Ahmet Oktay, “Mavi” hareketinden 2. Yeni’ye, oradan bugüne, özel bir şiir güzergahı geliştirdi. Kıvrak ritmi, söz ile yazı’nın bütün kutuplarına uğrayan teknik çoğulluğu, yaralı dünyasını bir eleveren bir gizleyen imge yapısıyla kişisel mitologyasını kurdu, geliştirdi, açtı, “Toplu Şiirler”i, gülden zakkuma toplu tohumlarını bir araya getiriyor.
UMU
Oyuncak kentler kuruyor acının elyazıları
yağan kar gölgelerinden.
Birer birer gitti onlar.
Mayısta, Haziranda akşamüstü, sabaha doğru ya da
masalların mısır patlatılan gecesinde uyuya kalan
bir çocuk gibi elleri yumuk,
gittiler.
Korkularını değil
ikindi yağmurundan ayıran taş duvarlarına,
seni güvercin gürültüleriyle dolu bir alanda bırakıp
aşklarının sıcaklığını götürdüler.
Buruk şarapları nasıl ustaca içerlerdi,
yatardı ayaklarının altında bin renkli deniz,
acılara, ölümlere karşı bir silah gibi kullanırlardı
doğada yaratılmış bunca güzel olan
şiiri, öpüşü, gül dalını.
Onları altın buğulu bir şafakta yeniden bulmak
aklımızda kalan gözleri hiçbir şey yitirmemiş,
eflâtun geceleri hep öyle şarkılı.
Yüzlerini tek tek karşıma alıyorum karanlıkta
sevdiklerinin, şaraplarının adını unutmamışlar,
birgün dönecekler biliyorum.
Nicedir uzak kaldıkları iki’nin ay ışığı tarlasında
toplayıp yasemin öpüşleri
onlara saklıyorum.
ÇALGICILAR
Uyandırdı kış gecesini altın sesli şarkıcılar
acı çiçek demetleri dağıtarak
karın portakal rengi ışıklardan döküldüğü sokaklara.
Ağlıyor kadife şarkıların yastığında soyunuk
günahlarını minyatür gibi saklayan gece yarısı kadınları.
Silahlarını bırakıp askerler uzakta
bellekte uzanan lacivert oymalı korulukları
elindeki karanfili düşüren kadını yaşıyorlar.
Toprağın üstünde bulutsuz bir akşam
silahlar şarkılardan utanıyor.
Gitaralar neden bu kadar dokunaklı?
Matbaa mürekkebine batmış küçük evliyâlar
sesleri kovalıyor ıslık çalarak.
Dinle aşkım benim
yalandan güzel şeyler var.
Onlar söylüyor öpüşü
kötü savaşı söylüyor,
ne çıkar bu şarabı beraber içmiyorsak?
Büyük bir sabırla dokuyor geceyi
kırağı düşmüş çiçek yüzleriyle kasketli adamlar.
Acı bizi dünyaya bağlamak için
sevinç bizi dünyaya bağlamak için,
Onlar güvercin şarkıcıları
denizin şarkıcıları onlar.
Dinle aşkım benim
onlar sana seslendiğim yerlerin şarkıcıları.
KARA YAZI
Yollar yollara bağlı vay bacım,
hangisinin sonunda yitecek dersin
süt beyaz etindeki sancı.
Uykulara vuran alaca dağlar,
arkası senin kahrın el harmanlarında.
Güneye insem
portakal, mandalin bahçeleri.
Ağıtlarda kirpiklerin hep ıslak
gözlerin uçurumlu.
Uzamış kıtalarda yalnızlığın,
Afrika’da kara
Çukurova’da anlatılmaz.
Bin renkle açar çiçek
döner gazel yaprağı rüzgârda.
Gün olur omzunda mermi, elinde mavzer
dağlarda düşmana konuşursun
kız memelerin ayaz,
gelin aynası gözlerin yangında.
Kurakta gök katına açılır ellerin,
ki duymuş başka şeylerden
yediveren toprağın özlemini.
Sıkılır dişlerin bir gece
vakterer aşktan,
kıskanır ağrını karanfil
canlar verirsin geceye.
Nice ölüm, nice gurbet
alıp giderler.
Bir sabah
sabrın konuşur taşta.
NİNNİ
Yağmur vurur camlara inceden
durmadan ağlarsın yağmura.
Analık dediğin bir tür ağrı
gelip geçer ninnilerden,
mavi gözlüm uyu.
Kömürümüz kalmadı buza kesiyor hava.
Çamaşıra gittiğimde gördüğün yataklar
ince beyler, ince hanımlar yavrum
nice düş olacak sana.
Kalmadı daha söyleyecek dillerim,
odamız soğuk, içtiğimiz acı su,
mavi gözlüm uyu.
Kimler korkmuyor karanlıkta?
Ütülmüş devlere cümle kişi
bize kalmış ölüm de, açlık ta.
Uzayıp gider hayın geceler,
baban açıkta yavrum,
perde olamadı evimize dokudukları
sedire örtü olamadı.
Dönüp duruyor tezgâhlar uykusunda,
on dokuz binin uykusunda.
Yağmur vurur camlara,
baban kahrolur arından.
Kimsenin kimseden haberi yok,
mahzun bakar, incelir gitgide
bencileyin garip analar.
Günlerle attı çaresizliğimiz.
Mavi gözlüm uyu
uyu fukara yavrum
uyu umudum.
CHARLES CHAPLIN
Acuna çevrili kristal mercekler
herkesin kendini bıraktığını görüyordu sağır bir düzende
nasıl hasis gözlerin, nasıl bir kan küreciğinin ortasında,
çaresiz elin, aklın gücü
çocuklar nasıl hasta.
Silah fabrikaları, polis copları, asık suratlar
geçip gidiyor sincapların mavi ışıklı gecesinden.
Namluların önünde bir göz, bir dudak
yalnız mı, yenik mi, umutsuz mu?
Yarıda kalıyor gözün bakışı
dudağın öpüşü yarıda.
Bir mimik kapıları zorluyor, duvarları.
Ay ışığında seviştiğimizi ansana.
Korkuya, zulma, ölüme inat
yitmeyen, koparılmayan bir yönümüz var.
Alıp götürülenler sohbetimizden ansana
bahçemize bir daha dönmeyenler
nasıl geçirdiler üç yılı, beş yılı ansana.
Büyük avuntuları var küçük şeylerin onunla
aşkımız perçinli, yüreğimiz kavi,
yeniden onarıyoruz evleri, sokakları onunla,
toplar susunca erikler çiçek açıyor.
Baston diye bağırdı çocuklar
boksoyu kötümserliklerin ortasına,
balıklar kumsala çıktı baston diyerek,
şarkıda ağız mızıkaları, laternalar,
mavi bir kesit vurdu pencere pervazına.