22 Eylül 2024

Yaşlanma DNA’nızda Yok!


Yaşlanma bir zihin kontrol programıdır. İnsanların yaşlılıktan öldüğü bir yalandır çünkü hücrelerdeki DNA’mız için bir “yaş” yoktur.Bedenlerimizdeki hücreler, yaşlı insanlarda bile sürekli olarak kendilerini yenilerler.

Hücre çoğalmasında pek çok hata vardır ama ölümümüzün her zaman biyolojik-duygusal bir nedeni vardır.

Kalp ve akciğerler çalışmayı durdurana kadar bir insanın ölmesi o kadar kolay değildir.
İnsanlar yaşlılıktan ya da hastalıktan ölmezler, insanlar bu yaşlanmaya ve daha sonra ölüme yol açan duygusal çatışmalarından dolayı ölürler.

DNA’mızın yaşı yoktur, bedenlerimizin öldüğü yıllarla sınırlar yaratırız.
Yaşlanma olumsuz düşünceden ve düşük titreşimli bir hâkimiyet durumundan kaynaklanır.

Eğer yaşlanmanın normal olduğuna dair sınırlı bir inanca sahip değilsek, yaşlanmayız ya da en azından yaşlanmanın “normal” olduğu bir hızda yaşlanmayız.

Bunun nedeni:
– cildimiz her 3 ayda bir yenilenir
– her 6 ayda bir kan yenilenir
– akciğerler her yıl yenilenir
– karaciğer 18 ayda iyileşir
– beyin her 3 yılda bir hücrelerini tamamen yeniler
– iskelet 10 yıl içinde tamamen yenilenir
– her kas ve doku 15 yıl içinde yenilenir
– kişiliğimiz bile her 7 yılda bir kendini yeniler

Her şekilde yenilenmemizi sağlamalıyız – gıda, hava,içtiğimiz ve kullandığımız su ve her şeyden önce kendimizle ilgili düşünceler ve bilgiler.
Bizden özenle saklanan bir sır, DNA’mızın yaşlanmamızla ilgili hiçbir veri içermediğidir.

Yaşlanma programı yalnızca zihnimizde, doğduğumuz, büyüdüğümüz ve yaşadığımız çevrede edindiğimiz inanç ve kanaatlerimiz aracılığıyla yaratılır.

Yaşamak, yaşlanmak ve ölmenin normal bir yol olduğuna inanmaya o kadar alışmışız ki…
Neyse ki bizim için gerçekler oldukça farklı. Geçmişte kaybolduğumuzda her zaman geleceğe baktığımız bir sır değil.
Ve aslında geçmişi geride bırakıp ilerlemek, bugünü zihninizde yaşamak ve değiştirmek önemlidir.

DNA bilgi tutar. Bu araştırmayı yürüten ve bir gram DNA’nın 700 terabayt veri depolayabileceğini ortaya çıkaran George Church’e göre DNA bir “depolama ortamıdır”.
Veriler 0’lar ve 1’lerdir. Herhangi bir yer ya da şekil kaplamaz.

Çeviri:Aylin Er

~ Emil Lasarov


İnanç Sıçraması Nedir?

Yaşamın üç aşamasından birisi olan dindar aşamada, Tanrı’yla kişisel bir ilişki geliştirmeye teşebbüs edersiniz.

“İnsan sadece inançta var olmaya başlar.” demiştir Kierkegaard. Öyleyse, yaşamın estetik ve etik safhaları yetersizdir. Tanrı’yı bilmek için Kierkegaard’ın meşhur sözüne uyarak “inanç sıçraması” yaparsınız. Kierkegaard, İbrahim’le İshak’ın İncil’deki hikayesini gündeme getirir. Tanrı, İbrahim’e oğlu İshak’ı öldürmesini emreder. İbrahim Tanrı’nın buyruğuna itaat etmeyi seçerken öyle bir konumdadır ki buyruğu haklı şekilde gerekçelendirmek şöyle dursun, anlayamaz bile. Eylemin nesnel anlamda doğru olup olmaması İbrahim için ne fark yaratır ki? Seçim yapmalıdır ve bu seçimde değerlerini belli eder. Eylemin haklı şekilde gerekçelendirilmesinin tek yolu, Tanrı’nın iradesine teslimiyettir.

Sonuç olarak İbrahim bir “inanç sıçraması” yapmalıdır. Bu sıçrama akıl ve bilgiden çok, irade ve inanç gerektirmektedir. Bu sıçrama, Kierkegaard’ın “etiğin askıya alınması” dediği şeyi gerektirmektedir. Şayet Tanrı’nın varlığı basitçe bir sağduyu ya da rasyonel düşünce meselesi olsaydı, bu inanç sıçramasına ihtiyaç kalmazdı.

Ara Not: Kierkegaard eserlerinin yarısında takma isimlerin ardına saklanmıştır. Bunu, eserleri daha büyük bir felsefi sistemin birer parçası olarak görülmesin diye yapmıştır. Okuyucuların eserlerini hayatının belli detaylarıyla ilişkilendirmeden, göründüğü gibi okumasını ummuştur.

Kierkegaard’ın geç dönem eserleri sıklıkla Hristiyan Kilisesinin kurumlarına saldırmıştır. O inanmıştır ki Hristiyan hayatın —kiliseye gitmek, duaları ezberlemek, buyrulmuş ahlaki emirlere uymak, Kutsal yazıtları okumak vb.— isteksizce, üstünkörü ve rutine bağlanarak yerine getirilen gerekleri, aslında tam da Hristiyan hayatın antitezi, zıddıdır. “İnanç sıçramasının” önemi insanın ilahi olanla kişisel ve doğrudan bir yüzleşme içinde olması gereğinden ileri gelir. Kierkegaard dindar yaşamda büyük bir teselli bulmuş olmasına rağmen, organize dinin hissiz ve soğuk olduğu-nu, derinlemesine hissedilemediğini ve tatmin edici olmadığını ileri sürmüştür.

Sosyolog Ömer YILDIRIM

*

 Felsefede , inanç sıçraması, bir şeye akıl temelinde olmayan bir şekilde inanma veya onu kabul etme eylemidir. Bu ifade genellikle Danimarkalı filozof Søren Kierkegaard ile ilişkilendirilir.

TIK

İnanç sıçraması - Vikipedi - Wikipedia 

Zannetme


Zannetme bu dünya seninle döner
Sen yoksan saatler durur zannetme
Zannetme gidersen yıldızlar söner
Gelmezsen denizler kurur zannetme
Bir gün yorulursun "yol" bile olsan
Denize kadarsın " sel" bile olsan
Olmaz ya dikensiz gül bile olsan
Güller hep tomurcuk kalır zannetme...

Mitokondrisi bende kaldı

“Annem vefat etti, onu yıkadık, pakladık, demir tabuta koyup Türkiye’ye uçakla getirdik. Oğlunun üstüne, eşinin yanına, toprağın içine sanki bir tohum eker gibi nazikçe, dualarla bıraktık. Bir ömür bitti, annem gitti...

Ama annemin mitokondrisi bende kaldı. Benim hücremde, benim her hücremde annemin mitokondrisi var. Her nefes alışımda, her kalp atışımda, her elimi uzatışımda, her düşüncemin başlangıcında, ne için enerji harcıyorsa bu vücudum işte orada annemin mitokondrisi var. Annem gitti belki ama mitokondrisi bende kaldı...

Enerji santrali, kaynağı anne…

İnsanın başlangıcı olan o ilk iki hücrenin yumurta olanı büyük ve zengindir. İçinde bir hücrenin yaşaması, çoğalması, değişmesi için gerekli olan her şeye ve bir ömür gerekli olacak enerjiyi üretecek mitokondriye de sahiptir.

Mitokondri, hücreye enerji veren, canlı olmasının temelini sağlayan organeldir ve babadan değil, anneden gelir. Anne her çocuğuna enerjisini verir, enerji üretme mekanizmasını verir. Harcanan her enerji annenin çocuğuna verdiği mitokondriden gelir.

Dolayısıyla anneler vefat edebilir ama anneler ölmez!!! Biz farkında olmadan annelerimizi gizli bir şifre gibi her hücremizin içinde taşırız. Annemiz vefat etse de bize enerji vermeye devam eder. Ben bunu yazarken ve siz bunu okurken annelerimizin bizlere miras bıraktıkları mitokondrinin ürettiği enerjiyi kullandık farkında mısınız?

En karmaşık yapı

Mitokondri hücre içindeki organellerin en karmaşık ve ilginç olanlarından biri. Kendine has DNA’sı var, kendine özgü kişiliği var, kendisine has proteinleri var, çalışma mekanizması ve prensibi var. Hem enerji üretir, hem hücreyi ölümlerden korur, bölünür, çoğalır, hücre içinde dolaşır, nerede enerji lazım oraya gider.

Hücre içinde sanki annemizmiş gibi çalışmaya biz ölünceye kadar devam eder. Ve her kadın mitokondrisini çocuğuna armağan eder, dolayısıyla hayat enerjisi anneden anneye geçer.
Bu yüzdendir ki kim nereden gelmiş, kim kimin atası diye insanlık tarihi araştırması yapıldığında erkeğe değil, kadına bakarlar. Analarımızın mitokondri DNA’sına, o DNA’nın nerelere gittiğine, kimlerden kimlere geçtiğine bakarak yaşam enerjisinin haritasını çıkararak bilirler kimiz ve nereden geldik...

Ben bugün laboratuvarımda mikroskobumun başında annemi düşünüyorum. 15 Ağustos sabahı vefat etti annem, elimden bir su tanesi gibi kayıp gitti...

Annem benim, vefat etti ama ölmesi mümkün değil, çünkü mitokondrisi bende kaldı...”

 Dr. Hande Özdinler

Davud ve Golyat'ın Hikayesi

“David and Goliath” yani “Davud ve Golyat” İngilizce’de önemli bir anlama sahiptir. Örneğin bir spor müsabakasında ya da iki karşıt olgunun karşı karşıya geldiği durumlarda “David can beat Goliath” sözü kullanılır. Bu söz güçsüz olanın güçlü olanı yenebileceğini, her zaman favorilerin kazanmadığını bizlere aktarmaktadır.

Davud'un Golyat ile Mücadelesi

Davud ile Golyat, Eski Ahit’te geçen mitolojik bir efsanenin kahramanlarıdır. Eski Ahit’ten günümüze kadar gelen bu efsaneden sizlere bahsetmek istiyorum. Efsane Filistin’de geçmektedir ve aynı soydan gelen İsrailoğulları ve Filistinlilerin savaşı esnasında yaşandığı bilinmektedir. Kral Talut önderliğindeki İsrailoğulları Elah Vadisi’nde Filistinlilerle karşılaşır.

Guillaume Courtois, Davud ve Golyat, 1650 - 1660, Kapitolin Müzesi, Roma, İtalya

Guillaume Courtois, Davud ve Golyat, 1650 - 1660, Kapitolin Müzesi, Roma, İtalya

Filistinlilerin en güvendikleri, oldukça fazla güce sahip askeri olan Dev Golyat, neredeyse her gün İsrailoğullarına meydan okur ve karşısına çıkabilecek güçlü birisinin olup olmadığını sorar. Kendisine bu kadar güvenmesinin sebebi ise iri ve dev cüsseli, güçlü bir savaşçı olmasından kaynaklanmaktadır. Golyat, günlerce kendisiyle savaşacak bir İsrailliyi savaş meydanına gelmesi için çağırır ve İsraillilere; “Benimle savaşmaya cesaret edebilen bir savaşçı seçin, eğer beni yenerse biz Filistinliler sizin köleniz olacağız. Fakat ben onu öldürürsem siz bizim kölemiz olacaksınız.” diye seslenir. Fakat İsrailliler, Golyat’ın dev cüssesinden korkar ve savaşmaya cesaret edemez. Golyat kırk gün boyunca sabah-akşam bunu tekrarlar. Her şeye ve herkese rağmen cılız bir genç olan ve savaşta getir götür işlerini yapmakla görevli Davud cesaretlenir ve gönüllü olur. Askerlere, bu Filistinli'yi öldürüp İsraillileri bu durumdan kurtaran adama ne verileceğini hakkında bir soru sorar. Askerler, Davud’a “Kral Talut, onu zengin edecek ve kızını ona verecek.” diye cevap verirler. Daha sonra askerler Kral Talut’a gidip Davud’un Golyat’la savaşmak istediğini söylerler. Kral, Davud’un cesaretine hayran kalır fakat bu karardan vazgeçirmek için çok uğraşır.

Kral, Davud’a; “Bu Filistinliyle savaşamazsın, sen çok güçsüz ve acemisin, o ise hayatını savaş meydanlarında geçirmiş güçlü bir devdir.” diye söyler. Davud ise Kral Talut’a; “Daha önce babamın koyunlarına saldıran ayı ve aslanı öldürdüm, bu Filistinli devi öldürebilirim. Yehova bana muhakkak yardım edecektir.” der. Buna cevaba karşı Kral, Davud’a; “Git ve Yehova seninle beraber olsun.” diye cevap verir. Davud’un büyük ısrarları sonucu Kral Talut kabul eder ve Davud’u zırh ve silah ile kuşatır.

Fakat savaş meydanına çıktıktan sonra zayıf ve güçsüz Davud’un işini zırh ve silah dahada zorlaştırır. Üzerinden zırh ve silahı atan Davud bir adet sapan ve birkaç adet taş ile savaşmaya karar verir. Golyat, Davud’u görür ve kahkaha atar, gözlerine inanamaz. Davud’u çok kolay öldürebileceğini düşünür. Tam Davud’a doğru harekete geçmeye hazırlanırken, Davud sapanını sallar ve Golyat’ı hassas noktası olan alnının tam ortasından vurarak etkisiz hale getirir. Ardından yerde hareketsiz olarak yatan Golyat’ın kafasını keser ve mücadeleyi kazanır. En değerli savaşçıları Golyat’ın öldüğünü gören Filistinliler korkudan dağılır ve savaşı kaybederler.

Caravaggio, Golyat'ın Başı ile Davud, 1610, Borghese Galerisi, Roma, İtalya

Caravaggio, Golyat'ın Başı ile Davud, 1610, Borghese Galerisi, Roma, İtalya

Küçük cüssesine ve acemiliğine rağmen, savaşçı bir devi yenen Davud bu olaydan sonra efsaneleşir ve daha sonrasında İsrail Krallığı’nın başına geçer. Aslında bu efsanede bize anlatılmak istenen kazanma arzusunun ne kadar önemli olduğu ve bir taraf her ne kadar güçlü olursa olsun karşısındaki rakibini küçük görmemeli ve önemsemesi gerektiğidir. Hayatınızın her anında kararlı ve kendinden emin bir şekilde Golyat'lara karşı Davud olmanız dileğiyle...

MEHMET EMRE İNAL