30 Kasım 2012

Seçilmiş "Dünya" sözleri

-Dünya, 15 yaşından küçük çocuklara din dersi vermeyecek kadar dürüst olursa, belki o zaman ona umut besleyebiliriz...Arthur Schopenhauer 

-Dünyaya bakış açımızın sağlam temelleri ve derinlik veya sığlığı çocukluk yıllarında oluşur. Bu görüş daha sonra özenle düzeltilir ve mükemmel hale getirilir, ama özde değişmeden kalır... Arthur Schopenhauer 

-İki şey dünyaya hükmeder; biri kılıç, diğeri düşünce. Kılıç, eninde sonunda düşünceye yenilir...Napolyon Bonapart

-Bu dünya bize atalarımızdan miras kalmadı. Biz onu çocuklarımızdan ödünç aldık...Afrika atasözleri

  -Hiçbir şey onu telaşlandırıp heyecanlandıramaz artık. Bizi dünyaya bağlayan ve bizi (kaygı, yakıcı arzu, öfke ve korku dolu olan bizi) sürekli acı içinde ileri geri sürükleyen binlerce istenç bağı: o hepsini kesip paramparça etti. Gülümseyerek geriye, şu anda oyunun sonuna gelmiş bir satranç oyuncusu gibi kayıtsızca önünde duran bu dünyanın düşsel görüntüler geçidine bakıyor...Arthur Schopenhauer 

-Sonsuz uzayda etrafında bir düzine daha küçük kürenin döndüğü yuvarlak, ortası sicak, üzerindeki küflü tabakanın canlı ve bilinçli varlıklar ürettiği soguk sert bir kabukla kaplı sayısız aydınlık küre - bu ... gerçek dünya... Arthur Schopenhauer
  
-Zekam bana değil, dünyaya aittir... Arthur Schopenhauer 

-Ne sevgiye ne de nefrete yol açmamak dünya bilgeliğinin yarısıdır: hiçbir şey söylememek ve hiçbir şeye ınanmamak da öteki yarısı...Arthur Schopenhauer

-Dünyanın özü kötüdür. Yapılması gereken en iyi şey yaşam istencini reddetmektir...Arthur Schopenhauer 

-Şu dünyayı Tanrı yarattıysa, onun yerinde olmak istemem doğrusu. Çünkü, dünyanın sefaleti yüreğimi parçalar.Yaratıcı bir ruh düşünülürse, yarattığı şeyi göstererek ona şöyle bağırmak hakkımızdır: "bunca mutsuzluğu ve bu üzüntüyü ortaya çıkarmak uğruna, hiçliğin sessizliğini ve kıpırdamazlığını bozmaya nasıl kalkıştın?"... Arthur Schopenhauer

  -Eğer dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu...Napoléon Bonaparte 

-Tüm dünya için sadece bir kişi olabilirsin, fakat bazıları için sen bir dünyasın...Gabriel García Márquez 

-Dünya artık emek-yoğun, malzeme yoğun, enerji-yoğun değildir; bilgi yoğun olmaktadır...Peter F. Drucker

Dünyanın en yoksul insanı, paradan başka hiç bir şeyi olmayandır...Arthur Schopenhauer

İlahi Komedya - Dante Alighieri

Dünya şiirinin başyapıtı İlahi Komedya, Dante'nin Cehennem'e, Araf'a ve Cennet'e yaptığı düşsel bir geziyi destanlaştırır. İlahi Komedya, 14 233'e ulaşan toplam dize sayısı ile, şiir tarihinin en uzun soluklu şiiridir. Dante'nin 1300 yılının 7 Nisan Perşembe gecesi başlayan gezisi bir hafta sürer, Dante'ye Cehennem ve Araf yolculuğu boyunca Latin şair Vergilius rehberlik eder. Araf'ın tepesinde Vergilius yerini, Cennet'te Dante'ye rehberlik edecek olan Beatrice'ye bırakır. Dante, Beatrice'yi ilk kez gördüğünde kendisi dokuz, Beatrice sekiz yaşındadır. Dante, ömrü boyunca Beatrice'ye bağlı kaldığı gibi, düşünce dünyasının da esin kaynağı olur Beatrice. Vergilius'un Aeneis destanını örnek alan ve sıradışı bir aşka mitoloji, tarih ve kutsal metinlerle de desteklenen gerçeküstücü bir ortamda yakılan bir ağıt olarak da değerlendirilebilecek olan İlahi Komedya'nın, tarih ve felsefeden dinbilime, gökbilimden geometriye uzanan bir ansiklopedi niteliği taşıması da bir başka özelliğidir.
 
 - - - - - -
 
-Sefalet zamanlarında mutlu anları hatırlamaktan daha acı bir şey yoktur.
-Kuşku insana keyif veriyor, tıpkı bilgi gibi.
-Gurur, hırs ve kıskançlık, kalpleri tutuşturan üç alevdir.
 -Hile insana özgü bir kusurdur.
 -Korku, insanı kimi zaman öyle ezer ki her türlü soylu girişimden vazgeçirir. Tıpkı yanıltıcı bir görüşün, hayvanı huylandırıp şahlandırması gibi.
 -Yaşam yolumuzun ortasında karanlık bir ormanda buldum kendimi, çünkü doğru yol yitmişti.
 -Ruh, maddenin ağırlığı altında çökmezse, her mücadeleden zaferle çıkar.
 -Benden önce her şey sonsuzdu; sonsuza dek süreceğim bende...
İçeri girenler, dışarıda bırakın her umudu.
-Bu yüzden yitiğiz biz, başka bir suçtan değil, tek cezamız umutsuz bir özlemle birlikte yaşamamız.
-Öyle şehvet düşkünüydü ki, yasal kılmıştı zevk alınan her şeyi örtmek için kendi ayıbını.

Louis Aragon - İşte Otuz Yıldır

Alın şu ruhumun kitaplarını alın da açın rasgele bir yerinden
Parçalayın en iyisi anlamak için 
Kokuyu da gizemi de
Açın sayfaları bir hoyrat parmakla buruşturun yırtın
Bir şey kalır onlardan yalnız
Bir mırıltı bir nakarat 
Bir şey anlatmayan bakış 
Uzun bir teşekkür kekeme 
O çayır gibi mutluluk


elsa'ya şiirler-den


Jack Kerouac - Yolda

Amerikan edebiyatının devi Jack Kerouac’tan, Beat Kuşağı destanını yazan kitap: Yolda.
Kafaları dumanlıydı, hayatın sillesini yemişlerdi belki, iflah olmaz hayalperestlerdi... Yaşam yazılacak bir şiirdi onlar için ve beklemezdi.
Gökyüzü bunca geniş, hayat bunca kısa, hayaller bunca sonsuzken yol özgürlüktü. Yol dostluktu, maceraydı; sonsuz olasılığın toplamı, yaşamın kaynağıydı. Yolun sonunda aşk vardı, söz vardı, ses vardı; başlangıçlar hep şen, hep heyecanlıydı. Hızla giden bir arabanın dikiz aynasına yansıyordu hayatın anlamı, öyle bir şey varsa tabii; tan kızıllığında, gecenin bağrında, bir dostun yanı başında. Hareket halinde olan için ölüm yoktu, tasa yoktu; devinim vardı sadece, dünyayı berraklaştıran, yaşamı anlamlı kılan. Yıldızların altında, hızla giden arabaların arka koltuklarında, kaçak atlanan tren vagonlarında, çadırlarda, barakalarda, uzak diyarlarda kutsal yaşam vardı ve yüreklerindeki coşkuyu daracık bir dünyaya sığdıramayanlar, yollarda şahlandı. Nereye olursa...
Bir caz melodisi gibi kıvrak ve neşeli, bir esrimeydi hayatın kendisi, tıpkı bir düş gibi ve tüm gerçekler, hızla giden bir aracın tekerleklerini öpen asfalt misali önlerine seriliverdi.
Jack Kerouac, bir döneme damga vuran Yolda’da kendi hikâyesini anlatıyor. Sansürsüz, yalansız, olduğu gibi. Belge niteliğinde bir roman, aynı zamanda bir şarkı bu belki de; özgürlüğün, arayışın, dostluğun, kayıp babaların ve küskün oğulların, onulmaz yaşam hasretinin şarkısı.
Yaşama ve aşka saygıyla: Yolda!

- - - - - - 

"Çünkü benim için yalnız çılgın insanlar önemlidir, yaşamak için çıldıranlar, konuşmak için çıldıranlar, kurtarılmak için çıldıranlar, aynı anda her şeyi birden arzulayanlar, hiç esnemeyen, beylik laflar etmeyen, yıldızların arasında örümcekler çizerek patlayan ve en ortalarındaki mavi ışığı görenlere, ‘vay canına’ dedirten o muhteşem sarı maytaplar gibi yanan, yanan, yanan insanlar."


"Ben, söylediklerimden sorumluyum, anladıklarınızdan değil." Stefan Zweig

 


Hicri İzgören - Kılıç Artığı Poe-tik-ler

I
Masallarımız aynı düşlerimiz bir
Aynı ateşin yaktığı ağıtlardan geliyoruz
Kentin en uzak köşeleri
Hüznün ele verecek seni
Öyle mahzun bakma çocuk
"Devletin ve milletin bekası" zedelenir
Orda aşka yardım ve yataklıktan
Sabıkalıdır şiir
II
Acı ata yadigârıdır
Bin yıllık bir tarihi var
Beni bana kırdırır
Kehribar bir tespih gibi
Çek çek bitmez
Kimi zaman yaşayıp yaşamamak
Birbirine eşittir
Orda zembereksiz bir saat
Kırık bir keman gibidir şiir
III
Hüznü bir bohça gibi vurup sırtına
Söyle hangi acısıydın viran evlerin
Kanlı bir mendil kaldı geride
Serin bir su yavru bir kuş gibiydi
Meçhulümüzdür nasıl bir ölüme gelin gittiği
O mendilin kokusunda
Kanın dördüncü halidir şiir
IV
Maskeler atılmış roller ve replikler
Derin bir uykuya dalmıştır
Bir şarkıda ağlarken
Bir çiçeği sularken
Onlarla konuşur görürsem seni
Demektir Şiir
yeni çığlıklara hazırlıyor kendini
V
Hepsi de yaralı bir cerenin resmidir
Açılırsa bir sayfası unutulmuş defterin
Orda herkes kendi payına düşen
Bir yangınla karşılaşacak
Ve görülecek Kaç kadın ezilmiş ayak altında
O canavar evlerin
De ki
O defterin dipnotlarıdır düşünde düş görür şiir
VI
Piyasa şartları nedir
İstatistik yasaları ne söyler bilmem ama
Bir avuntu bulunur her zaman
Peşin fiyatına taksitle
Biraz etik estetik
Biraz kolesterol biraz turnusol
Vazife ulufe biraz felsefe
Bunca havar hiç rayting yapmıyor demek
Vatanperver bir münevver olarak
Sizin bu konuda bakışınız kaç amper
Belki de
Turnusolün sudaki rengidir şiir
VII
Daha yirmi dört saat
Hayati tehlikesi var diyor doktor
Durmadan morfin yapıyorlar
Kurtulsa da izi kalırmış
Yüreğini ezmiş aklının paletleri
Bir saatin tik-taklarıdır orda
Beşinci mevsimin adıdır şiir
VIII
Biz mi taşırız aşkları
Aşklar mı bizi Şimdi hangi kentte
Yağdığını unuttuğum bir yağmur
Ertelenmiş bir aşkın saçlarını yıkıyor
O günden beri
Öznesi yaralıdır şiirin

IX
Orda yıldızlar daha parlaktır
Aynalar daha ayna
Yaşamaya başladığın an
Biraz daha koyulaşır ağaçların yeşili
Orası  
Şiirin kendini göndere çektiği yerdir
X
Sensiz paslı bir çivi gibi duruyorum
Bir duvarın yüzünde
Ateşe ve rüzgâra dair bir dize kuşan
Bu geceyi teslim al
Bir selam uçur bana
Hâlâ bir sabah serinliği ise adresim
İnsana dair her çığlık
De ki şiirdir biraz

28 Kasım 2012

Şükrü Erbaş - Koşaradım

Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim 
Ne bir ortak sevinciniz kaldı sizi çoğaltacak 
Ne bir içten dostunuz var acınızı alacak 
Unuttunuz nicedir paylaşmanın mutluluğunu; 
Toprağı rüzgârı denizi göğü 
O her zaman bir insanla anlamlı 
Tükenmez bir hazine gibi kendini sunan doğayı 
Unuttunuz, gömülüp günlük çıkarların 
Ve ucuz korkuların kör kuyularına 
Daraldıkça daraldı dünyaya açılan pencereniz.

Fırlayıp ilk ışıklarıyla günün dağınık yataklardan 
Koşaradım gidiyorsunuz işinize değişmeyen yollardan 
Kurulmuş saatler gibi günboyu çalışıp tekdüze 
Uzayan gölgelerle koşaradım dönüyorsunuz evinize. 
Ne kadar uzaksa bir felaket sizden o kadar mutlusunuz
Unuttunuz başkalarının acısını duymayı 
Küçük çıkarların büyük kurnazları 
Alışverişe döndü tüm ilişkileriniz, hesaplı, planlı 
Sevgileriniz ayaküstü, ilgileriniz koşaradım 
Unuttunuz konuşmayı kendinizi vererek 
Düşünmeden bir başka şeyi, içten yalın dürüst 
Dışa vurmayı duygularınızı 
Unuttunuz, neydi bir ince söze yakışan en güzel davranış. 

Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim 
-Ki bu en büyük kötülüktür size- 
Yıkanmıyor bir kez olsun yüreğiniz yağmurlarla 
Denizler boşuna devinip duruyor bir çarşaf gibi 
Gerip ufkunuza mavisini, çiçekler her bahar 
Uyanışın türküsünü söylüyor da görmüyorsunuz. 
Sizin adınıza dünyanın pek çok yerinde 
İnsanlar dövüşüyor ellerinde yürekleri birer ülke 
Anlamıyorsunuz inançlarını bir kez düşünmüyorsunuz. 
Ömrünüzü güzelleştirecek bir şey almadan hayattan 
Bir şeyler bırakmadan ardınızda gelecek adına 
Koşaradım tükeniyorsunuz insan kardeşlerim 
Koşaradım Duymadan bir gün olsun dünyayı iliklerinizde..


Yaşasaydı Aşık Olurdum

Sana söyleyemediklerimi karıncalara söyleyeceğim -senden benden yalnız bozkıra! Susuyoruz bak hep. Söyleyemediklerimizi susuyor, bilmediklerimizi konuşuyoruz. Senden benden yalnız bozkır, oysa yaratık dolu, yaşam dolu -ya karıncalar? Hep oturup cigara içiyoruz, konyak içiyoruz yetersiz, asıl yetersiz biziz, yalnızlığımız en yetersiz -ya bozkır? Ben kadının biriysem sevilmeliyim, sen bilmezsin güzel miyim, en büyük güzelliğim senin bilmezliğin, duymazlığın -ya en boş damlalar gözlerimizde? Bak, tozluyuz biz, çok tozluyuz -ya bozkır, bozkır yolundan kamyonlar geçerken kalkan toz? Bak, hayal kurarım, en zevksiz acıklı şeylere gözyaşı dökerim de kendimi bilmem. Biz bilmeyiz birbirimizi; böylesine mutlu değil miyiz bazı? Bu evrende her şeyi silecek birileri, yaşamları çoktan. Bu önemli değil, biz çoktan tükenmişiz. Bırakıp bırakıp ırak kentlere bile gidemeyiz, bu uğraşı ister. Bak, bizi ağaçlandırmak güçtür -ya bozkır? 

Erdal Doğan

 

Özdemir Asaf - Uzun Bir Öykü


 
Hiç kimsenin kafesine
Koyamayacağı bir kuş..

Kaçmasını öylesine
Uçmasını böylesine
Unutmuş.

Bir insan sesine
Gelip konmuş.


Afşar Timuçin - Özgürlük

Kuşlar özgürlüğü kanatlarıyla yazarlar
Göklerin serin mavisine
Özgürlük biraz benzer
Güllerin çocuk yüzlü durgun güzelliğine
Özgürlük biraz benzer
Denizlerin ufuklarda başlayan bitmezliğine 

Beyazlara çizilen yorgunluk
Silinir martıların korku veren sesinde
Ne varsa göklerde var
Ovalardan ufuklara kadar
Ne varsa gözlerinde

Özdemir Asaf - Bil

Adının üstüne
Anılar koyma.
Sen mezar değilsin.
Anılar
Adının ardından gelsin.
Sen duvar değilsin.
 

27 Kasım 2012

Rainer Maria Rilke - Malte Laurids Brigge’nin Notları

Malte Laurids Brigge’nin Notları, her ne kadar kendisi “düzyazı” demeyi tercih etse de, Rilke’nin tek romanı. Modern şiirin büyük ustası bir tür günlük gibi kurguladığı romanında okurunu varoluşun dehlizlerinde karmaşık bir yolculuğa çağırıyor. Genç şair Malte’nin çocukluğuyla, ailesiyle, Paris’le, modern dünyayla, sanatla, aşkla, Tanrı’yla ve ölümle giriştiği hesaplaşma ve yüzleşmeler edebiyat tarihinin önde gelen metinlerinden birini, Alman edebiyatında 19. yüzyıl realist romanından kopuşun ilk ürününü ortaya çıkarıyor. Rilke’nin şiirsel, zaman zaman bilinçakışı tekniğine kayan, en ufak izlenimle tetiklenen kalemi, derinlikli ve tamamen kendine özgü, otobiyografik nitelikler de taşıyan bir kitap ortaya çıkarıyor.

“Rilke, dünyadaki tüm insanlar içinde en duyarlı, en ruh dolu olanıydı.”
Paul Valéry

“Bugün biz Almanya’da şair dediğimiz zaman hâlâ onu [Rilke’yi] düşünmekteyiz…"

Stefan Zweig

Kitaptan bir bölüm okumak için tıklayın

Malte Laurids Brigge'nin Notları  

 

Palyaço

Her şeye hiçbir anlam yükleyememenin derin acısı yayılır yüzündeki kıvrımlara…
Bildim dediğin şeyler bilinmezlikten daha da yakın değildir aslında. 
Hep bir kısır döngü; sular yükselince balıklar karıncaları, sular çekilince karıncalar balıkları yer. 
Hep bir yemece vardır, her yeni doğan güneş ile başlayan güncede. 
Umutsuzluk, umudun ta en dibinden gelir oysa..  
Ağlayan gözler ruhlardaki gökkuşağının zarif bir tebessümüdür, çoğu zaman. 
Düşlerini gerçekleştirdiğin kadar düştün mü yoksa? 
Üzüldün mü buna mutsuz palyaço? 
Ama sen üzülmemelisin ki; görevini mi unuttun yoksa? 
Unutma mutsuz palyaço; 
“Savaşlar, kimin haklı kimin haksız olduğuna değil, kimin hayatta kalıp kimin öleceğine karar verir,” Şu çivisi çıkmış iş hayatında, günahın koynuna girmeden başarı elde edebilen, kaç kişi oldu ki? 
Hayat, düşmemek için yürümemeye, düş görmemek için uyumamaya zorluyor insanı, sana ne elin hayallerinden, sen tak sepeti koluna…
Kimseyi de fırsatlarının kapkapçısı yapma, uyanık ol…unutma mutsuz palyaço, her mutsuzluk bir mutluluğun başlangıcı, her biten yol yeni bir yolun başlangıcı olur. 
Yeni bir yol, yada bitiş ürkütmesin seni. 
Zaten elinden geleni yapmıyor musun, bırak gerisini Yaradan’ına, rahat ol… 
Bildiğin en kötü şeyin yaralaması emin ol ki, bilmediğin her şeyden yine de çok güzel.
Bunları bilip gardını almak, ezilmemek adına uğraşmak ne güzel, dua et de, en kötüsü bile olsa yinede belirsizlik olmasa. 
Al sana bir mutluluk sebebi daha, yaşamaktan gayri. 
Yukarıyı (!) yönetmek için yalaka ve dalkavukluk yapmadığın için sevin mesela.. 
Her ne kadar yüzüne her gün mutluluk maskesi taksan da, kendini satmadın, işini sattın bundan da çok çok mutlu olabilirsin mesela..
Bırak onlar debelenip dursunlar, sen yelken aç, umutlu ve güleryüzlü olma ihtimali olan her şeye yelken aç be mutsuz palyaço.. 
Bile bile lades olmak yada olmamak içinde olduğun oyunun seçimi ise, seçme hakkın olduğunu unutma mutsuz palyaço.. 
Niye palyaço oldum diye sakın üzülme, zaten herkes palyaço.
Hepimizin oynadığı sirk, üstümüzdeki kalın kaftan başka başka. 
Sen en iyisini oyna… 
 
 

26 Kasım 2012

Funda Soysal - Tante Rosa’dan Sevgi Soysal'a Yolculuk

    


 Ölüm, bazen öyle zamansız ve acıdır ki, koyu bir gölge olup siner kısa da olsa dolu dolu yaşanmış bir yaşamın ve o yaşamdan geride kalanların üstüne. Ne yazık, Sevgi Soysal’ı kırk yaşında aramızdan ayrıldığı 1976’dan beri hep ölümüyle anımsadık. Ama artık bundan sıyrılıp, onun gibi ölüme karşı, “Aslolan hayattır,” diyebilmek, o kısa ömründe ürettiklerine sahip çıkabilmek, onları olsun hayata döndürebilmek gerek. İşte buradan yola çıkarak, Sevgi Soysal’ı bir yazar olarak yaşatmak,sürüp giden yaşamın içine yine katmak düşüncesiyle İletişimYayınları ile birlikte bütün eserlerini yeniden yayımlamaya başladık. 

Böyle bir işe girişirken, ilk olarak hangi eserle başlanacağı,yani ilk adımın ne olacağı önemli bir soru oldu. Sonunda Tante Rosa’da karar kılındı. Bu, Sevgi Soysal’ın ilk kitabı değil,ne de en başarılı, en bilinen romanı. Ama Tante Rosa, Sevgi Soysal ile ilk kez buluşacak okura, onu tanıtmak için en doğru kitap olabilir. Sevgi Soysal’ın anneanne ve teyzesinden başlayıp kendisinde biten bir kadınlık çizgisi diye nitelendirdiği,Tante Rosa’nın yaşamından kesitler veren bu on dört kısa hikâyede, yazarın kimi yerde hak verircesine anlayışlı davranıp,kimi yerde acımasızca dalga geçtiği Rosa’yla kurduğu yoğun ilişki, Tante Rosa kadar Sevgi Soysal’ı da tanıtır okuyucuya.Bu ilişkiden, kadınlık denen bir ortak payda çıkar ortaya; kabullenmek için değil, farkında olmak için. Böylece okuyucu,genelde 1970’li yıllardan, 12 Mart döneminin simge yazarı olarak tanınan Sevgi Soysal’ı, başına 12 Mart işleri açılmadan önceki, kadınlıkla uğraşan yazar haliyle tanıma fırsatını bulur. Bunun ise, zamanı hiç geçmez. O yüzden, ilk olarakTante Rosa...

 Tante Rosa, 1968’de ilk kez Dost Yayınevi tarafından yayımlandığında, edebiyat çevrelerince ilginç bulunur, ama pek anlaşılamaz. Nedense, hep vurgulanan Tante Rosa’nın yabancılığı ve aykırılığı olur. Memlekette romancıları bekleyen onca sorun,romanlaştırılacak onca memleket kadını ve memleket kadınında onca başka sorunu varken, neden Almanya’da yaşayıp ölen,arkasına bakmadan kocasını ve hele de çocuklarını terk ediveren, orospuluğa bile özenen bir Tante Rosa sorusu yankılandırılır dört bir yandan. Yazarın annesinin Alman olması, romanının da yabancılaştırılmasını kolaylaştırır. Kadınlıkla, hele de yabancı bir kadınlıkla karşılaşmak sanki ürkütücüdür. 

Tabii 1968’lerin Türkiyesi’nde Tante Rosa’nın yadırganması tuhaf değil; ama masum da değildir bu yadırgayış. Doğrudur,Sevgi Soysal’ın çizdiği Tante Rosa portresi ancak modern bir toplumda varolabilecek bir kadındır. Tante Rosanın yaşadığı toplumda kadın, istemediği bir düzeni bırakıp gidebilir, kendi yaşamını yeni baştan defalarca kurabilir. Gerçekte, kadına böyle bir yaşam alanı tanımayan bir toplum için Tante Rosa,Alman olduğu için değil, özgürlüğünü sahiplenen bir kadın olduğu için yabancıdır. Ama bu yabancılığı vurgulamak, TanteRosa’da asıl anlatılanın, nerede ve ne zaman yaşıyor olursa olsun, her kadının içinde varolabilecek “kadınca bilemeyişler”in hikâyesi olduğunu gözardı etmek olur. Tante Rosa’da, okuyan her kadına tanıdık gelen bir kadınlık hali vardır; Tante Rosa,sanki kadınlığın kimliğe bürünmüş halidir. Sevgi Soysal, bukadınlık denen şeyi, anlatılması, romanı yazılması gereken birşey olarak gördüğü için mi yadırgandı acaba diye bu günden geriye doğru sormamak, neredeyse imkânsız gibi gibidir. 

Yazarın böylesi erken bir zamanda bu bilinci kazanmasının ardında elbet kendi aile ve yaşam deneyimlerinin etkisi vardır.Tante Rosa’yı Almancaya çeviren Sevgi Soysal’ın annesi AliyeYenen, bu kitabı bir Alman’ın değil, ancak büyürken ailesindeki Alman kadın akrabaları ilginç bularak gözlemleyenSevgi Soysal’ın yazabileceğini söyler. Tam da bu yüzden, asıl önemli olan, Sevgi Soysal’ın bu kadın varoluşunu Tante Rosa gibi bir kitapla yazınımıza yansıtmış olmasıdır. Bu açıdanTante RosaTürkiye için erken öten bir horoz gibidir. SevgiSoysal’ın, Tante Rosa’yı, Türkiye’ye yabancı bir ortamda kurgulayışının gerisinde, kendi yaşam deneyimleriyle bu ötüşün erken, bedelinin de ağır olduğunun bizzat farkında olmasının yattığı dahi söylenebilir.

 Öte yandan, Tante Rosa’yı okurken, yazarın böyle ciddi bir iddiayı dile getirdiğini fark etmeyebilirsiniz de. Tante Rosa, karakteriyle büyüleyici bir kadındır. O büyüleyiciliğin ardında, her kadının içinde yatan bir farklılaşma isteği peşinde çoğu kadının cesaret edemeyeceği kadar koşabilmesi, koşarken düştüğünde, çoğu kadında olmayan bir kendini sevme neşesiyle tekrar kalkabilmesi, yenilgi ve yanılgılarını çoğu kadın gibi başkalarının demesiyle değil, kendi iç sesiyle yargılayabilmesi yatar. Tante Rosa’nın yaşamı bir başarısızlık öyküsü gibi gözükse de, içindeki prensesin ölmesine izin vermeyen Rosa’ya acımak ve gülmek kadar, hayran olmamak da zordur. Tante Rosa’nın iç sesi ve Sevgi Soysal’ın alaycı dili, kitap boyunca bu ikilemleri bir sonuca bağlanmadan dile getirir ve okuyucuyu,özellikle de kadın okuyucuyu, kendi varoluşuyla baş başa bırakarak aradan çekilir.

 Sevgi Soysal’ın onu hiç tanımamış kızı olarak benim ekleyebileceğim tek şey, yokluğunun nasıl bir kayıp olduğunu ölmeden iki ay önce çekilen ve bu kitabın kapağından size bakanfotoğrafının bile anlatabileceği annemi, kitaplarıyla, en çok da Tante Rosaile tanıyıp sevmiş olduğumdur......Tante Rosa’dan Sevgi Soysal'a Yolculuk Funda Soysal

 

 

İlk yayımlandığında "yerli" olmamakla eleştirilen Tante Rosa, Sevgi Soysal'ın, sinemaya da uyarlanan en özgün eseridir. Bir roman bütünlüğüne sahip olacak şekilde birbirine ustalıkla bağlanmış on dört hikayenin ana konusu kadınlık ikilemleridir. Sevgi Soysal'ın, o kendine özgü ironisiyle anlattığı Tante Rosa, yaşamın kurallarına ve sınırlandırmalarına başkaldıran, ancak kadınlığına hapsolduğu için hep yenilen biridir. O, "bütün kadınca bilmeyişlerin tek adıdır."

Suna Tanaltay - SEVGİ

Çiçekler, meyveler gibi..
Yaz, sonbahar ya da kış.
Nedense duygu rüzgârları hep ilkbahara yakıştırılır.
Coşkular, tutkular hep baharı simgeler.
Gürül gürül akan sel sularına pek yaraşsa da
bir mevsimle sınırlandırılamaz duygular.
Ne zamanı ne de yeri vardır sevginin. Ne de kuralı..
Ilık bir rüzgâr da olabilir, savurup götüren bir fırtına da.
Buz gibi yalnızlıkları da yaşatır, sıcacık özlemleri de..
Gün ışığı olur, süzülür yüreğinize, ısıtır kavurur belki de yakar..
Yine de onu arar, ona koşar insanoğlu.
Yakınsa da bıkmaz.
Ya yüreğinde saklar sımsıkı
ya da kaçırır parmaklarının arasından..
Çünkü özgürdür sevgi,
Tutsak edilmeyi sevmez.
Neden ille de ilkbahar rüzgârları?
Oysa hemen ardından yaz gelir.
Ve gerçek sevgi yaza daha yakındır.
Yakan, kavuran yine de iyi ki var denilen sevgi..
Buğday güneşsiz olgunlaşamaz.
Ve sevgi, ekmek gibi,
su gibi gerçeğidir insanın..
Acı da çektirse, ısıtır, yüceltir, olgunlaştırır sizi.
Anılarınızda neler var?
Neler kaldı kocaman yazdan?
Yüreğinizde sakladığınız yıldızlar mı?
Yoksa bir mevsimlik yaz duygusu mu?
Hani yaz yağmurları gibi geçiveren..
Olsun..
Yaşanılan her güzelliğe saygı göstermek gerek.
Yaşamının baharında olan da,
Sonbahara doğru yol alan da ıslanabilir bu yağmurlardan.
Olsun varsın.
Sevgi yağmur gibi yağacaksa ve sırılsıklam ıslatacaksa sizi,
bırakın yağsın gönlünce..
Sevebilen bir yüreğiniz varsa,
sevgiye saygınız da varsa eğer,
dört mevsim bahar ve yazdır sizin için.
Kışlardan korkmanıza hiç gerek yok!
Sevgi kaynağınız ısıtır sizi.

Edip Cansever - Kürk Tamircisi Yorgo ve Küçük Bir Olay

Tepebaşı'ndan Pera'ya girerken
Küçük bir alandan geçeceksiniz
Geçmeyin
Sağda ufak bir dükkan vardır, benimdir
Kapının üstünde KÜRK TAMİRCİSİ YORGO yazılıdır
İyi havalarda kapısı açıktır
İçersi biraz loştur
Loşolsun, ben severim, böylesi daha güzeldir
Ben, karım, bir de anjel
Biz üçümüz kürk kaplarız, kürk dikeriz
Anjel elimzide büyümüştür, iyi kızdır
Hemen hemen hiç konuşmayız - içersi biraz loştur -
Yoktur ki ne konuşsak yıllarca konuşmuşuz. 
 Ama baksak ki birbirimize arada
- Yorulunca işten bakarız da -
Sanki herkes yeni bir haber getirmiş gibidir
Öyledir öyledir
Yüzlerimiz ona göre kesilmiş
Ona göre biçilmiştir
Çünkü insan yalnızken katettiği yollardan
Ne zaman geri dönse yeni bir haber getirir
- Doğrusu kentlerden kentlere mektuplar da böyle sessiz gider -
Ve dışardan biri geçse gözlerimiz ona dikilir
Çok görmüşümdür iş hanlarındaki terziler
Kapıları açık terziler de böyledir
Biri merdivenleri çıkmayagörsün
O çıraklar kalfalar yok mu
Dişlerinde iğneler, iplikler
Başlarını kaldırıp
Hepsi birden göz kulak kesilirler.


Her neyse
Biz karı koca masada çalışırız
Anjel yerde çalışır
Nedense hoşlanır bundan, yerde çalışır
Biraz da açık saçık giyinir - söylerim, dinlemez -
Kürkleri bacaklarının arasına sıkıştırır
Kızarsa donunu filan gösterir - söylerim, dinlemez -
Yeni evlidir, kocası burada yoktur.

Ruhi Bey derler bir adam vardır
Ne bileyim işte, böyle bir adam vardır
Cin gibidir, nereden geldiği bilinmez
Dükkanın önünde durur
Tam şurada dikilir
Git dersin gitmez
Bu kez de Anjel'e dönerim
Anjel, derim, bak kızım Anjel
- Söylerim, dinlemez -
Yeni evlisin, kocan ne der
- Hiçbir şey demez 
 Yeğeni vardır bir de Anjel'in
Şu karşıki dükkanda çalışır
On altı yaşlarında, çocuk
Bir gün yakaladığı gibi Ruhi Beyi
Tuttuğu gibi yakasından
Gerisini sormayın daha iyi
- Çünkü ben böyle şeyleri pek sevmem -
Hep birden karakolluk olduk
Bu olaydan tanırım işte Ruhi Beyi.


Gene mi
Evet, geliyor
Seyrek de olsa geliyor
Bakıyor bakıyor bakıyor yalnız
Anjel desen öyle
Bacaklarını dikmiş oturur
Aldırdığı bile yok
Ruhi Bey de artık fazla kalmıyor.
 
 

Bir Kayığa Biner Geceleri & Rüzgar Saati - Gülten Akın

Tadını, yağmura duygulanmanın
Paylaşır kuşlarla biri gizlice
Gülmesini tutamamış bir sincap
Sallanır utanç bahçesinde

Yalnız atlar yıkılır düzlerde suya özlemlerinden
Bir ben miyim yalnızlığa yenilen, sen, sen, sen
Uzun sokakların ucunda evleri
İlk denemelerden geri dönülmüştür
İtildikçe, içe durduğu bilinen
Bazı dostları yitirmeye gidilir
Yalnız atlar yıkılır düzlerde suya özlemlerinden
Bir ben miyim yalnızlığa yenilen, sen, sen, sen
Bir kayığa biner geceleri
Sığlıkta o kadın tek başına
Dua biçiminde inceltir korkuyu
Sunar içtenliksiz, tanrısına

Yalnız atlar yıkılır düzlerde suya özlemlerinden
Bir ben miyim yalnızlığa yenilen, sen, sen, sen.

Rüzgar Saati
Adam senin böyle ilk gündüzden
Sulayıp biçtiğin çayır çimen
Üç güne kalmaz tazelenir
Adam senin böyle kuşluk vakti
Ürküttüğün serçeler -iş olsun-
Akşama kalmaz unutur
Benim bir nokta kırılmışlığım
Gözlerimin ardında büyür durur
Aklım ıslıklarla türkülerle
Rüzgar saatleri evde tutamam
Essin esmesin yollardadır
Rüzgar saatleri evde tutamam
Serseriler gibi anılarımı
Sokaklar doldurur

Tepeden tırnağa bir usanmışlık
Anı ne bellek ne
Bu şehirden bu parktan uzakta
Neresi olsa olur
Yorgun çayırlar serçeler, yorgunum
Nasıl taşısam ellerimi şimdi
Damda saçakta bacada bir mavi
Sallana sallana uyur
Adam senin sulayıp biçtiğin
Çayır çimen değil bir başka
O makasında suyunda
Oturup kalktığın düşündüğünde
-Öleyim fal değil bilmişlik değil
Gün gibi ortalıkta-
Allahın şeytanın odur

Cemal Süreya - Dikkat Okul Var

Şanssız mıydık? Haksızlık olur şimdi
Düşünsene nasıl geçmiştik hızla
Birleşen iki güvercinin arasından
Hiç dokunmaksızın onlara


Bende tarçın sende ıhlamur kokusu
Az mı dolandık Başkentin sokaklarında
Ama işte şölenin kaçınılmaz acısı
Bizim payımıza düştü sonunda


Aşkımız şimdi gorklu bir hayatın
Yabancaya berbat bir çevirisi
Sen metinde üç beş satır atladın
Ben geçmiş zamanda dondurdum fiilleri


Sen ki özenle katlanmış bir mendil gibiydin
Düşünür müsün zaman zaman acaba
Nelerle ödedik şu mevsimi
Ve gün nasıl vuruyor topuklarımıza


Şanssızım diyemem ben kendi payıma
Oluyor böyle şeyler ara sıra
Sözgelimi okul kitaplarına girmez şiirim
Bütün çocuklar anlar da


Can Yücel - İrtihal

Sen ölüyorsun kardeşim öldüğünü bil
Bile bile ve teamüden
Ecel öldürmez insanı
Kendisi öldürür
Vakti zamanı gelince...
Ben onun için yas tutuyorum ya hep
Vakti gelmeden öldürülenlere
 

Edip Cansever - Muleta

Geçtikti bir gün hani
Ormandan ve aydınlıkların fısıltısından
Kenti görmeye gittikti yağmurda
Yürüdüktü dar sokaklarda saatlerce
Girdikti sonunda yanık yağ kokulu
Çinko tezgâhlı bir meyhaneye
Göz göze geldikti sevimsiz bir papağanla
Demiştin o gün bana, anımsıyorum
Ah, acısız boğulabilir insan.

Eylüldü, mavi dönemiydi sanki Picasso'nun
- Denize inen atlılar -
Sonra sonra Guernica ve
`Chat et oiseau'
Yıl bin dokuz yüz otuz dokuz
Yas içinde bütün dünya
Şehirler yanmış yıkılmış
Gördüktü ne kadar yorgun
Ne kadar çaresizdi İsa
Ve demiştin bir gün, anımsıyorum
Mutsuzluk da boğabilirmiş insanı
Bir gün, akşama doğru, alacakaranlıkta.

Başını menekşeye koydu, uyudu
Bir güvercin çalılığın orada
Hani
Görmeye gittikti güneşli günde
Parkı ve ördekleri
Yıllarca sonra. Savaştan
Ekmek kırıntıları attıktı havuza
Bir elim omuzunda seyrettikti uzun uzun
Dünyayı ve çiçekleri
Nedense durgunlaşıverdindi bir ara
Çok değil, en fazla birkaç dakika
Ve dedindi, mutluyken de boğulabilir insan.

İlkyazları sevmiyoruz artık, yaşlandık da ondan mı
Aşkımızı seyrediyoruz sanki uzaktan
Oysa yok biten bir şey aramızda, yok da
Hep aynı kalmıyor ki yakın duygular
Demiştin bunları bir bir, anımsıyorum
Mutlu da olsa insan mutsuz da
Her an yeniden yaratabilirmiş kendini
Demiştin, bir sabah, bir başka aşkla.

Sen ölüm!
Seni hiç düşünmeden yaşadık
Seni hiç düşünmeden yaşayacağız bundan sonra da.


Turgut Uyar - Otuzyedi gün kaç gündür

– ama siz ne kadar sayarsanız o kadar 
bu yaşta hakkım yok ki mutlu olmaya
her şey taze ve güzel
ve çılgın olmaya hazır
benim,

ama her yaşta mutlu olmaya hakkı vardır insanın
peki, o zaman insanın kalbi nerdedir
Atina’da mı, İskenderiye’de mi
İ.S. 1900′de Azapkapı’da mı İstanbul’da

– ama insan kalbinin içindedir
 peki, ne yazdınız ne yaşadınız bu güne kadar
ne güzel şeyler mi
bütün olta balıkçıları ölüp gittiler
hiçbir şeyleri kalmadı hiç
olta misina kerteriz dümen
denizleri bile


– ama kerterizleri yoktu ki zaten

 sigaranı mı sordun sönmüş şurda duruyor
sönmüş orda duruyor işte

– ama ne kadar ahşap ev varsa yakar yine de


25 Kasım 2012

Birhan Keskin - Arka Bahçe

Birbirine dolanan hayaller yumağıdır hayatımız kim karar verebilir birbirine dokunan taş ve su hakkında, kimin kimi ayakta tuttuğuna, ve günün aslında kumdan, tuzdan ve ışıktan oluşmadığına?

Boşlukları doldurduğumuzda belirecek hayatın anlamı, taşı ve suyu doğru yorumladığımızda, bir yarı öbür yarıyı anlayacak: olgunluk bize yaban meyvesi gibidir; gevşek ağızlarımıza dokunan zehir! Kim sana verdiklerimi, senden aldıklarımı çözebilir?
 
Birbirine dolanan hayaller yumağıdır hayatımız, hayalleri dik tutmak gerekir ben yumuşak tuşlarına basacağım hayatın sen çatıyı kur. Sırları soracağım ben, sen hayatın anlamını ara. Yazın yönünü değiştireceğim ben sen yolculuğa çık. Ben arka bahçeyi özleyeceğim sen inat et…

Sylvia Plath - Boyunayım

 
ama enine olmayı tercih ederdim.
ben kökünü toprağa batırmış bir ağaç değilim
taşları ve o ana sevgisini emen
bu yüzden büyüyemiyorum parlak yapraklara her nisan,
bir çiçek tarhının güzelliği de olamadım ne yazık ki
sanki özenle boyanmış ve kendi payına düşen hayranlarını kabul eder gibi,
pek yakında bütün yapraklarından birer birer döküleceğini bilmeden.
benimle karşılaştırılırsa, ölümsüz sayılır bir ağaç
ve bir çiçek o kadar uzun boylu değildir belki, ama kalkışmanın anlamını bilir,
bense ömrünü bir ağacın, cesaretini istiyorum bir çiçeğin.
bu gece, yıldızların o sonsuz incelikte ışıkları altında,
ağaçlarla çiçekler serin kokularını serperlerken havaya.
aralarında yürüdüm, hiçbiri farkıma varmadan.
uykuya dalmadan düşünürüm de bazen
ben de onlar gibiyim aslında -
düşüncelerim bulanır sonra.
uzanıp yatmak, daha doğal geliyor bana.
sınırı olmayan sohbet yürürlüğe girdiği zaman, gökle aramızda.
ve son kez uzanıp yattığımda bir gün ben asıl o zaman yararlı olacağım:
o gün ağaçlar bana bir kez olsun dokunabilecek ve benimle ilgilenecek vakti olacak çiçeklerin

Turgut Uyar - Şehirden Biri

 
denize bakıyorum, tersine bir yaşamanın tadsızlığı bir hüzün olarak alıyor içimde yerini
bu yüzden meyve suyu içiyorum durmadan ve galiba bu yüzden
durmadan seçimlere gidiyorum
ayı oynatanları seyrediyorum, dağın dizginlerini, bilmeden
satın alıyorum salon çiçeklerini
ve sanırım bu ilk bende olmuyor, çünkü denize bulaştım.
bunu ellerimin maviliğinden anlıyorum.
aşk filimlerine ve röngten filimlerine ve her ırktan ve her çeşit
gemi tayfasına alıştığımdan
diyorum.
o da derdi.

birtakım adamlar ki elleri ceplerinde ve artık gözleri patlamış uygarlıktan
mavilik ve hendese ve gemilerin gidip gelmesi bir tutku olarak yer alıyor yaşamalarında
denize bakıyorum, ve bir eski kralın düşüne girdiğimi iyice biliyorum sabaha karşı
bir otelin onuncu katından atılan bir aşk mektubu usulca önüme düşüyor kıyıda
artık okunmaz mı güllerin eski yasası, geçerli değil mi tiyatroda öğe olan bir merdiven
diyorum
o da derdi.

denize bakıyorum, başımız dönüyor her şeyden, imkandan ve
kullanılmamış sınırsızlıktan
atıyorum sinema biletlerini, matinenin de suarenin de ve satın aldığım bütün çiçekleri
uzun uzun soluduğum bu akşam bir başkasının eskiden yaşadığı bir akşamı andırıyor
sevmenin, umudun, mutluluğun bir ağustos perşembesi olduğu gibi köşe başlarında
diyorum
o da diyor.

şimdi bir köşede bir bakkalda biliyorum
o, bir kadına bir savaşı anlatıyordur
hüznün bir cephe olarak kullanıldığı
ve yoksulluğun bir silah olarak.