21 Aralık 2018

Aziz Nesin - Rıfat bey neden kaşınıyor?

Yağmur Yağdı Böyle Oldu 
Musluğu açtım, su yok... Suyun çok gerekli olduğu bir yerdeyim. 
—Anlamışsınızdır elbet. 
— İçerden, Sular kesik mi? diye bağırdım. Karım dışardan cevap verdi: Yağmur yağmıştı ya, ondan kesilmiştir. Evet, İstanbullular hep biliriz, İstanbul’a yağmur yağdı mı, birkaç saat sular kesilir; su yollarında bir bozukluk, borularda bir tıkanıklık olur. Oysa güneşli bir sabahtı o gün. Ne zaman yağmur yağdı canım? diye yi ne içerden bağırdım. Karım dışardan, Az önce biraz çiselemişti ya... dedi. Yahu ne zaman? Sen helaya girince az bir şey serpiştirdi. Tuh... Biraz su verin!

Kapıyı aralayıp, içme suyu aldım, işimi görüp dışarı çıktım. yağmura söylenip duruyordum. Oğlum, —Yağmur mağmur yağmadı... dedi. Kızım,
—Birazcık yağdı... dedi. Yağdı yağmadı diye bir tartışmadır başladı. Karım, Ayol yağmasaydı, sular hiç kesilir miydi... dedi. Bu kadar kesin bir kanıt bile tartışmacıları susturmadı. Balkona çıkıp karşı komşulardan birine seslendim: Yağmur yağdı mı? Karşı balkondaki pijamalı komşu, Ben farketmedim ama, galiba yağmış... dedi.

Dünyada ne avanaklar vardır, yani, farketmemiş ama galiba yağmış... Biraz sertçe, Farketmediniz de yağmur yağdığını nere den biliyorsunuz? dedim. Radyo parazit yapıyor da ondan anladım, dedi, isterseniz siz de radyonuzu açıp bakın!.. Konuşmamızı duyan başka bir komşumuz, Hayır, yağmur yağmadı... dedi. İçeri girip radyoyu açtım. Gerçekten de İstanbul’a yağmur yağdığı zamanlarda olduğu gibi radyoda parazit çatırdıları vardı. Tam o sırada, yağmurun yağmadığını iddia eden aşağıdaki komşumuz seslendi: Yağmış, yağmış... Nerden biliyorsunuz beyim? diye bağırdım. —Havagazı gelmiyor, ondan belli... dedi.

Bu kadar kanıt karşısında, azıcık da olsa hiç kimse farketmeden «şeytan siğdi» dedikleri cinsten yağmurun çiselemiş olduğu kesindi. Penceresi olmayan sandık odasında bir işim vardı, girip lâmbayı yaktım. Kör sarı bir ışıkla aydınlanır gibi olan lâmba pır pır ediyordu. Hay bu yağmurun gözü kör olsun... Sövüp sayıyordum ki karım, Yine sen dua et ki, az yağmış, yoksa elek trikler kesilirdi... demeye kalmadı, elektrik de ke siliverdi. Yazıhaneyle konuşmak için numarayı çevirip telefonu açtım, hiç tanımadığım boğuk bir ses böğürdü: Allooo!... Yanlış numara çevirdiğimi anlayarak özür diledim. Telefondaki ses, Estağfurullah beyim, dedi, yağmur yağdı ya biraz, işte onun için, telefon hatlarında karışık lık var. Ben demin valdeyle konuşuyorum diye, on dakika genel ev mamasıyla konuşmuşum. Yine sizin talihiniz varmış... Gevrek gevrek güldü. Yarım saat kadar uğraştıktan, bir sürü yabancıyla konuştuktan sonra, yazıhaneyi buldum. Ne var ne yok? dedim. Memur, Felâket!... dedi. Ne oldu?

Burası su içinde, tavan şakır şakır aktı... Odalar göl oldu... Yahu ne diyorsun sen! Bizim üstümüzde daha dört kat var... Tabii... Bize de üst katlardan akıyor ya...

Oraya çok mu yağmur yağdı... Yağmış olacak herhalde... Yağdığını söyli-yenler var ama, ben görmedim. Sinirle telefonu kapadım. Gazeteler hâlâ gelmedi mi? Hizmetçi, Yağmur yağdığı günler gazeteci geç geliyor... dedi. Ne yağmuru be!... Birazcık çiseledi ya... Birazcık yağmur çiseledi diye hiç gazete gecikir miymiş! Çok yağsaydı hiç gelmezdi... İşte o sıkıntıyla sokağa çıktım. Bekle, bekle, otobüs yok... Durakta bekleşen kalabalık söylenmeye başladı: Ayol, ne zaman yağış oldu da otobüs seferleri aksadı böyle... Yağdı biraz... Ben gördüm... Ahmak ıslatan yağdı... Yakıcı güneş altında bekleşiyorduk. En sonunda otobüs geldi, daldık, dolduk içine... Vapur yirmi dakika gecikmeyle kalktı. Vapurda yanımda oturan adam, gazetesini okuyarak, karşısındaki arkadaşına, Amerikan Generali Bırdınger Wald gelmişti ya... Evet?. Bak ne demiş gazetecilere: «Türkiye, her türlü atom taarruzuna karşı korunmuştur.» Karşıdaki adam, pırrt diye acaip bir ses çıkararak güldü. Öbürü sordu:
Neye güldün? Yahu, bize kimse atom bombasını ziyan eder mi? Şu İstanbul şehrinin üstüne iki bardak su serpseler hayat durur yahu...Yurt sorunlarında çok titiz olduğumdan, şu olumsuz adama çatmamak için ordan kalkıp güverteye çıktım. Yazıhaneye geldim. O gün bütün işler karıştı. Her gün onbirde gelen postacı saat 17 de geldi. Daktilo kız hiç gelmedi. Handaki asansör çalışmadı. Kahvecinin ayağı kayıp merdivenlerden düştü. Karım da telefon edip eve erken dönmemi, misafirlerin geleceğini söyledi. Bütün gayretime rağmen, yazıhaneden erken çıkamadım. Çünkü romatizma ağrılarım başlamıştı. Ne zaman yağmur bulutu görünse romatizma ağrılarım başlar. İskeleye çıktım, aaa!.. Bütün iskele donanma bayraklarıyla donanmış, renk renk, biçim biçim... İplere, direklere, her yana bayrak asmışlar. Bayram değil, seyran değil, bu bayraklar ne ola? Beni aldı mı bir merak... İstanbul’un kurtuluş günü değil, Cumhuriyet Bayramı değil, Meclis’in açılışı değil, ikinci cumhuriyetin kuruluşu değil, Zafer Bayramı değil, hiçbir şey değil, basbayağı bir gün işte. Bilet memuruna sordum. Onun dünyadan haberi yok... Bayrak mı asılmış? dedi. Hem de nasıl... Bayraktan iskele görünmez olmuş... Bilmem... acaba ne bayramı? İskele memuruna sordum, o da bilmiyor. Bayrakları görünce şaştı. Acaba bir yabancı büyük konuk mu geldi? Gazeteler yazmıyor... dedim.

O kadar meraklandım ki, öğrenmeden bitür-lü ordan ayrılamıyordum. Eve de geç kalmıştım. İskele başmemuruna sordum, o da bilmiyor. Hay Allah, deli olacağım. Ben orda dört dönüp dururken
çımacı yanıma geldi, Beyim, dedi, siz ne soruşturup duruyorsunuz deminden beri... Bayrakları mı? Onlar bilmez, ben sana söyliyeyim... Aman söyle, meraktan çıldıracağım... dedim çımacıya.
Bayram filân değil, sabahleyin yağmur yağdı ya... Herhalde yağmur bereket getirdi diye bayram yapıyorlar... Eee? Ne olmuş yağmur yağdıysa?... dedim. Yağmur yağınca anbarı su bastı da bayraklar ıslandı; kurusun diye astık, donattık iskeleyi... Meraktan kurtulup eve geldim. Karım, Nerede kaldın, diye çıkıştı, misafirler bekledi bekledi, gitti...

Tamamı

RIFAT BEY NEDEN KAŞINIYOR? AZİZ NESİN