Bilim Tanrı'nın Var Olmadığını Nasıl Gösteriyor?
Tarih boyunca Tanrı'nın varlığı üzerine tartışmalar büyük ölçüde felsefe ve teoloji sahalarında yapılmış, bu arada bilim saha kenarında oturup bu fikir ve sözcükler mücadelesini izlemekle yetinmişti. Fizikçi Victor J. Stenger, eğer Tanrı varsa, bir takım bilimsel kanıtların da bulunması gerektiğini söylüyor. Musevi, Hıristiyan ve İslâm dinlerinde sunulan Tanrı kavramını herhangi bir bilimsel hipotez olarak ele alan Stenger, evrenin bir yaratıcı elinden çıktığı ve insanların Tanrı'nın özel yaratıları olduğu görüşlerini tartarken fizik ve astronomideki yeni bulguları tartışıyor. Son dönemin modası Akıllı tasarım savlarını Tanrı'nın biyoloji üzerindeki etkisi olarak görüyor. Tüm bilimsel bulgularla kanıtları değerlendirdikten sonra evrenin Tanrı var olmasa nasıl olacağı beklenirse öyle olduğu sonucuna kuşkuya mahal bırakmayacak şekilde varıyor.
EK
Bu kitabın karton kapaklı baskısının başarısı kısmen şanslı zamanlamasına, kamuoyunun aşırılıkçı dinin son yıllarda topluma verdiği zararı fark etmeye başladığı dönemde piyasaya çıkmasına bağlanabilir kuşkusuz. Okurlar teizme karşı sunulan –dünyaya içinde Tanrı için bir yer açma zorunluluğu taşımadan olduğu gibi bakma fırsatı sunan– bu alternatifi öğrenme fırsatını memnuniyetle karşıladılar. Richard Dawkins, Sam Haris ve Christopher Hitchens gibi başarılı yazarlar gittikçe büyüyen popüler ateist yayınlara büyük katkıda bulunmuşlardı. Bu hareketin bağlamı içinde Tanrı: Başarısız Hipotez çalışması Tanrı'nın varlığı sorusuna doğrudan ve bilimsel bir perspektiften bakmaktadır.
Kitabın "Bilim Tanrı'nın Var Olmadığını Nasıl Gösteriyor?" şeklindeki altbaşlığı sert tepkilere yol açabilirdi. Ne mutlu ki çok yüksek sesli bir tepki oluşmadı. Kişisel olarak tek bir tehdit bile almadım. Bu kitabın yayınlanmasıyla bağlantılı bildiğim tek şiddet olayı 2007 Nisan'ında, Toronto Araştırma Merkezi yetkili müdürü Justin Trottier'nin Ryerson Üniversitesi'nde yapacağım konuşmanın afişlerini asarken üniversite yerleşkesinde uğradığı saldırıdır. Buna rağmen bu konudaki en ufak şiddeti dahi bazı dini inançların ne denli zehirleyici etkiye sahip olduğunun bir göstergesi saydığımı söylemeliyim.
Kitabımı okuyan inançlı insanlar, bilim insanlarının dogmatik inatla Tanrı'ya karşı olmadıklarını ısrarla belirtmeme lütfen güvensinler. Bilim insanları, bizzat bilimin doğası gereği, veriler nereye götürüyorsa oraya giderler. Kitapta defalarca tekrarladığım gibi, önüme yeterli delil konduğu anda inanmaya hazırım.
Çoğu teistle birlikte ve bilim insanlarının çoğunun aksine, bilimin doğaüstünü araştırabileceği kanısındayım. Eğer doğaüstü, fiziksel olayları etkileyebiliyorsa, bilim tarafından kesinlikle incelenebilir. Bir gözlem için makul bir doğal açıklama bulunamadığında doğaüstü bir neden göz önüne alınabilir. Zaten Tanrı hipotezinin başarısızlığa uğradığını söylememin nedeni de tam da doğal açıklamaların ötesine geçmemizi gerektirecek hiçbir fiziksel olayın bulunmamasıdır.
Bu noktada sıklıkla şu yorumla karşılaşıyorum: "Delil yokluğu yokluğun delili değildir." Bazı koşullarda bu doğrudur ama bazılarında da açıkça yanlıştır. Delilin olması gerektiği halde olmaması durumunda delil yokluğu yokluk için güçlü bir delil olabilir. Mesela oturduğum yere yakın Rocky Dağı Ulusal Parkı'nda fillerin gezdiğine dair hiçbir delil yoktur. Bu durumdan fillerin aslında orada oldukları, ama henüz keşfedilmemiş bir yerde oldukları sonucuna mı varmalıyız? Filler orada olsalardı kesinlikle –ezilmiş otlar, dışkı veya ayak izleri gibi– birtakım işaretler bulmamız gerekirdi. Bu tür delillerin yokluğunda, parkta hiçbir fil olmadığını makul kuşkunun ötesinde ortaya koymuş oluruz.
Altbaşlık özünde "Kitabı okumadım ama bu yanlış çünkü..." diyen bir sürü e-posta almama yol açtı. Kitabı okumuş görünen ve olumsuz görüş bildiren kimi eleştirmenler bile kitabın içeriğiyle ilgisi olmayan itirazlarda bulundular. Yazdıklarımda kendimi çoğu insanın taptığı Tanrı ile (Büyük T) sınırladığımı defalarca belirtmeme rağmen bu eleştirmenler inatla düşünülebilecek tüm tanrıların (küçük t ile) (veya en azından kendi tanrılarının) varlığını çürütmenin (veya ispatlamanın) mümkün olmadığını ısrarla söylemeye devam ettiler.
Kitapta özenle açıklamama rağmen burada yine tekrar edeceğim: Sorunun bir kısmı deneysel bilimdeki ispatlamaların ve çürütmelerin matematik veya mantığın tümdengelimli süreçleriyle aynı olmamasından kaynaklanır. Matematik ve mantıktaki tümdengelimli ispatlar açıkça belirlenmiş varsayımlardan başlar ve sonuca varmak için hassas ve kesin bir süreci izler. Prosedürde hata yapılmadığı ve başlangıç varsayımları doğru olduğu sürece varılan sonuç yüzde yüz kesindir.
Deneysel yargıların işin içinde olduğu bilimsel ispatlarda ise durum daha çok, suçluluk kararlarının soyut mantıksal akıl yürütme yoluyla değil, elde bulunan gerçek delillerin "makul kuşkunun ötesinde" doğru olması temelinde alındığı mahkeme kararlarına benzer. Dahası, bilimsel yargılar yeni delillere dayalı itirazlara daima açıktır –bu durum genellikle adli veya teolojik itirazlar için geçerli değildir. Kitabı olumlu karşılayan bir eleştirmense benim aslında böyle bir alt- başlık koymayı düşünmediğimi, onu yayıncının satışı artırmak için eklediğini öne sürdü. Burada açıkça söylüyorum: Altbaşlık bana aittir ve bu altbaşlıkla kastettiğim çoğu insanın taptığı Tanrı'nın bilimsel yoldan var olmadığının makul kuşkunun ötesinde gösterilebileceğidir.
Belki karışıklık şu ifademden kaynaklanmıştır: Kendini bir avuç seçkin azınlık dışında herkesten saklayan Katoliklerin, evanjeliklerin, Müslümanların, Musevilerin Tan- rısının varolma olasılığı tümüyle göz ardı edilemez. Tek diyebileceğim elimizde var olduğuna dair en küçük bir delil kırıntısının bile bulunmadığıdır ve eğer varsa şahsen kendisiyle hiçbir işimin olmadığıdır. Böyle bir tanrı mümkündür ama berbat bir tanrıdır.
Burada inanmaya açık ve hazır insanlardan kendisini kasten saklayan bir Tanrı'nın ahlaki bir Tanrı olamayacağını anlatmaya çalışıyordum. Pek çok Hıristiyan tek kurtuluş yolunun İsa'yı kurtarıcıları olarak kabul etmek olduğuna inanmaktadır. Başka herkes ebedi ateşte yanmaya mahkûmdur. Müslümanların inancı da benzer yapıdadır. Bu inançta olanlar elbette müşfik, ahlaki bir Tanrı'ya inandıklarında ısrar edeceklerdir. Benim burada altını çizmeye çalıştığım nokta ise bu inançlarıyla başkasını dışlayan, gizlenmiş Tanrı inançlarının çeliştiğidir
Bu durumu açığa kavuşturmak için yukarıda alıntılanan bölümün ilk kısmı bu baskıda şu şekilde değiştirilmiştir: "Bu görüşte olan Katoliklerin ve evanjelist Hıristiyanların tamamen sevecen olan bir Tanrı'ya tapmadığı açıktır." Ayrıca bu kitabın 9. bölümünün son paragrafının ilk cümlesi şu şekle dönüştürülmüştür: "Kendini bir avuç seçkin azınlık dışında herkesten saklayan bir Tanrı'nın varolma olasılığı tümüyle göz ardı edilemez."
Ortak eleştirilerden bir diğeri de bir teolog olmadığım için bu konuda yazmamam gerektiği üzerineydi. Eğitimli bir teolog değilim, doğru ama bahsettiğim Tanrı ile ilgili teolojinin özünü kesinlikle iyi biliyorum. Dahası, teologların ve apolojistlerin geleneksel inançlarda bulunan pek çok tutarsızlığa ve açık hataya rasyonel açıklama üretebildiğinin de farkındayım. Bunlardan bir kısmına 2003 tarihli Bilim Tanrı'yı Buldu mu? adlı kitabımda değinmiştim. Var olmaları mantıksal olarak mümkün olan tanrılar olduğunu kabul ediyorum. Ama bunların hiçbiri çoğu kişinin taptığı Tanrı değildir
Her durumda, bu kitap bir teoloji kitabı değil, bir bilim kitabıdır. Ne Tanrı'nın doğası üzerine spekülasyon yapıyorum ne de belli varsayımlar üzerinden Tanrı'nın nasıl olması gerektiğine dair mantıksal çıkarımlar peşindeyim. Bunların yerine gözlemlenebilir sonuçlara, birçok kişinin tüm varoluşun ardında yatan temel gerçek olduğuna inandığı Tanrı gerçekten varsa, meydana gelecek olaylara bakıyorum. Bu Tanrı'nın herhangi bir karakteristik özelliğini bilmem gerekmiyor; ben "O"nun sadece bilime değil, onu arayan herkese görünmesi gereken tespit edilebilir delillerini arıyorum.
Bunun için de bilimin sözde süper-güçlerine bel bağlamıyorum. Bilim bir insan uğraşıdır; aslında her birimizin gündelik yaşamında kullandığı bir işlemin sistemli ve özenli bir halidir: etrafımızdaki âlemi gözlemlemek ve bu gözlemlerden sonuçlar çıkarmak.
Yazıştığım birkaç kişi şöyle bir görüşü savunuyorlar: Tanrı evreni yöneten doğal yasaları yarattığına göre, bunlar onun planları neyse onun gerçekleşmesi için tasarımlanmış olabilir. Bu durumda onun doğal yasaların dışında hareket etmesine gerek yoktur ve dolayısıyla onun eylemleri doğal süreçlerden ayrılamaz.
Bu sava Aydınlanma'nın deist tanrısını tartıştığım bölümde (9. Bölüm, "Peki Geriye Hangi Tanrılar Kalıyor?") değinmiştim, ama tartışmam çok açık değildi. O yüzden bu kısmı yeniden yazdım. Temel anlamda kuantum mekaniği evrenin tümüyle belirlenimci olmadığına ve meydana gelen şeylerin rastlantısal olduğuna işaret eder. Dolayısıyla Tanrı'nın ara sıra devreye girip gidişatı rayına oturtması gerekmektedir. Bu da prensip olarak tesbit edilebilir olan rastlantılardaki sapmalarda bize kendini göstermesi demektir.
Bu aynı zamanda dinle bilim arasında bağdaşmazlık görmediklerini ileri süren bilim insanlarının çoğuyla fikir ayrılığına düştüğüm nokta. Bu konu genellikle evrimle ilgili ortaya çıkıyor. Ben burada kendimi akıllı tasarım hareketinin kurucusu ve şu sözleri söylediği aktarılan avukat Philip Johnson'la nadiren hemfikir olduğum noktalardan birinde buluyorum: "Darwinizm gerçekse Hıristiyan metafiziği bir fantezidir." Elbette anlaşamadığımız mesele de açık: O Darwinizmin yanlış olduğunu düşünürken ben Hıristiyan metafiziğinin bir fantezi olduğunu düşünüyorum.
2007 Aralık'ında Hawaii Üniversitesi'nde düzenlenen bir Başarısız Hipotez: Tanrı paneline katılmıştım. Panel Hawaii İsa Gençliği ve Waterhouse Vakfı tarafından destekleniyordu. Paneli yakın dostum, Hawaii İsa Gençliği'nin başkanı Keli'i Akina yönetiyordu ve altı yüz kadar katılımcı gelmişti. Diğer panelistler Hawaii Üniversitesi'nden inançlı kimselerdi ve aralarında iki astronom, bir Hıristiyan mimar ve Reform Yahudisi bir hücre biyologu vardı.
Bir diğer panelistse çok eski dostlarımdan fizikçi ve astronom Bob Joseph'ti. Bob beni (öyle bir şey söylemediğim halde) bilimin hakikate giden tek yol olduğunu iddia etmekle suçladı; bilimle ilgili olmadığını söyleyerek karısıyla olan sevgi dolu ilişkisini bana karşı örnek olarak gösterdi. Eh, benim de karımla, çocuklarımızla ve torunlarımızla Tanrı'yla hiç ilgisi olmayan sevgi dolu bir ilişkim var. İnsanların sanatı, müziği, şiiri veya birbirlerini sevmesi maddenin ötesindeki bir âlemin göstergesi değildir. İnsan olmanın anlamının bir göstergesidir. Aslında bilimin bu tip konuları araştırması da yasak falan değildir. Bilim elbette her şey değildir; ama her şey hakkındadır.
Kimileri kitabımın "Tanrısız Evrende Yaşamak" başlıklı son bölümünün bilime bağlı kalmaya çalışan kitabın genel karakterine uymadığını öne sürdü. Diyelim öyle. Öyle olsa bile, ben bu bölümün Bob'un öne sürdüğüne benzer karşı savları ve daha genel bir soruyu, "Bu kitabı neden yazdınız?" sorusunu yanıtlamak için gerekli olduğuna inanmıştım ve hâlâ da inanıyorum.
Yine de sorunun beni şaşırttığını söylemeliyim. Bu kişiler kitapçıların raflarından taşan dini kitapların yazarlarına bu soruyu soruyor mu acaba? Soruyu soranlara bunu sorduğumda, bu sorunun altında böyle bir kitap yazarak insanların elinden dinin rahatlatıcılığını aldığım görüşünün yattığı hissine kapıldım.
Bu tür bir imaya yanıtım şudur: Gerçek bir dünyada yaşaması gereken bir yetişkin için hayali varlıklara inanarak huzur bulmanın ne kadar sağlıklı olduğunu anlayamıyorum. Dahası, şu uzun hayatım boyunca huzurdan çok ilahi ceza korkusuyla yaşayan pek çok dindar tanıdım. Dinin mahvettiği hayatlara dair de bir sürü örnek sıralayabilirim. Her halükârda dinin iyi veya kötü olmasının Tanrı'nın var olup olmadığı sorusuyla bir ilgisi yoktur. Ve bu kitabın konusu da budur.
TIK