03 Ekim 2021

Simone de Beauvoir - Kadın Bağımsızlığa Doğru


Eski Yunan'dan bugüne, kadına yöneltilen suçlamaların hepsinde neden bunca ortak nokta bulunduğunu anlamak kolaydır; kadının içinde bulunduğu durum, birtakım yüzeysel değişikliklere rağmen, hep aynı kalmıştır ve kadının 'kişiliği' dediğimiz şeyi oluşturan da işte bu durumdur: kadın 'dünya kurulalı beri içinde taşıdığı niteliklerin, içkinliğin kurbanıdır,' kadının özünde yadsımacık vardır, kadın ihtiyatlı ve eli sıkıdır, kadında doğruluk ve titizlik kavramı yoktur. Kadın ahlak nedir bilmez, kadın en aşağılık anlamda çıkarcıdır, kadın yalancıdır, oyuncudur, hep kendisini düşünür... Bütün bu sözlerde doğru bir yan vardır. Yalnız bütün bu davranışlar kadının hormonlarından gelmediği gibi, beyin hücrelerine doğuştan da kazınmış değildir: bunların hepsi, birer kalıp halinde, içinde bulunduğu durum tarafından yaratılmıştır. İşte bu açıdan, bireşimci bir gözle kadının durumunu gözden geçireceğiz şimdi; bu bizi birtakım tekrarlara zorlayacak, ama aynı zamanda, iktisadi, toplumsal ve tarihsel koşullar içinde, 'kadının ölümsüz yanını' yakalamamıza izin verecek. 
Kimi zaman, "kadın dünyası" erkek dünyasıyla karşılaştırılır, oysa bir kez daha belirtmek gerekir ki, kadınlar hiçbir vakit özerk ve kapalı bir toplum kuramamışlardır; erkeklerin yönettiği bir topluluğa karışmışlardır ve burada, ikinci derecede bir yerleri vardır; ancak birbirlerine benzedikleri için, mekanik bir dayanışmayla birbirlerine bağlıdırlar: bir bütün halinde olan topluluklardaki organik dayanışma yoktur kadınlar arasında: gerek Eleusis kentinde dinsel konulu oyunlar oynanırken, gerek bugünkü kulüplerde, sanat ve edebiyat toplantılarında, yardım demeklerinde, bir "karşı-evren" olarak ortaya çıkabilmek üzere birleşmişlerse de, bu karşı-evreni de yine erkek dünyasında kurmaktadırlar.Ve durumlarındaki çelişme de zaten buradan gelmektedir: kadınlar hem erkek dünyasında yaşamakta, hem de bu dünyayı yadsıyan bir küre içine kapanmaktadırlar; ve tabii bu küreye kapanıp erkek dünyası tarafından da kuşatıldıktan sonra, hiçbir yere rahatça yerleşememektedirler. Boyuneğişlerinin altında hep bir yadsıyış, yadsıyışlannın altında da hep bir kabullenme gizlidir; bu bakımdan, tutumları, genç kızınkine yakındır; ama bu tutumu sürdürmek çok daha zordur, çünkü yetişkin kadın yaşamını birtakım simgeler aracılığıyla düşlemekle yetinmeyip, yaşamak zorundadır. Kadın, dünyanın bütünüyle erkek dünyası olduğunu kabul eder; erkekler kurmuştur bu dünyayı, onlar yönetmektedir ve bugün dünyanın efendisi onlardır: kendisine gelince, o bu dünyadan sorumlu değildir; onun bağımlı, ikinci derecede bir varlık olduğu kabul edilmiştir zaten; şiddet dersleri almamış, topluluğun öbür öğelerinin karşısına hiçbir zaman bir özne olarak çıkmamıştır; etine, evine kapanmıştır; kendini, bütün erek ve değerlerin yaratıcısı olan şu insan yüzlü tanrılara oranla, edilgin bir varlık gibi hissetmektedir. Bu anlamda, onu "ömrünün sonuna dek çocuk" kalmaya mahkûm eden önyargıda doğru bir yan var demektir; kendilerinden korkulmadığı sürece, işçilere, kara derili kölelere, sömürgelerdeki yerlilere de "koca çocuk" denmiştir: bunun anlamı, sözü geçen insanların, başka insanların önerdiği doğrularla yasaları tartışmasız kabul ettikleriydi. Kadının kısmetinde söz dinlemek saygı göstermek vardır. Kendisini kuşatan, dünya dediğimiz şu gerçeklik üzerinde, salt, düşünce açısından da olsa, etkili olamaz. Dünya, onun gözünde, içi görünmeyen, donuk bir varlıktır. Nitekim, o maddeye boyun eğdirmesine izin verecek teknik bilgiler edinmemiştir; ayrıca maddeyle değildir onun savaşı, yaşamladır: yaşamsa birtakım araçlarla zaptedilmez: onun gizli yasalarına boyuneğmekten başka çare yoktur. Dünya, Heidegger'in tanımıyla, insanın istemiyle güttüğü erekler arasındaki "araçlar toplamı" olarak gözükmez kadına: tam tersine, dikbaşlı, yenilmez bir direniştir o; kadın için dünya, alınyazısının egemenliği altındadır, anlaşılmaz isteklerle doludur. Ananın karnında insanî biçimine dönüşen o kan çileğindeki gizi hiçbir matematik eşitliğe dökemezsiniz.