Oscar Wilde’ın, “Üzerinde ütopya ülkesi bulunmayan bir dünya haritasına
bir bakış fırlatmaya bile değmez; çünkü o harita, insanlığın sürekli
uğrak yeri olan ülkeyi göstermesi nedeniyle eksiktir. İnsanlık, oraya
ayak bastığında yeniden daha güzel bir ülke arayışına çıkacak ve onu
bulduğunda da yelkenlerini hemen o yöne çevirecektir…” sözü insanoğlunun
daima daha iyiye, daha güzele, ölümsüzlüğe özlem duymakta olduğunu
bizlere anlatır.
Ölümsüzlük ülkesini bulduğunda ise içindeki sese
kulak vererek yeniden yeni ülkeler pesine düşecektir. Ölüm olmayan,
bağlık bahçelik, masmavi gökyüzünün olduğu ülkeyi bulduğunda bile
bireyin yeni bir yer arayışına girmesi ütopyaya olan özlemini ortaya
koyar. Thomas More, ütopya türünde eser verdikten sonra özlem duyulan
yaşam tasarıları oldukça ilgi toplamıştır.
Dünya edebiyatında
önemli bir yere sahip olan bu türe Türk edebiyatının Cumhuriyet
döneminde yeni bir toplum oluşturmak amacıyla sıkça başvurulmaktadır.
Cumhuriyet döneminde yazılan ütopyaların belli başlıklar altında tasnif
edildiği bu çalışmada ütopik temalar üzerinde durulmaktadır. Bu
ütopyalarda eşitlik, adalet, gelişmişlik, kardeşlik ve mutluluk gibi
arayışların gelecek tasarılarını şekillendirdiği görülmektedir. (Tanıtım Bülteninden)
Sonuç
Ütopyalar, genellikle mevcut sistemlere alternatif olarak sunulurlar. Daha çok geleceğe dönük kurgular olarak dikkat çeken ütopyalar, mutlu bir yaşama duyulan özlemi dile getirirler. 1923–1950 yılları arasında Türk edebiyatında yazılan ütopik eserlerde gelecek zaman ön plandadır. Kurguların bazılarında zaman belirsizken bir kısmında ise tarihsel olaylarla paralel gelişen bir zaman tasavvuru görülmektedir.
Ütopyalarda, toplumların huzurlu ve mutlu yaşadıkları mekânların kurgulamasına dikkat edilir. Ele aldığımız eserlerde mekân genellikle huzursuzluğun bittiği, tüm sorunların çözüme kavuştuğu yerlerdir. Anadolu Fatihi Alparslan romanında mutlu ve huzurlu olunan mekân Anadolu’dur. Anadolu stratejik konumu açısından toplumun gelişimine imkân sağlayan bir yapıya sahiptir. Birçok kültüre ev sahipliği yapmış Anadolu coğrafyası verimli toprakları, korunaklı yapısı ve fethedilecek yerlerin merkezinde bulunması dolayısıyla bir cazibe merkezidir. Bir Sürgün romanında mekân olarak hem Türkiye hem de Paris işlenmiştir. Önceleri rahatsızlık veren bir mekân olarak İstanbul ve İzmir kötülenir. Paris her yönüyle idealleştirilir ve kahraman Paris’te yeni bir yaşam kurmak için büyük uğraşlar verir. Kahramanın Türkiye’deyken Paris’e duyduğu özlem, daha sonra Türkiye özlemine dönüşür. İdeal mekân Paris’ken bir anda Türkiye’ye dönüşür. Ankara romanında ideal mekân İstanbul’un karşısına konan Anadolu’dur. Aynı tema etrafında idealleştirilerek öne çıkarılan en önemli mekân Ankara’dır. Cumhuriyet’in kurulmasıyla gelişen ve değişen Ankara yeni ülkenin ideal başkentidir. Serbest İnsanlar Ülkesinde romanında kurgulanan mekân belirsiz bir yerdir. Yazarın idealleştirdiği yer gerçekte olmayan bir ülkedir. Semavi İhtiras romanında ise İstanbul ve İstanbul’daki bir kız koleji ütopik bir atmosfer içerisinde ele alınır. Köy Hekimi romanında ideal birey toplumdan soyutlanmış, ideal bir mekânda yaşamını sürdürmektedir. Yeşil çam ormanlarında kurulan bir evi betimleyen Burhan Cahit Morkaya, yeşil yurt ütopyasını işler. On Yılın Romanı’nda Bingöl’ün bir köyünde meydana gelen olaylardan yola çıkılır. Köyün yanı sıra tüm Türkiye’deki gelişmeler ütopik bir bakış açısıyla ele alınır. Yezidin Kızı romanında Suriye ve Irak ele alındığı gibi ideal toplumun kurulması için en uygun mekân olarak Doğu Anadolu bölgesinin bir kısmı ve eskiden Hakkâri sınırlarında olan Laleş ele alınır. Pervaneler ve Kolejli Nereye (İşleyen Yara) romanlarında mutluluğun ve huzurun mekânı olarak Amerika işlenir. Amerika; eğitimi, iş imkânları, eğlencesi vb. bütün unsurları ile en ideal ülke olarak tasavvur edilir. Denizin Çağırışı, Medarı Maişet Motoru ve Aganta Burina Burinata romanlarında ise deniz ideal mekândır. Kimsenin mülkiyetinde olmayan deniz üzerinde kurulacak bir yaşamın eşitlik, adalet ve mutluluk getireceğine inanılır.
İncelenen ütopyalarda bireyin normal insanlardan farklı özellikler taşıdığını görmekteyiz. Roman kişilerinin ya ideal kişiler olarak betimlendiği ya da idealin peşinde koşan insanlar olduğunu söyleyebiliriz. İdeal bir toplum yapılanmasının peşine düşen bu kişilerin yanı sıra kişilerin ferdî boyutta gelişen ütopyaları da vardır. İlk dönem ütopik kurgularda belirli bir insan tipi yaratılmaya çalışılır. İdealize edilen bu insan tipi sonraki ütopyalarda yerini sıradan insanlara bırakmaya başlar. İdeal insanın özellikleri, Cumhuriyet ideolojisi etrafında şekillenir. Sağlıklı, ülkesine bağlı, cesur, eğitimli, birkaç spor dalında önemli başarıları olan ve en az bir yabancı dili kendi ana dili gibi konuşabilen bu bireyler, Cumhuriyet’i sonsuza kadar koruyacak ideal bireyler olarak öne çıkarılır. Örneğin Ankara ve Semavi İhtiras romanlarında Yıldız, Köy Hekimi’nde Emine, On Yılın Romanı’nda Torun ve Erhan, belirtilen özelliklerin hepsini taşıyan ideal bireylerdir. Genellikle romanlarda eski nesille yeni nesil arasında karşılaştırma yapılır ve yeni nesil gençlik idealize edilir.
İncelenen anlatıların çoğunda mutlu bir toplumun nasıl kurulacağının yanı sıra bu toplumların devamlılığı nasıl sağlanacağının üzerinde de durulur. Özlenen mutlu ve refah topluma ancak gelişmiş bilim, teknoloji veya eğitim yoluyla ulaşılabilir. Hem insanların hem de toplumun ıslah edilmesi üzerine projeler ortaya konmaktadır. Klâsik ütopyalarda olduğu gibi moral değerler insanlara aşılanmaya çalışılır. Toplumsal birliğin ve huzurun sağlanması için çaba harcanır. Ele aldığımız eserlerde sosyal hayatın ve etik değerlerin düzenlenmesine özellikle önem verilmektedir. Eskinin reddi ve kötülenmesinin ardından yeni ve ideal olarak görülen yaşamın değerleri üzerinde durulur. İncelediğimiz eserlerde kötüleşen yaşam şartları çöküşe uğrayan etik değerler distopik bir atmosfer içinde işlenir. Etik değerlerin ihmal edilmesi ve yeteneksiz liderlerin başarısızlığı nedeniyle toplumların çöküntüye uğradığına vurgu yapılır. Toplumun olumsuz yaşam şartlarına sürüklenmesinin sebebi olarak genellikle Osmanlı devletinin son dönemlerindeki kötü yönetim koşulları gösterilir. Yalnızca toplumun yaşadığı olumsuzluklar değil, bireysel yalnızlık, bunalım ve huzursuzluk gibi duyguların yaşanması da çoğu zaman II. Abdülhamid döneminin uygulamalarına bağlanır. II. Abdülhamid dönemindeki baskının sonraki dönemlerde yaşayan bireylere gen yoluyla aktarıldığı için olumsuz insan tiplerinin ortaya çıktığı savunulur. Hırsları sebebiyle toplumları kaosa sürükleyen eski dönem yöneticilerinin aksine bilim, sanat ve ekonomi alanında uzman kişilerin liderliği üzerinde durulur. Güçlü ve bilinçli bir lider portresi öne çıkarılır.
İncelenen eserlerden bazılarında teknolojinin ve bilimin gücü sayesinde imkânların artacağı, sınırların ortadan kalkacağı düşüncesi işlenmektedir. Örneğin Semavi İhtiras, On Yılın Romanı, Ankara gibi romanlarda gelişen teknolojinin sosyal yaşamdaki izleri üzerinde durulur. Semavi İhtiras’ta günlük ulaşım, uçaklar ve transatlantiklerle yapılır. Aynı şekilde On Yılın Romanı, Ankara romanlarında gelişen teknolojik araçlarla tarımsal alanda ve günlük yaşamda kolaylıklar elde edilir. Bazı ütopyalarda ileride dünyaya hâkim olacak tek bir gücün Amerika olduğu vurgulanır. Eserlerde açık bir şekilde süper gücün Amerika olduğu belirtilir. Bu ütopyalarda işlenen düşünceye göre mutlu bir ülkede yaşam ancak Amerikan yaşam tarzını benimsemekle mümkündür.
Klâsik ütopyalarda dış dünyadan kopuk, kapalı ve belirlenen kurallar çerçevesinde devam eden bir yaşam modeli sunulur. Ancak incelediğimiz ütopyalarda dış dünyaya açık olan, dünyadaki her gelişmeden haberdar olan insan ve toplumlar ön plandadır. Gelecek kurgularında değişimden etkilenen ve sürekli bir değişim içinde olan bireylerin topluma yön verdiği görülür. Bu eserlerde eğitim unsuru önemli bir yer tutar. Klâsik ütopyalarda olduğu gibi uzun uzun eğitimin nasıl yapılması gerektiği üzerinde duran ütopyalar vardır. Pervaneler, Kolejli Nereye ve Semavi İhtiras, On Yılın Romanı, Köy Hekimi, Ankara gibi romanlarında ihmal edilen bir alan olarak eğitim ele alınır. Milli, ileri ve çağdaş bir eğitimin mutlu bir gelecek için önemine değinilir. Eğitimsizliğin yol açtığı sorunlar, eğitim sistemindeki aksaklıklar ve eski eğitim usulleri sorgulanır.
Ekonomik hayat ütopik eserlerin çoğunun üzerinde durduğu bir konudur. Sosyal hayatı ve bireysel yaşamı yönlendiren ekonomik şartlar, kurulacak yeni yaşamda önemli role sahiptir. İnceleme konumuza dahil olan eserlerde öncelikle tarım ülkesi ele alınır. Gelişmiş teknolojik araçlarla tarım alanlarından yüksek verim elde etme hedeflenir. Toprak mülkiyetinin olmadığı, eşit gelirin olduğu bir toplum düzenin kurulması amaçlanır. Sanayi ve hizmet alanlarındaki gelişmeler de olumlu karşılanır. Kendi ihtiyaçlarını karşılayan bir ülkenin yanı sıra dış ülkelere ihracat yapan ülke hayali kurulur. Serbest İnsanlar Ülkesinde, On Yılın Romanı, Anadolu Fatihi Alparslan ve Ankara romanlarında gelişen sanayi sonucunda kurulan fabrika ve kuruluşlarla refah bir ülkenin varlığına işaret edilir. Ütopyaların bir kısmında ise yeni ekonomik modeller teklif edilir. Bu modellerin çoğunda sosyalist ekonomi modelinin benimsetilmeye çalışıldığı görülür. Ortak mülkiyet, ortak kazanç, eşit yaşam koşullarına vurgu yapılır. Medarı Maişet Motoru’nda Fahri ve Fahrettin Asım’ın ütopyaları buna örnektir. Ayrıca Denizin Çağırışı romanında öğretmenin kurmak istediği düzen de eşit gelir ve ortak mülkiyete dayalı bir sistemdir.
İncelenen romanlarda sevgi ve aşk önemli bir yer tutmaktadır. Cinsellik ise distopik özellik gösteren dönem tasvirlerinde yozlaşmış toplum yapılarda ortaya çıkar. Genellikle bu kurgularda âşık olunan kişiye kavuşulmadığı ya da aşkın değer kaybettiği görülür.
İnanç, klâsik ütopyalarda insanın ruhsal gelişimi için önemli bir unsurdur. Ele aldığımız romanlarda ise inanç ve inanç ile ilgili değerlere olumsuz bir bakış açısı hâkimdir. Anadolu Fatihi Alparslan romanı dışındaki diğer eserlerde çağın gerisinde kalmanın nedeni olarak din öne sürülür. Bazı romanlarda ise din ve din adamları geri kalmışlığın sebebi olarak gösterilir.
İncelediğimiz eserlerde mutluluk arayışı çoğu zaman mutsuz bir sonla bitmektedir. Romanlarda ütopik bir özlemle mutluluk arayışına girişen kahramanların düşledikleri yaşama kavuştuktan sonra yeniden bir özlem içerisine girdikleri tespit edilmiştir. Distopyalarda işlenen mutsuz ortam belirir ve yeniden mutlu olunacak bir yer arayışı ortaya çıkar. Özellikle bireysel olarak sürdürülen mutluluk arayışlarının yerini karamsar bir gelecek algısına bıraktığı görülür. Bunun yanında toplumsal dönüşümü hedefleyen ütopik eserlerin daha iyimser duygu ve düşüncelerle son bulduğu tespit edilmiştir. Necla Dağ