Herşey iyi de, diyeceksiniz, kedi sevmek nedir? Kedi sevmek insanları,
sokakları ve şeyleri sevmekten farklı birşey mi? Bilge Karasu, 'kedi
sevmek, kedinin, kendisini seven (kendisinin de sevdiği) kişi
karşısındaki umursamaz bağımsızlığını baştan kabul etmek demektir' der
bir masalında, ben bu farklı sevme biçimini bundan daha iyi tanımlayan
bir cümleye rastlamadım bugüne dek. Sahip olmayı yadsıyarak, ya da,
sahip olmamayı göze alarak sevmek insanoğluna pek güç gelir. Sevgiyle
mülkiyet duygusu öteden beri ortak yaşardır onda, sevgi bağını çoğu kez
de tek yanlı, gerçek bir bağ haline sokmaya alışmıştır. Sevdiği kişinin
bağımsızlığına da, kendi bağımsızlığına da kolay kolay katlanamaz. Bunu
eleştiri, suçlama konusu saymamak gerek gene de: İnsanlar, eninde
sonunda, kedi sevenler ve sevmeyenler olarak da pekala ikiye
ayrılabilirler. Bir de, benim gibi, yolun sonuna varamayacağını bile
bile kedi sevmeyi öğrenmeye çalışanlar vardır.
Kedinin sevgi 'anlayış'ındaki farklılık, gülünç gelebilir ama, farklı bir mantığa bel bağlamasından gelir. İnsanlar, kendi doğalarının terimleriyle sevgisiz, hain ya da bencil sayarlar ya kediyi, onun herhalde bu tür kaygıları yoktur. Oynaşmak; sevmek, sevilmek istediği an buradadır. İstemediğinde çekip gider, sizin doyumunuz yarıda kalmış, ona vız gelir.
Değişik çağlarda, değişik uygarlıkların insanları için “iyi” ve “kötü” kutuplarında değerlendirilmiş olması da bu yanına bağlanabilir. Kuzey Amerika yerlilerinden Pawnee’ler için dokunulmaz bir kutsallığı vardı kedinin: Beceriyi, hızlı idraki, hatta dehâyı simgeliyordu. Sumatra yerlileri ise, tam tersine, onu cehennem uyruklu saymışlardı. Karakedi bir yana, Müslümanlar için uğurlu; İrlanda geleneklerine göre uğursuz olmasa bile tekinsiz bir yaratıktı. Mısırlılar ise bir tanrı gözüyle bakmışlardı kediye. Gene de, Budistler kadar kediden uzak durmaya çaba gösteren inanmışlar olmamıştır dense yeridir. Onun, yılanla ‘birlikte, Buda’nın ölümünden duygulanmayacak kadar mağrur davranmış olması bağışlanamamıştır.
Kediler mağrurdurlar gerçekten de. Alis’in dediği gibi onlar “krallara bakabilirler” ve bir şairimizin tamamladığı gibi “hatta onları tırmalayabilirler” de.
Kralların yaşadığı ülkelerde, insanların kedilerden öğrenebilecekleri bir şey vardır.
Kedinin sevgi 'anlayış'ındaki farklılık, gülünç gelebilir ama, farklı bir mantığa bel bağlamasından gelir. İnsanlar, kendi doğalarının terimleriyle sevgisiz, hain ya da bencil sayarlar ya kediyi, onun herhalde bu tür kaygıları yoktur. Oynaşmak; sevmek, sevilmek istediği an buradadır. İstemediğinde çekip gider, sizin doyumunuz yarıda kalmış, ona vız gelir.
Değişik çağlarda, değişik uygarlıkların insanları için “iyi” ve “kötü” kutuplarında değerlendirilmiş olması da bu yanına bağlanabilir. Kuzey Amerika yerlilerinden Pawnee’ler için dokunulmaz bir kutsallığı vardı kedinin: Beceriyi, hızlı idraki, hatta dehâyı simgeliyordu. Sumatra yerlileri ise, tam tersine, onu cehennem uyruklu saymışlardı. Karakedi bir yana, Müslümanlar için uğurlu; İrlanda geleneklerine göre uğursuz olmasa bile tekinsiz bir yaratıktı. Mısırlılar ise bir tanrı gözüyle bakmışlardı kediye. Gene de, Budistler kadar kediden uzak durmaya çaba gösteren inanmışlar olmamıştır dense yeridir. Onun, yılanla ‘birlikte, Buda’nın ölümünden duygulanmayacak kadar mağrur davranmış olması bağışlanamamıştır.
Kediler mağrurdurlar gerçekten de. Alis’in dediği gibi onlar “krallara bakabilirler” ve bir şairimizin tamamladığı gibi “hatta onları tırmalayabilirler” de.
Kralların yaşadığı ülkelerde, insanların kedilerden öğrenebilecekleri bir şey vardır.