Avrupa’dan Türkiye’ye uzanan soluksuz bir maceraya atılmaya hazır mısınız? Dünyanın en çok satan romanlarının yazarı Dan Brown, Cehennem ile okurlarını bu kez de İstanbul sokaklarında bir gezintiye çıkarıyor. Romanlarında ağırlıklı olarak tarihi mekanları ele alan Brown, dünyanın en büyük gizemlerini usta kurgularla bir araya getiriyor. Cehennem romanında ise yazar, tüm insanlığı tehdit eden tehlikeli bir adamın İstanbul üzerinden planladığı korkunç bir katliam tasarısını işliyor. Bu kitabı okurken, her sayfasında çok şaşıracağınız bir dolu serüvenle karşılaşacaksınız!
Robert Langdon’ın Sırlarla Dolu Yolculuğuna Siz de Eşlik Edin
Dan Brown romanlarının zekasıyla kendine hayran bırakan kahramanı Robert Langdon, Cehennem’deki macerasına beklenmedik bir hafıza kaybı ile başlangıç yapıyor. Uzun bir baygınlık sonrası gözlerini hastanede açan Langdon, çok geçmeden Floransa’da olduğunu anlıyor. ABD’de yaşamasına rağmen bu şehre nasıl geldiğini hatırlamaması ise onun önündeki ilk ve en büyük engeli oluşturuyor.
İçine düştüğü bu durumu anlamlandırmaya çalışan Langdon, daha kendine gelemeden peşine bir suikastçının düştüğünü fark ediyor. Ve tehlikenin kendisine bir nefeslik mesafe ile yaklaştığı o an, doktoru sayesinde hastaneden kaçmayı başarıyor. Langdon’ı kaçırdıktan sonra evinde ağırlayan genç ve güzel doktor, hikayenin devamında da onun en büyük yardımcısı oluyor.
Zaman geçtikçe aklında bazı görüntüler canlanan Langdon, Floransa’ya neden geldiğini bazı ipuçları sayesinde hatırlamaya başlıyor. Langdon’ın bu okyanus aşırı yolculuğunun nedeni de böylece ortaya çıkıyor: Dünya nüfusunun azaltılması gerektiğini düşünen kaçık bir bilim adamı… Ağır psikolojik sorunları olan bu adam, ölmeden önce devreye soktuğu dehşet verici katliam planını, Dante’nin Cehennem tasviri üzerinden şifreli bir anlatım ile açıklıyor. Videodaki şifreyi çözüp beklenen büyük felaketin önüne geçmek, Langdon için bu defa çok zor olsa da elbette imkansız değil…
Harvard Üniversitesi Simgebilim Profesörü
Robert Langdon başından vurulmuş bir halde hastane odasında gözlerini
açar. Ne buraya nasıl geldiğini ne de nasıl vurulduğunu hatırlamaktadır.
Camdan gördüğü manzara karşısında altüst olan profesör, evinden
binlerce kilometre uzakta, Floransa’da olduğunu anlar. Yaşadığı korkunç
baş ağrısına eşlik eden tek şey; sürekli kâbuslarında gördüğü kan
kırmızısı bir nehrin karşısından kendisine seslenen gümüş saçlı güzel
bir kadın ve toprağa baş aşağı gömülü can çekişen bedenlerdir.
Langdon
gördüğü kâbusları anlamlandırmaya çalışırken kadın bir suikastçı
tarafından takip edildiğini, kendine tedavi uygulayan doktorlardan biri
gözlerinin önünde vurulunca anlar. Hastanede görevli diğer doktorlardan
biri olan Sienna Brooks’un o ölüm kalım anında yardım etmesiyle hayatta
kalır.
Simgebilim profesörü kendini bir anda ipuçlarını Dante’nin
cehenneminde bularak çözmesi gereken korkunç bir senaryonun içinde
bulur. Floransa’nın tarih kokan dar sokaklarından Venedik’in muazzam
bazilikalarına uzanan semboller zinciri Langdon’ı insanlık tarihini
sonsuza dek değiştirebilecek bir mekâna sürükler.
Burası üç
imparatorluğun merkezi olmuş, insanlık tarihi kadar eski, dünyanın
incisi İstanbul’dur. Ve bu şehirde ya insanlık tarihi baştan sona
yeniden yazılacak ya da bunu yazacak hiç kimse kalmayacaktır...
Diz
çök kutsal bilgeliğin yaldızlı mouseion’unda ve kulağını yere daya,
dinle suyun şırıltısını.Batık sarayın derinliklerine in, orada,
karanlığın içinde bekler khthonik canavar kan kırmızı sularına
gömülmüştür lagünün ki yansıtmaz yıldızları...