25 Aralık 2013
Atatürk "hayır! elimizdeki para millete aittir, milli mücadele parasıdır ve bu maksatla harcanacaktır" diyerek annesine "evdeki halıları, kilimleri satın!" cevabını göndermiştir.
23 Aralık 2013
21 Aralık 2013
Zamansız Sözler - Halil Cibran
Güzel, görkemliliğin tahtına oturur oturmaz gösterir kendini bize; ama biz şehvet adına ona yaklaşır, onun saf ve temiz tacını parçalarız, çirkin girişimlerimizle kirletiriz, üstündeki şalı.
Sevgi, alçak gönüllülüğüne bürünmüş olarak geçer yanımızdan; ama biz ya korkulara kapılıp kaçarız ondan, saklanırız kuytuluklara, ya da izleriz onu, adına kötülüklerde bulunabilmek için. En akıllımız bile Sevgi'nin ağır yükü altında ezilir; ama gerçekte Sevgi, okşayıcı meltem kadar hafiftir.
Özgürlük, leziz yemeklerinden ve bereketli şarabından sunmak için çağırır sofrasına bizi; ama biz sofraya oturur oturmaz tıkanırcasına yeriz önümüze konulanları.
İnsanoğlunun gönlü yardımına koşacak birini arar; ruhu içini dökmeyi diler; ama biz tıkamışızdır kulaklarımızı onların feryatlarına ne duyarız, ne anlarız. Ve ‘deli’ deriz onlara kulak verip anlamış olanlara, üstelik kaçışırız yanlarından.
19 Aralık 2013
Bir demet şiir
Sokakta giderken, kendi kendime
Gülümsediğimin farkına vardığım zaman
Beni deli zannedeceklerini düşünüp
Gülümsüyorum...Orhan Veli Kanık
bu acının bir tanımı olmalı
bana hiç söylenmemiş sözcükler gerek
gözlerime doluşan bu yağmur kuşlarının
her sevgiye bir tarih düşüren yanlışların
çıkmayan sokaklarda yitirdiğim düşlerin
bu acıyla buluşan bir tanımı olmalı
göğsünü kanırtarak oyan kör bıçak gibi
yaşanacak herşeyi dünde unutmak gibi
ömrünü kayalardan fırlatıp atmak gibi
kendinde kaybolmanın bir tanımı olmalı
toprağı gökyüzüne savuran depremlerden
bütün evleri birden sürükleyen sellerden
geriye bir başına kalan ihtiyar gibi
acıyı solumanın bir tanımı olmalı
güneşin ortasında karanlık olmak gibi
kuruyan bir denizde sessizce yanmak gibi
ıpıssız bir evrende tek canlı kalmak gibi
bu çılgın yalnızlığın bir tanımı olmalı
sevdiğinin yüzüne son kez değercesine
söylenecek hiçbir şey kalmadı dercesine
en uzak tınıları boyayarak sesine
"hoşçakal" demenin de bir tanımı olmalı
ben ne söyleyeceğim şimdi yelkenlerime
bana rüzgâr dilinden sözcüklere gerek...Ayten Mutlu
LEYLAKLARINI ANLATIYORUM Leylak getiriyorsun bana güneşli bir gün Onu saçlarından topladığın belli Bir leylak bahçesisin karşımda Böyle kucağında kalsa daha iyi Bir vazoya bırakıp gidiyorsun Sen gidiyorsun leylaklar kalıyor mu sanki Önce renkleri gidiyor arkandan Nesi varsa gidiyor soyunarak Her vazoya baktıkça karşımdasın ne tuhaf Her kokladıkça dönüp dönüp geliyorsun Düşünceler gibi filizleniyorsun gün geçtikçe Yaprak yaprak gelişiyorsun Leylak leylak bakıyorsun gözlerimin içine Ölümsüz bir mevsim oluyorsun...Rıfat Ilgaz
Susarak
güneş altında söylenmedik söz yokmuş
ne gece ne gündüz yokmuş söylenmedik söz
ben de söylenmişleri söylüyorum yeni biçimde
hiç bir biçim kalmamış dünyada denenmedik
ben de susuyorum sevgimi saklayıp içimde
duyuyorsun değil mi suskunluğumu
nasıl haykırıyor...
susarak sevgisini ilan eden çok var sevdiğim
ama bir başka seven yok
benim sustuğum biçimde...Aziz Nesin
Umutsuz akamlarımda sesini duyduğum lir
Sihrinde ilk acıyı tattığım
Ey sarhoş akşamlarımın biricik tesellisi
İlk şiirlerimdeki biricik dert ortağım fener
Soğuk kış geceleri ısındığım kalorifer
Gitgide uzaklaşan tren sesi
ey en masum arzularımı gizleyen oda
Yıldızlarla dost eden küçük pencere
Her akşam gönlümün dilediği yere
Götüren sihirli araba
Ey en içli en yanık türkülerimi duymayan
rüzgarı saçlarımı dağıtan sokak
Ve ey saçı ak gönlü ak
Anneciğim pencerede ağlayan
Ah biliorum güç gelecek sizlere
Ama artık gitmek geliyor içimden
Bir sabah masmavi bir bulutun peşinden
Dönüşü olmayan yerlere...Ataol Behramoğlu
ÜŞÜMEKTEN DEĞİL KORKU
Yorgun savaşçılarız, yengiler eskitti bizi Utanırız tadına varmaktan içkilerimizin Biri bütün güneşleri toplar, vermeye bekletir Üşümekten değil korku, ısınır olmaktan Yorgun savaşçılarız, sevgiler ürküttü bizi Tutulmuş dağ yolları oklar ve tuzaklar Biri dostluk adına bağışlar çirkinliğimizi Düz yollara düşeriz yeniden oksuz ve tavşansız Yılgın savaşçılarız, sevgiler ürküttü bizi...Gülten Akın
Dağların ve nehirlerin
Türküsünü söylemek istiyorum
Büyük gökyüzünün ve kırların.
Mavi bir çiçeğin türküsünü söylemek istiyorum
Umudun ve sevdanın.
Kahraman bir yüreğin türküsünü söylemek istiyorum
Aslan türküsünü Guevara’nın.
Odalar ve sofalar kuşatmış beni
Sandalyeler masalar tabaklar
Gökyüzü kuşatmış beni içim daralıyor
Gelenekler korkular kuşkular
Kuşatmış beni
Rotatifler silahlar yasalar
Ah akşam oluyor
Sevgilim, aşkım benim
İniyor dağlara
Örtüsü gecenin
Bir çocuk durmadan
Büyük nehirleri özlüyor
Kaybolmuş sevinçleri özlüyor
Bu yürek durmadan
Geçiyor dağlardan
Gölgesi çetelerin
Körlerin ve yetimlerin
Türküsünü söylemek istiyorum
Yavrusu ölmüş ananın
Hastaların türküsünü söylemek istiyorum,
Hapiste yalnız bir adamın.
Sevgili bir yüreğin türküsünü söylemek istiyorum
Kardeşimin, Guevara’nın
Ah, nasıl da acı
Böyle susup durmak
Kötüler cellatlar elinde
Bunalırken güzelim halk
Fabrikalar yanlış çalışırken
Yanlış ekilirken toprak
Ayak, olmuşken baş
Baş, olmuşken ayak
Kavganın ve hürriyetin
Türküsünü söylemek istiyorum
Gür bir akışla akacak kanın
Eşitliğin türküsünü söylemek istiyorum
Halklar adına yükselen sancağın.
Sadeliğin, inceliğin, onurun
Türküsünü söylemek istiyorum
Onun türküsünü, Guevara’nın
1968
Biri kışa girerken biri kıştan çıkarken
Biri yeni bir aşk öncesinde bir kederden sonra
Biri biten bir aşktan sonra kedere girerken
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana...Ataol Behramoğlu
18 Aralık 2013
Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi "Başkaldıran İnsan"
Hayatın yaşamaya değer olup olmadığına dair bir yargıda bulunmak, felsefenin temel sorusunu yanıtlamak demektir.” diyen Albert, varoluş kavramının yaratıcıları Sartre ve Camus’nün fikir ayrılığı yaşadığı konulardan biri tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Sartre intihara reddediş Camus ise teslim oluş tanımını yapıyor. Yani Camus yazı hayatının bir döneminden sonra intiharı çözüm yöntemi olarak göstermekten vazgeçip “başkaldırıyı alternatif olarak sunmaya başlıyor. Varlık varoluşunun sebebini ararken güçsüz düşerse cevapsızlıklarıyla, başkaldırmalıdır hayata. Camus’nün etkilediği yazarlardan biri olan Nietzche’nin nihilizm olgusunun doğal sonucu olan ölümü değil de başkaldırıdır savunduğu. Toplum içinde ekonomik ve sosyal etkenlerin yardımıyla yalnız bırakılmış, ruhu adeta mengeneyle sıkılmış nefes almaya dahi zorlanan varlık için varoluşçuluğa (existentialisim) göre intiharı düşünmekten başka yol kalmamıştır. Dostoyevski’nin “tanrı yoksa her şey mubahtır”cümlesiyle de anlatmaya çalıştığı gibi varlık kainat içinde başıboş ve çaresizdir. İşte Camus bu olguya karşı gelmekte ve yarattığı “saçma felsefesiyle” bir anlamda başkaldırıya hoş geldin demektedir Camus’nün sıkıntılarla başlayan hayatı yine savaşlarla ve siyasi çalkalanmalarla devam etmiştir. Cezayir’in Fransa karşıtı ulusal kurtuluş cephesini desteklememesi halktan ve entelektüel sınıftan eleştiriler almıştır. Komünist partiden Troçki yakınlığı nedeniyle atılmıştır.
“Absürt kelimesinin kötü bir geçmişi var ve bunun beni rahatsız ettiğini itiraf ediyorum. Absürt`ü Sisifos Söyleni`de ele alırken, bir metod arıyordum doktrin değil. Sistemli bir şüphe pratiği yapıyordum. Daha sonra bir şeyler inşa edebileceği düşüncesiyle “tabula rasa” yöntemini kullanmaya çalışıyordum. Eğer hiçbir şeyin bir anlamı olmadığı varsayarsak, dünyanın absürt olduğu sonucuna ulaşmalıyız. Fakat gerçekten hiçbir şeyin hiçbir anlamı yok muydu? Bu noktada kalabileceğimize hiçbir zaman inanmadım.”
1957 yılında “insan bilincini çevreleyen meseleleri en parlak ve dürüst bir biçimde yansıttığı” için Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı. Ölüm tarihine çok yaklaşmışken aldığı bu ödülle düşünce ve yazı dünyasını taçlandırmış oldu. Yazarın tüm hayatı gibi ölümü de oldukça ilgi çekiciydi. Günümüzde onun ölümüne hala intihar yakıştırması yapanlar var. Çünkü; bir sohbet sırasında en absürt ölüm biçimini sorduklarında trafik kazası yanıtını veren Camus, 1960 yılında yayınevi sahibi Gaston Gallimard ile Paris’e giderken trafik kazasında hayatını kaybetmiştir. Trafik kazalarından çok korkan Camus’ yü bu yolculuğa Gallimard ikna etmiştir. Nitekim kazanın ardından cebinde Paris’e dönüş için tren bileti bulunmuştur. Yaşarken çok yakın ama bol tartışmalı bir arkadaşlık sürdürdüğü Sartre dahi ölümü ardından isyan etmiştir: ”Camus’ yü öldüren kazaya rezalettir diyorum; çünkü bu kaza, insancıl dünyada, en derin gerekliliklerimizin uyumsuzluğunu ortaya çıkarıyor. Camus yirmi yaşında iken, ansızın kapıldığı yaşantısını altüst eden tüberkiloz, uyumsuzu -insanın budalaca yokluğunu- buldu. Alıştı buna, dayanılmaz koşulunu düşündü ve kendisini kurtardı. Bu iyileşmiş hasta, beklenmeyen ve dışarıdan gelen bir ölümle çiğnendiğine göre, yalnız ilk yapıtlarının gerçeği söylediği zannedilebilir. Buna göre uyumsuzluk, ne kimsenin ona, ne de onun kimseye sorduğu sorudur; sessizlik bile denemeyecek, hiçbir şey olmayan bir sessizliktir…
Başkaldıran İnsan – Bölüm-1
1- Bugün yoksayıcılar tahtlarda,devrim adına dünyamızı yönetmeye kalkan düşünceler, boyun egiş ülküleri oldu, başkaldırı düşüngüleri degil. işte bu nedenle çagımız, kişileri ve kitleleri yoketme tekniklerinin çagıdır.
2- Devrim,yoksayıcılıga boyun egerken, başkaldırı kaynaklarının karşısına geçti. Ölümden ve ölüm tanrısından nefret eden kişi olarak, ölümden sonra yaşamdan umudunu kesen insan, İnsan türünün ölümsüzlügünde kurtuluşa ermek istedi.ama topluluk dünyaya egemen olmadıkça,yine ölmek gerekir.
3- Yaşamın yüzü igrençse,ölümsüzlügün geregi ne?
4- Yıldırı,kin dolu yanlızların insan kardeşligine sundukları saygıdır.
5- Her devrimci ya ezen kişi yada sapkın olur sonunda.seçtikleri tümüyle tarihsel evrende, başkaldırıda,devrimde aynı ikileme çıkar;ya polislik ya çılgınlık.
6- başkaldırı ilk gerçekliginde,tümüyle tarihsel hiçbir düşünceyi dogrulamaz. Başkaldırı birlik ister, tarihsel devrimde tümlük.birincisi bir “evete” dayanan “hayır”dan yola çıkar, ikincisi salt yoksamadan yola çıkarak çagların sonuna atılmış bir “evet”i yaratabilmek için bütün köleleikleri bagrına basar.biri yaratıcıdır, öteki yoksayıcı. Birincisi gittikçe daha çok varolmak için yaratmaya adanmıştır, ikincisi daha iyi yoksaymak için üretmek zorundadır. Tarihsel devrim durmamacasına yıkılan şu bir gün varolma umudu içinde eyleme yönelir.
7- Bütün başkaldırmış düşünceler bir söz sanatı yada kapalı bir evren içinde belirlenir.
8- Sanatçı kendi hesabına tekrar tekrar yeniden kurar dünyayı.sanatçı,doga kargaşalıgından kafa ve yürek için yeterli bir birlik çıkarır.her sanatçı bu dünya taslagını yeniden yapmaya eksigini tamamlayarak ona bir “biçem” katmaya çalışır.
9- Sanat gerçege karşı çıkabilir ama gerçekten kaçamaz.
10- Sanat tüm çagların sanatı olamaz, tam tersine çagıyla belirlenir o.
1- Tarih her türlü ilkenin dışında, devrimle-karşı devrim arasında bir savaştan başka bir şey degilse, bu iki degerden birsini benimsemekten başka çıkar yol yoktur, ölümde buradadır dirilişte.
2- Adalet istegi yüzyıllar boyunca devrim tutkusunu haklı çıkaran tek istek degildir devrim aynı zamanda herkese karşı bir acılı dostlık geregine dayanır. Adalet için ölenler, bütün çaglarda, birbirlerine “kardeş” demişlerdir. şiddet, Hepsi için ezilmişler toplulugu adına, yararına, düşmana yöneltilir. Ama devrim tek degerse, her şeyi ister, hatta hafiyeliği, dolaysıyla dostluĞun kurban edilmesini bile. Bundan böyle şiddet, soyut bir düşünce yararına, dost-düşman demeden herkese yönelecektir.
3- İki insan ırkı. biri yanlız öldürür ve bunu canıyla öder. öteki binlerce cinayeti dogrular, buna karşılık onurlandırılmayı benimser.
4- Artık ne kölelelik nede güç erişebilecek mutuluĞa, efendiler hırçın, köleler asık suratlı olacak.
5- Eylem adamları inançsız olunca,eylem devinisinden başka hiçbir şeye inanmamışlardı Hitler’in savunulamaz çelişkiside sürekli bir devinim ve bir yadsıma üzerine degişmez bir düzen kurmak istemiş olmasıdır.
6- Herşeyden umut kesmiş olanlara inanç verebilecek olan şey uslamlar degil,yanlız tutkudur.
7- Tek değer devrim oldumu hak yoktur, görevler vardır yalnız.
8- Gelecek, ateistlerin biricik aşkınlığıdır.
9- Çagdaş nihilizmin iki ayrı yüzü; biri burjuva, biri devrimci.
10- Yirminci yüzyılın gerçek tutkusu köleliktir.
Başkaldıran İnsan – Bölüm-2
1- Gerçek başkaldırı, degerler yaratmada başarılı oldugu zaman başarılı ve anlamlıdır.
2- Başkaldırı ya herşeyi ister yada hiçbir şeyi.
3- Dünyanın bütün bilimleri çocukların gözyaşlarına degmez.
4- Ayaklanma tüm rahatlıkları yadsıyan bir çiledir.
5- Ayaklanan insan ancak bencillikleri kendi bencilligi ile birleştigi ölçüde yada birleştigi sürece uyacaktır öteki insanlara.
6- İster yükselsin ister alçalsın başkaldıran adam gerçek varlıgının tanınması için ayaklanmış olmakla birlikte her iki durumda da oldugundan başka olmak ister.
7- Yaşam, üstü kapanmamış bir yaradır.
8- kendine ve insana yapılmış adaletsizlige başkaldırır kişi.
9- Tarihi, bireylerin alçaklıgının koşullandırdıgı yasalar yönetir.
10- Devrim, daha varolmayan insanı sevmek demektir.
1- Başkaldıran insan yaşamı degil, yaşamın nedenlerini ister. ölümün getirdigi sonucu yadsır.
2-Hiçbir şey dogrulanmamışsa, ölen anlamdan yoksundur.
3- Ölüme karşı savaşmak, yaşamın anlamını istemek, kural ve birlik için çarpışmak anlamına gelir.
4- Başkaldırı körde olsa bir çiledir.
5- Başkaldıran insan kutsala saldırıda bulunsa bile, bunu yeni bir tanrı umuduyla yapar.
6- Başkaldırının kendisi degildir soylu olan,istegidir, elde ettigi daha igrenç bile olsa.
7- Bir ilkeyi başarıya ulaştırmak için bir başka ilkeyi yıkmak gerekir.
8- Her ahlaki bozukluk aynı zamanda siyasal bir bozulmadır, her siyasal bozulmada aynı zamanda bir ahlaki bozulmadır.
9- Ahlak sadece biçimsel olunca ve belli bir içerikten uzak durunca,kemirir insanı.
1- Hükümet degişikligine başvurulmadan yapılan bir mülk yönetimi degişikligi devrim degil düzeltmedir.
2- Başvurdugu yollar ister kanlı, ister barışçıl olsun aynı zamanda politik olarakta belirmeyen ekonomik devrim yoktur.
3- Başkaldırı,yanlızca bireysel deneyimden düşünceye götüren devinimler, devrim ise tarihsel deneyime düşüncenin girişidir.
4- Bir başkaldırı hareketinin tarihi her zaman için bir daha dönmemesiye olaylara baglanmanın bir ögretide, bir neden gerektirmeyen, karanlık bir karşı gelmenin tarihidir.
5- Devrim, bir eylemi düşünceye göre biçimlendirme, dünyayı kuramsal bir çerçeveye uydurma çabasıdır.
6- Başkaldırı insanları öldürür, devrimse hem insanları hem ilkeleri yokeder.
7- Devrim ne denli genişsse, varsaydıgı savaş payıda o denli büyüktür.
8- 1789′da çıkan toplum, Avrupa için dövüşmek ister; 1917′de dogan devrim de dünya egemenligi için dögüşür. Tümcü devrim dünya egemenligini ister sonunda.
9- Kural erdemdir ve halktan geliyorsa anlamlıdır; Halk gevşeyince kural bulanıklaşır, baskı büyür.
10- Erdem bile kargaşa zamanlarında cinayetle birleşir.
Başkaldıran İnsan – Bölüm-3
1- ilkeler zayıf düştümü, insanların onları, onlarla birlikte inançlarını kurtarabilmeleri için bir tek yol kalır, bu da Onlar için ölmektir.
2- Büyük ilkeler temelsizse yada geçici bir egilimden başka bir şey dile getirmiyorsa, ya bozulmak yada zorla benimsetilmek için yapılmıştır. ister diktatörlük, ister bireysel yıldırıcılık olsun, ister devlet yıldırıcılıgı ,her ikiside aynı dogrulama yoksunluguyla dogrulanır, her ikiside başkaldırının köklerinden koptugu ,her türden somut aktörden yoksun kaldıgı andan sonra, yirminci yolun sapacagı bir yol olarak belirir.
3- 20.yy devrimcileri, biçimsel erdem ilkelerini kesinlikle yıkan silahları Hegel’den almışlardır.
4-”Yenen herzaman haklıdır.” 19.yy’lın en büyük ögretisinden çıkan ders budur işte.
5-İnsan, varlıgını ve farklılıgını kesinlemek için yoksayan yaratıktır.
6- İnsan usa uygun bir biçimde etkilenebilecek bir güçler düzeninden başka bir şey degildir.
7- Rus yıldırıcılıgının tüm tarihi, bir avuç aydının sessiz halk önünde zorba bir yönetimle çarpışması olarak özetlenebilir.
8- Gerçegi anlamış olan kimse ona karşı ayaklanmaz; ondan sevinç duyar.
9- Bütün geçmişi yadsıyan kişi yanlız gelecekte bir dogrulama bulmaya boyun eger.
10- Almanya, taşra işi bir politika düşüncesiyle bir imparatorluk savaşına girişdigi için çökmüştür.
11-Faşizm horgörüdür, buna karşılık horgörünün her türü politikaya girdimi faşizmi hazırlar yada kurar. Faşizmin kendi kendini yadsımadıkça, başka bir şey olamayacagınıda eklemek gerekir.
12- Devlet “aygıtla” yani fetih ve baskı mekanizmalarının bütünüyle özdeşleşir. Yurt içine yönelen fethin adı probaganda yada baskıdır, dışarıya dogru yöneltilince orduyu yaratır.böylece bütün sorunlar birer askerlik sorunu durumuna getirilmiş, güç ve etki terimleriyle kurulmuştur. Politikayıda yönetimin temel sorunlarınıda başkomutan kararlaştırır. Strateji konusunda yadsınamaz olan bu ilke sivil yaşamda da genelleştirlmiştir. Tek önder, tek halk, tek efendi milyonlarca köle demektir. Bütün toplumlarda özgürlügün güvencesi olan ara kurumların yerlerini ya sessiz yada (aynı şey) “slogan”lar haykıran kalabalıklar üzerinde egemen olan çizmeli bir “Yehuda”ya bırakır. önder ile halk arasına bir uzlaşma yada aracılık örgütü degil, “aygıt” yani baskı aracı olan parti yerleştirilir. Böylece bu düşük gizemciligin ilk ve tek ilkesi, yoksayıcılık dünyasına bir putatapıcılık ve bayagı bir kutsallık getiren “führerprenzip” dogar.
13- Ufak üstün-insanlar bir kez cinayeti buyurmaya görsünler başkandan, yarbaşkana, yarbaşkandan daha ufagına derken cinayet köleye kadar iner, köle ise yanlız emir alır, kimseye emir vermez.
14- Askerlik yasası emre uymamayı ölümle cezalandırır, onuruda köleliktir.
15- Saltık dinamizm iyilige yönelmez, etkenlige yönelir yanlız. Düşmanlar bulundugu sürece, yıldırıda olacaktır; dinamizm varoldukça düşmanlarda bulunacaktır.
16- Düşmanlar sapkındır, ögüt yada probaganda yardımıyla yola getirilmeli; engizisyon yada gestapo yardımıyla yok edilmelidir. Sonuçta şudur; insan partidense, füchrer!in hizmetinde bir araçtan, aygıtın bir çarkından; füchre’in düşmanıysa aygıtın bir tüketim ürününden başka bir şey degildir.
17- Başkaldırıdan dogmuş olan usdışı atılım insanın bir çark olamamasını saglayan şeyi yani başkaldırının kendisini indirgemekten başka birşey düşünmez artık.
18- Alman devrimcinin romantik bireyciligi, suçsuzlugunu en sonunda nesneler dünyasında giderir.
19- Usdışı yıldırı insanları birer nesne Hitler’in deyimiyle birer “gezegen basili” durumuna getirir.
20- Probaganda ile işkence, dolaysız bozup çürütme yollarıdır, düzenli düşkünleştirme, umursamaz cani ve suç ortaklıgı karışımıdır.
21- Öldüren yada işkence eden kişi yanlız bir gölge görür başarısında; kendini suçsuz bulamaz,öyleyse yönsüz bir dünyada genel suçlulugun artık yanlız gücün kullanılmasını yasaya uygun kılması, yanlız başarıyı kutsaması için kurbanın kendisinden de suçlulugu yaratmalıdır.suçsuzluk düşüncesi suçsuzun içindende silinince, umutsu dünya üzerinde “güç degeri” egemen olur.
22- Adalet savı adaletin aktörel bir dogrulanışı üzerine kurulmadımı adaletsizlikle suçlanır.bu dogrulanış olamadımı bir gün gelir suçta görev olur. iyilik ve kötülük yeniden zaman sokuldu mu olaylara karıştı mı hiçbir şey iyi yada kötü degildir artık ya zamansızdır yada zamanını doldurmuştur.
23- Sosyalist ögreti bilimsel bir temeli varsayar, bunuda ancak aydınlar verebilir ona.
24- Tarih, katillere alışkındır.
25- Marks’çılıgın gerçekten bilimsel olan tek yanı söylenenleri daha baştan yadsıması, en çig çıkarları gün ışıgına çıkarmasıdır.
15 Aralık 2013
14 Aralık 2013
Andrey Tarkovski - Nostalghia "Bir delinin haykırışı"
Bu yüzden tek kişi olamıyorum. Kendimi aynı anda sayısız şey olarak hissedebiliyorum.
Fazla büyük usta kalmadı. Zamanımızın gerçek kötülüğü budur.
Kalbin yolları gölgelerle kaplanmış.
Yararsız görünen seslere kulak vermeliyiz. Okul duvarları, asfalt ve refah reklamlarının uzun kanalizasyon boruları ile dolu beyinlere böceklerin vızıltısı girmeli.
Her birimizin gözlerini ve kulaklarını büyük bir rüyanın başlangıcı olan şeylerle doldurmalıyız.
Birisi piramitleri yapacağımızı haykırmalı. Yapmamamızın bir önemi yok.
O isteği beslemeliyiz, ve ruhun köşelerini esnetmeliyiz sınırsız bir çarşaf gibi. Dünyanın ilerlemesiniz istiyorsanız el ele vermeliyiz. Sözüm ona sağlıklıları sözüm ona hastalarla karıştırmalıyız.
Siz sağlıklı olanlar!
Sağlığınız ne anlama gelir. İnsanoğlunun bütün gözleri, içine daldığımız çukura bakıyor.
Özgürlük faydasızdır, eğer gözlerimizin içine bakmaya yemeye, içmeye ve bizimle yatmaya cesaretiniz yoksa! Dünyayı yıkıntının eşiğine getirenler sözüm ona sağlıklı olanlardır.
İnsanoğlu dinle!
Senin içinde su, ateş ve sonra kül ve külün içindeki kemikler ve küller.
Kemikler ve küller!
Gerçekliğin içinde veya hayalimde değilken ben neredeyim?
İşte yeni anlaşmam : geceleri güneşli olmalı ve Ağustos'ta karlı.
Büyük şeyler sona erer küçük şeyler baki kalır. Toplum böylesine parçalanmaktansa yeniden bir araya gelmeli.
Sadece doğaya bak ve hayatın ne kadar basit olduğunu göreceksin. Bir zamanlar olduğumuz yere dönmeliyiz yanlış tarafa döndüğün noktaya. Hayatın ana temellerine geri dönmeliyiz suları kirletmeden.
Deli bir adam size kendinizden utanmanızı söylüyorsa ne biçim bir dünyadır burası!
Şimdi müzik.
Anne! Başının etrafında dolaşan ve sen güldükçe berraklaşan o hafif şey havaymış.
Müzik işe yaramıyor.
Mahatma Gandi 'Dua'
Güçlülerin yüzüne gerçeği söylemek için ve zayıfların alkışını ve sevgisini kazanmak için ve yalan söylememek için bana yardım et.
Eğer bana para verirsen mutluluğumu alma ve eğer bana güçler verirsen muhakeme yeteneğimi çıkarma.
Eğer başarı verirsen alçak gönüllüğü çıkarma.
Eğer bana alçak gönüllüğü verirsen saygınlığımı çıkarma.
Görünenin diğer yüzünü tanımama yardım et.
Benim düşüncelerime katılmıyor diye bana karşı olanları hainlikle suçlayarak, onların karşısında suçlu duruma düşmeme izin verme.
Kendimi sever gibi diğerlerini de sevmeyi ve diğerlerini yargılıyormuş gibi kendimi de yargılamayı öğret bana.
Başarılı olduğum zaman sarhoşluğuma izin verme.
Ne de başarısız olursam olayım, umutsuzluğa düşmeme izin verme.
Daha ziyade, başarısızlığı başarının öncesindeki bir deneme olduğunu hatırlamamı sağla.
Hoşgörünün, güçlerin en büyüğü olduğunu ve intikam arzusunun zayıflığın ilk görünüşü olduğunu öğret bana.
Eğer paradan yoksun bırakırsan, bana umudu bırak.
Ve eğer beni başarıdan yoksun bırakırsan, başarısızlığı yenebilmek için irade gücünü bırak bana .
Eğer beni sağlık bağışından yoksun bırakırsan, inancın lütfunu bana bırak.
Eğer insanlara zarar verirsem, özür dileme gücünü ver bana .
Ve eğer insanlar bana zarar verirse, affetme ve merhamet gücünü ver bana.
Tanrım, Eğer ben seni unutursam sen beni unutma...
08 Aralık 2013
Ağaç - Cahit Irgat
Goethe - Kendiyle Barışmak
Çok şeyler yitirmiş bir yüreğin ürkekliğini?
Hızlı uçup giden zamanlar, şimdi nerededir?
Boşunadır artık en güzelin sana nasipliği!
Bulanıktır ruh, karmakarışıktır başlangıçlar;
Dünyanın yüceliğini de algılamaz olur duyular!
Milyonlarca ve milyonlarca ezgiden oluşma bir örgü gibi,
Alabildiğine sızmaya başlar insanın bütün benliğine,
Doldurur içine sonrasız bir güzelliği;
Bir hazza dalar gözler, algılar yüce bir özlemle,
Hem ezgilerin, hem de gözyaşlarının kutsal değerini.
Yaşamaktadır, çarpmaktadır ve çarpmak ister hâlâ,
O olağanüstü cömert armağana içten teşekkürlerini,
Sunmak için kendi kendini yanıtlarcasına.
İşte o anda – ah, hep sürebilse ne olurdu! –
Yaşanmıştır artık müziğin ve aşkın çifte mutluluğu.
05 Aralık 2013
Edip Cansever - Flaş
Michel de Montaigne - Denemeler
Ahmet Hamdi Tanpınar - Zaman Kırıntıları
Zaman sinekleri,
Tozlu camlarında günlerin sessiz kanat çırpanlar
Ve lüzumsuz görenler artık
Bu aydınlıkta kendi gölgelerini!
Sanki siyah, simsiyah taşlar içinde
Siyah, simsiyah kovuklarda yaşadık biz,
Sanki hiç görmedik birbirimizi,
Sanki hiç tanışmadık!
Dünya bize öyle kapattı kendisini…
Neye yarar bu cılız ışıklı bahçelerde
Hatırlamak geçmiş şeyleri,
Bu beyhude akşam bahçesinde
Kapanırken üstümüze böyle
Zaman çemberi
Hatırlıyor yetmez mi
Güneşe uzanan ellerimiz!
Çoktan salıverdi çehremizi,
Yüzüyoruz,
İpi kopmuş uçurtmalar gibi.
Biz uzak seyircisi bu aydınlık oyunun,
Birdenbire bulanlar içlerinde
Gülüncün sırrını,
Ne kadar benziyoruz şimdi,
Aynı tezgâhtan çıkmış testilere
Bir şey, bir şey kaldırdı bütün ayrılıkları!
Tanır mıyız kendimizi,
Tanır mıyız bu kaskatı
Bu zalim inkârın arasından
Sevdiklerimizi.
İçimde ve dışımda sessiz çalışıyordu,
Bir mezar böyle kazılırdı ancak,
Yıldırımsız ve baltasız,
Bir orman böyle devrildi!
Ben zamanı gördüm,
Kaç bakışta bozdu hayalimi,
Ve kaç düşüncede!
Ben zamanı gördüm,
Şimşek gibi bir ânın uçurumunda.
Aydınlığı kıt gecemize
Misafir olanlardan başka;
Kuru tahta üstünde bizimle
Paylaşanlar günlerimizi
Ve benim gözlerimle bakanlar güneşe
Ancak tanır bizi
Mor çemberlerin uçuştuğu akşam sularından!
Akşamın tek bir ağaç gibi
Dal budak saldığı sular
Çocukluk rüyalarının bahçesi!
Sakın kimse el sürmesin dallara,
Yapraklar, meyvalar olduğu gibi kalsın
Benim uykum boyunca!
Devrilmiş sütunları arasından
Çok eski bir sarayın
Alnında mor salkımlar vardı
Ve ilâhlar kadar güzeldi.
Uçmak için kanatlanmayı bekleyen
Yavru kuş gibi doğduğu kayada
Ben zamanı gördüm
Çırpınırken avuçlarımda.
Bir rüyadan kopmuş gibi bembeyaz
Yelkovan kuşları yalıyor suyu,
Sen ki bakışından yumuşak bir yaz
Gülümser en yeşil gecesinden
Ve sesin durmadan, durmadan örer,
Yıldız yosunu bir uykuyu…
Bak, martılar kanat çırpıyor sana.
Dalgalar var, güneş var.
Güneş ayna ayna, güneş pul pul
Güneş saçlarınla oynar
Omzundan tutar giydirir seni,
Sırtında tül olur belinde kemer
Boynunda inci
Ve dişlerinin zâlim çocuk sevinci
Birden Tanrılaşırsın genç adımlarında
Mevsimler önünde çözer yükünü
Bahçeler yığılır eteklerine!
Rüya ile
Hayal arasında
Hayal ile
Hakikat arasında
Yalnız sen varsın!
Gece ile
Gündüz arasında
Güneşle
Göz arasında
Yalnız sen varsın!
Ellerinin mesut işaretlerinden
Daha güzel doğardı eşya!
Daha zengin olurdu aydınlık
Kendi karanlığından çağırsaydı sesin,
Sular başka türlü akardı
Sert kayalardan göklere doğru
Büyük, mavi, aydınlık sular!
Kendi yeşilinde boğulmuş havuzların,
Ve bırakma saçlarını tarasın rüzgâr,
Durmadan çukurlaşan bu aynada!
Bilinmez hangi uzaklara götürür seni
Dudak dudağa öpüştüğün hayal!
Sokma güneşle arana,
İmkânsızın parıltısını!
Ve tanımadan, hiç tanımadan sev insanları!
Değişmenin ebedî olduğu yerde
Güzeldir hayat!
Yollardan gelir bize
Ve çok yabancı bir şey gibi sevinçlerimiz,
Keder durmadan çiçek açar içimizde.
Ne çıkar unuttuk hepsini!
Yıldızların amansız çarkına
Ve boş yere sızlamış kemiklerimiz,
Bilmiyoruz şimdi, mevsim yaz mı, bahar mı
Bahçelerde hâlâ güller açar mı,
Bilmiyoruz, kadınlar, kızlar,
Şarkılar masallar var mı?
Gece ile gündüz,
Acıdan kaskatı kesilmiş yüz,
Uykusuzluktan harap göz,
Öpüşen dudaklar,
Çözülmeye razı olmayan eller var mı?
Ayrılık var mı gurbet var mı?
Biz beyhude yere gecikenler,
Çoktan bitmiş bir yolun ucunda
Bilmiyoruz şimdi ıssız gecede
Ne yapar ne eder,
Gidip de gelmeyenler,
Beyhude bekleyenler!
Biz ayın çıplak arsasında
Savrulan zaman kırıntıları.
Nerden bilelim bunları!