” Eskiler, şeylerin içinde yayılmış halde bulunan kutsal erdemleri
Tanrılar olarak adlandırırlardı. ”
Cornelius Agrippa
Saf varlık yetkin, bir ve ulaşılmazdır. Mutlak olduğundan bizimle
hiçbir ortak ölçütü yoktur fakat Doğa’daki hiyerarşi boyunca aşağı
indikçe, gücünü, zekasını ve canlılığını değişik alemlere, taşlara,
bitkilere, hayvanlara vererek kendini ifade eder. Onlara, gücünün küçük
bir parçasını değil de bu gücün bir görünüşünü, bir yüzünü verir. Zira
Tanrısallık kendini doğanın aynasında yansıtarak yüceliğinden hiçbir şey
kaybetmez.
Bu nedenle Tanrısallık deniz için Neptün, güneşle Apollon, toprakta
Ceres, çölde Diana ve fikirlerin kaynağı olan veher biri bir doğaüstü
numenler(*) numenine ilişkin Doğa’nın çeşitli numenleri olan değişik
kavramlar olarak diğer her bir türde farklı biçimlerde
isimlendirilmiştir.” Bu Tanrılar fiziksel dünyada doğa kanunları,
ahlaki, matematik veya ara dünyada erdemler (ve onların gölgeleri) ve
Tanrısal dünyada da varlığın öznitelikleri veya ilk örnekleri olarak
görülür.
Zira erdem bu tanrıların çehresinden, anahtarından ya da ahlaki
görünüşünden başka bir şey değildir. Tanrılar erdemlere böyle hayat
verir. Giordano Bruno bunların önünde en büyük kutsallıkların
önündeymişçesine eğilir ve onları yaşayan semboller olarak tasvir eder.
Bu canlı tasvirler, ruhu erdeme yönelten tılsımlara dönüşür.
Erdemli olmanın kendinde hiçbir çıkar yoktur (çoğunlukla hayvanlar
insanlardan daha başarılıdır) fakat Ruhu sessiz tanrısına layık bir
sunak yapacak biçimler inşa etmeyisağlar. Ahlak bir görev değildir,
ancak öz üzerinde yoğunlaşmayı sağlayan bir ayrıcalıktır.
Giordano Bruno erdemi, Birliğin tam ortasında zıtlıkların
yakınlaştığı bir yer olarak tanımlar. “Kötülük şeylerin doğasından yani
Bir’in içindeki yetkinlikten uzaklaşılması gerçeğinden ibarettir. O
halde kötülük doğallık eksikliğinden, varlıkların kendi Hakikatlerinden
ayrılmasından kaynaklanır. Mutluluk Yazgının (herkesin kendisininkini)
gerçekleştirilmesinin meyvesidir. O halde Yazgı yasadır, hakikattir.
Erdem yazgının kabulünden ve bunun gerçekleştirilmesinden ortaya çıkar.
Yazgıyı anlamak Tanrı ile birliğimizin bilincine varmayı başarmaktır.
Tanrı ile her şeyle birliğimizi kavradıkça kalbimiz her şeye karşı
duyulan bir aşkla dolacaktır. Yaşamın amacı yazgıyı anlayabilme
yetkinliğine ulaşmaktır çünkü bu bilgi bizim sonsuzla, insanlık için
gerçek kurtuluş olan Tanrı ile birliğimizi kavramamızı sağlayacak yegane
şeydir. ”
GÜÇ
Mitolojik Herakles sembolü ile ilişkili olarak sağduyu, (“Yasa
aracılığıyla ve Hakikate göre varılan yargıyı yöneten İrade değişmez ve
güçlü olmalıdır.”) bize kendimizi birliğin yansıması olan o orta noktada
tutma yetisini sağlayan ruhun gücüdür. Eflatun’un “Devlet'”inde
belirttiği gibi bir cesaretle: ” Kanunların ve kimin tehlikeli veya
tehlikesiz olduğuna dair kaynağını yönetenden alan kıstasın korunması. ”
Aptallığa, öfkeye veya deliliğe dönüşmemesi için güce zekanın ışığı
(zeka eksikse aklın) kılavuzluk etmelidir. Bu, sabrın, gayretin,
hoşgörünün, duyarlılığın, acıya dayanıklılığın doğduğu kaynaktır.
Güç mantıklılıkla zekayı birleştirir, ya sağduyunun, ya sabır
göstermenin ya da boyun eğmenin uygun olduğu veya kaçmanın tercih
edilebileceği durumlar yaratır ve bir kere karar alındığında bunu yerine
getirmek için gerekli iç gücü sağlar.
Güç, ruhun ölümü için sürekli duyulan bir kaygı fakat ona zarar
vermeyecek şeylere karşı da kayıtsızlıktır: Açlık, susuzluk, acı,
yoksulluk, yalnızlık, zulüm ve ölüm.
SAĞDUYU
Sağduyu Tanrının ilahi dünyadan yansıması, fevrilik, eylemsizlik ve
aptallığın düşmanıdır. Evrenselden bireye varan zekadır. Kullandığı alet
fikirleri genişleterek, eleyerek veya baştan sona yeniden ele alarak ve
insan kavrayışı tarafından anlaşılabilecek her şeyin tümellerini
metafizik aracılığı ile inceleyerek, olası tüm eylem biçimlerini
kıyaslayan diyalektiktir.
Sağduyu kara güne karşı bir kalkan, tehlikeye karşı bir dikkattir.
Onun sayesinde irade ve cesaret; zamana, nesnelere,şartlara objektif
bakış açısını kaybetmeden uyum gösterirler.
Göksel ilk örneğini, Tanrı’yı aksettirmeyen sağduyu, rüzgarla, o
geçtiğinde otların eğilişini birbirine karıştıranlara özgü ” köle
sağduyusudur.”
Sağduyu özgürlük ve aynı zamanda gerekliliktir. Kendi üstüne yansıyan Hakikattir: “Işık olan gözdür, göz olan ışıktır.”
DAYANMA
Bizi idealimizden uzaklaştıran şeylere karşı gösterdiğimiz dirençte
kendini gösteren güçtür. İç gücün yetkinliğidir. Güçlü ve rüzgarın
hücumlarına karşı sağlamca kök salmış bir meşe gibi kahraman, ruhunu,
duyularını ve kavrayış gücünü o yüksek amacı üzerinde sabit kılar.
Stoikler: ” Dayanın ! “, Epikürcüler: ” Acıya katlanmayın ! ”
(bilinci bedenin dışında tutmak anlamında) derken Giordano Bruno : ” Güç
yolu ile dayanın ! ” der; öyle bir iç güçle ve kendi ahlaki
ilkelerimizde kararlılıkla ki, Hephaistos’un ocağında majik silahlar ve
tanrısal erdemler biçimlendirdiği içsel volkandan bağımsız olarak
etrafımızdaki havadan çevreye sükunet yayılsın.
Bu dayanmanın ötesinde, Epikür’ün söylediği ve Bruno’nun hatırlattığı
gibi bizi Tanrıların davranışı seviyesine yükselten,insani olmaktan
çıkmış bir dayanma vardır. ” Bu zorluklara maruz kalmış ve bunlara
katlanmış birine ait gerçek ve artık ulaşılmış bir güç ve metanet erdemi
gibi değil de, onlara katlanırken bile hiç hissetmemiş birinin erdemi
olarak düşünülmelidir kahraman böyle bir kıvanca ( zafere de
diyebiliriz) ulaştıktan sonra hiçbir sıkıntı onu yolundan çeviremez veya
onu düşüremez. Bu durum şuna işaret eder: En yüce ve sonsuz mutluluğa
dokunmak yani iradenin varlığı ve acı hissinin yokluğu.”
Dayanmak, yazgının bize yaşamayı nasip ettiği yetkinliğe doğru
evrimleşmek, onu anlamak, kabul etmek ve ona ulaşmak için acı çekmenin
gerekliliğini idrak etmekten ibarettir. ” İnsan ruhu acıyla ve
üstesinden gelmesi gereken güçlüklerle yetkinleşir. Acı olmaksızın
ruhumuz durağan ve geri kalmış olurdu. Kötü olarak tanımladığımız her
şeyin,bizim kavrayamadığımız bir iyi olması işte buradan kaynaklanır.
Başka bir deyişle kötü görecelidir. Tek tek bakıldığında doğada hiçbir
şey mükemmel değildir çünkü her şey sürekli evrim halindedir. Toplu
biçimde Bütün mükemmeldir. Parçaları değil de Bütünü göz önüne alan kişi
için kötü mevcut değildir.
İFFET
Dokunulmamışlık kendinde hiçbir değer taşımaz (Olabilecek törensel
öneminin ötesinde) çünkü ne bir kusurdur ne de sadece büyük bir onurdan
kaynaklanan, yüksek bir gerekçenin hizmetinde olması dışında bir
erdemdir. Sadece gücün bir parçası olduğunda ve hazları hor gördüğünde
(dokunulmamışlığın ötesi veya berisinde), ne kibirli (hazların hor
görülmesi), ne de yoksun bırakıcıdır, ama insan bilincine ve
diğerlerinin tatminine onurlu bir biçimde katkıda bulunduğunda iffet
olarak adlandırılır.
ÖLÇÜLÜLÜK
Latince “temperare” (uygun biçimde düzenlemek); görgünün anasıdır.
Çünkü duyusal (nefse ait) ve zihinsel ilişkilerdeki ölçüsüzlük (azla
yetinmeme) yüzünden aileler, devletler, sivil toplumlar ve tüm dünya
çöker, kargaşaya sürüklenir, dağılır ve karanlığa boğulur. Her şeyi
yeniden düzelten ise ölçülülüktür.
SADELİK
Sadelik kendini beğenmişlik ve ikiyüzlülüğün düşmanıdır. Eleştiri,
kıskançlık, hakaret ve gerçeğin gizlenmesinden kaçınmak amacıyla
sağduyunun takındığı tavırdır. Sadelik çok basittir. Kendinden emin ve
kendine güvenen bir görünümü benimser, tek tiptir ve ilahi bir yüze
benzer.
Sevilesi bir yüzü vardır çünkü asla değişmez ve bu nedenle her zaman
ilk görüldüğündeki kadar insanı cezbeder. Onu sevmeyi bırakmak ondan
değil başkasının hatasından kaynaklanır. ” Sadelik kutsal, tanrısal bir
yüze benzer çünkü asla gerçeğe ne bir şey ekler ne de ondan bir şey
eksiltir, kendini düşünmez, hayran olmaz aksine başkalarına verir.
“Kendi içine bakan kendisiyle baş başa kalan birisi bir çeşit çokluğa
dönüşür, aynı anda hem özne hem de nesne olur.
YORGUNLUK VE GAYRET
Giordano Bruno yorgunluk ve gayreti bize mitolojik bir kahraman olan
Perseus görünümünde sunar: Sol elinde onun içten tutkusundan ışıl ışıl
olmuş kalkanı ve sağ elinde ise zararlı düşüncelerin yılansı kafası,
topuklarında tanrısal itkinin kanatları ve dayanmanın dirayetle çalışan
hafif atını sürerken. Yorgunluk ve gayret ile Bruno kısır bir usancı
değil aksine var olmak için bir çabayı ima eder. Kendi yazgısında
başarılı olmak ve böylece Tanrısallığa yaklaşmak kahramanlara özgüdür.
“Bu ikisi sayesinde Perseus Perseus’tur, Herkül de Herkül’dür.
Onlar sayesinde tüm açıkgözler mağlup edilir, her türlü kötü talihe
son verilir, tüm yollar ve o yollara erişmek kolaylaşır, tüm limanlara
yanaşılabilir, tüm güçler kendine egemen olur ve tüm tasarılar mümkün
hale gelir.”
Bruno bu ikisine özellikle bir rehavet bizi sardığında günlük derin düşünmelerimize konu olabilecek bir yakarış ithaf eder:
Gayret, sen yorgunlukla birlikte cömert ruhları besleyensin. Tüm
kayalık ve sarp dağları mümkünse bir solukta ulaşıp tırman ve aş. Kendi
öz duygularını öyle bir ateşle yeniden canlandır ki, güçlükler seni
yenemediği gibi onları duyma bile. Yorgunluğunu hissetme çünkü yorgunluk
kendisi için yorulmamalıdır: Yetkinlik kendinde acı ve yorgunluk
çekilirken ne acıyı ne de yorgunluğu hissetmeyi barındırır.
ERDEMLER VE POLİTİKA
Erdemlerin politika, şehir ve devletlerin yönetilmesi ile çok yakın
ve hemen hemen kendine özgü bir ilişkisi vardır. Bir erdem veya bir
kusur devletin refah ve huzurunu etkilediği ölçüde erdem veya kusurdur.
Eylemler önemlidir. “Bir ağacı,yapraklarının güzelliği ile değil,
meyvelerinin mükemmelliği ile yargılamalıdır; meyve vermeyenlere gelince
onlar kesilsinler ve diğerlerine, verenlere yer açsınlar.”
Bu durumda hataların (günahların değil) karşılaştırmalı bir
incelemesi yapıldığında en büyük önem taşıyan devlete karşı yapılan
haksızlık değerlendirilecektir; bireylerin çıkarına karşı yapılan
haksızlık daha düşük önemde, birbiri ile anlaşmazlık içinde olan iki
kişinin arasındaki ise en az önemde olacaktır. Hiç bir önemi olmayanlar
ise ne kötü bir etki ne de kötü bir örnek doğuran ve rastlantısal
itkilerden kaynaklananlardır.
KAHRAMAN FİLOZOF
Kahraman filozofun; zihninde sağlam bir imgelem, yanılmaz bir hafıza,
gözlerinde tedbir, dilinde gerçek, göğsünde içtenlik, kalbinde düzenli
duygular, omuzlarında günahların unutulmuşluğu, karnında kanaatkârlık,
bağrında nefsine hâkimiyet, bacaklarında sebat, tabanlarında düzlük, sol
elinde kutsal kitapların buyrukları sağ elinde ise yargılayıp önermeden
önermeye geçerek sonuca ulaşan akıl, yol gösterici bilim, yönetenin
iktidarı ve eyleme geçme gücünü bulundurur.
Yazgısını anlar, kabul eder ve yerine getirir. Kendine şöyle der:”
Olmak zorunda olan olacaktır. Olmuş olmak zorunda olan oluyor.” Böylece
yazgıyı, tanrıların en büyüğünü çabuklaştırır.
İçindeki tanrı kendini gösterdiğinde, ölümlülerin kalbinde olduğu
kadar ölümsüzlerin kalbinde de bir saygı ile eğilme isteği yaratır.
Düşünüp taşınırken ağır, ciddi ve dengelidir. Nasihati iyi düşünülmüş,
derin, öngörülüdür. Ancak hareketleri kanatlanmış gibi hızlıdır.
Erdemleri ve kahramanca davranışları ile gökyüzünü hak eder.Hayatın
akışı içinde hiçbir çaba göstermeden kayıp giderken tanrıya ettiği dua
hoş kokulu bir tütsü gibi yükselir.
Birliğin içinden sonsuzun derinliğini kavrar ve gözünün önünde duran sonsuzun içinde de saklı olan birliğin izlerini fark eder.
Yüksek idealinin izinde, İradesi asla güçsüzlüğe düşmez ama geçmişi
hatırlayarak, bugünü düzenleyerek ve geleceği görerekşartlara sağduyulu
bir biçimde uyum sağlar. Beklenmedik hiç bir şey başına gelmez. Hiçbir
şeyden şüphe etmez ama her şeyi umar, hiçbir şeye güvenmemezlik etmez
ama kendini her şeyden korur.
Kendini Hakikatin her zaman muzaffer ve değişmez bir koruyucusu olarak değil bir mesajcısı olarak görür.
Kahraman
hatasını kabul edenleri affeder, kendini beğenmişleri gemler,
haksızlıkları düzeltir, yapılan iyilikleri unutmaz, ihtiyacı olanların
yardımına koşar, mazlumları savunur, gözü dönmüşleri sakinleştirir, hak
edenlere mesajı verir ve canileri dize getirir.
Boş ve aptalca bir inanç yerine, yararlı gerçek ve soylu bir amaca
değer verir. Az şeye sahip olduğundan değil azı arzuettiğinden ve aza
ihtiyacı olduğundan kendini zengin kabul eder. Bedenin ölümünden değil,
ruhun ölümünden korkar.
Bazı durumlarda yasayı koruyan, hakikate ve ayırt etme yeteneğine güç
veren, zekayı bileyen ve sakin bir ruhunanlayamayacağı sayısız dikkate
değer erdemin yolunu açan kutsal bir öfkenin benliğini sardığını
hisseder ama bu öfkeamacına ulaşır ulaşmaz ruhun huzuru yine kahramanı
sarar. Umutları soğuk ve arzuları diridir, bir yıldızın soğukluğu ve bir
hacının adımlarının diriliği gibi.
Eylemleri bir şiirin dizelerine benzer; bir kurala uydukları için
değil, kural onun eylemlerinden doğduğu için çünkü eylemleri elmastan
yapılı kara kapılara çarpar ve onları açar.
Zevk onun için zevk değildir zira sonunu zaten görmektedir. Acı onun
için acı değildir çünkü düşüncesinin gücüyle acının sonu da onda
mevcuttur. Halkın iyi olarak adlandırdığı şey, onun için sahte iyidir,
yaşlı Satürn’ün çocuklarını yerken kullandığı baharattır. Böylece var
olmayanı, hiçliği, yokluğu değişken olarak tanımlar çünkü zamanla
sonsuzluk arasındaki ilişki nokta ile çizgi arasındakiyle aynıdır.
İmkansızın düşünü görür. Arzuladığına sahip olamadı diye yerinmez fakat
her zaman mutludur çünkü aradığını hep yanında bulur.
Bilir ki mutlak sonun bir sonu olmayacaktır. Aksi halde O, mutlak son
olmazdı. Bunun onun için pek önemi yoktur.Onun bulunduğu durumda,
görüşünün tüm ufkunda ilahi bir güzelliğin bulunması ona yeter.
Daha az soylu ve düşük değerdeki şeylerin başarılmasıyla elde edilen bir yetkinlik yerine, ona kendi liyakatini ispat etmesini sağlayan daha
soylu bir teşebbüs sonucu uğranılan başarısızlık ve düşüş onun kahraman
ruhunu daha hoşnut kılar. Çünkü O, başına gelen her şeyi iyiye
dönüştürür. Bir esaretten büyük bir özgürlüğün meyvesini toplamayı bilir
ve bir kez yenilmiş olmayı, büyük bir zafer fırsatına dönüştürebilir.
En mükemmel kısmı onda bulunmayıp, bozulmaz bir kutsama gibi ilahi
şeylere sarılmış, düğümlenmiş olan bedeninde ölümlü olana karşı aşk ve
kin hissetmeden yaşar.
Yeni yüksek tepe dergisi