10 Ağustos 2021

Halil Cibran

 
Elem 
Elem, bugüne boyun eğmişlik ile geleceğin umudu arasındaki altın halkadır. uyku ile uyanıklık arasındaki alacakaranlıktır. Elem, duyguları yumuşatır ve mutluluk yaralı yürekleri iyileştirir. Elem ve yoksulluk ortadan kaldırılabilseydi, insanın yüreği, üzerince bencillik ve açgözlülükten başka hiçbir yazısı olmayan boş bir taş yazıta benzerdi. Benim elemli dostum; senin döktüğün gözyaşları, unutkanlığa sığınmak isteyenlerin kahkahalarından daha saf ve seni küçümseyenlerin acı alaylarından daha hoştur.
 
Eğitim
Hiç kimse size, içinizdeki bilginin şafağında halen, Yarı uykuda olandan bir zerre fazlasını açıklayamaz. Takipçileri arasında mabedin gölgesinde Yürüyen bir öğretmen, size bilgeliğini değil, Sadece inancını ve sevgisini verebilir. Eğer gerçek bir bilgeyse, Bilgeliğinin evine davet etmek yerine, Sizi kendi aklınızın eşiğine doğru yönlendirir. Bir astronomi bilgini, Size uzayla ilgili anlayışından bahsedebilir Ama anlayışını size veremez. Bir müzisyen her yerde var olan ritimlerle Bir şarkı söyleyebilir; ancak ne ritmi yakalayan kulağı, Ne de onu ekolayan sesi size sunabilir.Ve semboller ilminde usta biri, Size simgesel alanlardan söz eder, Ama sizi oralara taşıyamaz. Çünkü bir kişinin sahip olduğu ilham, Kanatlarını başka birine ödünç veremez.Ve nasıl her biriniz Tanrı’nın bilgisinde özgün Bir yere sahipseniz, sizin de Tanrı’yı kayrayısınız Ve dünyayı anlayışınız, tek başınıza ve size özel olacaktır. 
Elbiseler 
Elbiseleriniz, güzelliğinizin çoğunu gizler; ama güzel olmayanı saklamaz.Ve sizler, kıyafetlerde mahremiyetin özgürlüğünü aramanıza rağmen onlarda bir koşum ve bir pranga bulabilirisiniz.Keşke Güneş’i ve rüzgârı daha fazla teninizle ve daha az esvabınızla karşılayabilseniz?Zira hayatın soluğu gün ışığındandır ve hayatın eli rüzgârda.Kiminiz ‘Şimal rüzgârıdır, giydiğimiz elbiseleri dokuyan:’ der.Ve ben derim, “Evet, şimal rüzgârıydı...”Fakat hayaydı onun tezgâhı ve ipliği de derman zayıflığı.Ve işi bittiğinde ormanın ortasında kahkaha attı. Unutmayın ki edep, saf olmayanların gözüne karşı bir kalkan demektir.Ve saf olmayan artık kalmadığında, edep bir bukağı (demir halka) ve bir zihin kirlenmesinden başka nedir ki? Ve unutmayın ki, toprak; çıplak ayağınıza dokunmaktan keyif duyar ve saçlarınızla oynaşmayı arzular rüzgârlar.
Ermiş 
Kendi gününün şafağında, seçilmiş ve sevilen insan Al Mustafa, tam on iki yıl boyunca Orphales şehrinde, gemisinin geri dönüp kendisini doğduğu adaya götürmesini bekledi.Ve on ikinci yılda, hasat ayı olan Ielool’un yedinci gününde, şehir duvarlarından uzak bir tepeye tırmandı, denize doğru baktı ve gemisinin sisle beraber gelişini seyretti. O anda kalbinin kapıları açıldı ve sevinci denize doğru uzandı.Ve gözlerini kapadı, ruhunun sessizliğinde dua etti.Tepeden inerken bir hüzün hissetti ve kalbinde şöyle düşündü:‘Nasıl huzur içinde ve üzülmeden gidebilirim?’‘Hayır, ruhum yara almadan bu şehri terk etmeliyim.’‘Duvarlar arasında acı dolu geçen uzun günler, yalnızlık içinde uzun geceler; kim acıdan ve yalnızlıktan pişmanlık duymadan buradan kopabilir? Bu caddelere ruhumdan o kadar çok parça saçtım ki, özlemimin o kadar çok çocuğu bu tepelerde çıplak dolaştı ki, sıkıntı ve ıstırap çekmeden onlardan kendimi ayıramam. Bugün üstümden çıkardığım bir giysi değil, kendi ellerimle yırttığım derim, kabuğum...Geride bıraktığım bir düşünce değil, açlık ve susuzlukla tatlandırılmış bir gönül...Yine de daha fazla oyalanamam...Her şeyi kendine çeken deniz beni de çağırıyor; yola çıkmalıyım...Çünkü kalmak, saatler geceyle yanarken, donmak, kristalleşmek ve bir kalıba dökülmek demek...Buradaki her şeyi memnuniyetle yanıma alırdım, ama nasıl?Bir ses, dili ve ona kanat olan dudakları taşıyamaz. Boşluğu yalnız başına aramalı...Ve kartal, tek başına, yuvasını taşımadan Güneş’e uçmalı.’Tepenin yamacına eriştiğinde tekrar denize döndü ve baş tarafında kendi yöresinden gemicileri barındıran gemisinin limana yanaştığını gördü.Ruhundan kopan sözlerle onlara seslendi:‘Kadim annemin oğulları, med-cezir süvarileri...Ne kadar sık benim rüyalarıma yelken açtınız. Şimdi benim uyanışıma geldiniz, ki bu benim en derin rüyam olmalı...Gitmeye hazırım ve şevkimin yelkenleri rüzgarı bekliyor. Bu durgun havadan sadece bir nefes daha alacağım, sadece bir bakış daha geriye, sevgi dolu...Ve sonra aranızda yerimi alacağım, gemiciler arasında bir deniz yolcusu olarak ben...Ve sen, engin deniz, uyuyan anne, nehrin, ırmağın özgürlüğü...Bu nehir sadece bir kıvrım daha yapacak, bu arazide bir kere daha çağıldayacak...Ve ben sana geleceğim, sınırsız okyanusa sınırsız bir damla...’Yürürken, uzaktaki tarlalardan, bağlardan, erkeklerin vekadınların şehir kapılarına doğru koşuştuklarını gördü. Birbirlerine geminin gelişinden bahsettiklerini ve kendi adını çağırdıklarını duydu.Şöyle düşündü:‘Ayrılık günü, aynı zamanda toplanma günü mü olacak? Benim akşamımın aslında şafağım olduğu söylenecek mi? Sabanını tarlanın ortasında bırakana, üzüm cenderesinin çarkını durdurana ben ne verebilirim? Kalbim meyveyle yüklü bir ağaca dönüşse de derleyip onlara sunabilsem..İştiyakım, bir pınar gibi aksa da kaplarını doldurabilsem...Bir yücenin elinin dokunmasını bekleyen bir arp mı, yoksa nefesinin içimden geçeceği bir flüt müyüm? Sessizliğin arayıcısı olan ben, sessizlik içinde başkalarına güvenle dağıtabileceğim nasıl bir hazine buldum? Eğer bugün hasat günüyse, hangi tarlalara ve hangi anımsanmayan mevsimlerde tohumları ekmiş olabilirim?Ve eğer fenerimi yükselteceğim saat gelmişse, içinde yanan benim alevim olmayacak...Kendimi bomboş ve karanlık hissederek fenerimi kaldıracağım...Ve gecenin bekçisi fenerimin içine yağı koyacak; onu yakacak da...’Bunlar kelimelere dökülenlerdi. Fakat kalbindeki pek çok şey, söylenmemiş olarak kaldı. Çünkü en derin gizemini açıklayamazdı...Ve şehre döndüğünde, herkes onu karşılamaya geldi. Adeta tek bir ses olarak ağlıyorlardı.Ve şehrin yaşlıları ileri çıkıp şöyle dediler:‘Henüz gitme; bizi bırakma. Bizim alacakaranlığımıza öğle ışığı oldun; ve gençliğin, hayallerimize hayaller getirdi. Sen aramızda bir yabancı, bir misafir değilsin.Çok sevdiğimiz oğlumuzsun...Gözlerimiz, senin yüzünü görememenin açlığını ve acısını yaşamasın.’Ve rahiplerle rahibeler konuşmaya başladılar:‘Denizin dalgalarının bizi ayırmasına, aramızda geçirdiğin yılların bir anı olmasına izin verme. Aramızda bir hayalet gibi yürüdün ve gölgen, yüzümüze düşen bir ışık oldu. Seni çok sevdik; ama sevgimiz sözlere dökülmedi ve örtülü kaldı. Ama şimdi sana yüksek sesle haykırılıyor; sevgimiz önüne seriliyor. Hep yaşandığı gibi, ne yazık ki sevgi kendi derinliğini, ayrılma anına kadar anlayamıyor...’Diğerleri de ona yalvardılar; ama o hiç cevap vermedi. Sadece başını önüne eğdi ve ona yakın duranlar, göğsüne düşen göz yaşlarını gördüler.Sonra, kalabalıkla birlikte tapınağın önündeki meydana doğru yürüdüler.Ve mabetten Almitra adında bir kahin kadın çıktı.Ve o, kadına sonsuz bir şefkatle baktı; çünkü daha şehirdeki ilk gününde onu bulan ve inanan bu kadın olmuştu.Ve kadın onu selamlayarak konuşmaya başladı:‘Tanrının sevgili kulu, son noktayı keşfedebilmek için uzun zamandır uzakları gözlüyor, gemini bekliyorsun. Ve şimdi gemin burada, sen de gitmelisin. Anılarındaki ülke ve büyük dileklerinin mekanı için duyduğun hasret çok derin.Ve ne sevgimiz seni bağlayabilir, ne de sana olan ihtiyacımız seni tutabilir. Ancak bizden ayrılmadan önce bizimle konuşmanı ve bize gerçeği anlatmanı istiyoruz. Ve biz onu çocuklarımıza, onlar da kendi çocuklarına aktaracaklar ve o hiç bir zaman yok olmayacak...Yalnızlığında bizim günlerimizi gözlemledin ve uyanıklığında, bizim uykumuzun hıçkırıklarını ve kahkahalarını dinledin. Şimdi bizi bize aç ve doğumla ölüm arasında yer alanlardan sana aşikar olanları bize de anlat. 'Ve o cevap verdi:‘Orphales halkı; tam şu anda ruhlarınızda devinmede olandan öte, size neden bahsedebilirim?
Ev 
Şehir surlarını içinde bir ev inşa etmeden evvel, yabanda hayallerinizden bir çardak kurun. Zira nasıl alacakaranlığınızda yuvaya dönüyorsanız, aynı şekilde içinizdeki avare de öyle; daima uzakta ve yapayalnız. Eviniz, sizin daha geniş gövdenizdir. Güneş’in altında gürbüzleşir ve gecenin sükûnetinde uyur ve rüyasız da değildir. Sizin evinizrüya görmez mi? Ve rüya görürken koruluk yahut tepe üstü uğruna şehri terk etmez mi? Keşke evlerinizi avucuma toplayabilseydim ve bir ekinci misali onları ormana ve çayıra saçabilseydim. Keşke vadiler caddeleriniz ve yeşil patikalar sokaklarınız olsaydı; bağlar arasında belki birbirinizi arar ve elbiselerinizdeki toprağın kokusuyla dönersiniz diye. Fakat henüz bunların vakti değil. Korkularıyla atalarınız sizleri de bir araya topladı. Ve bu korku, kısa bir süre daha sürecek. Kısa bir süre daha şehir surlarınız ocaklarınızı tarlalarınızdan ayıracak. Ve söyleyin bana, Orfales (tarihte mekânsız; ama ruhuyla ve insanlarıyla, her coğrafya ve iklimde mevcut bir şehir) halkı; bu evlerinizde neleriniz var? Ve sürgülü kapılarla neyi koruyorsunuz?Huzura, kudretini ifşa eden dingin sâike mi sahipsiniz? Hatıralara, zihnin şahikaları arasında uzanan ışıltılı kemerlere mi sahipsiniz? Güzelliğe mi sahipsiniz, gönlü ağaç ve taştan yapılma şeylerden kutsal dağa kılavuzlayan? Söyleyin bana, bunlara mı sahipsiniz evlerinizde? Yoksa yalnızca refaha ve refah ihtirasına, ev bir misafir gibi giren ve sora bir ev sahibi ve sonra bir efendi olan o sinsi şeye mi? Evet, ve o bir terbiyeciye dönüşür ve anca ve kırbaçla muazzam arzularınızdan kuklalar yapar. Elleri ipek olmasına rağmen kalbi demirdendir. Uyumanız için size ninni söyler, yalnızca yatağınızın başında durmak ve nefsin izzetiyle ayal etmek için. Sapasağlam hislerinizi maskara eder ve onları kırılgan çömlekler misali deve dikeni tüyü hâlinde yere serer. Aslında refah ihtirası,ruhun tutkusunu öldürür ve sonra cenaze alayında sırıtarak yürür. Fakat sizler, fezanın çocukları, rahat içinde rahatsız olanlar, sizler tuzağa düşürülmeyeceksiniz, ne de ehlileştirileceksiniz. Eviniz bir çapa değil, aksine bir yelken direği olacak.Bir yarayı örten parlak bir çeper değil, aksine gözü koruyan bir gözkapağı olacak. Kapılardan geçebilmek için kanatlarınızı katlamayacaksınız, ne de tavana çarpmasınlar diye başlarınızı eğeceksiniz, ne de duvarlar çatırdayacak ve yıkılacak diye soluk almaktan korkacaksınız. Sizler, diriler için ölüler tarafından inşa edilen türbelerde oturmayacaksınız.Ve ihtişam ve şaşaadan yapılmış olsa bile, eviniz sırrınızı kuşatmayacaktır, ne de hasretinizi barındıracak. Zira içinizdeki sınırsız olan, semanın kâşânesinde (köşk,saray) ikamet eder; kapısı sabah sisi ve pencereleri, gecenin ezgileri ve sessizlikleri olan. 
"ERMİŞ"