Bugün doğa, her zamankinden çok insanın bir aleti olarak görülmektedir. Doğa, akıl tarafından konulmuş bir amacı ve dolayısıyla hiçbir sınırı olmayan mutlak sömürünün nesnesidir. İnsanın ölçüsüz emperyalizmi hiçbir sınır tanımamaktadır artık. Doğa tarihinde başka hayvan türlerinin en yüksek organik gelişme biçimini temsil ettikleri dönemlerde, insan türünün doğa üzerindeki egemenliğini andıran bir durum bulmak mümkün değildir. Hayvanların iştihaları kendi fiziksel varoluşlarının zorunluluklarıyla sınırlıydı. Gerçekte, insanın gücünü iki sonsuz (mikrokozm ve evren) yönünde genişletmede gösterdiği açgözlülük, doğrudan doğruya kendi doğasının değil, toplumsal yapının sonucudur. Nasıl emperyalist ulusların dünyaya saldırıları sözde ulusal karakterlerle değil de kendi iç mücadeleleriyle açıklanmak zorundaysa, insan türünün kendi dışında saydığı her şeye karşı totaliter saldırısı da insanın doğuştan gelen özellikleriyle değil, insanlar arası ilişkilerle açıklanmalıdır. İnsan türünün açgözlülüğü ve bunun sonucu olan pratik davranışlar kadar, doğayı sadece etkin bir sömürü açısından gören bilimsel zihniyetin kategorileri ve yöntemlerinin anahtarı da insanlar arasında hem savaşta hem de barışta sürüp giden bu çatışmadadır. Bu algılama biçimi, insanların ekonomik ve siyasal ilişkiler içinde birbirlerine bakış tarzını da belirlemiştir. İnsanlığın doğaya bakış biçimleri, eninde sonunda, insanların zihnindeki insan imgesine de yansır ve onu belirler, böylece süreci başlatabilecek olan son nesnel amacı da ortadan kaldırır. Toplumun ego aracılığıyla gerçekleştirdiği arzuların bastırılması, sadece toplum açısından değil, birey için de daha akıldışı bir durum haline gelir. Rasyonellik büyük tantanalarla öne sürüldüğü ve savunulduğu ölçüde, insanların zihninde de uygarlığa ve onun bireyin içindeki temsilcisi olan egoya karşı bilinçli ya da bilinçsiz bir öfke de büyümeye başlar. Akıl Oyunları