışmışlardır. Aslında Ömer'in çalışmasından Batıda ilk söz eden Gerard Meerman idi. Meerman 1742 yılında yazdığı 'Speicmen Calculi FIuxionaIis' adlı eserinin önsözünde islam bilginlerinin matematiğe yaptıkları hizmetleri sayarken Levden kütüphanesinde bulunan ve Ömer Hayyam'a ait olan bir el yazmasından bahsetmişti. Warner tarafından kütüphaneye bağışlanan eserde kübik denklemlerin cebirsel çözümlerinin bulunduğunu yazıyordu Meerman, işte Woepcke, L'AIgébre d'Omar Alkhayyâmî adını vereceği çevirisini yaparken bu elyazmasını ve bunun dışında Paris Ulusal Müzesi'nde bulunan iki elyazmasını kullandı. Aynı kitabın bir kopyası da Columbia Üniversitesi kütüphanesi Profesör David Kugene Smith koleksiyonunda bulunmaktadır. Profesör Smith tarafından Hindistan'ın Lahor kentinde bulunan bu elyazması esas itibariyle Levden'deki kopyanın çok benzeridir.

Ömer Hayyam'ın Cebir kitabı, on bölümden oluşur. Kübik denklemlerle ilgili kısımlar birleştirildiğinde geriye altı bölüm kalır.
Bunlar.

1) Önsöz ve cebirle ilgili temel kavramların tanımları.

2) Çözülmesi için önerilmiş basit ikinci derece denklemlerle, bileşik ikinci derece denklemlerin tablosu.

3) Birinci ve ikinci derece denklemlerin sayısal yoluyla ve geometrik olarak kuruluşları.

4) Kübik denklemlerin, koniklerin kesiştirilmesi yoluyla kuruluşları ve gösterimleri.

5) Kesirli denklemlerin tartışması.

6) Abû'l Jûd'un eseri üzerine yorumlar.

Ömer Hayyam. kitabının birinci bölümünde cebiri "Sayısal ve geometrik bilinmeyenlerin belirlenmesini amaçlayan bilim" olarak tanımlar. Bu tanım onun cebire yaklaşımını
gösterir. Onun temel amacı cebirsel denklemlere geometrik çözümler önermekti. Kitabının genelinde de bu yöntemi tüm denklemlere uygulamaya çalışmıştır.

Örnek olarak x3+a2x=bdenklemini inceleyelim. Hayyam bu denklemin çözümü için aşağıdaki geometrik yöntemi önermişti:

Önce x2=ay parabolü çizilir. Daha sonra merkezi x- ekseninde olacak şekilde |AC|=b/a2 çaplı çember çizilir. Çember ile parabolün kesişim noktası P olsun. P'den x- eksenine indirilen dikmenin avagı Q olmak üzere verilen kübik denklemin çözümü [AQ] doğru parçasıdır.

İşte bu ve buna benzer başka kübik denklemleri incelemiş ve bu denklemleri sınıflandırmıştır Hayyam. Matematik tarihinde ilk olan bu sınıflandırmayı yapan Hayyam'ın ayrıca Pascal üçgeni olarak bilinen üçgenle de ilgili bir kitap yazdığı bilinmektedir. Bugün kayıp olan bu kitapta Hayyam Pascal'dan yıllar önce bu üçgenin özelliklerini incelemiştir. (Ömer Hayyam bu kitaptan öteki kitaplarında söz eder: fakat kitabın içeriğiyle ilgili bilgilerimiz oldukça sınırlıdır).

Matematikteki bilgisi ve yeteneği zamanının çok ötesinde olan Ömer Hayyam; denklemlerle ilgili başarılı çalışmalar yapmış ancak negatif, kesirli ve sanal kökleri görememiştir. Sadece pozitif köklere ulaşmayı başaran Hayyam, ayrıca kübik denklemlerde genelde bir, en fazla da iki kökü bulabilmiştir. Bunun nedenlerinden biri olarak Hayyam'ın geometrik çizimleri tam olarak yapmamış olması gösterilmektedir.

Bir kitabında da Öklit'in aksiyomlarıyla ilgili çalışmalarını toplayan Hayyam, Öklit'in paralellik aksiyomunu başka bir önerme kümesiyle değiştirdi. Bunun sonunda, bugün Öklitdışı geometrilerde kullanılan "geniş, dar ve dik açı hipotezleri" ile ilgili biçimlere ulaştı. Böylelikle bir bakıma Öklitdışı geometri anlayışının da temellerini atan kişi Hayyam olmuştur.

Özellikle matematik ve edebiyat dallarında bu derece önemli çalışmalar yapmış olan. Doğu'nun yetiştirdiği en önemli bilim adamlarından biri olarak kabul edilmiştir Ömer Hayyam. Zamanın tarihçilerinden edindiğimiz bilgilere göre 1122-1131 tarihleri arasında yaşama gözlerini yummuştur. Hayyam'la ilgili bilgileri veren kaynaklar arasında en önemlisi olarak kabul edileni Hayyam'ın çağdaşı Nezami-ye Arûzî tarafından kaleme alınmış Çehar Megaale (Dört Yazı) adlı yapıtıdır. Hayyam'la ilgili en eski belge olan bu kitabın yazarı, kitabın üçüncü bölümünde astronomi alanındaki ünlü kişilerden söz ederken şöyle diyor:

"Ömer Hayyam'a, ölümünden yirmi yıl önce Belh'te rastladım. Köle tüccarları sokağında oturan eşraftan birinin evinde konuktu. Ününü bildiğimden, bir sözünü kaydetmek üzere onu bir gölge gibi izledim. Böylece 'mezarım her ilkbahar kuzey rüzgârlarının çiçek açtığı bir yerde bulunacak' dediğini duymuş oldum. O sıralar bu sözcükler bana saçma geldi, ama onun gibi bir adamın gelişigüzel konuşmadığını da biliyordum. Hayyam'ın ölümünden dört yıl sonra, Nişabur'dan geçtim. Bir bilim ustasına duyulması gereken saygıyı duyduğumdan mezarını ziyarete gittim. Bir rehber beni oraya götürdü. Mezarı bahçe duvarının dibindeydi, şeftali ve armut ağaçlarının dalları kabrin üzerine uzanmış, çiçeklerini boydan boya üzerine dökmüştüm. Kabrin üzerinde sanki çiçeklerden bir halı vardı. O zaman Belh'teyken söylediği sözleri anımsayıp ağladım".

Deniz Gündüz - Bilim Teknik Dergisi

Frida Kahlo Viva la Vida

Hep kendimi dünyanın en garip insanı olarak düşünürdüm. Fakat sonra dünyada ne kadar çok insan olduğunu düşünmeye başladım. Bu kadar çok insan arasında elbet benim gibi biri olmalıydı, kendini benzer yönlerden tuhaf ve kusurlu hisseden. Sonra onu hayal etmeye başladım. Bir yerlerde oturmuş onun da beni düşünüyor olduğunu hayal ettim. Yani eğer bir yerlerdeysen ve bunu okuyorsan ve bunu biliyorsan, evet, bu doğru ben buradayım ve en az senin kadar garibim.
 

24 Haziran 2014

Edip Cansever - Sonrası Kalır

Ey anılar, benim anılarım
Ne çıkar azıcık yaklaşsam size
Bir deniz kıyısını, bahçeli
Küçük bir evi ya da
Sözgelimi bir yaz tatilini
Şöyle bir yedeğime alıp da
Yaklaşsam yanınıza
Ey bir kır yolu, pembe bir bulut
Bir yağmur sonrası, bir günbatımı
Geri vermez misiniz bana
Bir yüzün her şeyden önce belli belirsizliğini
Sonra da belki daha yakından
Bir duruşu, bir durgunluğu ve
Ne bileyim işte kısa bir dalgınlığı
Ardından
Sessizlikle kuşatılmış o tanıdık sözleri
Ve hatta bir sarılışı
O içten öpüşleri
Bilmem ki
Geri vermez misiniz bana.

Yaşar Kemal " İnsan bir kere birine geç kalır ve bir daha hiç kimse için acele etmez."


Ben iki şeye inanırım. İki şeyin sonsuz gücüne, sonsuz yaratıcılığına, 
sonsuz değişimine: Halk ve doğa.

Dan Brown - Cehennem

  

Avrupa’dan Türkiye’ye uzanan soluksuz bir maceraya atılmaya hazır mısınız? Dünyanın en çok satan romanlarının yazarı Dan Brown, Cehennem ile okurlarını bu kez de İstanbul sokaklarında bir gezintiye çıkarıyor. Romanlarında ağırlıklı olarak tarihi mekanları ele alan Brown, dünyanın en büyük gizemlerini usta kurgularla bir araya getiriyor. Cehennem romanında ise yazar, tüm insanlığı tehdit eden tehlikeli bir adamın İstanbul üzerinden planladığı korkunç bir katliam tasarısını işliyor. Bu kitabı okurken, her sayfasında çok şaşıracağınız bir dolu serüvenle karşılaşacaksınız!

Robert Langdon’ın Sırlarla Dolu Yolculuğuna Siz de Eşlik Edin

Dan Brown romanlarının zekasıyla kendine hayran bırakan kahramanı Robert Langdon, Cehennem’deki macerasına beklenmedik bir hafıza kaybı ile başlangıç yapıyor. Uzun bir baygınlık sonrası gözlerini hastanede açan Langdon, çok geçmeden Floransa’da olduğunu anlıyor. ABD’de yaşamasına rağmen bu şehre nasıl geldiğini hatırlamaması ise onun önündeki ilk ve en büyük engeli oluşturuyor.

İçine düştüğü bu durumu anlamlandırmaya çalışan Langdon, daha kendine gelemeden peşine bir suikastçının düştüğünü fark ediyor. Ve tehlikenin kendisine bir nefeslik mesafe ile yaklaştığı o an, doktoru sayesinde hastaneden kaçmayı başarıyor. Langdon’ı kaçırdıktan sonra evinde ağırlayan genç ve güzel doktor, hikayenin devamında da onun en büyük yardımcısı oluyor.

Zaman geçtikçe aklında bazı görüntüler canlanan Langdon, Floransa’ya neden geldiğini bazı ipuçları sayesinde hatırlamaya başlıyor. Langdon’ın bu okyanus aşırı yolculuğunun nedeni de böylece ortaya çıkıyor: Dünya nüfusunun azaltılması gerektiğini düşünen kaçık bir bilim adamı… Ağır psikolojik sorunları olan bu adam, ölmeden önce devreye soktuğu dehşet verici katliam planını, Dante’nin Cehennem tasviri üzerinden şifreli bir anlatım ile açıklıyor. Videodaki şifreyi çözüp beklenen büyük felaketin önüne geçmek, Langdon için bu defa çok zor olsa da elbette imkansız değil…

Harvard Üniversitesi Simgebilim Profesörü Robert Langdon başından vurulmuş bir halde hastane odasında gözlerini açar. Ne buraya nasıl geldiğini ne de nasıl vurulduğunu hatırlamaktadır. Camdan gördüğü manzara karşısında altüst olan profesör, evinden binlerce kilometre uzakta, Floransa’da olduğunu anlar. Yaşadığı korkunç baş ağrısına eşlik eden tek şey; sürekli kâbuslarında gördüğü kan kırmızısı bir nehrin karşısından kendisine seslenen gümüş saçlı güzel bir kadın ve toprağa baş aşağı gömülü can çekişen bedenlerdir.

Langdon gördüğü kâbusları anlamlandırmaya çalışırken kadın bir suikastçı tarafından takip edildiğini, kendine tedavi uygulayan doktorlardan biri gözlerinin önünde vurulunca anlar. Hastanede görevli diğer doktorlardan biri olan Sienna Brooks’un o ölüm kalım anında yardım etmesiyle hayatta kalır.

Simgebilim profesörü kendini bir anda ipuçlarını Dante’nin cehenneminde bularak çözmesi gereken korkunç bir senaryonun içinde bulur. Floransa’nın tarih kokan dar sokaklarından Venedik’in muazzam bazilikalarına uzanan semboller zinciri Langdon’ı insanlık tarihini sonsuza dek değiştirebilecek bir mekâna sürükler.

Burası üç imparatorluğun merkezi olmuş, insanlık tarihi kadar eski, dünyanın incisi İstanbul’dur. Ve bu şehirde ya insanlık tarihi baştan sona yeniden yazılacak ya da bunu yazacak hiç kimse kalmayacaktır...

Diz çök kutsal bilgeliğin yaldızlı mouseion’unda ve kulağını yere daya, dinle suyun şırıltısını.Batık sarayın derinliklerine in, orada, karanlığın içinde bekler khthonik canavar kan kırmızı sularına gömülmüştür lagünün ki yansıtmaz yıldızları... 

İnsan zihninin ilkel ego savunma mekanizması, beynin kaldıramayacağı kadar fazla stres üreten tüm gerçekleri reddeder. Buna inkar denir.

Başarmak zordur, Kolaya kaçarsan sonuç basitleşir. Unutma, Yokuş aşağı inmek kolaydır ama manzara tepeden seyredilir.

Ahmet Muhip Dıranas - Olvido

Hoyrattır bu akşamüstüler daima.
Gün saltanatıyla gitti mi bir defa
Yalnızlığımızla doldurup her yeri
Bir renk çığlığı içinde bahçemizden,
Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan
Lavanta çiçeği kokan kederleri;
Hoyrattır bu akşamüstüler daima.

Dalga dalga hücum edip pişmanlıklar
Unutuşun o tunç kapısını zorlar
Ve ruh, atılan oklarla delik deşik;
İşte, doğduğun eski evdesin birden
Yolunu gözlüyor lamba ve merdiven,
Susmuş ninnilerle gıcırdıyor beşik
Ve cümle yitikler, mağlûplar, mahzunlar...

Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir
Kağıtlarda yarım bırakılmış şiir;
İnsan, yağmur kokan bir sabaha karşı
Hatırlar bir gün bir camı açtığını,
Duran bir bulutu, bir kuş uçtuğunu,
Çöküp peynir ekmek yediği bir taşı...
Bütün bunlar aşkın güzelliğiyledir.

Aşklar uçup gitmiş olmalı bir yazla
Halay çeken kızlar misali kolkola.
Ya sizler! ey geçmiş zaman etekleri,
İhtiyaç ağaçlı, kuytu bahçelerden
Ayışığı gibi sürüklenip giden;
Geceye bırakıp yorgun erkekleri
Salınan etekler fısıltıyla, nazla.

Ebedi âşığın dönüşünü bekler
Yalan yeminlerin tanığı çiçekler
Artık olmayacak baharlar içinde.
Ey, ömrün en güzel türküsü aldanış!
Aldan, geçmiş olsa bile ümitsiz kış;
Her garipsi ayak izi kar içinde
Dönmeyen âşığın serptiği çiçekler.

Ya sen! ey sen! Esen dallar arasından
Bir parıltı gibi görünüp kaybolan
Ne istersin benden akşam saatinde?
Bir gülüşü olsun görülmemiş kadın,
Nasıl ölümsüzsün aynasında aşkın;
Hatıraların bu uyanma vaktinde
Sensin hep, sen, esen dallar arasından.

Ey unutuş! kapat artık pencereni,
Çoktan derinliğine çekmiş deniz beni;
Çıkmaz artık sular altından o dünya.
Bir duman yükselir gibidir kederden
Macerası çoktan bitmiş o şeylerden.
Amansız gecenle yayıl dört yanıma
Ey unutuş! kurtar bu gamlardan beni.

22 Haziran 2014

Atatürk diyor ki


"Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa, bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar ulusun yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir."

Uğur Mumcu - Kır Çiçekleri

Sözcükler, gün olur uzanamadığımız yıldızlar kadar uzak, gün olur hoyratça ezip geçtiğimiz kır çiçekleri gibi bizlere yakın olurlar. Ve biz çoğu kez bu uzaklığı da, bu yakınlığı da ölçüp biçemeyiz. Ve sözcükler yüreklerimizde, vicdanlarımızda, beyinlerimizde ve de atardamarlarımızda döner, dururlar. 
Bugün hiç yazı yazmasam diyorum, gitsem bir dağ başına,gitsem, kır çiçekleri toplasam, bunları bir demet yapsam; desem ki , bu çiçeğin adı,"Erdem", bunun "Onur", bunun "İnanç". 

Müşfik Kenter "Unutulmamalı ki; gözleri güzel yapan rengi ya da boyası değil, bakışların ta kendisidir."

 

21 Haziran 2014

Samuel Beckett - Üçleme

Malone Ölüyor... Odasında ölmeyi bekleyen yaşlı bir adam ve zihnin gözeneklerinde gezineduran kaygan bir monolog. Beckett’ten roman ile dramanın arakesitinde duran, ya da duramayan, baş döndürücü bir deney.

Molloy... Modern romanın Joyce, Proust, Musil ve Kafka’yla açılan yolunu Beckett bir adım daha uzağa roman üçlemesiyle taşıdı. Molloy, okura Godot’nun neden gelemediğini sezdiren bir başyapıt.

Adlandırılamayan... Beckett, zembereğinden boşanan dilin, bir daha asla kapanmayacak, asla susmayacak bir ağzın ve olanları durgun bakışlarla seyreduran bir çift gözün seslenmelerine, sessizlenmelerine indirgedi, karakter denilen asırlık illeti.

 

Paul Éluard - Gerçeğin Çıplaklığı

Umutsuzluğun yok kanatları,
Sevginin de yok,
Yok yüzleri de,
Konuşmuyorlar,
Kımıldamıyorum,
Bakmıyorum onlara,
Konuşmuyorum onlarla
Ama çok daha canlıyım ben umutsuzluğumdan, sevgimden...

Bertolt Brecht - Bizden Sonra Doğanlara

I
Gerçekten karanlık bir çağdır yaşadığım!
Ahmaktır hilesiz söz. Düz bir alın
Vurdumduymazlığa işaret. Gülen
Kötü haberi almamış henüz.

Nasıl bir çağdır bu,
Ağaçlardan bahsetmenin neredeyse suç sayıldığı
Birçok alçaklığa suskun kalışı içerdiğinden.
Yolu kaygısızca karşı karşıya geçen
Ulaşılmazdır artık herhalde
Zorda kalan arkadaşları için.

Doğrudur: geçimimi sağlamaktayım hala
Fakat inanın: bu sadece bir tesadüftür.
Yaptıklarım
Arasında hiçbir şey hak vermiyor karnımı doyurmaya.
Tesadüfen ayaktayım. ( Şansım ters giderse mahvoldum.)

Diyorlar ki: ye ve iç sen! Sevin, neyin varsa!
Fakat nasıl yiyip içeyim ki, yediğim
Bir açın ellerinden kaptığım lokmaysa, bir
Susuzun sorduğu bardak suysa içtiğim?
Ve yine de yiyip içiyorum ben!

Ben de bir bilge olmak isterdim.
Yazıyor eski kitaplar bilgelik nedir:
Dünya kavgalarına uzak durmak ve o kısa zamanı
Korkusuz geçirmek
Şiddete başvurmadan hem
Kötülüğe iyilikle karşılık vermek
Düşlerini gerçekleştirmek değil, unutmak
Bilgelik olarak kabul ediliyor.
Tüm bunları yapamıyorum:
Gerçekten karanlık bir çağdır yaşadığım!
II
Kargaşalık döneminde geldim şehirlere
Açlığın hüküm sürdüğünde.
Girdim insanlar arasına isyan döneminde
Ve öfkelendim onlarla birlikte.
Böyle geçti zamanım
Yeryüzünde verilmiş bana.

Savaşlar ortasında yedim ekmeğimi
Katiller arasında yattım uykuya
Özensiz yaklaştım aşka
Ve doğayı sabırsızlıkla izledim.
Böyle geçti zamanım
Yeryüzünde verilmiş bana.

Yollar bataklığa gidiyordu zamanımda.
Cellada bildiriyordu beni konuştuğum dil.
Çok değildi yapabileceklerim. Fakat iktidardakiler daha
Güvende hissediyorlardı kendilerini bensiz, ümit ediyordum.
Böyle geçti zamanım
Yeryüzünde verilmiş bana.
III
Battığımız dalgalardan
Yükselecek olan sizler
Zaaflarımızdan söz ederken
Unutmayın
Karanlık çağı da
Sizlerin kurtulmuş olduğu.

Yürüdük ya, pabuçlardan çok ülke değiştirerek
Sınıf savaşlarının ortasında, çaresiz
Haksızlığın olup öfkenin olmadığı yerde.

Biliyoruz halbuki:
Aşağılıklara duyulan nefret de
Bozar şeklini yüzün.
Kısar sesi haksızlık karşısındaki
Öfke de. Ah, güleryüzlülüğe
Ortam hazırlamak istemiş bizler
Güleryüzlü olamadık kendimiz.

Sizler fakat, geldiğinde vakit
İnsan insanın yardımcısı olduğu
Zaman.
Hatırlayın
Hoşgörüyle bizi...

18 Haziran 2014

Robert Musil - Niteliksiz Adam

Gerçeklik Duygusu Varsa, O Zaman Olasılık Duygusu da Varolmalıdır
İnsan açık kapılardan iyi geçmek isterse eğer, bu kapıların çerçevelerinin sağlam olmasına dikkat etmek zorundadır: Yaşlı profesörün yaşamına hep rehber edinmiş olduğu bu temel ilke, sadece gerçeklik duygusunun bir gereğidir. Ama eğer gerçeklik duygusu diye bir şey varsa -ki böyle bir duygunun varolma gerekçesinden kimse kuşku duymayacaktır-, o zaman olasılık duygusu diye adlandırılabilecek bir şeyin de varolması gerekir.

Bu duyguya sahip olan örneğin şöyle demez: Burada şu veya bu oldu, olacak, olmak zorunda; fakat buluşculuğunu konuşturur: Burada olabilir, olmalıdır, olmak zorundadır; ve ona herhangi bir şeyin nasıl olduğu açıklandığında, o zaman şöyle düşünür: Evet ama, bu herhalde başka türlü de olabilirdi. Bu yüzden olasılık duygusu, olabilecek başka her şeyi de düşünme ve olanı olmayandan daha çok önemsememe yeteneği diye tanımlanabilir. Görüldüğü gibi, bu türden yaratıcı bir yetinin sonuçları dikkate değer olabilir ve ne yazık ki, bu sonuçların insanların hayranlık duydukları şeylerin yanlış, yasakladıklarının ise yapılabilir olduğunu veya ikisinin de bir önem taşımadığını göstermesi ender değildir. Böyle olasılık insanları, hep söylendiği gibi, daha ince bir dokuda, sislerden, hayallerden, rüyalardan ve isteme kiplerinden örülü bir dokuda yaşarlar; bu eğilimde olan çocuklar eğilimlerinden ısrarla uzaklaştırılır ve onların önünde bu türlü insanlar hayalperest, uyanıkken rüya gören, zayıf, çokbilmiş veya her şeye itiraz edenler diye nitelendirilir.

Övülmek istendiklerinde, bu kaçıkların idealistler diye adlandırıldıkları da olur, ama görünüşe bakılırsa bütün bunlarla sadece onların gerçekliği kavrayamayan ya da ondan yakınarak kaçan, yani gerçeklik duygusunun olmayışının hakikaten bir eksiklik niteliğini taşıdığı zayıf tutumları dile getirilir. Oysa olasılık yalnızca sinirleri zayıf kişilerin düşlerini değil, fakat Tanrının henüz uyanmamış düşlerini kapsar. Olası bir yaşantı veya olası bir hakikat, eşittir gerçek yaşantı ve hakikat eksi onun ‘gerçeklik değer’i demek olmayıp,-en azından yandaşlarının düşüncesine göre,- içinde çok tanrısal bir yan, bir ateş, bir kanatlanma, bir inşa iradesi ve gerçeklikten ürkmeyen, ama gerçekliği bir görev ve yerine getirilecek bir buluş olarak da ele alan, bilinçli bir ütopizmi de içerir. Sonuçta yeryüzü hiç de yaşlı değildir ve görüldüğü kadarıyla barındırdığı koşullar hiçbir zaman bu denli elverişli olmamıştır. Şimdi, gerçeklik duygusunun insanları ile olasılık duygusunun insanları arasında bir ayrım yapılmak istendiğinde, yalnızca belli bir miktar parayı düşünmek yeterlidir. Örneğin bin markın olasılıklar bağlamında içerdiği her şey, insan bu paraya sahip olsun ya da olmasın o bin markın içindedir; bu paranın Bay Ben’in veya Bay Sen’in elinde bulunması olgusu, bir güle ya da bir kadına fazladan ne getirirse, o paraya da o kadar getirir. Fakat, derler gerçeklik duygusu insanları, bir kaçık bu parayı çorabına saklarken becerikli bir onunla bir şeyler yapar; bir kadının güzelliği bile, o kadına sahip olana göre, yadsınamaz bir biçimde bir şeyler kazanır veya yitirir. Olasılıkları uyandıran, gerçekliktir ve bunu yadsımaktan daha ters bir şey düşünülemez. Buna karşın toplam veya ortalama olarak, yinelenen olasılıklar hep aynı kalacaktır, ta ki gerçek bir şeyi düşünülenden daha çok önemsemeyen bir insan ortaya çıkana kadar. Yeni olasılıklara anlamını kazandıran ve onların yolunu çizen, bu insandır ve o olasılıkları yine bu insan uyandırır.

Ancak böyle bir adam açık ve seçik bir önerme olmaktan çok uzaktır. Düşünceleri, tembel bir beynin saçmalıkları olmamak koşuluyla, henüz doğmamış gerçekliklerden başkaca bir şey olmadığından, elbet onun da gerçeklik duygusu vardır; ama böylesi, olası gerçekliğe ilişkin bir duygudur ve insanların çoğunun kendi gerçekliklerine uygun düşen duygularında çok daha ağır bir tempoyla hedefe varır. Bu insan ormanı, ötekiler ise ağaçları ister; ve ağaçlar şu kadar metreyle belirlenmiş nitelik anlamına gelirken, orman çok zor anlatılabilen bir şeydir. Veya durum başka türlü daha iyi dile getirilebilir; sıradan gerçeklik duygusuna sahip olan adam iğneye atlayan ve oltanın ipini görmeyen bir balığa benzerken, olasılık duygusu diye de adlandırılabilecek gerçeklik duygusuna sahip adam, ucunda bir yem bulunup bulunmadığından habersiz, oltanın ipini su boyunca çekip götüren kişidir. Bu kişide, yemi ısıran yaşam karşısındaki olağanüstü umursamazlığın öteki ucunda bütünüyle uçuk işler yapabilme tehlikesi yer alır. Pratik olmaktan uzak bir adam – yalnızca öyle görünmez, gerçekten de öyledir-, insanlarla olan ilişkilerde güvenilmez ve ne yapacağı önceden kestirilemez olarak kalır. O, kendisi için başkaları için olduğundan daha farklı anlamlar taşıyan eylemlerde bulunacaktır, ama olağanüstü bir düşüncenin kalıbında özetlenebildiği sürece her konuda yatışabilecektir. Ve ayrıca tutarlı olmaktan henüz çok uzaktır. Örneğin bir başkasının zarar görmesine neden olan bir suçun ona sorumluluğun suçluya değil, fakat toplumun düzenine ait olduğu kusurlu bir edim diye gözükmesi rahatlıkla olasıdır. Buna karşılık tartışmalı olan nokta, kendi hedef olduğu bir tokadın ona toplumun bir ayıbı gibi ya da en azından bir köpeğin ısırması kadar kişisel olmaktan uzak gelip gelmeyeceğidir; böyle bir durumda herhalde önce tokada karşılık verecek ve ondan sonra bunu yapmaması gerektiği düşüncesine sahip olacaktır. Bundan da öte, bir sevdiği elinden alındığında, halihazırda bu olayın gerçekliğine bütünüyle sırt çevirecek ve zararını şaşırtıcı, yeni bir duyguyla giderebilecek durumda da değildir. Bu gelişme şimdilik oluşum evresindedir ve insan teki için hem bir zaaf, hem de bir güç anlamını taşımaktadır.

Ve niteliklere sahip olma, o niteliklerin gerçekliğinden belli ölçüde mutluluk duymayı koşul kıldığından, bu durum kendi kendisine karşıda gerçeklik duygusu sergileyemeyen birinin, günün birinde yine kendi kendisine ansızın nasıl niteliksiz bir adam olarak görünebileceğini kuşbakışı görebilmeyi olanaklı kılmaktadır.

Franz Kafka - Prometheus

Prometheus'tan söz eden dört söylence bulunuyor elimizde: 

Birincisine göre, Prometheus, tanrılara ihanet ederek sırlarını insanlara ilettiği için Kafkas dağlarındaki kayalıklara kıskıvrak zincirlenmiştir ve tanrıların yolladığı kartallar tarafından karaciğeri yenmektedir; ama Prometheus'un ciğeri yendikçe büyümekte, büyüdükçe yine kartallara yem olmaktadır.

İkinci söylenceye göre, Prometheus, kartalların acımasız gagalamasının acısıyla, zincirlendiği kayaların giderek daha içerisine gömülmüş, sonunda kendisi de bir kaya parçasına dönüşmüştür.

Üçüncü söylenceye göre, Prometheus'un tanrılara ihaneti aradan geçen binyıllar içinde unutulmuş, kartallar unutmuş, Prometheus'un kendisi unutmuştur.

Söylencenin dördüncüsüne göre, anlamını yitirip havada kalan olaydan bezilmiş, tanrılar bezmiş, kartallar bezmiş, yara bezgin, kapanmıştır.

Kala kala geriye açıklanamayan kayalar kalmıştır.
- Söylence, açıklanamayanı açıklamaya uğraşıyor. Bir gerçeklik temelinden çıkıp geldiği için, yine ister istemez açıklanamaz'da sonlanacaktır.

Nâzım Hikmet - Taranta - Babu'ya Beşinci Mektup

YAŞAMAK..
Ne acayip iştir ki
        bu ne mene gidiştir ki TARANTA - BABU
bugün bu
«bu inanılmıyacak kadar güzel»
bu anlatılamıyacak kadar sevinçli şey:
böyle zor
bu kadar
            dar
böyle kanlı
            bu denlü kepaze...



16 Haziran 2014

Carlos Castaneda - Don Juan'ın Öğretileri

Her şeye aynı açıdan bakarsan,  
Hep aynı şeyleri düşünürsün.
 
Hep aynı şeyleri düşünürsen, 
Hep aynı şeyleri yaparsın.
 
Hep aynı şeyleri yaparsan, 
Hep aynı sonuçları elde edersin.

Hep aynı sonuçları elde edersen, 
Hep ya mutlu ya da hep mutsuz olursun
 
“Kendimizi sefil de kılabiliriz, güçlü de. Her ikisi için de harcanan çaba eşittir.”

“Kendini kapalı kılmanın saklanmak ya da kendini gizlemek anlamına gelmediğini; ulaşılmaz olmak anlamına geldiğini söyledi. Herkes senin saklandığını biliyorsa, farketmez ki saklanmış olman.”

“Ulaşılamaz olmak demek, çevrendeki dünyayla temasında tutumlu olmak demektir.”

“Kibri yaşamımızdan çıkardığımız an incitilemez hale geleceğiz. Kibrin üstesinden nezaketle gelinmez.”

“Kibir, zamanımızın çoğunu başkalarının yaptıklarına alınarak geçirmemizi sağlar.”

“Ölüm bize meydan okuyor; büyücü olsun, sıradan insan olsun, bu meydan okuyuşa karşılık vermek için doğmuştur…

Yaşam, ölümün bize meydan okuma yollarının bulunduğu bir süreçtir. Ölüm etken güçtür, yaşamsa arena.”

“Gerçeklik, yaptığımız yorumdan başka şey değildir.”

“Savaşçı olalım ya da olmayalım, zaman zaman hepimizin önüne bir şans düşüverir. Sıradan insanla savaşçının farkı, savaşçının bunu biliyor olması, uyanık kalması, bekliyor olması, o ‘bir şans’ ortaya çıktığı anda onu yakalamasıdır.”

“Karşına çıkan her yola sonunu düşünerek dikkatle bak. Defalarca yap bunu. Sonra sor kendine, kendine sadece kendine sor: Bu yolun bir ruhu var mı? Varsa, yol senin içindir. Ama yoksa, yol senin için gereksizdir.”

“Bilgili adam yüreğinin yolunu seçer ve bu yolda yürür. Sonra çevresini saran dünyaya bakar, onu bağrına basar ve gülümser. Çünkü hayatının çok ama çok çabuk geçeceğini bilir.”

Platon "Düşünceli olun, çünkü karşılaştığınız herkes inanın en az sizin kadar zorlu bir mücadele veriyor."

 


Brad Pitt'den Angelina Jolie'ye duygusal mektup

Karım hasta. Kişisel yaşamı, işi, kendi hataları ve çocukların sorunlarından dolayı sürekli gergindi. Karım 14 kilo verip, 40 kiloya kadar düştü. Çok sıskaydı ve sürekli ağlıyordu. Karım mutlu bir kadın değildi. Devamlı başı ağrıyordu, kalp ağrısı vardı ve kaburga arkasında sinirleri sıkışıyordu. Sağlıklı bir uyku düzeni yoktu, sadece sabahları ve çok yorgun olduğu zamanlarda hemen uykuya dalıyordu. Bizim ilişkimiz bitmek üzereydi, ayrılma eşiğine gelmiştik. Karım kendi güzelliğini bırakmıştı, gözlerinin altına torbalar vardı, yüzüyle alay ediyordu ve kendine bakmayı bıraktı. Kendisine gelen tüm filmleri ve rolleri reddetti. Artık ben de umudumu kaybetmiştim, yakında boşanacağımızı düşündüm… Ama sonra bir şeyler yapma kararı aldım, sonuçta dünyanın en güzel kadınıyla evliydim. Dünyanın erkek ve kadınların yarısından çoğunun idolüydü ve sonra onun yanında uykuya dalmaya, ona sarılmaya başladım. Çiçeklerle beraber duş almaya, onu öpmeye, övgüler söylemeye başladım. Onu her dakika memnun görüyordum ve çok şaşırdım, ona hediyeler alıyordum. Sadece onun için yaşamaya başladım. Onun hakkında basınla sadece ben konuştum. Bütün olayları onun yönetimi altına aldım, onun ve ortak arkadaşlarımızın yanında onu övdüm, inanmayacaksınız ama yüzünde çiçekler açtı, daha iyi hissetti. Kilo almaya başladı, sinirlenmiyordu ve beni hiç olmadığı kadar çok seviyordu hem de beni bu kadar sevebileceğine dair hiçbir ipucu yokken.

Ve sonra bir şey fark ettim: Kadın, erkeğinin yansımasıdır. Eğer erkek kadını deliler gibi seviyorsa, kadın gelecektir.

Enis Batur - Kediler Krallara Bakabilir

Herşey iyi de, diyeceksiniz, kedi sevmek nedir? Kedi sevmek insanları, sokakları ve şeyleri sevmekten farklı birşey mi? Bilge Karasu, 'kedi sevmek, kedinin, kendisini seven (kendisinin de sevdiği) kişi karşısındaki umursamaz bağımsızlığını baştan kabul etmek demektir' der bir masalında, ben bu farklı sevme biçimini bundan daha iyi tanımlayan bir cümleye rastlamadım bugüne dek. Sahip olmayı yadsıyarak, ya da, sahip olmamayı göze alarak sevmek insanoğluna pek güç gelir. Sevgiyle mülkiyet duygusu öteden beri ortak yaşardır onda, sevgi bağını çoğu kez de tek yanlı, gerçek bir bağ haline sokmaya alışmıştır. Sevdiği kişinin bağımsızlığına da, kendi bağımsızlığına da kolay kolay katlanamaz. Bunu eleştiri, suçlama konusu saymamak gerek gene de: İnsanlar, eninde sonunda, kedi sevenler ve sevmeyenler olarak da pekala ikiye ayrılabilirler. Bir de, benim gibi, yolun sonuna varamayacağını bile bile kedi sevmeyi öğrenmeye çalışanlar vardır.
Kedinin sevgi 'anlayış'ındaki farklılık, gülünç gelebilir ama, farklı bir mantığa bel bağlamasından gelir. İnsanlar, kendi doğalarının terimleriyle sevgisiz, hain ya da bencil sayarlar ya kediyi, onun herhalde bu tür kaygıları yoktur. Oynaşmak; sevmek, sevilmek istediği an buradadır. İstemediğinde çekip gider, sizin doyumunuz yarıda kalmış, ona vız gelir.
Değişik çağlarda, değişik uygarlıkların insanları için “iyi” ve “kötü” kutuplarında değerlendirilmiş olması da bu yanına bağlanabilir. Kuzey Amerika yerlilerinden Pawnee’ler için dokunulmaz bir kutsallığı vardı kedinin: Beceriyi, hızlı idraki, hatta dehâyı simgeliyordu. Sumatra yerlileri ise, tam tersine, onu cehennem uyruklu saymışlardı. Karakedi bir yana, Müslümanlar için uğurlu; İrlanda geleneklerine göre uğursuz olmasa bile tekinsiz bir yaratıktı. Mısırlılar ise bir tanrı gözüyle bakmışlardı kediye. Gene de, Budistler kadar kediden uzak durmaya çaba gösteren inanmışlar olmamıştır dense yeridir. Onun, yılanla ‘birlikte, Buda’nın ölümünden duygulanmayacak kadar mağrur davranmış olması bağışlanamamıştır.
Kediler mağrurdurlar gerçekten de. Alis’in dediği gibi onlar “krallara bakabilirler” ve bir şairimizin tamamladığı gibi “hatta onları tırmalayabilirler” de.
Kralların yaşadığı ülkelerde, insanların kedilerden öğrenebilecekleri bir şey vardır.