Umarım okura da keyif verecektir. Son olarak, orijinal metinde hiç dipnot yoktur. Okumayı kolaylaştırmak amacıyla yazarın kutsal kitaplara, başka edebi metinlere, tarihi olaylara, coğrafyaya vb. gönderme yaptığı yerlerde aydınlatıcı olduğuna inandığım dipnotlar vermeyi uygun bulduğumu belirtmek isterim. Gilda Lopes Encarnação Salzburg Universitesi’nde Portekiz Dili Bölümü’nde öğretim görevlisidir, gittiğimiz lokantada bana Filin Yolculuğu’nu anlatmasaydı bu kitap var olmazdı. Ona Mozart’ın kentinde satılan ve Avrupa’nın belli başlı yapılarını temsil eden küçük, ahşap heykellerin ne olduğunu sordum. Aralarında bizim Belém Kulesi’nin de olması ilgimi çekmişti ve bir güzergâhı işaret eder gibi görünüyorlardı. Bana XVI. yüzyılda, III. Don João döneminde, tam olarak 1551’de bir ϐilin yaptığı yolculuktan söz etti. Fil Lizbon’dan Viyana’ya gitmişti. Burada bir hikâye olabilirdi. Gilda Lopes’den ipuçları toplamamda bana yardım etmesini istedim, gerekli tarihi bilgiyi bir araya getirmemde çok değerli yardımları oldu. Bu kitabı o masadaki dostlarıma borçluyum, herkesin önünde hepsine son derece minnettar olduğumu belirtmek ve en içten teşekkürlerimi sunmak isterim. Düzgün işleyen bir kamu yönetiminde yatak odaları kutsal, laik ya da yasadışı olarak nitelenebilir, bu odaların öneminin farkında olmayanlara son derece münasebetsiz gelebilirse de, burada anlatmaya niyetlendiğimiz, bir ϐilin avusturyaya yaptığı olağanüstü yolculuğun ilk aşamasıdır ve üç aşağı beş yukarı portekiz saray erkânının yatma saatinde şekillenir.
Burada üç aşağı beş yukarı gibi belirsiz bir ifadenin rastlantı eseri kullanılmadığı da kaydedilmelidir. Böylelikle belli bir zarafetle ϐiziksel ve ϐizyolojik mezhebin ayrıntılarına da girmiş olduk ki, biraz densiz, çoğunlukla da gülünçtürler ve böyle kâğıt üzerine aktarılmaları hem portekiz ve los algarbes {1} kralı üçüncü don juanın hem de zevcesinin, alcacer-quivirde savaşmaya gidip daha ilk çatışmada ölen ya da kimilerinin iddia ettiği gibi savaşa bile katılamadan arifesinde hastalıktan telef olan don sebastianın müstakbel büyükarınesi, avusturyalı dona catalinanın koyu katolikliğini de fena halde rencide ederler. Kral yüzünde somurtkan bir ifadeyle, kraliçeye dedi ki, Bana kalırsa hanımefendi, Ne size kalırsa efendim, Kuzen maximiliana dört yıl önceki düğününde verdiğimiz armağan soyuna sopuna ve meziyetlerine pek uygun görünmemektedir, hazır şimdi bu kadar yakınımızda, ispanya kralı naibi olarak valladolidde, yani bir taş atımı uzakta bulunuyor, yani demek istiyorum ki ona daha değerli bir şey versek, şöyle dikkat çekecek türden, Altın çanak öneririm efendim, kutsal ekmeğin konduğu altın ayin çanaklarının maddi değeri ve manevi anlamı bir arada düşünülünce, dalkavukluk edilecek kişinin hoşuna gittiğini gözlemlemişimdir, Kilisemiz böylesi bir cömertliği hiç de uygun bulmayacaktır, hiçbir kaydı silmeyen belleğinde kuzen maximilianın luther yanlısı protestanların devrimlerine sempatiyle bakmasını ilelebet saklamaktadır, luther miydi, calvin miydi sahi, hiçbir zaman emin olamadım ya neyse, Düşünmemeyi tercih ettiğim şeytanlardır hepsi de, diye cevap verdi kraliçe bir yandan da ıstavroz çıkartarak, yarın erkenden gidip günah çıkarmam gerekecek, Neden özellikle yarın hanımefendi, günah çıkarmak gündelik uğraşınız değil mi, diye sordu kral, Düşmanımın ses tellerime taktığı şu ağza bile alınmaması gereken ϐikirler yüzünden, baksanıza, sanki cehennemin buharı değmiş gibi yanıyor boğazım. Kraliçenin duyusal abartılarına alışkın olan kral omuzlarını silkerek avusturya arşidükü maximilianı memnun edecek hediye arayışına girişti, zorlu bir uğraştı doğrusu. Kraliçe dua ardına dua mırıldanırken aniden sustu ve handiyse çığlık attı, Süleymanımız var ya, musevi kralın durup dururken yardıma çağrılışına bir anlam veremeyen şaşkın don juan, Ne, diye sordu, Evet efendim, süleyman, ϐil, kral azarlar bir tavırla, Fili ne halt edeyim ben şimdi, dedi, ayağa fırlayan kraliçe, Hediye efendim, düğün hediyesi, diye yanıt verdi hem keyiϐliydi hem de heyecanlı mı heyecanlı, Aradığımız bir düğün hediyesi değil, Ne fark eder ki. Kral üç kez art arda başını yavaşça salladı, durakladı, üç kez daha salladı ve sonunda, Bana ilginç bir ϐikir gibi geldi diye kabul etti, Sadece ilginç değil, iyi bir ϐikir, hatta parlak bir ϐikir, diye ısrar etti kraliçe, sabırsız, neredeyse dikkafalı çıkışına engel olamayarak, Bu hayvan hindistandan geleli iki yılı geçti, yiyip içip yan gelip yatıyor, su yalağı hep dolu, önünde dağlar kadar saman yığılı, hiçbir işe yaramayan bir yaratığı besliyoruz, faydalanma umudumuz da yok, Suç zavallı hayvanın değil, burada ona uygun iş yok, kalas taşıması için bıçkıhanelere gönderebilirim ama zavallıcık çok ıstırap çeker çünküonun mesleki uzmanlığı kütük taşımak, eğriliği hortumunun yapısına çok daha uygun, Daha ne işte, viyanaya gidiversin, Peki nasıl gidecekmiş, diye sordu kral, Haa, bu bizim meselemiz değil, kuzen maximilian sahibi olacağına göre, bunu çözümlemek ona düşer, hâlâ valladoliddeyse elbette, Tersini haber almadım, Süleymanın valladolide dek yürümesi gerekecek kuşkusuz, yol fena sayılmaz, Ve viyanaya da yürüyecek çaresiz, Dura kalka, dedi kraliçe, Dura kalka, diye ciddiyetle onayladı kral, Yarın kuzen maximiliana yazacağım, armağanı kabul ederse bazı tarihleri kesinleştirip formaliteleri halletmemiz gerekecek, mesela ne zaman viyanaya doğru yola çıkmak niyetinde, Süleyman lizbondan valladolide kaç günde gidebilir, oradan sonrası bizim meselemiz olmadığına göre gerisine karışmayız, Evet, gerisine karışmayız, dedi kraliçe, ama yüreğinin derinliklerinde, ki varlığın çelişkilerinin kendini açık ettiği yerdir, süleymanı o kadar uzak topraklara, o kadar tuhaf insanların arasına yolladığı için keskin bir acı hissetti.