26 Haziran 2022

George Orwell - Kitaplar Ve Sigaralar

 Sahafta çalışırken -sahafta çalışmıyorsanız bu mekanı kafanızda çekici yaşlı beyefendilerin uçsuz bucaksız deri ciltli kitap sayfalarının arasında gezindiği bir tür cennet olarak canlandırmanız ne kadar da kolay- beni en çok etkileyen şey gerçek kitapseverlerin az bulunurluğu olmuştu. Dükkanımızın olağanüstü ilginç bir kitap stoku vardı, ancak müşterilerimizin yüzde onunun bile iyi kitabı kötü kitaptan ayırt edebildiğinden şüpheliyim. İlk baskı züppeleri, edebiyat sevdalılarından daha fazlaydı ama ucuz ders kitapları için pazarlık yapan doğulu öğrenciler onlardan da çoktu; yine de en çok yeğenleri için doğum günü hediyesi arayan kafası karışık kadınlar geliyordu.
Bize gelenlerin pek çoğu her yerde karın ağrısı olacak, fakat kitapçı için ayrıca sorun olan kimselerdi. Örneğin, “yatalak biri için kitap isteyen” (bu çok yaygın bir istektir) pek sevgili yaşlı bir hanımefendi ve 1897’de çok hoş bir kitap okumuş olan, kendisi için o kitabın bir nüshasını bulup bulamayacağınızı soran bir başka sevgili yaşlı hanımefendi. Ne yazık ki kitabın adını ya da yazarını hatırlamıyor, tıpkı hangi konuyla ilgili olduğunu da hatırlamadığı gibi; fakat kırmızı bir kapağının olduğunu unutmamış. Bunları bir kenara bırakırsak sahafların peşini bırakmayan iki tür bela vardır. Bunlardan birincisi, her gün, bazen günde birkaç kere gelip size işe yaramaz kitaplar satmaya çalışan, bayat ekmek kokulu düşkün adamlardır. Ötekisi, yığınla kitap ısmarlayan ama ücretlerini ödemeyi aklından bile geçirmeyenlerdir. Dükkanda veresiye satış yapmıyorduk ama sonradan gelip kitabı alacaklar için kitapları kenara ayırıyor veya gerekiyorsa kitap ısmarlıyorduk. Bizden kitap ısmarlayan insanların hemen hemen yarısı bir daha gelmiyordu. Bu, başlangıçta beni şaşırtıyordu. Böyle bir şeyi neden yapıyorlardı ki? içeri giriyor, nadir bulunan pahalı kitaplar istiyor, kitabı ayıracağımıza defalarca söz verdirdikten sonra bir daha asla dönmemek üzere ortadan kayboluyorlardı. Bunların çoğu kesin paranoyaktı. Kendileri hakkında gösterişçi bir şekilde konuşuyor ve nasıl olup da evden üstlerine para almadan çıktiklarına dair son derece yaratıcı, eminim ki çoğu kez kendilerinin de inandığı hikayeler anlatıyorlardı. Londra gibi bir şehirde sokaklarda gezinen yığınla raporlu deli vardır ve bu deliler kitapçıların çekimine kapılma eğilimdedirler; çünkü kitapçılar hiç para harcamadan uzun süre oyalanabileceğiniz az sayıda yerden biridir. İnsan, sonunda bu insanları neredeyse bir bakışta tanır hale geliyor. Zira tüm şaşaalı sözlerine karşın, hallerinde eski püskü ve amaçsızlık dolu bir şeyler vardır. Paranoyak olduğu aşikar birisiyle muhatap olduğumuzda çoğu kez istediği kitapları kenara ayırır, sonra gittiği anda raflara geri koyardık. Hiçbirinin kitapları ödeme yapmadan götürmeye yeltenmediğini fark ettim, onlar için kitabı ısmarlamak yeterliydi; sanıyorum bu onlara gerçekten para harcadıkları yanılsamasını yaşatıyordu. Çoğu sahaf gibi biz de çok sayıda ek iş yapıyorduk. Örneğin, ikinci el daktilo ve pul, yani kullanılmış pul satıyorduk. Pul koleksiyoncuları garip, sessiz, balıksı türden ve her yaştan insanlar olurlar; ama yalnızca erkekler yapar bu işi. Anlaşılan kadınlar renkli kağıt parçalarını albümlere yapıştırmanın verdiği garip zevki anlayamıyor. Ayrıca, Japonya depremini önceden bildiğini iddia eden insanların derlediği altı penilik yıldız falları satıyorduk. Kapalı zarfların içinde olduklarından bir kere bile zarfı açıp içine bakmadım; ancak satın alan insanlar sıkça geri gelip yıldız fallarının ne kadar “doğru” olduğunu anlatıyorlardı. (Karşı cins için son derece çekici olduğunuzu ve en büyük hatanızın cömertliğiniz olduğunu anlatan her yıldız falı kuşkusuz “doğru” gelecektir.) Çocuk kitapları arasından en çok eskiden kalma olanlar satarak epey iş yapardık. Modern çocuk kitapları, özellikle de topluca değerlendirdiğinizde epey korkunç şeyler. Ben olsam bir çocuğa Peter Pan’ı vereceğime Petronius Arbiter’i vermeyi tercih ederdim, ancak Barrie bile ardından gelen taklitçilerinin yanında daha mert ve erdemli kalıyor. Noel zamanlarında Noel kartları ve takvimlerle uğraştığımız hummalı bir on gün geçirirdik; satması yorucu da olsa sezonu süresince kârlı bir iştir bu. Noel hassasiyetinin vahşi bir sinizm ile sömürüldüğünü görmek ilgimi çekerdi. Noel kartı şirketlerinin simsarları daha haziran ayından kataloglarıyla gelirlerdi. Faturalarından birindeki bir ifade hafızama kazınmıştır: “İki düzine tavşanlı Bebek İsa.” Ama esas ek işimiz, ödünç kitap veren bir kütüphaneydi; tamamı kurmaca, beş ya da altı yüz kitaptan oluşan alışılageldik bir “2 Peni – depozito yok” kütüphanesi. Kitap hırsızları bu kütüphaneleri nasıl da seviyor olmalı! Bir kitabı dükkanın birinden 2 peniye ödünç alıp etiketi söktükten sonra bir diğer dükkana 1 şiline satmak dünyanın en kolay suçudur. Buna rağmen, kitapçılar genelde belirli sayıda kitabın çalınmasını (ayda yaklaşık bir düzine kitap kaybederdik) depozito isteyerek müşteri kaçırmaya kıyasla daha kârlı bulurlar. Dükkanımız tam olarak Hampstead ile Camden Town arasındaki sınırdaydı ve baronetlerden otobüs bileti satıcılarına kadar her türden insan uğrardı. Kütüphane üyelerimiz muhtemelen Londra’daki kitap okuyan insanların ortalamasını doğru bir biçimde yansıtıyordu. Bu nedenle, kütüphanemizde en iyi “giden” yazarın hangisi olduğunu söylemeye değer: Priestley? Hemingway? Walpole? Wodehouse? Hayır, Ethel M. Dell, ikincilikte Warwick Deeping ve Jeffrey Farnol üçüncü diyebilirim. Dell’in romanların sadece kadınlar okuyor; ancak beklenebileceği gibi yalnzca arzulu kız kuruları ve tütün satıcılarının şişman karıları değil, her türden ve yaştan kadın. Erkeklerin roman okumadığı doğru değil fakat kimi kurmaca dallarından tümüyle kaçındıkları doğru. Kabaca söyleyecek olursak, ortalama roman olarak adlandırabileceğimiz şey -sıradan, iyi-kötü, İngiliz romanının normunu oluşturan Sulandırılmış Galsworthy tarzı- yalnızca kadınlar için var gibi duruyor. Erkekler ya saygı duyulabilecek romanları okuyor ya da polisiye hikayeleri. Ancak polisiye hikaye tüketimleri inanılmaz. Üyelerimizden biri, bildiğim kadarıyla, diğer kütüphanelerden aldıkları hariç yıl boyunca haftada dört ya da beş polisiye hikaye okuyordu. Beni en çok şaşırtan, asla aynı kitabı iki kere okumaması olmuştu. Görünüşe göre o saçmalık sağanağının tamamını (hesapladığım kadarıyla bir yılda okuduğu sayfalar 3000m²’ye yakın bir alan eder), sonsuza dek hafızasına kaydediyordu. Kitap ya da yazar isimlerini dikkate almıyor, ancak neredeyse bir bakışta bir kitabı daha önce okuyup okumadığını söyleyebiliyordu.


👍 "Dua kitabı tanrıyı sevmenizi ondan korkmanızı söylüyordu; fakat korktuğunuz birisini nasıl sevebilirsiniz ki? Kişisel duygularınız söz konusu olduğunda aynısı geçerliydi. Ne hissetmeniz gerektiği genelde yeterince açıktı, ama doğru duygu emredilemezdi."

 "Şu anda tek bildiğimiz, kimi vahşi hayvanlar gibi hayalgücünün de esaret altında üreyemeyeceği."

"Beni en çok etkileyen şey gerçek kitapseverlerin az bulunduğu olmuştu..."

"Kitap tüketimimiz bu kadar düşük olmaya devam ederse, en azından bunun nedeninin kitapların satın alındıkları ya da ödünç alındıklarında çok pahalı olmalarında değil okumanın köpeklere, sinemaya ya da pub'a gitmeketen daha az heyecan verici bir meşgale olmasında yattığını itiraf edelim."