06 Ekim 2019

Konfüçyüs Felsefesinde Tanrı İnancı


Konfüçyüsçülük’te  tanrı  veya  tanrılar  panteonu,  rahiplik,  ma’bed, inanç veya kutsal kitap yoktur. Çinliler bu yüzden Konfüçyanizm’e “Okul” ya  da  “Bilginler  Doktrini”  adını  vermişlerdir

Konfüçyüs,  hiçbir  zaman kendisini  ilahi  bir  kuvvetin  elçisi  olarak  hissetmediği  gibi;  tabiatüstü varlıklar,  üstün  kuvvetler  ve  ruhlardan  da  bahsetmemiştir.  (Konuşmalar, 7/20).  Ayrıca  tanrıların  ve  ruhların  varlığı  hakkındaki  düşünceleri  de reddetmiştir. Bu sebeple bazıları onun yerinin din’de değil felsefe tarihinde olduğunu iddia etmişlerdir. Ölümden sonraki hayatla da pek ilgilenmemiştir. Bu konudaki bir soruya: “Eğer insan hayatı henüz tanıyamamışsa, ölümü nasıl  tanıyabilir?”  diye  cevap  vermiştir  (Konuşmalar,  11/11).  O,  ruhlar hakkında da konuşmamış; “Eğer biz insana hizmet edemezsek, ruhlara nasıl hizmet edebiliriz?” demiştir. (Konuşmalar, 11/11).

Çin’de  Konfüçyüsçülük,  Taoizm  ve  Budizm  gibi  dinler  ortaya çıkmadan önce; atalara saygı, gök ve tabiat ruhlarına tapınma, gelecekten haber verme, kutsal varlıklara kurban sunma ve Şang-ti diye adlandırılan bir Yüce Varlık inanışı vardı. Şang-ti, Yüce Tanrı karşılığında kullanılan Çince bir terimdir. O, daha fazla şahsi bir mana ile, göğün hükümdarının ismidir. Aynı  zamanda  o,  “En  Büyük  İmparator”  anlamına  gelmekte  olup  “Gök” anlamına  gelen,  Konfüçyüs  ve  eski  Çin  entellektüellerinin  tercih  etmiş olduğu  T’ien’in  şahsi  olmayan  şeklinin  aksine,  dua  ve  devlet  dininde kullanılan dinî hitabın şahsi şeklidir. Şang-ti’nin, önce yerdeki hükümdarla karşılaştırılmış olması muhtemeldir. Sonra imparatorun ecdadının vasıtasız olarak doğrudan doğruya göğe bağlanmış olduğunu söyleyen ilahiyatçılar, imparatora “Göğün Oğlu” ismini vermişlerdir. Bu hadise M.Ö. 12. asırda vuku bulmuştur. İmparator bu sıfatla,  milleti idare  edip gök gibi tarafsız olarak, adaletle tebaasına bakacaktır. Burada bütün Çin dininin bir özelliği olan mikrokozm-makrokozm münasebeti göze çarpmaktadır. İnsan, büyük dünya ile küçük bir dünya olan kendi zatı arasındaki âhengi gerçekleştirmeli, tam  göğün  hareketine  uymaya  çalışmalıdır.  T’ien  ile  eşanlamlı  olarak kullanılan Şang-ti, eski Çin’de en eski ata ruhu (Ti) idi. O, daha çok şahsi ve antropomorfik terimlerle ifade edilmiştir. Yüce Tanrı olarak devlet dininde ibadet edilmiş, imparator tarafından ona kurban ve dualar sunulmuştur.

Çin’de yaygın olan ve Şang-ti diye adlandırılan Yüce Varlık inancı Konfüçyüs’te de devam etmiştir. Ancak o, bu Yüce Varlığı ifade için, daha önce zikredilen “T’ien”i tercih etmiştir. Konfüçyüs’e göre T’ien; o zaman anlaşıldığı  üzere,  gökte  oturan,  kötü  hükümdarları  cezalandıran,  yeni hanedanlar kuran ve iyileri mükafatlandıran atalara verilen bir ad değildir. T’ien;  yüce  varlık,  tabiat  düzeninin  idarecisi,  her  şeyin  üstündeki  varlık, yaratıcı  kudret  idi.  Bu  terim  Çin’in  entellektüelleri  tarafından  da,  insan hayatının  tamamlayıcı  bir  parçası  olan  tabiat  nizamında  etkili olan  şahsi olmayan güç için kullanılmıştır. Zamanla o, Kader veya Tao ile eşanlamlı olarak kullanılmaya başlamıştır. Tanrı için kullanılan şahsi terim ise Şang-ti’dir. 

Çince bir terim olan T’ien, Tanrı, tabiat anlamında Gök’e tekabül eder.  Bu  Gök  tanrı  T’ien;  yukarıdaki  tanrı,  göğün  kendisi  demektir. Başlangıçta  T’ien,  antropomorfik  bir  tanrı  düşüncesini  temsil  ediyordu. Fakat daha sonra (M.S. 200) Shu Wen Sözlüğü’nde o, insanların üstünde biri olarak açıklanmıştır. Tanrı T’ien’in ismi Şang Hanedanlığı dönemi dininde yer  almıyordu.  Muhtemelen  o  Çin  dinine  Chou  Hanedanlığı  tarafından (M.Ö. 1000), bir yüce gök tanrısı olarak sokulmuştu. Bu terim, Şang-ti’ye çok  yakın  anlamda  Yüce  Tanrı  karşılığında  kullanılmıştır.  Konfüçyüs  bu terimi,  “her  şeye  hâkim  olan  Tanrı”  anlamında  kullanmıştır.  O  T’ien’e, iyiliğin  kaynağı  olarak  saygı  göstermiş,  ona  bağlılığını  itiraf  etmiş (Konuşmalar, 6/26), T’ien’in emrini öğrenmiş (Konuşmalar, 2/4) ve T’ien’in de kendisini anladığına inanmıştır (Konuşmalar, 14/37).

Konfüçyüs’e göre T’ien aldatılamaz (Konuşmalar, 9/11), insanların hayatına yön verir (Konuşmalar, 11/8) ve onları korur (Konuşmalar, 9/5, 7/22).  Daha  sonra  T’ien,  tamamen  tabiatla  ilgili  terimlerle  düşünülmeye başlanmıştır.  Çin  dininde  T’ien’e,  bir  ma’bed  içine  kapatılmamış,  açık gökyüzü altındaki bir altar üzerinde, imparator tarafından icra edilen ibadet, ibadetlerin en üstünü sayılmıştır. Çinlilerin inancına göre imparator Gök’ün Oğlu (T’ien Tsu) idi ve insanları idare etme emir ve yetkisini T’ien’den almıştı.

Konfüçyüsçülük’te  tanrı,  düşkün  insanları  korumak  için hükümdarlar;  “Tanrı  Yolu”nda  yardımcı  olsunlar  ve  ülkenin  her  yanında huzuru  sağlasınlar  diye  öğretmenler  göndermiştir.  O  yücedir,  yerdeki insanlara hükmedicidir ve kötüler çoğalınca da hükmü amansızdır. Ölüm ve hayat  göğün  emridir.  Zenginlik  ve  şeref  ise  kaderin  işidir  (Konuşmalar, 12/5). Tanrı her şeyi açıkça görür ve bütün işlerde insanlarla beraberdir. Kanun ve şeriatı veren yine Gök’tür. O, iyi insanlara uzun ömür bahşettiği gibi, fazilete de (te) mükafat vermektedir. Fazilet dört kısımdan meydana gelmektedir: İnsan sevgisi, adâlet, emredilen merasime riayet ve bilgi. İnsan, bu  dört  aslî  fazileti  bir  arada  toplayarak  onlara  göre  hareket ederse, bahtiyarlık ve saadet kazanacaktır. İnsan aynı zamanda göğün emrine göre hareket etmelidir. Çünkü Konfüçyüs’e göre, “Gök’ü gücendiren bir kimsenin dua  edecek  başka  yeri  olmaz”  (Konuşmalar,  3/13).  Kısaca  belirtmek gerekirse, Çin dinî tarihinde ne kadar gerilere gidilirse gidilsin, büyük tanrı olarak Gök Tanrı bulunur. Yukarıda da belirtildiği gibi Konfüçyüs bunu, “T’ien” ile ifade etmiştir. Ayrıca bu dinde, başka dinlerde olduğu gibi, bir yaratılış   esatriine,   yaratılış   hakkındaki   mitolojik   düşüncelererastlanmamaktadır.