30 Eylül 2013
Yol Arkadaşım (Öyküler) - Maksim Gorki
Şölen - Platon
348 / 7); Bugünkü üniversitenin atası sayılan Akademia’nın kurucusu (İÖ 387) ve hocası Sokrates’i konuşturduğu "diyaloglar"la felsefeyi yazıya en iyi aktarmış olan ustalardan biridir.
En tanınmış diyaloglarından Şölen ve Dostluk’ta ise Platon, denebilirse, İnsanlığın anlamaya çalıştığı en temel duygu "sevgi"nin izini sürmektedir.
Sabahattin Eyüboğlu (1908-1973); Hasan Âli Yücel'in kurduğu Tercüme Bürosu'nun başkan yardımcısı ve Cumhuriyet döneminin en önemli kültür insanlarından biridir.
Azra Erhat (1915-1982); Tercüme Bürosu'nun en önemli çevirmenlerindendir. Ortaklaşa yaptığı Homeros ve Hesiodos çevirilerinin yanısıra, dilimize bir de telif Mitoloji Sözlüğü kazandırmıştır.
Şölen: Bilgi sevgisi.
Yalnız beden değil, ruh da değişir. Tabiat, huy, inanışlar, arzular, zevkler, dertler, kaygılar; bunların hiçbiri aynı kalmaz; biri ölürken, bir yenisi doğar. İşin en tuhafı, bilgilerimiz bile bir yandan doğar, bir yandan ölür, hiçbir zaman aynı kalmaz, bildiklerimiz hep değişir. Bilgi yitirildiği için, öğrenme diye bir şey vardır … Öğrenmek, gidenin yerine bir yenisini koymakla bilgiyi yaşatır, böylece bilgi hiç değişmemiş gibi görünür. Bütün ölümlü varlıklar, bedeniyle, her şeyiyle ölümsüzlüğe bu yoldan erişir.
Benim bir ebenin, Phaenarete adında güçlü, soylu bir kadının oğlu olduğumu duymamış mıydın?
Theaetetus:
Evet, duydum.
Sokrates:
Ve benim de aynı zanaatı, ebelik yaptığımıda duydun o zaman.
Theaetetus:
Yoo, hiç duymadım.
Sokrates:
Seni temin ederim ki doğru. … Ebelerin zanaatı ne denli önemli olsa da benimkinden daha az işleri olur … benim zanaatım şu üçü dışında her açıdan kadın ebelerin zanaatına benzer: birincisi ben kadınlara değil erkeklere ebelik ederim; ikincisi bedenlerle değil akılla ilgilenirim. Üçüncüsü en önemli noktadır; genç erkeklerin düşüncelerinin yalan ve sahtekârlığa mı yoksahakikat ve asalete migebe olduğunu test ederim.
Platon‟un
Theaetetus adlı yapıtında Sokrates kendini „akıl ebesi‟ olarak resmeder.
27 Eylül 2013
Fernando Pessoa - Dalgın ve ötesiz
Ursula K. Le Guin - Mülksüzler
Bütün duvarlar iki anlamlı ve iki yüzlüdür. Neyin içeride, neyin dışarıda olduğu, duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıdır.
Ölmek, kendini yitirmek ve diğerlerine katılmaktır. O ise kendini kurtarmış, diğerlerini yitirmişti.
Hiç kimse cezayı kazanmaz, ödülü de...Aklınızı kazanmak, hak etmek gibi fikirlerden arındırın, ancak o zaman düşünebileceksiniz.
Devrim ya bireyin ruhundadır,ya da hiçbir yerde değildir.Ya herkes için, ya da hiçbir şey içindir. Eğer herhangi bir şekilde sonu var gibi görünüyorsa gerçek anlamda hiç başlamayacaktır.
Düşüncenin doğasında iletilmek vardır: yazılmak, konuşulmak, gerçekleştirilmek. Düşünce çimen gibidir. Işığı arar, kalabalıkları sever, melezlenmek için can atar. Üzerine basıldıkça daha iyi büyür.
Konuşma paylaşmadır-birlikte yapılan bir sanat. Sen paylaşmıyorsun, yalnızca bencillik ediyorsun.
Farklı güneşlerin ışıkları farklıdır, ama tek bir karanlık vardır!
ursula-k-le-guin-mulksuzler
Friedrich Nietzsche - İnsanca, Pek İnsanca 1 ve 2
Yabancılaşma - Ingeborg Bachmann
Dallara rüzgârda yelken açtıran yapraklar da tükenmekte.
Yemişler tatlı,ama sevgi yoksulu.
Bir susuzluğu bile gideremiyorlar
Ne olacak şimdi?
Gözlerimin önünde kaçmakta orman,
Kulaklarımdaki kuşlar sessizliğe gömülmüş,
Kalmamış bana döşeklik edebilecek bir çayır.
Bıkmışım artık zamandan,
Ve zamanın açlığı içimde.
Ne olacak şimdi?
Ateşler yanacak gece bastırdığında dağlarda.
Yoksa davranıp yine koşmalı mı oralara?
Yollar yitirmişler artık yolluklarını gözümde.
25 Eylül 2013
23 Eylül 2013
Bir demet şiir
Hiçbir gün kendinden uzak
Hiç bir gün yolda koymadı beni
Güvencim ve direncim...
Düşerim sandılar, dönüp baktılar
İnsanların kanatları yok
İnsanların kanatları yüreklerinde.
Dört güvercin
güneşe varmak için
yıkandı, uçtu sudan...Nazım Hikmet
Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar
Mevsim dönüp de yeniden yeşermeğe başlayınca rüzgar
Çıplaklığında o atın yine onlar koşacaklar
O çocuklar
O yapraklar
O şarabi eşkiyalar
Onlar da olmasa benim gayrı kimim var?...Can Yücel
Senin olsun
Esinlen sevgi dokuyan ellerimden
Bunca yıl şiirin, kardeşliğin, kavganın
Has bahçelerinde yarattım bu gerçeği,
Sabrım senin olsun.
Aşkım senin olsun.
Acıların sütüyle büyüttüğüm umutlar
Mahpushane avlularında boy verdi,
Dolunay menekşelendi kirli kara camlarda.
Her görüşte yeniden vurulduğumuz ana evren
Özgürlüğe boyadı saksımdaki çiçeği
Senin olsun.
Biz ki acılar döneminden
ellerimizi kirletmeden geçtik.
Direncim senin olsun,
sevgim senin olsun...Şükran Kurdakul
20 Eylül 2013
Yaratan bizleri insan yarattı - Ruhi Su
Yaratan bizleri insan yarattı
Muhabbet insana, cana muhabbet
Cümle mahlukatın üstünde tuttu,
Muhabbet insana, cana muhabbet.
Ne mutlu ki bize insan olmuşuz,
İnsan sevgisini gerçek bilmişiz,
İnsanın dalında açıp gülmüşüz,
Muhabbet insana, insan olana.
İnsan olan insan gelsin beriye
Kimi kara, kimi çalar sarıya,
Aslolan hayattır bakma deriye,
Muhabbet insana, cana muhabbet.
19 Eylül 2013
Atatürk ve Misyoner Avar
"Ben bu dersleri memnuniyetle kabul ederim, efendim," dedi.
Müdür şaşırmıştı. Karşısındaki genç kız, okuldan yeni çıkmış, üstelik son derece de hassas bir insana benziyordu.
Müdür bir kez daha hapishanedeki tipleri gözünün önüne getirdi. Olacak şey değildi! Lakin düşüncesini belli etmedi.
"Peki, hoca hanım," dedi. "Bu işle meşgul olacağım. "İki hafta geçmeden, genç kız, soğuk ışıklar altında hapishane koğuşundaki akşam derslerine başlamıştı.
İşi bittikten sonra, ince pardösüsünün yakasını kaldırıyor, süngülü nöbetçilerin, zincirli kapıların arasından geçerek sokağa çıkıyor ve hızlı adımlarla evine koşuyordu. Hapishane müdürü de, milli eğitim müdürü gibi, hayretler içinde idi.
O kavgacı, o geçimsiz mahlûklar, genç öğretmeni hem sevmeye, hem saymaya başlamışlardı. Kadınlar hapishanesinde ilk defa böyle bir hava esiyordu.
Fakat işinde inanılmaz bir başarı gösteren kızın, bir süre sonra acayip bir suçla adliyeye götürüldüğünü görüyoruz.
Hakkındaki isnat: Misyonerlik...
Gittikçe kabaran dosyalar, hep misyoner öğretmenden bahsediyordu.
Neler de neler yapmamıştı ki:
Kadınlar hapishanesi derken, Kinder Garten Teşkilatında çalışmalar, çocuklara iyi insan olmak etrafında birtakım telkinler.
Bütün bunlar misyonerlik denilen şeyden başka ne idi?
İş o kadar dallanıp budaklandı ki, Atatürk meseleyi merak etmişti.
- "Bana misyoner öğretmenin dosyasını getiriniz," dedi.
Bütün bir gece o dosyayı inceledikten sonra, ertesi günü öğretmen [Sıdıka] Avar'ı yanına çağırttı.
Genç öğretmen Atatürk'ün karşısına çıktığı vakit bir yaprak gibi titriyordu.
Atatürk, bu ufak-tefek kıza hayretle baktı.
- "Misyoner öğretmen sensin, öyle mi?" diye sordu.
Avar şaşırmıştı. Yavaşça, "Efendim, ben öğretmen Avar," diye fısıldadı.
Atatürk, o zaman genç öğretmene doğru parmağını uzatarak yüksek sesle şunları söyledi:
- "Hayır. Sen misyoner Avar'sın. Bana, senin gibi misyonerler lazım."
Ondan sonra da Atatürk fikirlerini açıkladı:
Bir toplum, daha ziyade aile yoluyla, bilhassa kadın yoluyla kazanılabilirdi. Genç öğretmen Doğu'ya gidecekti. Oradaki genç kızları, hatta bunların arasında hiç Türkçe bilmeyenleri bile toplayacaktı. Onları, bu toplumun potasında yetiştirecekti; sonra bu çocuklan birer ışık huzmesi altında köylere gönderecekti.
Sözlerinin sonunda:
- "Git, memleketin içine gir, dağ köylerine uzan; orada bizden ışık bekleyen yarının annelerini göreceksin, dedi.
Genç öğretmen, içi içine sığmaz bir hâlde Atatürk'ün yanından çıktı.
İşte yıllar ve yıllardır Avar, doğu illerinden birinde Kız Enstitüsü Müdürlüğünde bu inanılmaz işle meşguldür.
Şimdi Elazığ, Tunceli, Bingöl çevrelerindeki halk, bu ufacık-tefecik kadından bir azize gibi bahseder. Onun hakkında iki yüze yakın mani, masal ve çocukların dilinde sayısız Avar şarkıları vardır.
O, yol vermez, geçit tanımaz dağlara at sırtında tırmanır, dağ köylerinden, çoğu esmer köy kızlarını toplar, onları kendi ceketine sarıp okuluna götürür.
Avar, Doğu'da gerçekten inanılmaz bir isimdir.
Dağ tepesindeki köylere bu masal kadının, öğrenci toplamak için gittiği zaman köylüler:
"Kızımı da götür, Avar!" diye atın üzengisine yapışıyorlar.
Şehre, Avar'ın okuluna gelen kızı, bir kere de üç-dört yıl sonra görünüz.
Ben, bir insan yaratma mucizesini orada gözlerimle gördüm.
Hikmet Feridun Es
Hayat Dergisi 1957
Sıdıka Avar gazeteci Banu Avar’ın annesidir.
15 Eylül 2013
"Eğer, çünkü, rağmen"Bu üç kelime ünlü Japon düşünür ve yazar M.Toyotome ’nin Sevgi türleri
Eğer, çünkü, rağmen…Bu üç kelime ünlü Japon düşünür ve yazar Masumi Toyotome’nin sevgi türlerini özetlediği anahtar kelimeler… “Three Kinds of Love” adlı kitabının teması, sevgi ve sevginin şekilleri.
Hepimizin bir sevgi anlayışı vardır. Yaşam şekillerimiz değişse de sevgi her insanın içerisine damlatılmış birer iksir gibidir ve yaşama olan bağlarımızın en güçlüsüdür.
Sevgiyi sözcüklere dökmek belki de dünyanın en zor işi. Masumi Toyotome bunu denemiş ve hatta sevgi çeşitlerini genel olarak sınıflandırmış. Şöyle bir düşündüğünüzde haklı olabileceğini göreceksiniz. Bu üç sevgi türü çoğunlukla süreç içinde birbiriyle karışabilir, değişiklik gösterebilir. En önemli konu, her neden ile olursa olsun sevmeyi ve sevilmeyi bir şekilde başarabilmektir. Bundan sonraki adım ise neden sevdiğimiz ve sevildiğimizdir.
Çoğu felsefede “Neden bu dünyaya geldik, neden yaşıyoruz, amacımız nedir ve neden diğer insanlarla birlikteyiz?” soruları yer alır. Dünyaya geliyoruz ve kendi varlığımızın farkına vardıktan sonra; düşünmeye, üretmeye, sorular sormaya ve araştırmaya başlıyoruz. Anne karnındaki bebekten ölüm döşeğindeki bir yaşlıya kadar herkesin esas derdi bu oluyor aslında. Sorunun cevabı bu metnin içinde mi saklı acaba?
Sorunun cevabını kitabın özünü veren alıntılarla anlatmaya devam edelim. “Herkes sevilmek ister, ama sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor muyuz?” Masumi’ye göre, dünyada 3 tür sevgi var. Bunlar; “eğer”, “çünkü” ve “rağmen” sevgi türleri…
“Eğer” türü sevgi
Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar. Örnekler veriyor: “Eğer iyi olursan baban annen seni sever. Eğer başarılı ve önemli kişi olursan seni severim. Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim.” Toyotome, “en çok rastlanan sevgi türü budur” diyor. Sevgi karşılık bekleyen bir şarta bağlı… “Sevenini istediği bir şeyin sağlanması karşılığı olarak vaat edilen bir sevgi türüdür bu” diyor yazar. Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır. Yazara göre evliliklerin pek çoğu “Eğer” türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor. En saf olması gereken anne baba sevgisinde bile “Eğer” türüne rastlanıyor.
“Çünkü” türü sevgi
Masumi bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor: “Bu tür sevgide kişi bir şey olduğu bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır. Örnek mi? Seni seviyorum çünkü çok güzelsin. (Yakışıklısın, başarılısın) Seni seviyorum çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki… Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki…”
Toyotome, “Çünkü” türü sevginin “Eğer” türü sevgiye tercih edileceğini anlatıyor. “Eğer türü sevgi bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan, ağır bir yük haline gelebilir. Zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz egomuzu okşayan hoş bir şeydir. Bu tür olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır. Ama aslına bakarsanız ‘Çünkü’ türü ‘Eğer’ türünden temelde pek farklı olmadığını görürsünüz. Kaldı ki ‘Çünkü’ türü sevgi de yük getirir insana. İnsanlar hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman sevenlerinin artık ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yaşama sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer. Ailenin en küçük kızı yeni doğan bebeğe içerler. Sınıfının en güzel kızı yeni gelen kıza içerler. Evli kadın kocasının genç ve güzel sekreterine içerler.”
“O zaman ‘Çünkü’ türü sevgide güven duygusu bulunabilir mi ?” diye soruyor Masumi.
” ‘Çünkü’ türü sevgi de gerçek ve sağlam sevgi olamaz” diyor. “Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var. Birincisi ‘Acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz?’ korkusu… Tüm insanların iki yanı vardır. Biri dışa gösterdikleri öteki yalnızca kendilerinin bildiği… İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terk ederlerse korkusu buradan doğar. İkincisi de ‘Ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmezse?’ endişesidir.”
Toyotome; “Toplumlardaki sevgilerin çoğu ‘Çünkü’ türünde. Bu tür sevgiler kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür” diyor. Peki o zaman gerçek sevginin güvenilebilecek sevginin özellikleri nedir? Ve işte sevgilerin en gerçeği… Tabi ki Masumi Toyotome’ye göre.
“Rağmen” türü sevgi
“Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için? “Eğer” türü sevgiden farklı bu tür. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için ‘Çünkü’ türü sevgi de değil. Bu üçüncü tür sevgide insan bir şey beklediği için değil bir şeyler eksik olmasına rağmen sevilir. Esmeralda Quasimodo’yu dünyanın en çirkin en korkunç kamburu olmasına rağmen sever. Asil yakışıklı zengin delikanlı da Esmeralda’ya Çingene olmasına rağmen âşıktır. Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir. Bunlara rağmen sevilebilir. Burada insanın iyi, çekici ya da zengin bir konum elde ederek sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine rağmen olduğu gibi o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama en değerli gibi sevilebiliyor.”
“Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur. Farkında olsanız da olmasanız da bu tür sevgi sizin için yiyecek içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da senden daha önemlidir.”
Haklı olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor Toyotome. “Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz; yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz? Kendi kendinize, ‘yaşamamın ne yararı var?’ diye sormaz mıydınız? Şu anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün. Dünya birden bire başınızın üstüne çökmez miydi? O an yaşam size anlamsız gelmez miydi?
Diyelim sıradan bir yaşamınız var. Günlük yaşıyorsunuz. Günün birinde gerçek derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa kalan hayatınızı nasıl yaşardınız? Böyle insanlar ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar ya da kendilerini iyice dağıtıp yaşayan ölü haline geliyorlar.”
“Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni “Rağmen” türü sevgiyi şu anda yaşamanız ya da bir gün bu sevgiyi bulacağınıza olan inancınızdır. Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var. Kimsede başkasına verecek fazlası yok. Yakınımızda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini bekleriz. Ama o da aynı şeyi başkasından beklemektedir. Peki bu dünyada sevgi ne kadar var? Açlığımızı biraz bastıracak kadar. Yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi.
Bu minnacık tadım bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve teşvik ediyor bizi. Bu minnacık tadım sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatıyor. Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz. Hani nerede? Hepsi o. Dünyadaki en büyük kıtlık ‘Rağmen’ türü sevginin yeterince olmayışıdır. Hayatınızda ‘Rağmen’ sevdiğiniz kaç kişi var?”
Güneş Delisi - Necati Cumalı
Işıldayan karı severim
Bir yeşil yaprak
Bir telli böcek
Yeşeren tohum
Güneşte görsem
Sevinç doldurur içime
Bir günü
Güzel bir günü
Güneşli bir günü
Hiçbir şeye değişmem
Onun için savaşı sevmem
Onun için zulümü sevmem
Onun için yalanı sevmem
Bilirim yaşamaz güneşte
Bilirim yaşamaz yanyana aşkla
Ne haksızlık
Ne korku
Ne açlık
Ahmet Oktay - Beş kuruşa aşk şarkıları * Tuhaf duygu
Bir yalnızlık büyütürdüm saksıda
kalandı çok eski günlerden
bir bana yetsin, hıncımı arttırsın
aşkımı pekiştirsin diye sevince.
Günüydü, gelip durdu hüznümün önünde
gidilmemiş bir saklı deniz sandım.
Kıpırdamazdı yapraklar geceyle
tüketirdi çiçeği, kuşu sevdiremeyen konyak
bana neydi gülmeler, şarkılar
otobüs durakları, alandaki kalabalık
geldi durdu, alana merhaba dedim.
Bir göz bozgundur yerine göre
vururdu pencereme rüzgâr,
ben hep öyle bir gözdüm
çığlığını kendine saklayan.
Düş kurmazdım, beklemezdim şurda burda,
çiçek demetleri, bisikletler geçmezdi
apansız geliverdi sokağıma.
sen yalnızlığımı götür.
Bana çay demlemeyi öğret
elimi yüzümü yıkamayı,
ağzıma rakı koydurma.
Hıncım bana kalsın diyorum
çünki ben bu kenti kendimde büyüttüm
bir barbarın vahşi ateşiyle,
çünki yapılarının taşında onulmazlığım
çünki şarkılar kanımın bedeli.
En sevdiğim kelimeler gibisin
örneğin öfke gibi
hani bir zamanlar
dağda ve sokakta açan.
Örneğin umut gibi
günde, gecede yitip durduğumuz
zeytin dalını dal eden.
Örneğin aşk gibi
denizlerin üzerinde yürüten.
Örneğin kavga gibi
yüreğimi sıkı, saçlarımı kara tutan
kayaları yumuşatan kavga gibi.
Denizler benim kadar kıpırdayamaz
bak şimdi parklardayım
bir çocuğun menevişli gözlerinde.
Hüzünleri bırakmanın günü
günü çığlığı olmak dünyanın,
hüznümü iki kat ediyor ama
gecede alnıma dayalı alnın...Ahmet Oktay
Tuhaf Duygu
Dolaşıyorum ne zamandır
kalbimde bir gül kesiği;
ıslak bir tülbent koy göğsüme
emsin büyüyen o siyah lekeyi;
çoktan döndüm gittiğim gurbetlerden yine de
içimde kanayan bir sılanın sesi...Ahmet Oktay
Kenya Kurucu Devlet Başkanı Jomo Kenyatta
Sözler, Yaprak - Murathan Mungan
bazı sözler hiçbir zaman, diyorum kendi sesime uyanırken
bazı sözler karanlıkta söylenir
bazı sözler hiçbir zaman
diyorum armaların birinde
öyledir, iki yanı ağaçlı yollar, arasından
geçip gitmektir şiir
ağaçla, yolla, ne tarafa
ve hangi zaman
imgenin şiddetiyle çoğalır anlam
parçalana parçalana
geçtiğimiz yollardan
onca yaprak düşer
birkaç şiir kalır yalnızca
o derin ağaçlardan
kendi sesimize uyandığımız rüyalarda
14 Eylül 2013
Eylülün Sesiyle - Edip Cansever
Bin dokuz yüz seksen birdeyiz
Karşınızda eylülün sesi
Ağustosa çekildi, eylülün sesi
Birazdan konuşacak
"Bu dünyada yaşamak can sıkıcı bir şeydir baylar."
Tepelerde bulamaçların kahverengi eridiği
Eriyip sarı sarı aktığı bir mevsim
Bir saat gibi işlerken avucumdaki güz çiçeği
Yosunların kapılara usulca
Tırmanıp yerleştiği
Yani eylülün sesi, buysa çok iyi baylar.
Yaz geçti, sözgelimi midyelerden yorulduk
Eni boyu belirsiz bir ıslaklıktan
Upuzun gündüzlerden, sevimsiz otellerden
Eylül ki, sorabilir mi
Hüzünler iç kamaştırıyor, aşklarsa niye yoksul
Bir asfaltın kuru sıcak soğuğundayız
Oysa bir deniz feneri mevsimsiz ölür baylar.
Dahası
Bu düğmesiz giysileri şöylece giymek
Bir boşluuğu giyinmek mi olur
Olsun
İşte karşınızda ekimin sesi
Kasımın sesi sonra
Yağmurun eşliğinde -çocuğunu emziriyor yaz-
Bundan böyle günlerimiz nasıl geçecek baylar.
Her şey o kadar dokunaklı ki
Eylülsem, istemeden kırılıyorsam bazen
Dağınık, renksiz bir mozayık gibiysem
Üstelik yalnızsam bir de -telefonda kuş sesleri-
Aynalardan duvarlara bir üzünç akıntısı
Bu dünyada çekingen olmak çok iyi bir şeydir baylar.
Sonra bir kır kahvesi kendini okurken
Masaları toplanmış, bardakları toplanmış
Tam kendini okurken
Derim ki bir semti iyi tanımak kadar
İyi tanımal dünyayı
Açın radyolarınızı: eylülün sesi
Bu dünyada can sıkıntısının bir başka anlamı var baylar.
Elmalar silik silik kırmızı artık -olsun-
Gözlerimiz tozlanmış, kirli
Gizlisi yok, bu dünyada böyle sıkılmak iyi
Sıkılmak iyi baylar
Biz hazır tuttukça böyle
İçi yangından alev alev
Dışı buz tutmuş kalplerimizi.
13 Eylül 2013
Sakarya Meydan Savaşı
12 Eylül 2013
12 Eylül 1980 Darbesi _ 33.yılında
Eğitimde 12 Eylül izleri
- Din dersleri zorunlu hale getirilerek, imam- hatiplerin sayısı arttırıldı,. 1983 tarihinde imam-hatip lisesi çıkışlılara, üniversitelerin her bölümüne girme hakkı tanınmasıyla, din eğitimi almış kişiler devletin tüm kurum ve kuruluşlarında görev alarak yönetici oldular.
Öğretmenlerin sandığı İLKSAN tüzüğü değiştirildi. Yönetimi öğretmenlerden alınarak, sandık, yolsuzlukların batağına sürüklendi. 12 Eylül döneminde öğretmenlere çok düşük ücret verildi. İkinci iş yapan öğretmen sayısı arttı. Toplumda saygınlıkları azaldı. Öğretmenlik bir meslek olmaktan çıkarıldı.
12 Eylül anlayışının bir darbesi de eğitimin temeli olan öğrenciye yapıldı Sorgulayıcı araştırıcı eğitim modeli yerine, ezberci model dayatıldı. Öğretmen ve Öğrenciye potansiyel suçlu gözüyle bakıldı, demokratik katılımı önlendi, siyaset ve örgütlenme hakkı ellerinden alındı, Öğretmen ve öğrenci örgütlerini dağıtıldı. Paralı eğitimi özendirerek dersanelerin ve paralı eğitimin yaygınlaşmasını sağladılar. 12 Eylül yönetimi laik eğitime, yurtsever öğretmene ve ilerici öğrenciye karşıydı. Hem eğitimi, hem eğitimin temel öğesi olan öğrenci ve öğretmeni suçladı, yargıladı, hapse attı. Laik eğitimde, öğretmende, öğrencide açtığı yaralar bugün hala kanıyor.
YÖK kurularak Üniversite özerkliğine darbe vuruldu. 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu'yla çok sayıda ilerici bilim adamı üniversitelerdeki görevlerinden uzaklaştırıldı, eğitimin kalitesi düştü, bilimsel araştırmalar geriledi. Üniversite harçları, eğitime katkı payları yürürlüğe girdi.
12 Eylül döneminde eğitime ayrılan pay azaltılarak eğitim yatırımları düşürüldü. Devlet bütçesinden ilköğretime ayrılan yatırım ödeneği 1963'te % 2.1 iken 1980'de % 0.82'ye, 1981'de % 0.71 lere geriletildi.
TDK ve TTK devlet dairesi durumuna sokuldu. Öztürkçe sözcükler yasaklandı. Onbinlerce kitap yakıldı ve toplatıldı. Kitap, adeta suç aracı olan silahlarla birlikte gösterildi.
12 Eylül yönetimi Sözde Atatürkçülük söylemini kullanarak Atatürk devrimlerini ve yapıtlarını yıprattılar. Anaokullarından başlayan şeriatçı eğitim kurumlarının yaygınlaşması özendirildi. Milli Eğitim Bakanlığı ve kurumlarında Atatürkçülük dışlanarak Türk-İslam Sentezi ideolojisi, kadrolaşma ve ders kitapları yoluyla egemen kılındı.
Sonuç olarak; 1980 yılı Türkiye için, ekonomi ve siyaset başta olmak üzere, toplumsal yaşamın her alanında büyük bir çöküşün yaşandığı bir kırılma noktası olmuştur.. 12 Eylül sabahı uygulamaya sokulan eylem, söylendiği ya da uygulayıcılarının sandığı gibi "terör olaylarının" zorunlu kıldığı bir sonuç değil, ülkeyi küresel isteklere sınırsızca açan bir başlangıçtır. 1980'de, siyasi çatışmanın Türkiye'yi kan gölüne döndürdüğü doğrudur. Ancak 12 Eylülle gerçek darbe; Türkiye'nin ekonomisine, siyasetine, aydınlarına ve ifadesini Atatürkçülükte bulan ulusal bağımsızlık geleneklerine yapılmıştır.
Darbe'nin tarihi, bir anlamda 12 Eylül değil, 24 Ocak 1980'dir. 12 Eylül, çalışan kesimlerin ve aydınların 24 Ocak Kararları'na tepki gösteremez hale getirilmesi ve küresel sermayeye tümüyle açılma eylemidir. 24 Ocak Kararları, ancak 12 Eylül gibi, bir "demir yumruk"la uygulanabilirdi…
Editör : Mustafa_KAPLAN
09 Eylül 2013
Ben İzmir'i ve bütün İzmirlileri severim. Güzel İzmir'in temiz kalpli insanlarının da beni sevdiklerinden eminim.
08 Eylül 2013
Otağ - İlhan Berk
Ve işte senin usul usul seğiren yüzün.
Zaman ki sonsuzdur
Bitmemiş şiirler gibidir.
Bazı hüzünleri
Bazı nehirleri tutup anlatmak gibidir.
Biz ki zamanı tırnak içine alıp yaşadık
(İsteğin bulanık kıyısında).
Bundan değil midir bizim aşkımızda
Sürekli bir akşam hüznü vardır.
Aşklar İçinde - Edip Cansever
Yürüyorum kumların çakıllarin yanı sıra
Yüreğimde bir sancı keskin bir akasya kokusundan
Avuçlarımda bir yanma
Büyüyen bir ürpertiyim sanki, kayıp gidiyorum üstünde sabahın
Oldu olacak
Eğilip bir taş alıyorum yerden, fırlatıyorum denize
Ufacık bir gülüş geçiyor suyun üzerinden
Bir çocuğun gülüşü gibi
Aşkların, nice aşklarin ayrılık günü gibi
Bir sokağın ucunda kaybolup solan
Daha çok solan, aşkların solgunluğu suyun üzerinde
Korularda yoğun bir erguvan sisi.
Hisarlı balıkçı ağlarını ayıklıyor
Ağları pembeden hüzne giden
Dip sularında mercanlar gibi koyulaşan
Kirpiksiz gözleri böyle daha güzel
Çil basmış yüzünü bütün
Parmakları capcanlı, pavuryalar gibi
Merhaba, desem bir kucak balık atacak önüme
Biliyorum atacak
Böyledir memleketimin yoksul halkı
Bir onlarda rastladım bu cömertliğe
Istavritler kıpır kıpır dibinde sandalının
Balık dedin mi, oynamaz gözleri hiçbirinin, tertemiz bir resim gibi
bakarlar insana
Günlerce bakarlar, bıraksan yıllarca bakarlar belki
Gözlerin gibi senin, yıllardır unutamadığım
Ve bu yüzden olacak düşünmedim şimdiye kadar bir balığın ölebileceğini.
Hızar sesleri geliyor yakından, güneşin döndüğünü görüyorum
Çınar yapraklarının arasında yeşil yeşil
Yeşille sarı birlikte dönüyor
Denize düşüyorlar kırıla kırıla
Bir örtü oluyor düşündügüm her şey denizin ve asfalt yolun üstünde
Gözyaşları bir örtü, onurla cesaret bir örtü
Senin upuzun gövden -kapkara saçlarınla-
Daha da uzun şimdi bir örtü olarak
Denizin kıvrımlarında aşka hazırlanıyor
Göğe düğmeler gibi yapışmış kirazların altında
Yıllar var ki unuttuğumu sanırdım bu örtüyü ben
Sevgiyi bilmezdin de ondan, sevişmeyi bilirdin yalnızca
Birtakım sözler de bilirdin, niye saklamalı, en ustalıklı sözlerdi onlar
Ama bak
Kaybolup giderdi herbiri, karşılaştılar mı bir yerde şiirle
Aslına bakarsan en güzel aldanmaları yaşadık seninle biz
Hatırlıyorum da öyle.
Tepelerde otlar yakmışlar, kuzular dolaşıyor dumanların arasında
Bir kızla oğlan geçiyor, birbirilerine iyice sarılmışlar
Kızın ağzında ince bir dal parçası
Dalın ucunda bir tomurcuk, ağzıyla dudaklarıyla beslemiş sanki onu
Öylesine bilmek istiyorum ki ne konuştuklarını, ama duymaktan
korkuyorum gene de
Söyle, en son nerde görmüştüm seni
Böyle dumanlar vardı gözlerinde, boynunda bir de
Şimdi gene var
Bileklerinde, bileklerinin renginde
Dudaklarında, dudaklarının
Gözlerinin dolar gibi olması renginde ve
Yorgunsan bir kıyı kahvesinde dinlenirkenki
Üşüdügün, başını omzuma koyduğun, sonra elele
Bir aşkı yaşamak, bir aşkınn bilinmesinden bambaşka değil miydi
Ve bu ikisini ayıran duman, yani bir aşkı bizim yapan
Bu dumanların hepsi gibi varsın şimdi de
Acele etme yoksun belki
Ben herşeyin bir bir yok olmasına o kadar alıştım ki
Ve her şeyin bir bir varolmasına o kadar alışacağım ki
Bilirsin neler için çarpmıyor bir yürek.
Küçüksu çayırını şantiye yapmışlar
İşçiler beton döküyor, demir eğiyor, zift kaynatıyor
Vakit öğleyi geçti çoktan, yemeklerini yemiş olmalılar
Coca-Cola’ya doğrayıp ekmeklerini
İşçilerimiz, yarını kuracak olan işçilerimiz
Ben görür müyüm bilmem, ama kuracaklar mutlaka
Coskuyla çakacaklar her çiviyi, türkülerle dökecekler betonu
Ve onlar
Onlar, diyorum sadece
Bir yolculukta karşılıklı konuşan adamların
Parmak uçlarındaki sigaralar gibi şaşkın
Bilmeden ne yapacaklarını
Anlayacaklar ne kadar güçsüz
Ne kadar zavallı olduklarını
Vakit öğleyi geçti çoktan.
Bir tanker geçiyor şimdi de tam akıntının ortasından
Baştanbaşa gül rengi
Kimseler görünmüyor içinde
Neden görünmüyor, bilmiyorum
Yolcu uçaklarına, yük kamyonlarına, fabrikalara petrol taşıyor
Tanklara, savaş gemilerine, roketlere de
Yılların, yüzyılların
Bitmeyen vahşetini ateşlemek için
Sanki bu yüzden kimseler görünmüyor ortalıkta, utançlarından
Utancı bilerek yaşamak korkunç
Daha korkuncu da var:utancı bilerekten yaşatmak
Gördük hepsini işte, daha da görüyoruz.
Pembeye dönük bir aydınlık, yağıyor usul usul
Bir poyraz çıktı hafiften, kuzeye çevrildi teknelerin burnu
Ve güneş kaydıkça kayıyor batıya doğru, birazdan kan kırmızı bir gök
buğulanacak
Birazdan kan kırmızı bir akşam yağmuru da dökülebilir
Neler olabilir birazdan
Bir uçak geçiyor yaldızdan bir iz birakarak
İçindeki mutlu yüzleri düşünüyorum
Bir hüzün basıyor gene, ne kadar istemesem de
Çabuk geçiyor
Nerede okumustum, hatırlamıyorum şimdi, biri mi anlatmıştı yoksa
Mahpusunu kıskanan bir gardiyani
Ve düşün sevgilim, mahpusunu kıskanan bir gardiyan düşün
Ne kadar acı bunlar
Kıskanıyorlar hepimizi ve kıskanacaklar
Güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak
Bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir
Birazdan akşam olacak sevgilim
Bütün heybetiyle akşam olacak
Sevgilim, diyorum, oysa kimsecikler yok yanımda
Bilmiyorum kime sevgilim dediğimi
Bildiğim bir şey varsa
O kadar yeni bir anlamda söylüyorum ki bu kelimeyi
Unutup birden zamanı ve yeri
Onunla bir günü kutluyorum coşarak
Onunla bir günü kutluyoruz sanki.
06 Eylül 2013
Yaz Bitti - Murathan Mungan
söylenmeyen şeyler kalır geriye
ağır, usul bir hazırlık başlar
uykuya başlar yeni bir mevsime
incelen yazın akşam esintilerinde
zaman usulca sıyrılır aramızdan
ta içimizde duyarız gelecek günlerin geçmişini
başka ne gelir elimizden
büyük bir uzaklığa gülümseyerek
geçiştiririz ıskaladığımız şeyleri
dışavurur içimizdeki lodosu, poyrazı, günbatımlarını
saklar bizi
gözlerimizdeki hüzne "dinginlik" adını verir
"seni iyi gördüm" diyenler
elimizden başka ne gelir ki
köşe başları, akşamüstleri, kokular
tozar gider zamanın boşluğunda
karışır anların kuytu belleğine
belki sonraları bir gün
hatırlanır aynı kederle
yazın bittiği her yerde söylenir
söyleyenler inanır gerçekten birşeylerin bittiğine
yaz biter
eskir geceler, serin hüzünlü
yeni mevsime hazırlık ömrün teğel yerleri
bir yanı telaş, bir yanı ürperten yaz sonu ikindileri
çıkarır sizi dalgın derinliğinizden
yaşadığınızı duyarsanız teninizde
bir zamanlar okumuş olduğunuz kitapları özlersiniz
sıcak odaları, beyaz, temiz yastıkları
ahşap pancurları
yaz bitti
bitmeyen şeyler kaldı geride
yaz bitti
yüksek sesle söylüyorum bunu kendime
her yerde söylendiği gibi
yaz bitti
yaz bitti
hiçbir şey hiçbir şey
hiçbir şey
yalnızca üşüyorum şimdi
04 Eylül 2013
Tanrı ve Devlet - Mihail Bakunin
Politikayı bir zanaat haline getiren ve hedefini -yani adaletsizlik, şiddet, yalan, ihanet tek ve toplu cinayet- bilen insanlar, politika sanatına ve devletin bilgeliğine nasıl inanabilir? Kilise ve devlet her zaman ahlaksızlığın en büyük okulu olmuştur. Tarih onların büyük suçlarını kanıtlıyor. Rahipler ve devlet adamları her yerde, her zaman halkın bilinçli, sistemli, uzlaşmaz, kana susamış düşmanları ve cellatları olmuştur."
III. Eylemleri için kendi bilinçleri ve kendi akıllarından başka hiçbir onay arayışına girmeme, öncelikle kendilerine ve daha sonra gönüllü olarak kabul ettikleri topluma sorumlu olma özgürlüğü, her erişkin kadının ve erkeğin mutlak hakkıdır.
IV. Bir insanın özgürlüğünün bir başka insanın özgürlüğüyle sınırlandığı doğru değildir. İnsan, tümüyle hemcinslerinin serbest rızasıyla akseden ve tanınan kendi özgürlüğünce gerçekten özgürdür, onların özgürlüğünde doğrulama ve genişleme bulur. İnsan yalnızca eşitçe özgür insanlar arasında gerçekten özgürdür; bir tek insanın bile köleliği tüm insanlığı çiğner ve herkesin özgürlüğünü etkisiz hale getirir.
V. Herkesin özgürlüğü bu nedenle yalnızca herkesin eşitliği halinde gerçekleşebilir. Özgürlüğün eşitlikle gerçekleşmesi, hem ilkece hem de gerçekte, adalettir.
VI. Eğer insan ahlağının bir temel ilkesi varsa, o da özgürlüktür. Hemcinslerinin özgürlüğüne saygı duymak görevdir, onları sevmek, onlara yardım etmek, hizmet etmek ise erdemdir.
VII. Devletin çıkarı için özgürlüğü feda eden de dahil tüm yetkelerin mutlak reddi. İlkel toplumun hiçbir özgürlük kavrayışı yoktu; ve toplum geliştikçe, insan, akılcılığının ve özgürlüğünün tam uyanışından önce, insani ve kutsal yetke tarafından denetlenen bir evreden geçti. Toplumun siyasi ve ekonomik yapısı şimdi özgürlük temelinde yeniden örgütlenmelidir. Bundan böyle, toplum düzeni toplumsal örgütlenmedeki tüm katmanların özgürlüğü denli bireysel özgürlüğün en büyük olası gerçekleşmesinden doğmalıdır.
VIII. Toplumsal yaşamın siyasi ve ekonomik örgütlenmesi, mevcut durumda olduğu gibi tepeden --merkezden, zorunlu merkezileşmeyle birliğin empoze edilmesiyle yönetilmemelidir. Tersine, tabandan tepeye doğru --çevreden merkeze doğru-- özgür birlik ve federasyon ilkeleri uyarınca yeniden örgütlenmelidir.
IX. Siyasi örgütlenme. Her ulusun siyasi örgütlenmesi ve iç gelişimi için somut, evrensel ve bağlayıcı bir norm belirlemek olanaksızdır. Her ulusun yaşamı hepsi için eşit derecede geçerli bir örgütlenme modeli kurmayı olanaksızlaştıracak ölçüde farklı tarihsel, coğrafi ve ekonomik koşullar kalabalağına bağlıdır. Böylesi herhangi bir girişim kesinlikle uygunsuzdur. Bu, yaşamın yalnızca sonsuz farklılık altında yeşeren zenginliğini ve kendiliğindenliğini boğar ve, dahası, özgürlüğün en kökten ilkeleriyle çelişir. Bununla birlikte, kimi tümüyle gerekli koşullar olmaksızın özgürlüğün kılgısal gerçekleşmesi sonsuza dek olanaksız kalacaktır.
Bu koşullar şunlardır:
A. Devlet yardımıyla desteklenenler veya kısmen kurulanlar dahil tüm devlet dinlerinin ve tüm ayrıcalıklı kiliselerin yürürlükten kaldırılması. Her dinin kendi tanrıları için tapınaklar inşa etme, rahiplerini koruma ve onlara ödeme yapma kesin özgürlüğü.
B. Dini şirketler olarak kabul edilen kiliseler asla üretici birliklere göre ayarlanmış siyasi haklardan yararlanamamalılar; ne de çocukların eğitimi onlara bırakılabilir çünkü onlar sadece ahlakı ve özgürlüğü yadsımak için ve tatlı para getiren büyücülük pratiğinden kâr sağlamak için vardırlar.
C. Monarşinin yürürlükten kaldırılması, cumhuriyetin kurulması.
D. Sınıfların, cephelerin ve ayrıcalıkların yürürlükten kaldırılması; tüm kadınlar ve erkekler için kesin siyasi hak eşitliği, evrensel oy kullanma hakkı.
E. Tümüyle yaygınlaşan, sürüleştiren, merkezi Devletin, Kilisenin alter egosunun, ve benzeri, yoksullaştırmanın, vahşileştirmenin, kalabalıkların esir edilmesinin sürekli nedenlerinin yürürlükten kaldırılması, bozuma uğratılması, ve ahlaki, siyasi ve ekonomik yönden paramparça edilmesi. Bunu doğallıkla şunlar izler: tüm devlet üniversitelerinin kaldırılması: kamu eğitimi yalnızca komünler ve özgür birliklerce verilmelidir. Devlet hukukunun kaldırılması: tüm yargıçlar halk tarafından seçilmelidir.Şimdi Avrupa’dan yönetilen tüm kriminal, sivil ve yasal kodların kaldırılması: çünkü özgürlüğün kodu yalnızca özgürlük tarafından yaratılabilir. Bankaların ve tüm devlet kredi kurumlarının kaldırılması. Tüm merkezi yönetimin, bürokrasinin, tüm sürekli orduların ve devlet polisinin kaldırılması.
F. Tüm hukuksal ve sivil görevlilerin ve temsilcilerin (ulusal, yöresel ve komünal delegelerin) her iki cinsin de evrensel oy hakkıyla doğrudan seçilmesi.
G. Her ülkenin bireylerin mutlak özgürlüğü, üretim birlikleri ve komünler temelinde kendi yeniden örgütlenmeleri. Ayrılma hakkının tanınmasının gerekliliği: her birey, her birlik, her komün, her bölge, her ulus mutlak özbelirlenim hakkına sahiptir, birleşmek ya da birleşmemek, kiminle isterlerse onunla ortaklık kurmak ve tarihsel haklar denilen şeye [yasal emsallerce kutsanan haklar] ya da komşularıyla uyumluluğuna bakmaksızın ittifakları reddetmek. Bir kere ayrılma hakkı kuruldu mu, ayrılma bir daha gerekli olmayacaktır. Şiddetle empoze edilen bir “birliğin” çözülmesinden sonra, toplumun birimleri karşılıklı yardımlaşmanın güçlü albenisiyle ve doğal gerekliliklerle birleşeceklerdir. Özgürlükle kutsanmış olarak, bu yeni komünler, iller, bölgeler ve uluslar federasyonları gerçekten güçlü, üretici, ve çözülmez olacaklardır.
H. Bireysel haklar.
1. Her erkeğin ve kadının doğumundan erişkinliğine kadarki hakkı, tam bakım, giysiler, beslenme, korunma, ilgi, savunma, tüm giderler toplumca karşılanmak üzere eğitim (kamu okulları, ilk, orta ve yüksek eğitim, sanatsal, endüstriyel ve bilimsel eğitim).
2. Ergenlerin, özgürce kariyerlerini seçerken, yardım görmek ve toplum tarafından olası en uç noktaya dek desteklenmek eşit hakkı. Bundan sonra, toplum kendi üzerindeki kendi özgürlüklerine ve haklarına saygı duymak ve gerektiğinde savunmak dışında hiçbir yetkeye veya denetime pabuç bırakmayacaktır.
3. Her iki cinsten erişkinlerin özgürlüğü mutlak ve tam olmalıdır, gelme ve gitme özgürlüğü, tüm görüşleri seslendirebilme, tembel veya etkin olma, ahlaklı veya ahlaksız, kısaca, kişinin birinin egemenliğinden veya egemenliklerden kimseye bağlı olmaksızın kurtulması. Dürüstçe söylendikçe, kişinin, hatta birisinin sömürülmesine bile bile göz yuman bireyler pahasına kendi emeğiyle yaşama hakkı.
4. Kamuoyunun doğal geliştirici gücü dışında hiçbir dizginleyici güce yer verilmeksizin sınırsız propaganda, konuşma, basın, kamusal veya özel toplantı özgürlüğü. Ahlakdışı amaçlar da iddia edenler dahil hatta bireysel ve kamusal özgürlükleri çökertme (ya da yıkma) yandaşı birlikler kurma da dahil olmak üzere mutlak örgütlenme özgürlüğü.
5. Özgürlük yalnızca özgürlükle savunulabilir ve yalnızca özgürlükle savunulmalıdır: savunulmasını bahane ederek özgürlüğü sınırlandırma yandaşı kesilmek tehlikeli bir yanılsamadır. Ahlağın başka hiçbir kaynağı olmadığından, başka hiçbir nesnesi, özgürlükten başka bir uyarıcısı olmadığından ahlakı korumak için düzenlenen tüm özgürlük kısıtlamaları ahlâkın zararınadır. Psikoloji, istatistik, ve tüm tarih kanıtlar ki bireysel ve toplumsal ahlâksızlık yanlış bir bireysel ve kamusal eğitimin, kamusal ahlakın dejenerasyonunun ve kamuoyunun yozlaşmasının, ve hepsinden öte toplumun gaddarca örgütlenmesinin kaçınılmaz sonuçlarıdır. Ünlü bir Belçikalı istatistikçi [Quetelet] toplumun daha sonra suçlular tarafından işlenen suçlara giden yolu açtığına işaret eder. Bunu, sert yasalar aracılığıyla yapılan ve bireysel özgürlüğü kısıtlayan tüm toplumsal ahlaksızlıklarla mücadele etme girişimlerinin başarısızlığı izler. Deneyim, tersine, baskıcı ve yetkeci bir sistemin engellemek bir yana sadece suçu azdırdığını gösteriyor; kamusal ve özel ahlak bireysel özgürlüğün sınırlanması yada genişletilmesi oranında yükseliyor ya da düşüyor. Demek ki toplumu yeniden kurmak için, biz öncelikle eşitsizlik, ayrımcılık, ve insanlığı küçümseme temelinde kurulmuş olan bu siyasi ve toplumsal sistemi tümüyle kökünden sökmeliyiz. Toplumu eksiksiz bir özgürlük, eşitlik, ve adalet --herkes için iş ve insana saygıdan esinlenmmiş aydınlanmış bir eğitimi saymaya gerek yok-- temelinde yeniden kurduktan sonra kamuoyu yeni insanlığı yansıtacak ve en mutlak özgürlüğün doğal koruyucusu haline gelecektir.
6. Bununla birlikte toplum, kendini kötü amaçlı ve parazit bireylere karşı tümüyle savunmasız bırakamaz. Çalışmak tüm siyasi hakların temeli olmalıdır. Toplumun birimleri, herbiri kendi yargılama yetkisi içinde (yaşlı, hasta ve bireysel ya da kamusal desteğe bağımlı olanlar hariç) tüm benzeri topluma zararlı erişkinleri siyasi haklardan yoksun tutabilir ve kendi emekleriyle yaşamaya başlar başlamaz siyasi haklarını yeniden kazanırlar.
7. Her insanın özgürlüğü vazgeçilemezdir ve toplum hiçbir zaman hiçbir bireyden kendi özgürlüğünü sınırlamasını ya da başka bireylerle tümüyle eşitlik ve karşılıklılık temelinde olanlar dışında sözleşmeler imzalamasını istemeyecektir. Toplum, kişisel saygınlıktan yoksun olarak kendini başka bir bireye gönüllü hizmet eden bir konuma yerleştiren hiçbir kadını ya da erkeği zor kullanarak engelleyemez.
8. Siyasi haklarını yitiren kişiler çocuklarına bakma hakkını da yitirirler. Gönüllü anlaşmaları çiğneyenler, çalanlar, bedensel yaralara yol açanlar, hepsinden ötesi, herhangi bir bireyin özgürlüğünü sınırlayanlar, ister yerli ister yabancı olsun, toplumun kendi yasalarına göre cezalandırılacaktır.
. . .
10. Herhangi bir birliğin (komün, il, bölge, ya da ulus) yasalarınca mahkûm edilen bireyler bu birlikten ayrılmak istediklerini ilan ederek cezadan kurtulma haklarını korurlar. Ancak bu durumda, birliğin de eşit derecede onu kovma ve birlik savunması ve korunması dışına attıklarını ilan etme hakkı vardır.
I. Birlik hakları [federalizm]. İşçi birlikleri tarihte yeni bir olgudur. Şu anda, geleceğin yeni siyasal yavan toplumsal koşullarında kuşkusuz gösterecekleri uçsuz bucaksız gelişmeleri hakkında biz sadece fikir yürütebiliriz ama saptama yapamayız. Birgün kasabaların, eyaletlerin ve hatta devletlerin sınırlarını aşmaları son derece olasıdır. Toplumu tümden yeniden kurabilirler, onu uluslara değil ama farklı endüstriyel gruplara bölerek, siyasetin gereklerine göre değil üretimin gereklerine göre örgütlenerek. Ancak bu geleceğe ait bir durum. Biz yine de şimdiden şu temel ilkeyi ilan edebiliriz: işlevleri ve amaçları bir yana bırakılmak üzere tüm birlikler, tüm bireyler gibi, mutlak özgürlüğü yaşamalıdırlar. Ne toplum, ne de toplumun herhangi bir parçası –komün, il ya da ulus— özgür bireyleri herhangi bir amaçla; siyasi, dini, bilimsel, sanatsal, ya da hatta ergin olmayan çocuklar olmadıkları sürece bönlerin veya alkoliklerin sömürülmesi ve yozlaştırılması amacıyla özgürce birleşmekten alıkoyamaz. Şarlatanlarla ve zararlı birliklerle mücadele etmek kamuoyunun özel meselesidir. Fakat toplum temel insan adaleti ilkelerini sınırlamayı amaçlayan herhangi bir birliğin ya da ortaklaşmacılığın uygarlık haklarını korumayı reddetmek zorunda kalır. Bireyler salt böyle tanınmayan topluluklara ait oldukları için tam siyasi ve toplumsal haklarını yitirmezler ve cezalandırılmazlar. Tanınan ve tanınmayan birlikler arasındaki farklılık şu olacaktır: hukuken tanınan birlikler gönüllü yükümlülüklerini yerine getirmeyi reddeden tanınan gruplar veya bireylerden topluluğun korunması hakkına sahip olacaklardır. Hukuken tanınmayan birlikler topluluk tarafından böyle bir korunma hakkı talep edemeyeceklerdir ve onların yaptığı hiçbir anlaşma bağlayıcı kabul edilmeyecektir.
J. Fransa’da olduğu gibi, bir ülkenin bölgelerle, illerle, yörelerle ve komünlerle bölünmesi doğallıkla geleneklere, özgül koşullara, ve her ülkenin kendi özgün doğasına dayanacaktır. Biz burada sadece ciddi biçimde özgür bir toplum örgütlemeye çalışan herhangi bir ülkenin gözönüne alması gereken temel ve vazgeçilmez ilkeleri imleyebiliriz. Birincisi: tüm örgütlenmeler tabandan tavana doğru, komünden ülkenin veya ulusun koordine birliğine doğru federasyonlar şeklinde oluşmalıdır. İkincisi: komünle ülke, bölge ya da il arasında en azından bir özerk ara gövde bulunmalıdır. Böyle bir özerk ara gövde olmaksızın (terimin tam anlamıyla) komün çok fazla yalıtılmış ve kaçınılmaz olarak (Fransa’da iki kez olduğu gibi) despotik monarşik bir rejimi yeniden iktidara getirecek Devletin merkezi baskısına karşı direnmek için çok zayıf olacaktır. Despotizm kendi kaynağını kralların despotik doğasından çok Devletin merkezi örgütlenmesinde bulur.
K. Her ülkedeki tüm siyasi örgütlenmelerin temel birimi her iki cinsten tüm erişkinlerin çoğunluğunun oylarıyla kurulmuş tümüyle özerk komün olmalıdır. Hiç kimsenin komünün iç yaşamına karışma hakkı veya iktidarı olmamalıdır. Komün tüm görevlileri, yasakoyucuları ve yargıçları seçer. Komünal iyeliği ve mali durumu kendi yönetir. Her komün kendi anayasasını ve yasamasını üstlerinden gelecek herhangi bir onayı beklemeksizin yaratma hakkına su götürmez biçimde sahip olmalıdır. Ancak il federasyonuna katılmak ve onun bir parçası olmak için, kendi özel kuruluş ilkelerini il anayasasının temel ilkelerine uydurmak ve il parlementosunca kabul edilmek zorundadır. Komün ayrıca il mahkemesinin yargılarını ve il hükümetince düzenlenen ölçütleri kabul etmek zorundadır. (İl hükümetince düzenlenecek tüm ölçütler il parlementosunca kararlaştırılmalıdır.) İl yasalarını kabul etmeyi reddeden komünler onun avantajlarından yararlanma hakkını yitirirler.
L. İl, özerk komünlerin özgür federasyonundan başka hiçbir şey olmamalıdır. İl parlamentosu ya her komünden temsilcilerin yer aldığı tek bir meclisten oluşur ya da diğerinde komünlerden bağımsız olarak il nufusunun temsil edildiği iki meclisten oluşur. İl parlamentosu, komünlerin iç tartışmalarına hiçbir şekilde müdahele etmeksizin (bu El Kitabındaki ilkelere dayanan) il anayasasını formüle eder. Bu anayasa il parlamentosuna katılmak isteyen tüm komünlerce kabul edilmelidir. İl parlamentosu il federasyonuyla ilişki halindeki bireylerin, komünlerin, ve birliklerin haklarını ve yükümlülüklerini, ve kendi yasalarının çiğnenmesiyle ilgili cezaları tanımlayan yasalar çıkartır. Yine de, temel noktalarda olmasa da, ikincil noktalardaki anlaşmazlıklar yüzünden komünlerin il federasyonundan ayrılma hakkı saklı kalır.
İl parlamentosu, Komünler Federasyonu Beyannamesiyle tam bir uyum içinde, komünler, parlamento, hukuk mahkemeleri, ve il yönetimi arasındaki mevcut hakları ve yükümlülükleri tanımlar. Tüm ili etkileyen bütün yasaları, ilin ve komünün özerkliğini, yine de sınırlamaksızın, ulusal parlementonun kanunlarından ve önergelerinden geçirerek çıkartacaktır. Komünlerin iç yönetimine burnunu sokmaksızın, il çapında veya ulusal girdiden payı olan ödeneği her komüne dağıtır ve komün tarafından üyelerinin kararlaştırdığı gibi kullanılır. İl parlementosu, elbette evrensel oy kullanma hakkı ile seçilmiş olan il yönetiminin siyasetlerini ve kanunlarını imzalayacak veya reddedecektir. (Gene evrensel oy kullanma hakkı ile seçilmiş olan) il mahkemesi komünlerle komünler, komünlerle bireyler, ve komünlerle il yönetimi yada parlamento arasındaki tüm anlaşmazlıkları temyiz olmaksızın karara bağlayacaktır. [Bu düzenlemeler böylece] donuk, cansız bir tektipliliğe değil, gerçek bir yaşam birliğine, komünal yaşamın zenginliğine varır. Komünlerin isteklerini ve gereksinimlerini yansıtan bir birlik yaratılacaktır; kısaca, bireysel ve kollektif özgürlüğümüz olacak. Bu birlik il iktidarının baskısıyla ya da şiddetiyle başarılamaz, çünkü doğruluk ve adalet bile zorbalıkla empoze edildiklerinde yalancılığa ve ahlaksızlığa yol açarlar.
M. Ulus, özerk iller federasyonundan başka birşey olmamalıdır.
N. Uluslararası Federasyonun İlkeleri. Uluslararası federasyonu oluşturan uluslar birliği, yukarıda altı çizilen ilkeler üzerinde temellenecektir. Halk Devrimi saati tekrar çaldığında bütün ulusların kardeşçe bir dayanışma içinde biraraya gelmesi ve gerici uluslar koalisyonuna karşı kırılmaz bir müttefiklik oluşturmaları olasıdır, ve aynı zamanda kuvvetlice arzulanır. Bu müttefiklik geleceğin tüm dünyayı kucaklayacak Evrensel Halklar Federasyonu’nun başlangıcı olacaktır. Devrimci halkların Uluslararası Federasyonu, bir parlamento, bir mahkeme, ve bir uluslarası icra komitesiyle, doğal olarak devrimin ilkelerine dayanacaktır. Uluslararası siyasete uyarlandıkta bu ilkeler şunlardır;
1. Her ülke, her ulus, her halk, büyük ya da küçük, zayıf ya da güçlü, her bölge, il ve komün mutlak özyönetim, devletlerin siyasi, ticari veya stratejik hırslarına ve sözde tarihsel haklarına bakılmaksızın dilediği gibi ortaklıklar, birlikler kurma, ya da ayrılma hakkına sahiptir. Toplumun öğelerinin birliği, hakiki, uzun ömürlü ve verimli olabilmek için tümüyle özgür olmalıdır: o sadece toplumun kendi birimlerinin iç gereksinimlerinden ve karşılıklı yardımlaşmanın albenisinden doğabilir.
2. İddia edilen tarihsel hakların ve korkunç fetih hakkının ortadan kaldırılması.
3. Devletin gücünün ve şanının değerlerini yükseltme siyasetlerinin mutlak reddi. Çünkü bu her ülkeyi kendi yaptıkları bir büyük kalenin içine hapseden, insanlığın geri kalanına kapılarını kapatan, kendini kapalı bir dünya içinde örgütleyen, tüm insanlık dayanışmasından ayrışmış, kendi şanını ve gönencini başka ülkelere yapabildiği kötülüklerde gören bir siyaset biçimidir. Fetih üzerine kurulmuş bir toplum mutlaka içten içe köleleşmiş bir toplumdur.
4. Bir ulusun şanı ve görkemi yalnızca kendi insanlığını geliştirme derecesinde yatar. Sağlamlığı ve iç diriliği özgürlüğünün derecesiyle ölçülür.
5. Bireylerin olduğu denli ulusların saadeti ve özgürlüğü de çözülmez bağlarla içiçe örülerek birbirlerine bağlanmıştır. Bu nedenle, tüm federe ülkeler arasında serbest ticaret, alışveriş, ve iletişim olmalıdır, ve pasaportlar, sınırlar, gümrük tarifeleri kaldırılmalıdır. Federe bir ülkenin her yurttaşı aynı uygarlık haklarından yararlanabilmelidir ve aynı federasyonda yeralan diğer ülkelerdeki siyasi haklardan yararlanmak ve yurttaşlık elde etmek onun için kolay olmalıdır. Eğer özgürlük başlangıç fikri olursa mutlaka birliğe varır. Ancak birlikten özgürlük fikrine gitmek olanaksız değilse de zordur, eğer olası olsaydı bile sadece kuvvetle baskı kuran bir düzmece “birliği” yıkmakla gerçekleşebilirdi…
. . .
7. Hiçbir federe ülke bir sürekli ordu ya da askerleri sivillerden ayıran herhangi bir kurum kurmayacaktır. Sürekli ordular yalnızca kendi ülkelerini karışıklık içine itmekle, vahşileştirmekle, ve finansal harap oluşa sürüklemekle yetinmezler, ayrıca diğer ulusların saadetine ve bağımsızlığına yönelik birer başbelası da kesilirler. Tüm bedensel olarak uygun yurttaşlar, eğer gerekliyse, kendi yaşadıkları yeri ve kendi özgürlüklerini korumak için silahlanmalıdır. Her ülkenin askeri savunması ve donanımı komün tarafından yöresel olarak, ya da, bir şekilde İsviçre’deki ve Amerika Birleşik Devletler’indeki [yaklaşık 1860-7'deki] askeri yapılar gibi eyaletler bazında örgütlenmelidir.
8. Uluslar ve onların kendi illeri arasındaki anlaşmazlıkları temyiz olmaksızın çözmek Uluslararası Mahkeme’nin tek işlevidir. İki federe ülke arasındaki anlaşmazlıklar, temyiz olmaksızın, sadece Uluslararası Parlemento tarafından karara bağlanır. Uluslararası Parlemento ayrıca, tüm devrimci federasyon adına, ortak siyaseti belirler, ve kaçınılmazsa gerici koalisyona karşı savaş ilan etme kararı alır.
9. Hiçbir federe ulus bir başka federe ülkeye karşı savaş açmamalıdır. Eğer bir savaş varsa ve Uluslararası Mahkeme kararını açıkladıysa, saldırgan ülke teslim olmalıdır. Teslim olmaması halinde, diğer federe uluslar onunla ilişkilerini keserler ve saldırgan ülkenin harekete geçmesi üzerine, saldırıyı geri püskürtmek için birleşirler.
10. Federasyon dışından bir devlete karşı başlayan onaylanmış bir savaşta devrimci federasyonun tüm üyeleri etkin bir biçimde yer almalıdır. Eğer bir federe ulus dışardan bir devlete karşı Uluslararası Mahkemenin öğütlerine uymayarak haksız savaş ilan ederse bunu tek başına sürdürmesi gerektiği ilan edilir.
11. Federe devletlerin yabancı ülkelerde ayrı ayrı diplomatik temsilcilikler bulundurmanın pahalı lüksünden sonunda vazgeçmeleri ve tüm federe Devletler adına konuşacak temsilciler ayarlamaları umulur.
12. Yalnızca bu el kitabında belirtilen ilkeleri kabul eden halklar veya uluslar federasyona kabul edileceklerdir.
X. Toplumsal Örgütlenme. Siyasal eşitlik olmadan hiçbir gerçek siyasal özgürlük olamaz, ama siyasi eşitlik sadece toplumsal ve ekonomik eşitlik durumunda söz konusudur.
A. Eşitlik bireysel farklılıkları aynı hizaya çekmek anlamına gelmez, ne de bireyler bedenen, ahlaksal olarak, ya da zihinsel olarak aynı olmak zorundadır. Kapasitelerdeki ve güçteki farklılıklar --ırklar, uluslar, cinsler, yaşlar, ve kişiler arasındaki şu farklılıklar toplumsal bir kötülük olmaktan çok uzakta, tersine, yoğun insanlığı kurarlar. Ekonomik ve toplumsal eşitlik, kişisel zenginliklerin eşitlenmesi demektir, ama insanın kendi öz yeteneklerinden, üretici enerjisinden ve tutumundan kazandıklarını sınırlayarak değil.
B. Eşitlik ve adalet için sadece her bir tek insana --doğumundan ergenliğine ve olgunluğuna dek--, önce bakım ve eğitimle, daha sonra, tüm doğal yeteneklerinin ve kapasitelerinin geliştirilmesinde eşit bir şekilde yaklaşacak denli iyi örgütlenmiş bir toplum gerekir. Bu herkes için doğumdan ölüme adalet miras hakkı varolmayı sürdürdükçe olanaksız olacaktır.
. . .
D. Miras hakkının ortadan kaldırılması. Toplumsal eşitsizlik --sınıfların eşitsizliği, ayrımcılıklar, sağlık-- olgusu, miras hakkı ortadan kaldırılmadığı sürece varolmayı sürdürecektir. Edimsel eşitsizliğin hiç aksatmaksızın haklarda eşitsizlik üretmesi doğal bir toplumsal yasadır. Ve --bizim anladığımız, gerçek, evrensel, ve özgürlükçü anlamında-- siyasi eşitlik olmaksızın toplum her zaman iki eşit olmayan parçaya bölünmüş olarak kalacaktır. Birinciler, insan soyunun büyük çoğunluğunu oluşturan halk kitleleri, ayrıcalıklı sömürgen azınlık tarafından ezileceklerdir. Miras hakkı özgürlük ilkesini sınırlar ve kaldırılmalıdır.
. . .
G. Miras hakkından kaynaklanan eşitsizlik ortadan kaldırıldıktan sonra da, bireylerin sahip oldukları farklı farklı enerji miktarları ve yeteneklere bağlı eşitsizlikler kalacaktır. Bu eşitsizlikler asla tümüyle yok olmazlar, ama eğitimin ve eşitlikçi bir toplumsal örgütlenmenin etkisiyle sürekli, daha ve daha küçültülürler, ayrıca miras yükü de yetişen kuşakların sırtından kalkmış olacaktır.
H. Varlığın tek kaynağı emek olmakla beraber, herkes açlıktan ölmekte, ya da vahşi hayvanlar arasında ormanlarda veya çöllerde yaşamakta serbesttir, fakat toplumda yaşamak isteyen herkes yaşamını kendi emeğiyle kazanmalıdır, aksi takdirde başkalarının emeğiyle geçinen bir parazit muamelesi görür.
I. Emek insan saygınlığının ve ahlakının bir buluşudur. Ancak serbest ve zihinsel emekle insan, kendi hayvanlığının üstesinden gelerek, kendi insanlığına ve adalet duygusuna erişmiş, çevresini değiştirmiş, ve uygar dünyayı yaratmıştır. Feodal dünyada olduğu denli antik dünyada da emeğe ilişmiş olan ve “emeğin saygınlığı” ile ilgili tüm ikiyüzlü laflara karşın büyük oranda günümüzde de geçerli olan lekenin, bu aptalca önyargının iki kaynağı vardır: birincisi antik dünya için son derece karakteristik olan mahkumiyettir, öyle ki toplumun bir kesimine bilimle, sanatlarla, felsefeyle, ve insan haklarından yararlanmayla kendini insanlaştırma fırsatı sunarken, doğal olarak daha kalabalık olan toplumun diğer kesimi köleler olarak çalışmaya zorlanmalıydılar. Antik uygarlığın bu temel kurumu çöküşünün de nedeni oldu.
Kent, bir tarafta ayrıcalıklı yurttaşlarının aylaklığının ellerinde yozlaşır ve çözülürken, ve öte yanda mirastan mahkûm edilmiş, köleliklerine karşın ortak emek aracılığıyla bir karşılıklı yardım ve baskıya karşı dayanışma geliştirmiş olan köleler dünyasının hissedilmeyen ama amansız etkinliğiyle baltalanırken, barbar halkların bir üflemesiyle çöktü.
Hıristiyanlık, kölelerin dini, daha sonra antik kölelik biçimlerini yeni bir kölelik biçimi yaratmak için yıktı. Eşitsizliğe ve fetih hakkına dayanan ve tanrısal lütufla kutsanan ayrıcalık toplumu yeniden iki zıt kampa böldü: “ayaktakımı” ve soylular sınıfı, serfler ve efendiler. İkinciler için asil ordu ve hükümet görevleri ayrılmıştı, serfler için de zorunlu emeğin laneti. Aynı nedenler aynı etkileri bırakmak için biraraya geldiler; asalet, ahlaksız aylaklıkla demoralize oldu ve zayıfladı, 1789’da devrimci serflerin ve işçilerin rüzgarıyla devrildi. [Fransız] Devrim[i] emeğin saygınlığını ilan etti ve emekle ilgili hakları yasaya geçirdi. Ancak bu yasada kaldı, gerçekte emek köleleşmiş olarak kaldı. Emeğin küçük düşürülmesinin ilk kaynağı, ismen söylendikte, insanların siyasi eşitsizliği doğması, Büyük Devrim tarafından yıkılmıştı. Küçük düşürme yine de halen varolan el emeğiyle zihinsel emek arasındaki ayrımdan başka birşey olmayan, antik eşitsizliği yeni bir biçimde yeniden üreten ve dünyayı yasayla değil amasermayeyle ayrışan ayrıcalıklı azınlık, ve artık yasaların tutsağı olmayan ama açlığın tutsağı olan işçilerin çoğunluğu şeklinde iki kampa bölen ikinci bir kaynağa atfedilmeliydi.
Emeğin saygınlığı bugün kuramsal olarak tanınıyor, ve kamuoyu çalışmadan yaşamayı küçük düşürücü buluyor. Ama bu sorunun kalbine gitmiyor. İnsan emeği, genelde, hâlâ iki kapalı ulama ayrılmış durumda: birincisi --tümüyle yönetimsel ve entellektüel-- bilim insanlarını, sanatçıları, mühendisleri, mucitleri, muhasebecileri, eğitimcileri, resmi görevlileri, ve onların emeği disiplin altında tutan alt seçkinlerini içerir. İkinci grupsa büyük işçi kitlelerinden, ve yaratıcı fikirlerden ve zihinsel etkinlikten uzak tutulmuş ve entellektüel yönetici seçkinlerin emirlerini körlemesine ve mekanik olarak taşıyan halktan oluşur. Emeğin bu ekonomik ve toplumsal bölünmesinin ayrıcalıklı sınıfın üyeleri için, halk kitleleri için ve bir bütün olarak toplumun gönenci, ahlaki ve zihinsel gelişimi için çok zararlı sonuçları olmuştur.
Ayrıcalıklı sınıflar için lüks bir aylaklık içinde geçen yaşam ahlaki ve zihinsel yozlaşmaya yol açar. İnsanın sanatsal, bilimsel ve ussal gelişiminde belirli miktarda boş zamanın mutlaka gerekli olduğu tümüyle doğrudur; yaratıcı boş zamanı kolay kazanılan, toplumsal olarak bireysel kapasitelere ve tercihlere göre herkese sağlanan ve ücreti tatminkâr olan sağlıklı günlük emek egzersizi izler.İnsan doğası öyledir ki kötüye olan eğilim her zaman dış koşullarca yoğunlaştırılır, ve bireyin ahlakı kendi istencinden çok içinde yaşadığı çevrenin ve varoluşunun koşullarına bağlıdır. Bu anlamda, aynı diğerlerinde olduğu gibi, toplumsal dayanışma kuralı esastır: mutlak eşitlik içindeki özgürlük denli toplumun ve bireyin ahlağını düzeltici birşey olamaz. En samimi demokratı alın ve tahta oturtun: eğer hiç zaman yitirmeden adımını aşağı atmazsa kuşkusuz bir alçağa dönüşecektir. Bir doğuştan aristokrat (eğer o, bir mutlu kaza sonucu, aristokratik soyundan ve doğuştan itiberen sahip olduğu ayrıcalıklardan utanıyorsa) geçmiş zaferlere özlem duyacak, şimdiki zamanda gereksizleşecek, ve geleceğin ilerlemelerine tutkuyla karşı çıkacaktır. Aynısı burjuva için de geçerlidir:bu aylaklığın ve sermayenin sevgili çocuğu boş zamanlarını dürüstlükten uzaklaşma, yozlaşma ve sefahatla harcar ya da hak ettiği cezayı vermek üzere 1793’den de korkunç biçimde üzerine gelecek olan işçi sınıfını köleleştirmek için acımasız bir kuvvet olarak hizmet eder.
Emeğin bölünmesiyle işçinin maruz kaldığı kötülükleri belirlemek çok daha kolaydır: başkaları için çalışmak zorundadır çünkü yoksulluk ve ıstırap içine doğmuştur, tüm ussal yetiştirilme ve eğitimden yoksun bırakılmış, dini baskılarla ahlaken köleleştirilmiştir. Yaşamın içine fırlatılıp atılmıştır, savunmasız, kendi istenci dışında ve inisiyatifsizdir. Sefaletle içine düştüğü umutsuzluktan, bazen kalkıp doğrularak ayaklanır, işçi yoldaşlarıyla birlikten ve iktidarın bağlı olduğu aydınlanmış düşünceden yoksun olarak sık sık ihanete uğrar ve liderleri tarafından satılır, ve neredeyse hiçbir zaman acılarından kimin veya neyin sorumlu olduğunu anlayamaz. Sonuçsuz mücadelelerle yorgun düşmüş olarak, tekrar eski köleliğin içine düşer.
Bu kölelik işçilerin ortak eylemiyle kapitalizm devrilene dek sürecektir. Eğitim ayrıcalıklı sınıfın doğuştan özel hakkı olduğu sürece (ki özgür bir toplumda herkese eşit olacaktır); bu ayrıcalıklı azınlık bilimsel ve yönetimsel işleri tekeli altında tuttuğu sürece sömürülme devam eder ve --makine veya yük hayvanı statüsüne indirilmmiş olan-- halk sömürücüleri tarafından onlara ayrılan adi görevleri üstlenmek zorunda kalırlar.
İnsan emeğinin bu küçük düşürülüşü, toplumun zihinsel ve siyasi kurumlarını, ahlakı kirleten uçsuz bucaksız bir kötülüktür. Tarih gösteriyor ki doğal zihinsel gelişimleri bastırılmış, boşu boşuna herhangi bir aydınlık arayışına giren, günlük ağır çalışmanın mekanik monotonluğuyla vahşileştirilmiş, eğitimsiz bir çoğunluk toplumun kendi varoluşunu tehdit eden körlemesine sertliğiyle akılsız gürültücü bir kalabalık kurar.
El ve kafa emeğinin yapay olarak ayrılması yeni bir toplumsal bireşime yol açacaktır. Bilim insanları el emeği sergilediğinde ve elle çalışanlar zihinsel emek sergilediklerinde özgür zihinsel çalışma insanlığın görkeminin, saygınlığının ve haklarının kaynağı olacaktır.
K. Özgür ve zihinsel emek mutlaka ortaklaşa emek olmalıdır. Herkes, elbette, tek başına veya topluca çalışmak konusunda özgür olacaktır. Fakat hiç kuşku yoktur ki (en iyi bireysel olarak gerçekleştirilen işler hariç) endüstriyel ve hatta bilimsel ya da sanatsal girişimlerde, ortaklaşa emek herkesce yeğlenecektir. Birlik her işçinin üretim kapasitesini müthiş arttırır; bu nedenle, bir üretici birliğin ortak üyesi daha az zamanda daha çok şey öğrenecektir. (Emek örgütleri ve kooperatif üyelerini de içeren) özgür üretim birlikleri gereksinimlerine ve özel yeteneklerine göre gönüllü olarak örgütlenirler, daha sonra tüm ulusal sınırları aşarlar ve dünya çapında uçsuz bucaksız bir ekonomik federasyon oluştururlar. Buna bir endüstriyel parlamento da dahildir, birlikler tarafından küresel boyutta tam ve ayrıntılı istatistiklerle sağlanan; mevcut stoğu ve talepleri gözönünde bulundurarak dünya endüstriyel üretimini çeşitli ülkelere dağıtır ve paylaştırır. Ticari ve endüstriyel krizler, durgunluklar (işsizlik), sermaye yitimi, vs., bundan sonra insanlığın başına bela olmayacaktır; insan emeğinin özgürleşmesi dünyayı yeniden kuracaktır.
L. Toprak, ve tüm doğal kaynaklar, herkesin ortak varlığıdır, ancak yalnızca kendi emeğiyle onu ekip biçenlerce kullanılacaktır. Kamulaştırma olmaksızın, sadece işçi birliklerinin güçlü baskısıyla, sermaye ve üretim araçları serveti kendi emekleriyle üretenlere geçecektir.
M. Eşit siyasi, toplumsal, ve ekonomik haklar, kadınlara eşit yükümlülükler.
N. Doğal ailenin değil ama yasa ve mülkiyetle kurulan yasal ailenin ortadan kaldırılması. Resmi ve dini evlilik özgür evlilikle yerdeğiştirir. Erişkin erkeklerin ve kadınların diledikleri gibi birleşme ve ayrılma hakları vardır, toplum onların birleşme haklarını engelleyemez ya da onları birleşmeye zorlayamaz.
Miras hakkının ortadan kaldırılmasıyla ve çocukların eğitimi toplum tarafından sağlandıkça evliliğin geri dönülemezliğiyle ilgili tüm gerekçeler geçersizleşecektir. Ahlaki içtenlik için özgür seçim vazgeçilmez bir koşul olduğundan, bir kadınla bir erkeğin birliği özgür olmalıdır. Evlilikte, hem kadın hem erkek mutlak özgürlükle yaşamalıdır. Ne şiddet, ne tutku ne de geçmişten gelen haklar birinin diğerinin özgürlüğünü çiğnemesini haklı gösteremez, ve her böylesi hak çiğneme bir suç kabul edilir.
O. Gebelikten doğuma dek, kadın ve çocuğu komünal örgütlenmeyle desteklenmelidirler. Çocuğunu emzirmek veya sütten kesmek isteyen kadınlar da ayrıca desteklenir.
P. Anababaların çocuklarına bakma ve eğitimlerine rehberlik etme hakları vardır, ancak istemeden veya bilerek çocuklarının fiziki ve zihinsel gelişimini engelleyen, gaddarca davranan, onları ahlaksızlaştıran anababalardan çocukları alma hakkına ve yükümlülüğüne sahip olan komünün son kontrolü altında.
Q. Çocuklar ne ailelerine ne de topluma aittir. Kendi kendilerine ve kendi özgür geleceklerine aittirler. Kendilerine bakabilecek yaşa gelene dek, büyüklerin yardımlarıyla büyütülmelidirler. Anababaların çocukların doğal özel öğretmenleri oldukları doğrudur, ancak komünün kendi geleceği çocuklara vereceği düşünsel ve ahlaki eğitime bağlı olduğu için, çocukların özel öğretmeni yine komün olmalıdır. Erişkinlerin özgürlüğü sadece özgür toplum küçük çocukların bakımını üstlendiğinde olasıdır.
R. Laik okul Kilisenin yerini almalıdır, şu farkla ki dini fikir aşılama batıl inançları ve tanrısal yetkeyi korurken laik kamu eğitiminin tek amacı çocukların aşamalı ve ilerleyen adımlarla fiziki dayanıklılıklarını, zihinlerini ve istençlerini üç katına çıkartarak özgürlüğe taşınmasıdır. Us, gerçek, adalet, yoldaşlarına saygı, diğerlerinin saygınlığından ayrılmaz olan kişisel saygınlık duygusu, kişisel özgürlüğe ve tüm diğerlerinin özgürlüğüne sevgi, çalışmanın hakların temeli ve koşulu olduğu kanısı –bunlar tüm kamusal eğitimin ana ilkeleri olmalıdır. Hepsinden öte, eğitim insanı oluşturmalı insanlık değerlerini aşılamalıdır önce, daha sonra uzmanlaşmış işçileri eğitebilir. Çocuk büyüdükçe, yetke gitgide daha çok yerini özgürlüğe bırakır, öyle ki erişkinliğe vardığında tümüyle özgür olacaktır ve çocukluğunda nasıl yetkeye bağlı yaşadığını unutacaktır. İnsanlık değerlerine saygı, özgürlüğün başlangıç noktası, çocuklara uygulanan sıkı disiplinin bir parçası olmalıdır. Tüm ahlaki eğitimin özü şudur: Çocuklara insanlığa saygıyı aşılayın, iyi insanlar olacaklardır.
S. Erişkinlik yaşına ulaştığında en iyi saydığı biçimde eylemek konusunda özerkliği ve özgürlüğü ilan edilir. Buna karşılık, toplum ondan şu üç yükümlülüğü yerine getirmesini bekler: özgür kalmak, kendi emeğiyle yaşamak, ve diğerlerinin özgürlüğüne saygı göstermek. Mevcut topluma kötülük toplumunun örgütlenmesine bağlı suç ve ahlaksızlık bulaşırken; us, adalet ve özgürlük temeline dayanan bir toplumda insanlığa saygıyla ve tam eşitlikle iyi üstün gelecek ve aydınlanmış ve insanlaşmış bir kamuoyunun yaygın etkisi altında gitgide daha da azalacak olan kötülük iğrenç bir istisna olacaktır.
T. Yaşlılar, hastalar ve zayıf düşenler tüm siyasi ve toplumsal haklardan yararlanırlar ve giderleri toplum tarafından cömertçe karşılanır.
XI. Devrimci siyaset. Tüm ulusların özgürlüğü bölünmez olduğu için ulusal devrimlerin uluslararasılaşmak zorunda oluşu bizim derine yayılmış bir kanımızdır. Nasıl Avrupa ve dünya gericilikleri birleşikse, bundan sonra dayalıtılmış devrimler olmamalıdır, fakat bir evrensel, dünya devrimine varılmalıdır. Bu nedenle, tüm özel ilgiler, kibirler, gösterişler, kıskançlıklar, uluslar arasındaki düşmanlıklar şimdi tek başına her ulusun özgürlüğünü ve bağımsızlığını tümünün dayanışmasıyla garanti edebilecek olan devrimin birleşik, ortak ve evrensel çıkarlarına çevrilmelidir. Ayrıca inanıyoruz ki dünya karşıdevriminin kutsal ittifakı ve dev bütçelere, sürekli ordulara, korkunç bürokrasilere dayanan ve modern merkezi devletin tüm devasa aygıtlarıyla donanmış kralların, ruhban sınıfının, soyluların, ve burjuvazinin komplosu, ezici bir kuvvet kurar; gerçekten de, bu ürkütücü gerici koalisyon sadece eşzamanlı devrimci ittifakın daha büyük gücüyle ve tüm uygar dünya halklarının eylemiyle yıkılabilir, bu gericiliğe karşı yalıtılmış bir tek halkın devrimi asla başarıya ulaşamayacaktır. Böylesi bir devrim bir akılsızlık, yalıtılmış ülke için bir yıkım olacaktır, ve sonuçta, tüm diğer uluslara karşı bir suça dönüşür. Bir tek halkın ayaklanışı yalnızca kendini değil fakat tüm dünyayı gözönünde bulundurmalıdır. Bu, tüm dünyanın çıkarları denli büyük, derin, gerçek, insancıl, ve kısaca genel bir dünya çapında program gerektirir. Ve Avrupadaki, ulusuna bakılmaksızın, tüm halk kitlelerinin tutkularını harekete geçirmek için, bu program toplumsal ve demokratik devrimin tek programı olabilir.
Kısaca konuldukta, toplumsal ve demokratik devrimin amaçları şunlardır: Siyasi olarak: devletin tarihsel haklarının, fetih hakkının ve diplomatik hakların ortadan kaldırılması. O, tüm bireylerin ve birliklerin insani ve tanrısal köleliklerden tam kurtuluşunu, ve tüm zorunlu birliklerin ve tüm eyaletleştirilmiş komünlerin ve Devlet tarafından fethedilmiş ülkelerin mutlak yıkımını amaçlar. Son olarak, askeri, bürokratik, hükümetle ilgili, yönetimsel, hukuksal ve yasama kurumlarıyla merkezi, saldırgan, yetkeci devletin radikalce çözülmesini gerektirir. Devrim kısaca, şu amacı taşır:herkes için özgürlük, kollektif heyetlerin, birliklerin, komünlerin, illerin, bölgelerin, ve ulusların olduğu denli bireylerin de özgürlüğü, ve bu özgürlüğün federasyon tarafından karşılıklı garanti edilmesi.
Toplumsal olarak: siyasi eşitliğin ekonomik eşitlikle sağlama alınmasını amaçlar. Bu, doğal bireysel farklılıkların ortadan kaldırılması değildir, ama her bireyin doğuştan itibaren eşit toplumsal haklarla yaşamasıdır; kız ya da erkek, olgunlaşana dek her çocuk için eşit geçim koşulları, destek, eğitim ve fırsat, ve yetişkinlikte de kendi varlığını kendi emeğiyle yaratması için eşit kaynaklar ve olanaklar.