Konfüçyüsçülük’te tanrı veya tanrılar panteonu, rahiplik, ma’bed, inanç veya kutsal kitap yoktur. Çinliler bu yüzden Konfüçyanizm’e “Okul” ya da “Bilginler Doktrini” adını vermişlerdir
Konfüçyüs, hiçbir zaman kendisini ilahi bir kuvvetin elçisi olarak hissetmediği gibi; tabiatüstü varlıklar, üstün kuvvetler ve ruhlardan da bahsetmemiştir. (Konuşmalar, 7/20). Ayrıca tanrıların ve ruhların varlığı hakkındaki düşünceleri de reddetmiştir. Bu sebeple bazıları onun yerinin din’de değil felsefe tarihinde olduğunu iddia etmişlerdir. Ölümden sonraki hayatla da pek ilgilenmemiştir. Bu konudaki bir soruya: “Eğer insan hayatı henüz tanıyamamışsa, ölümü nasıl tanıyabilir?” diye cevap vermiştir (Konuşmalar, 11/11). O, ruhlar hakkında da konuşmamış; “Eğer biz insana hizmet edemezsek, ruhlara nasıl hizmet edebiliriz?” demiştir. (Konuşmalar, 11/11).
Çin’de Konfüçyüsçülük, Taoizm ve Budizm gibi dinler ortaya çıkmadan önce; atalara saygı, gök ve tabiat ruhlarına tapınma, gelecekten haber verme, kutsal varlıklara kurban sunma ve Şang-ti diye adlandırılan bir Yüce Varlık inanışı vardı. Şang-ti, Yüce Tanrı karşılığında kullanılan Çince bir terimdir. O, daha fazla şahsi bir mana ile, göğün hükümdarının ismidir. Aynı zamanda o, “En Büyük İmparator” anlamına gelmekte olup “Gök” anlamına gelen, Konfüçyüs ve eski Çin entellektüellerinin tercih etmiş olduğu T’ien’in şahsi olmayan şeklinin aksine, dua ve devlet dininde kullanılan dinî hitabın şahsi şeklidir. Şang-ti’nin, önce yerdeki hükümdarla karşılaştırılmış olması muhtemeldir. Sonra imparatorun ecdadının vasıtasız olarak doğrudan doğruya göğe bağlanmış olduğunu söyleyen ilahiyatçılar, imparatora “Göğün Oğlu” ismini vermişlerdir. Bu hadise M.Ö. 12. asırda vuku bulmuştur. İmparator bu sıfatla, milleti idare edip gök gibi tarafsız olarak, adaletle tebaasına bakacaktır. Burada bütün Çin dininin bir özelliği olan mikrokozm-makrokozm münasebeti göze çarpmaktadır. İnsan, büyük dünya ile küçük bir dünya olan kendi zatı arasındaki âhengi gerçekleştirmeli, tam göğün hareketine uymaya çalışmalıdır. T’ien ile eşanlamlı olarak kullanılan Şang-ti, eski Çin’de en eski ata ruhu (Ti) idi. O, daha çok şahsi ve antropomorfik terimlerle ifade edilmiştir. Yüce Tanrı olarak devlet dininde ibadet edilmiş, imparator tarafından ona kurban ve dualar sunulmuştur.
Çin’de yaygın olan ve Şang-ti diye adlandırılan Yüce Varlık inancı Konfüçyüs’te de devam etmiştir. Ancak o, bu Yüce Varlığı ifade için, daha önce zikredilen “T’ien”i tercih etmiştir. Konfüçyüs’e göre T’ien; o zaman anlaşıldığı üzere, gökte oturan, kötü hükümdarları cezalandıran, yeni hanedanlar kuran ve iyileri mükafatlandıran atalara verilen bir ad değildir. T’ien; yüce varlık, tabiat düzeninin idarecisi, her şeyin üstündeki varlık, yaratıcı kudret idi. Bu terim Çin’in entellektüelleri tarafından da, insan hayatının tamamlayıcı bir parçası olan tabiat nizamında etkili olan şahsi olmayan güç için kullanılmıştır. Zamanla o, Kader veya Tao ile eşanlamlı olarak kullanılmaya başlamıştır. Tanrı için kullanılan şahsi terim ise Şang-ti’dir.
Çince bir terim olan T’ien, Tanrı, tabiat anlamında Gök’e tekabül eder. Bu Gök tanrı T’ien; yukarıdaki tanrı, göğün kendisi demektir. Başlangıçta T’ien, antropomorfik bir tanrı düşüncesini temsil ediyordu. Fakat daha sonra (M.S. 200) Shu Wen Sözlüğü’nde o, insanların üstünde biri olarak açıklanmıştır. Tanrı T’ien’in ismi Şang Hanedanlığı dönemi dininde yer almıyordu. Muhtemelen o Çin dinine Chou Hanedanlığı tarafından (M.Ö. 1000), bir yüce gök tanrısı olarak sokulmuştu. Bu terim, Şang-ti’ye çok yakın anlamda Yüce Tanrı karşılığında kullanılmıştır. Konfüçyüs bu terimi, “her şeye hâkim olan Tanrı” anlamında kullanmıştır. O T’ien’e, iyiliğin kaynağı olarak saygı göstermiş, ona bağlılığını itiraf etmiş (Konuşmalar, 6/26), T’ien’in emrini öğrenmiş (Konuşmalar, 2/4) ve T’ien’in de kendisini anladığına inanmıştır (Konuşmalar, 14/37).
Konfüçyüs’e göre T’ien aldatılamaz (Konuşmalar, 9/11), insanların hayatına yön verir (Konuşmalar, 11/8) ve onları korur (Konuşmalar, 9/5, 7/22). Daha sonra T’ien, tamamen tabiatla ilgili terimlerle düşünülmeye başlanmıştır. Çin dininde T’ien’e, bir ma’bed içine kapatılmamış, açık gökyüzü altındaki bir altar üzerinde, imparator tarafından icra edilen ibadet, ibadetlerin en üstünü sayılmıştır. Çinlilerin inancına göre imparator Gök’ün Oğlu (T’ien Tsu) idi ve insanları idare etme emir ve yetkisini T’ien’den almıştı.
Konfüçyüsçülük’te tanrı, düşkün insanları korumak için hükümdarlar; “Tanrı Yolu”nda yardımcı olsunlar ve ülkenin her yanında huzuru sağlasınlar diye öğretmenler göndermiştir. O yücedir, yerdeki insanlara hükmedicidir ve kötüler çoğalınca da hükmü amansızdır. Ölüm ve hayat göğün emridir. Zenginlik ve şeref ise kaderin işidir (Konuşmalar, 12/5). Tanrı her şeyi açıkça görür ve bütün işlerde insanlarla beraberdir. Kanun ve şeriatı veren yine Gök’tür. O, iyi insanlara uzun ömür bahşettiği gibi, fazilete de (te) mükafat vermektedir. Fazilet dört kısımdan meydana gelmektedir: İnsan sevgisi, adâlet, emredilen merasime riayet ve bilgi. İnsan, bu dört aslî fazileti bir arada toplayarak onlara göre hareket ederse, bahtiyarlık ve saadet kazanacaktır. İnsan aynı zamanda göğün emrine göre hareket etmelidir. Çünkü Konfüçyüs’e göre, “Gök’ü gücendiren bir kimsenin dua edecek başka yeri olmaz” (Konuşmalar, 3/13). Kısaca belirtmek gerekirse, Çin dinî tarihinde ne kadar gerilere gidilirse gidilsin, büyük tanrı olarak Gök Tanrı bulunur. Yukarıda da belirtildiği gibi Konfüçyüs bunu, “T’ien” ile ifade etmiştir. Ayrıca bu dinde, başka dinlerde olduğu gibi, bir yaratılış esatriine, yaratılış hakkındaki mitolojik düşüncelererastlanmamaktadır.