İLK DÖKÜM
İstemeye
hakkım var mı bilmem ama seni yürekten ilgilendiren şeyleri, başkalarına
anlatmaktan kaçınacağın şeyleri duymak isterdim...Tomris Uyar
14 Şubat 2019 / İstanbul
Bu son yazım sana; son iç dökümüm ama bununla başlıyor kitap, bittiği yerden. Bir yerinden, değişmeye istihareye yattığım,
sona sakladığım cümlene iç dökmemden. Seninle konuşmaya devam edeceğimi ama burada yazmayı susturuyor olacağımı bilmek
bir yanıyla beni eksik bırakmaya başladı bile. İçimden seninle konuştuğum kadarını yazamadım; daha ziyade konuştum ve alıştım
her gördüğümü ve düşlediğimi seninle paylaşmaya. Ama bir yerde geçici olmalıymış her şey.
Yavruağzı
bir mahcuplukla yazdım, affet. Bana mı kaldı seni
anlamaya ve anlatmaya çabalamak ve kendimi elbet? Seni hisset
tikçe içinden geçen, içimden geçen bir tayf gibi... Ama şu yukarı
daki cümlen mazeretimdir illa bir mazeret arayana. “Duymak isterim”
dediğin için, bir tarafımı yatırdım sayfaya, iliştim yanına,
duymaya, hissetmeye, anlamaya, anlatmaya...
Gittiğin
günden beri devam eden hayat ne tuhaf... Biri gidince devam eden her
şey gibi... Körüklü bir otobüs, elektrik direklerine asılan konser
afişleri, reklam panolarında gülümseyen ve
her daim gülümseyen şapşal kadınlar, Beyoğlu’ndaki meyhanelerden
yükselen “Merhaba”lar, “Şerefe”ler, hava muhalefetinden
dolayı iptal olan vapur seferleri, düğünler ve cenazeler, anmalar,
ansımalar, bir geceliğine ve her geceye sevişenler, otoparkçıların alt
sokakta feryat figan kavga edişleri, bir Türkiye haritası, sistem,
kapitaller ve sosyalistler, kitap imza günleri, yeni çıkan bir kitaba
yazılan eleştiriler, camdan dışarı baktığımda Çam
Apartmanı’nın camından yansıyan güneş –ki batmakta– bir gece
öncesi için dosta edilen teşekkür telefonu, bakkala verilen sipariş,
muhafazakârlar, liberaller, ilerigeri görüşlüler, vaftiz törenleri,
sünnet düğünleri, panjurların bizden çok yaşaması...
Gideceğim gün ben de belki en çok bunlara yaren olamayaca
ğıma içerlerim. Devamlılık arzı dürtüsü...
İstemeye
hakkın var elbet. Benim bunları yazmaya hakkım var
mı, işte ondan pek emin değilim. Bu eminsizlikle yaşamaya da bir
yerinden alıştım. Temkin ve tenezzül diye yinelediğim şeye bir kibirle
yaslanıyorum. Başkalarına anlatmaktan kaçınacağım şeyleri
buraya yazmaya kalkışayım ve başkaları da seninle okusun.
Sen okuyacak mısın?
Başkalarından
kaçınacağım şey nedir diye içime bir kez daha dönüp baktığımda
anlıyorum ki kendime söylemekten kaçınacağım şeylermiş. Kendim için bir
kılıf uydurup, karanlık tarafımı
sözde bir fenerle aydınlattığım yerler hepsi ve illa bahaneyle yani
yalandan. İçimdeki kötücül tarafları izliyorum bir süredir. Bu
topraklarda da hayıflanılarak bakılan ama mütemadiyen yapılan
şeyleri. En azından kendime söylüyorum artık. Ya da dur. Başkalarına
anlatmaktan çekineceğim bir şey kalmadı aslında. Aldattıklarım,
söylediğim yalanlar, kendime hibe etmek istediğim insanlar, hasetten
uzak ama illaki kıskançlıklarım, neyle olduğunu
anlamadığım yarışım ve etrafa saçmayı kesemediğim buz mavisi
öfkem, eleştirmekten kendimi geri tutamayışım ve beğenmeyişim
hiçbir düzeni – bizi düzdüğünden mi? – Her şeyi apaçık bir yoklukla
hissetmeye meylim ve beni hep hasta edişi, duyumsamak
tan geri duramayıp bu muamma denizine anlam yüklemem, çok
adama tutulmam ve bir anlık garabetle her şeyi söndürebilme yetim yani
yine öfkem, yalnızlıktan yakınıp çok sevmem yalnızlığı
mı, cesaretsizliğim, hayattaki belli sınırları kurşun kalemle eşelemem
ve geçememem sınırı ama özlemle ki ben, hep sınır dışı...
Yani kimseden farklı durmayan dürtüler yığını...
Şunu yazabilirim buraya.
Bunu en iyi sen anlarsın:
Seksen
yaşına gelmiş babamın on ay süren hastalığında –yaşım henüz yirmi
ikiydi – girdiğimiz hastaneden artık çıkamayacağımızı anladığımız gün,
ona buna devam edip etmek istemediğini, odada kimse yokken sormuştum.
Başıyla istemediğini anlatan sert bir işaret yaptı. Konuşamadığından da
değil artık, konuşmak dahi istemediğinden. O zaman, “Bitirelim mi?”
diye sordum, başını hızlıca “Evet” anlamında öne salladı. O hafta,
hemşirelerin getirdiği ilaçları vermeyi yine de denedim ama o hepsini
tükürdü. Bunun aramızdaki anlaşmanın bir teyidi olduğunu anlamıştım. O
günden itibaren, gelen her ilacı cebimde sakladım.
Üçüncü gün, babamı güzelce temizledim, çarşaflarını değiştir
dim. O gece –kendi isteği ve benim bilinçli ihmalimle – gitti.
Suçlumuyum? Sanmıyorum. O ne istediyse onu yaptım. Gitmek de
bir haktı.
Bunu belki iki ya da üç kişi biliyordu. Şimdi sana da anlattım.
Çünkü için için biliyorum ki iki yıldır anlamaya tanımaya çalıştığım sen de olsan belki de aynı şeyi yapardın.
Ben
bir itirafımla girizgâhımı yapıp içimin en derinindeki şeyi
bir besmele gibi buraya bıraktıysam, sanırım artık suya yazılmış
bir icazetle seni dinlemeye başlamak isterim; dostlarından, oğlundan ve
benim sende hissettiklerimden. Rakı masasında konuşulanlar masada
kalır. Sözde bir sırrı paylaşınca insanlar bir yerinden sırdaş olur. Ya
da ben bir bahaneyi taç yapıp başıma takarım. Ama inan, bunu sana
anlatmaya ihtiyacım vardı. Anımsadığım gibi çoğunlukla, yaşadığımdan
farklı...
Bu arada, beni yürekten ilgilendiren çok şey var. Sen zaten
hepsini yazmışsın. Bir kısmını içerde anlatmaya, senin yüreğinden, kaleminden çıkan cümlelerin altına kendimi de iliştirerek
anlatmaya devam edeceğim. Bunu istemeye hakkım var mı bilmem ama...
NOT:
İnsan adıyla müsemma... Evliliğinde aldığın “Uyar” soyadı ile yazdığın
Gündökümleri’nin “Bir Uyumsuzun Notları”
başlıklarıyla basılmış olması arasındaki manidar ilişkiyi göz ardı
edemeyeceğim sanırım. Bir yere uyamayan sevgili uyumsuz kadın Tomris Uyar. Asıl soyadın olan “Gedik”, sanırım her şeyi, içindeki
her şeyi bize daha iyi anlatıyor. Bu gediği kapamaya çalışmanın, bu
gediğe seslenişin ve her neyse mecazı ki bu halin için ben
sana kendi boşluğunu iğneyle kazıyan biri olarak minnetle teşekkür
ederim. Her kelimenle, her fikrinle ve zikrinle beni kucakladığın
için... Tanışabilmeyi başka bir hayata ertelemekten başka
bir seçeneğim olmadığından, buna çaresizlik değil başka bir evrenin
çaresi olarak bakıyorum ve bekliyorum.
Jehan Barbur