31 Ağustos 2015

İçimdeki Tanrı "Sonbahar gelince ağaçlar nasıl yapraklarını döker yenilenme sürecine girer, sen de öyle tortularını at ve yenilenme sürecine gir"

Özüne Dönüş Yolculuğu
Zor bir yolculuk bu, kolay değil. İnsanoğlunun özüne dönme yolculuğu. Şimdiye kadar doğru zannedip kalbine ördüğü duvarları kırma yolculuğu. Kalbinden her bir taşı çıkarttığında canı çok yanacak ama mükafatı çok büyük olacak. Kendini bilecek, sistemi hissedecek.

Kuşkuya yer verme kalbinde, kalp gözünün açılması için gerekli olan şeyler sende mevcut; arama onda bunda. Dua et, içten saf dua. O duanın karşılığı gelecek, yardım gelecek. Kendin için, kalbinin arınması için dua et. Hiçbir duan cevapsız kalmaz, yeter ki samimi olsun. Şekilcilikten uzak dur. Maddenin üzerindeki tesirinden uzaklaşarak dua et, kalpten yakar. Cevap hemen gelecek.

Kuşkuya yer verme kalbinde, şüpheye düşme. Şüphe, kuşku insanoğlundaki negatif duyguları besler, onu sıfır noktasından uzaklaştırır, denge bozulur. Hangi tarafı beslersen o taraf terazide ağır çeker. Dengede olmak, orada kalabilmek zor ama bunu her insanoğlu yapabilir. Bu kudret onda mevcut. Sistemin hiçbir şekilde baskısı, zorlaması yoktur. Her insanoğlu özgür iradesi ile terazisindeki ağırlıkları kendi yerleştirir. Yardım isterse yardım gelir. Terazinin hangi kefesi için yardım isterse orası için gelir. Suçlu yok, suçlu arama. Kusur yok, kusur arama. Mükemmel işleyen bir sistem var; sen de bunun bir parçasısın. Geleceğini sen hazırlıyorsun. Yoluna taşları da sen koyuyorsun, gülleri de; bunu asla unutma. Yapman gerekenlerle ilgili ancak ilham verilir, bunu da ancak kalbinle doğru anlarsın, beynine sorarsan yanılırsın. Kalbinin dilini çözmek, onun derinliklerine inmek, o engin okyanusta yüzmek kolay değildir. Çünkü onun üstünü öyle bir zift tabakasıyla kapladın ki orada küçücük bir delik açmak bile senin dünya hayatında inanılmaz değişikliklere neden olur. Uyanış yavaş yavaş başlar. Bir küçücük delik açsan öyle büyük güzellikler yaşarsın ki, şimdiye kadar dünya hayatında yaşadığın hiçbir mutluluğa, hiçbir sevince benzemez. O eşsiz olandır, o özdür, o özünün sevgisidir…

Sozsuz yüce bir yola çıktın. İstersen otur bekle, istersen yola devam et. Yolun sonunda mükafatın kendinsin, asıl olansın…

Kalbinde hissettiğin hiçbir şeyde kuşkuya yer verme. Terazinin negatif kısmını arttırma. Düşüncenin de bir enerjisi olduğunu, sistemin bunu dua enerjisi gibi kabul ettiğini unutma. Yaptıklarına ve düşündüklerine dikkat et. Allah yardımcın olsun.

Yenilenme Sürecine Giriş
Sonbahar gelince ağaçlar nasıl yapraklarını döker yenilenme sürecine girer, sen de öyle tortularını at ve yenilenme sürecine gir. Tortularından arın, saf olan özüne dön.

O kadar kalın bir duvar ördün ki kalbine, duvarın taşlarını yerinden çıkartmak çok zor. Her bir taşı yerinden çıkarttığında üzülüp şaşırırsın, ben bu muyum diye. Unutma ki o sadece dünyevi hayatındaki kendi kendine ördüğün taşlar. Özün saf, tertemiz, kutsal olanın ışığını taşır. O asla sönmez. Hep başkalarını suçluyorsun, artık suçlu arama. Sen eğer istemezsen kimse sana zarar veremez, yasa böyle. Negatif olan bir düşünceyi besleme. Düşünme ya da onu pozitife çevir. O zaman o düşüncenin etkisi sıfırlanır. Amaç hep sıfırda kalmak olmalıdır.

İnsanoğlunun Dikeni Egodur
Bilir misin bir gülün her bir yaprağının oluşumunda öyle büyük bir incelik, öyle büyük bir zariflik vardır ki, hiçbir yaprak birbirine benzemez ama aynı topraktan beslenir. İnsanoğlu da tıpkı güller gibi birbirinden farklı ama kaynak olarak birdir.

Güllerin nasıl dikenleri varsa, insanoğlunun da dikeni egodur.

Gülün dikenleri kendini korumak içindir. İnsanoğlunun dikenleri, kendinden kendini korumak içindir.

Bilmez ki kendine koyduğu bu dikenler nasıl canını yakar. Bir temizlese o dikenleri, kendini bulsa, özü ile buluşsa, o zaman anlayacak hakikat denizinde yüzmeyi. O zaman ruhunu kelepçeleyen bedeninden sıyrılıp içindeki engin okyanusu fark edecek.

Bak insanlara, senin gibi olanlara, başka gözle bak. Kalp gözünle bak. O zaman göreceksin ki hiçbirinizin birbirinizden farkı yok. Dıştan farklı gözükseniz de, hepiniz aynı tohumdansınız, aynı topraktan besleniyorsunuz.

Gelecekte olacak olanlar bunu anlamanız içindir. Anlayanların dikenleri temizlenecek, anlamayanların dikenleri artacak.

Son zamanları iyi değerlendirin, bunlar sizin son şanslarınız.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, sona yaklaşıldığında kader diye birşey yok, herkesin özgür iradesi devrede. Kim içindeki okyanusa ulaşırsa cennetini bulmuş olacak. Bu o kadar da zor değil. Yardım insanın içinde, sadece dinlemesini bil. Sakın korkma, neden korkuyorsun ki, korktuğun kimse değil, sensin. Bulmacanın kendisi de çözümü de sensin…

28 Ağustos 2015

Hocasından Levent Üzümcü'ye bir mektup


Sevgili Levent, Eski öğrencimsin. Ondan sonrasının da çok değerli bir tiyatro sanatçısısın. Yıllar boyunca hiç susmadın. 
Yalnızca tiyatro sahnelerinde değil, ama şu kocaman dünya sahnesinde, en etkili politik araçlardan biri olan tiyatronun diliyle, başta özgürlük olmak üzere, insanı insan kılan bütün değerleri savunmayı sürdürdün.
Ve şimdi, insanlığa hizmetlerinden ötürü ülkende görevinden atıldın. Çünkü bu ülke hâlâ resmi bir yazıyla bir insanın görevine son vermenin onu sanatçılığından da edebileceği inancında olan örümcek kafalılarla dolu.
Görevine son verildiğini bildiren o yazıyı hep sakla. Hatta çerçeveletip duvarlarına as. Çünkü o yazı, aslında senin bir sanatçı olarak hayatta alabileceğin en şerefli belgelerden biri ve inan ki  çocuklarına bırakabileceğin en değerli mirastır.
Ben, hep senin gibi ‘susmak nedir bilmeyen’ tiyatro öğrencileri yetiştirmeyi amaçladım. Hayatımın sonuna kadar da bundan vazgeçmeyeceğim. Seninle gurur duyuyorum.
                                                                                                    Hocan  Ahmet Cemal

26 Ağustos 2015

Taarruz, 26 Ağustos sabahı saat 05.30'da topçu ateşimizle başladı. Türk'ün hakiki kurtuluş güneşi, 30 Ağustos sabahı bütün parlaklığıyla doğdu.

BİR TEK ATATÜRK HATIRLAR
Kocaseyit, harpten döndükten sonra burada köyünde kimseye savaş ile ilgili bir şey anlatmaz. 9 yılda yaşadıklarını kendine saklar. Kolay değil, yaşanan olaylar, büyük travmalar yaratmıştır muhtemelen. 1929'da Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bir açılış için Havran'a gelir. Açılıştan sonra Havran Nahiye Müdürü'ne der ki, "Burada bir Seyit Onbaşı olacaktı onu görmem lazım."

Ancak Havran Nahiye Müdürü, Seyit Onbaşı'nın hangi köyde olduğunu bilmez. "Buluruz tabii Paşam" deyip, Edremit askerlik şubesinden Seyit'i sordurur. Manastır köyünde bulunur. Şubeden 2 jandarma görevlendirilip salınır. Sabah çıkan jandarmalar akşamüstü köye gelir. Kocaseyit, dağa kömüre gitmiştir. Jandarmalar evinin önünde akşama dek bekler. Akşam geç saatte evine gelen Seyit, jandarmayı görünce, kaçak kömür için geldiklerini sanır. Ama bozuntuya vermez. Askerlere "suçum ne ki" diye sorar. "Hayır, suçun yok biz seni bekliyoruz. Seni Paşa çağırıyor." Seyit, sevinir. Gece yarısı vardıklarında nahiye müdürü, Seyit'i perişan vaziyette görünce, önce onu bir güzel yıkatır, berberde saç sakal traşı yaptırır. Sabah da elbisesini verir. Atatürk'ün yanına çıktığında, biraz sohbetten sonra Paşa 'ne istersen, iste sen büyük kahramanlık yaptın' der. Maaş bağlatılmasını teklif eder. Seyit Ali, "Hayır paşam" demiş, "biz görevimizi yaptık maaş için değil" der. Tek bir isteği olur Atatürk'ten, "Ben dağda kaçak odunla kömür imal ediyorum. Havran ve Edremit'te gece kaçak satıyorum. Senin emrinle o dağdaki ormancılar baltamı almasa. Rahat çalışsam, maaş da istemem"
 
Atatürk, nahiye müdürüne talimat verir, Seyit'e dokunulmasın diye.
Ancak iki yıl sonra yeni gelen nahiye müdürü bu emri uygulamaz, Seyit'e pek rahat verilmez.
Seyit Ali Onbaşı, bir süre daha dağda odun kömürü yapar.
Yaşlanmaya başlayınca zorlanır, Havran'da bir fabrikada hamallığa başlar.
Seyit Ali Çabuk, 1939'da 50 yaşındayken, zatürreye yakalanır ve yaşamını yitirir.
Köyündeki mezara gömülür.

24 Ağustos 2015

Aziz Nesin - Alacakaranlık

 
olmaz ol alacakaranlık!
yerin dibine bat alacakaranlık!
evin ocağın sönsün alacakaranlık!
onulmaz dertlere düşesin de sürüm sürüm sürünesin alacakaranlık!
dilerim, ettiğini bulasın, kan kusasın...
sancıdan, sızıdan inliyesin!
canalıcıya can vermiyesin.
alacakaranlık, ne karanlıktır, ne aydınlıktır; ikisi ortası, aydınlıktan uzak, daha çok karanlığa yakın.
alacakaranlık bir kandırmacadır, aldatmacadır, yutturmacadır, oyalama, göz boyamadır.
karanlık, gecedir, her gecenin de bir sabahı olur.
ama alacakaranlıkların hiç yoktur sabahı, bir sürüncemedir, sürer gider...
ne aydınlık, ne karanlık...
varsa da yok...
yoksa da var...
var gibi de yok,
yok gibi de
yine var...

kanunlar hem var, hem yok...
kimine var, kimine yok.
kimi zaman var, kimi zaman yok.
kimi yerde var, kimi yerde yok.
insan hakları, hani varımsı da yokumtrak
demokrasi; demokrasisimsi...
sosyal adalet; sosyal adaletimsi...
varımtrak yokumsu...
tatlımtrak acımsı...
salımtrak ama çarşambamsı...
batılımsı da doğulumtrak...
ilerimsi de biraz gerimtrak...
alacakaranlık, insanlara karanlığın aydınlıktır diye yutturulmasıdır: karanlığımsı da aydınlığımtrak...
karanlık, aydınlığın düşmanıdır.
alacakaranlık, hiçbir şeyin ne dostu, ne de düşmanıdır.
alacakaranlık ne tezdir, ne antitezdir, ne sentezdir.

o, Allahın belası pis bir şeydir.
olmaz ol alacakaranlık!
başın kelola!
gözün körola!
yerin dibine bat da bir daha çıkma!
    gel ey aydınlık, gel! 

 
    
 Serhat Kılıç-Alacakaranlık

23 Ağustos 2015

Rıfat Ilgaz - Heybeli


Fahir Onger'e
Nasıl sevmezsin Heybeli'yi,
Ne evim, ne bahçem var,
Ne iskelesinde sandalım.

Ne param var savuracak
Çamlarına, denizine, ay ışığına!
Ne asfaltına tırmanacak dermanım.
Rüzgârında payım var, olsa olsa
Bir nefeslik.

Ben insanların belki en yorgunu,
Denizin, güneşin özlemi bende,
Bende yaşamanın, çalışmanın özlemi.
Mevsimsiz sevmesini bilirim,
Vakitsiz düşünmesini,
Düşünüp düşünüp üzülmesini.
Gülüşüm, bakışım ayrı,
Belki üzgünüm biraz, yılgın değil,
Farkındayım olup bitenlerin.

Nasıl sevmezsin Heybeli'yi,
Herkesin bağı bahçesi ayrılmış,
Denizde kotrası yalısı.
Ayırmış ayıran hastanesinde
Bizim de yatağımızı.

               
Devam adlı şiir kitabından 1943
                Bütün Şiirleri 1927-1991(Çınar Yayınları)


Paulo Coelho - Veronika Ölmek İstiyor

 
“Paulo Coelho’nun ustalığı, herkese seslenebilmesinden kaynaklanıyor. Sevecen, ama etkili bir öğretmen. Kitapları tüm dünyada 100 milyon satmış olan Coelho’nun şaşırtıcı çekiciliğinin nedeni de bu olsa gerek.”

Veronika, her istediğine sahip görünen, renkli bir yaşam süren, yakışıklı erkeklerle gezip tozan genç bir kadın olmasına karşın, mutlu değildir. Yaşamında bir şeylerin eksikliğini hissetmektedir. Başarısız bir intihar girişiminin ardından, kendine geldiği zaman bir akıl hastanesindedir. Üstelik çok kısa bir ömrü kaldığını öğrenir. Zaten ölmek isteyen Veronika bu süreçte, başka dünyaların insanlarını tanırken kendisini de keşfetmeye başlar…

Paulo Coelho’nun ülkemize yakın bir coğrafyada, Bosna ve Slovenya’da geçen Veronika Ölmek İstiyor adlı romanı, var oluşumuzun her dakikasına yaşam ile ölüm arasında bir seçim olarak yaklaşıyor. Toplumun alışılmış kalıplarının dışına çıkan, farklı düşünceleri yüzünden önyargıları göğüslemek zorunda kalan insanları anlatıyor.
 
 *
 
"Oysa müzik onu başka yerlere götürüyordu: Kafanı boşalt, herhangi bir şey düşünme, yalnızca var ol."

"Hepimiz şu ya da bu biçimde deliyiz zaten."

"Yaşamasını bilirseniz Tanrı da sizinle birlikte yaşar. Onun koyduğu riskleri göze alamazsanız, o Tanrı da uzak bir cennete çekilir ve yalnızca felsefi birtakım spekülasyonlara konu olur. Herkes biliyor bunu, ama hiç kimse ilk adımı atmıyor, belki de deli damgası yemekten korkuyorlar."

"Hiç bilemiyordu. Gene de herkesin kendi kendine sorduğu bir sorunun yanıtını da pek yakında alacağından pek hoşnuttu: Tanrı var mı?"

"Yaşamın, harekete geçmeden önce doğru ânı beklemekten ibaret olduğunu biliyordu Veronika. Sonunda öyle de oldu."

İçimdeki Tanrı " Ey İnsanoğlu "

21 Ekim 2009
İnsan şuurunun alabildiğince uzanan bir nehir gibi akan, çağlayan, durulan hayatının son dönemecinde yardım eli uzatılmıştır. Katı olan hiçbir şey bu yazılarda yer almamaktadır. Gönülden gönüle akan bir sevdadır bu. Kalbin hidayetine ermesi için gerekli olanı anlatır. İnsanoğlunun değişim süreci başlamıştır. İnsanoğlunun içine, kalbine olan yolculuktur bu.

Şuurların açılması için gerekli olan şey sevgidir. Sevgi enerjisi her canlı varlıkta, yaradandan ötürü var olan sonsuz bir denizdir. İnsanoğlu kalbinin derinliklerine sakladığı o engin denize artık ulaşmak zorundadır. Bilinen ve bildiği bütün hakikatlerin dışında olması gerekenle bütünleşmesi gerekmektedir.

Ahir zamanda olacak olan oldu, akacak olan aktı, şimdi uyanma zamanı…

Hiçbir inanç sistemi yoktur ki sevgiden bahsetmesin. İnsanoğlunun hamuru sevgi enerjisi ile yoğrulmuştur. Bunun için her bir insanoğlunun inandığı inanç sisteminin temeli sevgidir, kalp yoludur. İnanmak, dahil olmak istediğin inanç sistemini tam anlamıyla anlayabilmen için kalbinin derinliklerindeki sevgi denizine ulaşman gerekir. O zaman anlarsın madde aleminde senin için önemli olan şeylerin aslında hiç olduğunu…

Kurtuluşu başkasında arama, kurtuluş sende. Kendi kendini kurtaracaksın, başkası değil. Eğer kalbinin derinliklerindeki denize ulaşır, onu açığa çıkarır, o sevgi denizinde ruhunu yıkarsan madde aleminde olacak olanlar seni zerre kadar etkilemez. Olaylar karşısında sükunetle bekler, zamanında yapılması gerekeni bilir, ona göre hareket edersin. Bu yazılar sana yol göstermek içindir. Yazılar senin içinde gizli olandan farklı değildir.

Sakin ol, olması gereken olması gerektiği gibi olacak, sen yeter ki sakin ol. Olacakları değiştiremezsin. Ancak olacaklar karşısındaki duruşunu belirleyebilirsin. Yardım hep seninle, yaradılışından beri seninle, yukarısı hiçbir zaman seni yalnız bırakmadı…

Zaman kimsenin kimseye yardım edeceği zaman değil. Herkes kendi uyanışını kendi hazırlayacak. Artık insan görüntüsünde vazifeli varlıkların gelme zamanı bitti. Her insanoğlu kendinin vazifeli varlığı. Bir insanoğlunun aydınlanması yanında aynı tesir alanında bulunan diğerlerinin aydınlanmasında tetikleyici rol oynar; ama yalnızca o kadar. Gelişim, değişim insanoğlunun kendine aittir. Kimin değişime hazır olduğu belli değildir. Bu, bu zamanda tamamen onun özgür iradesine bırakılmıştır. Yani devre sonunda insanoğlu kaderini de şerrini de kendi yazacaktır; kendi kaderinden sorumludur.

Ey İnsanoğlu
Ey insanoğlu, bil ki gelmekte olduğun yol senin yolun, kalbinin yolu. Yeter ki dinlemesini bil, bulmasını bil. Aklını kalbinle bir et.

Kucakla bütün mahlukatı, önce kendini sonra bütün evreni.

Kulsun dediler
Yap dediler
Bilmediler ki
Kul da sensin
Kul olduğun da
Yeter ki kalpten görebil.

Gayba giden yolu bilir misin ne dikenlidir. O yoldaki dikenleri kim koydu bir düşün var mıdır senden başkası, bilen başkası. Gör, yeter ki gör kalp gözünle. Gör ki kuşlar uçsun kalbinden, uçsunlar ki arzı endam etsinler alemde.

Kucaklamasını bil herkesi, herşeyi. Gör onların arkasındaki güzellikleri. Bakan gözle bakma kalp gözünle gör. O zaman anlayacaksın sır zannettiğin gerçeği.

Küçük mü sanırsın kendini, noktayım mı dersin? Bilmez misin o noktalardır maddeyi oluşturan. Biri olmazsa  ne olur bir düşün, sağlam olur mu? Eksik olmaz mı? Hepiniz birbirinize bağlısınız, birbirinizden sorumlusunuz. Görmeyi (unuttuğunuz) öğrenin, delikleri kapatın. Siz aslında teksiniz. Görüneni değil arkasındakini görün.

Kusur arama, kusur sende
Suçlu arama, suç sende
Uçur nefsini gitsin bilmediğin yere.

Kalbinle Düşün
İnsanoğlu bildiklerinin bilmediklerinden fazla olduğunu zanneder. Onları yanılgıya düşüren şey mantıkları. Herşeyin mantıklı bir açıklaması olması gerektiğine inanıyorlar. Bu doğrudur. Fakat bunu yaparken beyinlerini devreye sokuyorlar. Soyut olan kavramlarda beyinle değil kalple düşünmek gerekir. Kalbinde hissetmek, düşünce enerjisini içine alıp, kalbinde oluşturacağı hissiyata bakıp onun dilini çözmek… Bu oldukça zor bir işlemdir ama her isteyen insan yapabilir.

Bunu yaparken düşündükleri şeyi mümkün olduğunca sadeleştirsinler.

Uygulama:
Mesela tek bir kelime. Bu kelimeyi düşünürken başka birşey düşünmemeye çalışsınlar. Bu kelimeyi kendilerince yeterli gördükleri süre düşündükten sonra o kelimeyi gözleri önüne getirsinler. Net olarak görebildiklerini düşünüyorlarsa ne renk olduğunu düşünsünler (bu yapılanların hepsi kelimenin dışında aklımıza başka düşüncelerin gelmemesi için) rengin onlarda uyandırdığı enerjetik duygu ile birlikte kelimeyi kalplerinin içine alsınlar. Bir süre enerjinin kalplerindeki yayılımını izlesinler. Enerjinin yoğunluğundan emin olduklarında, bütün vücutlarına yayılmasına izin versinler. Daha sonra bu enerjinin onlarda yarattığı etkiyi kağıda döksünler. O zaman öğrenmek istedikleri şeyi gerçek anlamda öğrenecekler.

İçlerinde yaşadıkları bu deneyimin onlarda oluşturduğu hissiyatı hiçbir dışarıdan alınan bilgi veremez.

Uyanmak İçin Özüne Dön
Sorduğun soruların hepsinin cevabı gelecek, gelmesi gereken gelmesi gerektiği gibi gelecek. Gelmesi gerektiği zamanda ve mekanda anlayabileceği kadarı, anladıkça artacak, çağlayacak, ta ki sevgi enerjisine dönüşene kadar. Bu enerji onun özüdür, ruhudur.

Kucakladığın benliklerinden sıyrıl, özüne kendine dön. Yapay beşeri hayatını bir kenara bırak. Bunu yapmak o kadar kolay değil ama bunu yapma kudreti her insanoğlunda mevcut. Yeter ki içini dinlesin, bunu dinlemeyi bilsin. Her insanoğlunun uyanışı aynı şekilde olmaz, olamaz. Hepsinin ihtiyacı aynı değil. Fiziksel yapıları bile aynı değil ki, ihtiyaçları aynı olsun. Sistem onların ihtiyaçlarının farklı olduğunu anlatabilmek için insanoğlunu farklı kıldı. Bu yüzden insanoğlunun ihitiyacı olanı bir formüle, bir kalıba indirgeyip veremeyiz. Herkesin uyanışı bu yüzden kendine, kimse kimseyi uyandıramaz.

Uyanışı isteyen, gönülden isteyen herkese yardım istediği kadar, alabileceği kadar gelecek. Bu yardım gökten mucizevi bir şekilde gelmeyecek. İnsanoğlu birbirine yardım edecek. Kendisinde eksik olanı bir başkası ile tamamlayacak. Büyük bir dayanışma, büyük bir sevgi enerjisi açığa çıkacak. Tabi uyanmak isteyenler için. Hiçbir şekilde zorlama olmayacak, eğer zorlama varsa işte anlayın ki orada bir yanlışlık var. Kalbinizin kabul etmediği hiçbir şeyi yapmayın. Danışacağınız kişi sizsiniz. Siz danıştıkça kalbiniz açılacak, adeta dillenecek. Uyanış yavaş yavaş başlayacak. Şunu unutmayın, sizin için uygun olan bir başkası için uygun değil. Kalıplara sokmayın…

Birbirinize ancak ilham verebilirsiniz, öğüt değil. Kitaplardan öğrenme zamanı bitti. Artık insanoğlu kendi kitabını okuyacak ve özüne, asıl olana, ruhuna dönecek. Zor, dikenli, sancılı bir süreç başlayacak. Kabukları atmak, onlardan kurtulmayı istemek kolay değil. Her isteyen bunu başarabilir. Özünde saklı olanı bulup çıkarabilir. Sistemin enerjisi herkesin üzerinde. Yardım isteyene gelecek; ne tip yardım isterse o tip gelecek. Özgür irade burada devreye giriyor. Kalbini iyi oku, suçlu arama… 

Kalbini Sıcak Tut
Kalbini sıcak tut. Hep sıcacık, yumuşacık olsun. Kendin de ısın, başkaları da ısınsın. Kalbini soğuk tutarsan kanın donar, ne kendine, ne başkalarına faydan olur. Sevgi ateşiyle ısıt. O öyle bir ateştir ki yakar kavurur. Bütününü sarar, mutluluğa dönüşür. Başka bir mutluluktur bu, dünyevi değil, başka bir kavrulmadır bu, dünyevi değil. Bunu yaşamadan anlayamazsın, bildiğin hiçbir duyguyla tarif edilemez. Ancak yaşanır, anlatılmaz.

Kalbini ısıtırsan, kalbinin üstünü örten zift tabakası yavaş yavaş erimeye başlar. O eridikçe özünü hissetmeye, gerçek seni anlamaya başlarsın. O zaman anlarsın ki sen zannettiğin sen olmadığını.

Gerçek seni hissettikçe sanki bir fenermişsin gibi ışıldadığını, etrafına ışık saçtığını hissedersin. Bu sevginin ışığıdır.

İnsanoğlu önce kendi içindeki feneri yakmalı, parıldamalı, ışıldamalı. Herkesin feneri kendine özel, aynı şekilde yanmaz. Herkes kendi fenerinin nasıl yanacağını özünde bilir. Senin fenerini yakan ateş başkasınınkini yakmaz. Birbirinize ancak ilham verebilirsiniz, öğüt değil. Bu yolda zorlama olmaz, kalp zorlamayla yola gelmez, onun anahtarı sevgidir, anlayıştır…

Kalbinizin derinliklerindeki güzellikleri fark ettikçe feneriniz etrafını daha fazla aydınlatacak, ta ki karanlıkta kalan hiçbir nokta kalmayana kadar.

TIK   İçimdeki Tanrı 

20 Ağustos 2015

Osho " Geçmiş, insanda bir bölünme yarattı. Her insanın içinde sürekli devam eden bir sivil savaş vardır. Eğer huzurlu hissetmiyorsan, bunun sebebi kişisel değildir. Hastalık toplumsaldır. "


A'dan X'e "John Berger Tarafından Kurtarılmış Mektuplar"

 

"John Berger ince ince işlenmiş bir eser sunuyor bize. Şefkatle ve sonuna dek sorgulayan, eleştiren bir siyasi bakışla yontulmuş bir kitap bu, kontrollü öfkenin kitabı. Yazdığı her şey derin, itinalı ve detaylı: özgürlük ve tutsaklık, umut ve umutsuzluk, güç ve güçsüzlük, aşk ve âşık olduğumuz kişi elimizden alındığında duyduğumuz o korkunç özlem." –Arundhati Roy

"A'dan X'e uzun yıllardır okuduğum en duygulu ve dokunaklı kitaplardan biri. Gücü, mevcut olanakları kullanışındaki tutumluluktan geliyor, her türlü zulme direnen kalıcı aşkı anlatış tarzından. Bize zulmeden güçler ne kadar amansız / habis / kötücül / gaddar olursa olsun, aşkın ve insan ruhunun asla yok edilemeyeceğini gösteriyor." –Harold Pinter

A'dan X'e, John Berger

"Cehennem para babalarının icadıydı; amacı, yoksulların dikkatini mevcut sefaletlerinden saptırmaktı. İlk olarak, bundan bile daha beter bir durumda olabilecekleri tehdidini sürekli yineleyerek. İkinci olarak, itaakâr ve sadık olanlara, başka bir hayatta, Tanrı'nın krallığında, bu dünyada servetin satın alabileceği bütün her şeyin, hatta daha fazlasının onların olacağını vaat ederek. Cehennem korkusu olmasa, Kilise'nin gösterişçi zenginliği ve amansız gücü, açıktan açığa sorgulanabilirdi çünkü kutsal kitabın öğretileriyle açık bir tezat oluşturuyordu. Cehennem, servet birikimine bir nevi kutsallık ihsan etmiştir. Günümüzde cezalar mertebe atlamıştır. Öte dünyadaki cehennemi hatırlatmaya gerek yoktur artık. Dışarıda bırakılanlar için bu dünyada bir cehennem inşa edilmektedir, tam da aynı şeyi ilan etmek için: Ancak zenginsen hayatta olmanın bir anlamı vardır."


09 Ağustos 2015

Hermann Hesse - Knulp


Tüm yaşamı yollarda geçen ve yine yollarda sona eren bir göçebenin hikâyesi KNULP. Canının çektiği yere “konan”, ama çok duramayıp yine “uçan” bir özgür ruhun kısacık destanı.

Hermann Hesse’ye göre, Knulp gibi figürlerin “kimseye yararı dokunmasa da, yararı dokunan kimilerine oranla çok daha az zararı dokunur. Knulp gibi yetenekli ve hayat dolu insanlar, yaşadıkları çevrede kendilerine yer bulamıyorlarsa, bunda onlar kadar çevreleri de suçludur.”

Tıpkı Knulp gibi, uzun yürüyüşlere çıkmaktan, doğayla baş başa kalmaktan hoşlanan Hesse’nin uçarı yanını da simgeleyen KNULP, temel olarak üç öyküden oluşuyor. Elinizdeki kitap, bu öykülere ek olarak, Hesse’nin ölümünden sonra gün ışığına çıkan iki fragmanı da içeriyor.

Yerleşik insanlara biraz özgürlük özlemi taşımakla yükümlü, göçebe bir karakterin öyküsü “Knulp”, Hesse’nin ilk dönem düzyazıları içinde ışıldayan küçük bir mücevher.

KNULP, romantik dünyanın bu geç doğan yalnız çocuğu, bana Küçük Almanya’nın ölümsüz bir parçası gibi görünür, bir [Carl] Spitzweg resmi ve aynı zamanda bir halk türküsü gibi saf müzikle dolu.
Stefan Zweig

 

İlkbahar Başı

Doksanlı yılların başıydı; bir ara rahatsızlandı dostumuz Knulp, birkaç hafta hastanede yattı. Taburcu edildiğinde şubat ortalarıydı, hava berbattı dışarıda, yollarda geçirdiği daha bir iki günün sonunda yeniden ateşlendi Knulp, başını sokup barınabileceği bir yer aramak zorunda kaldı. Dostlardan yana hiç sıkıntı çekmemişti şimdiye kadar, yöredeki hemen her kasabada kendisini güler yüzle karşılayıp evinde misafir edecek bir ahbap bulması işten değildi. Ama acayip derecede gururlu biriydi Knulp; öylesine gururluydu ki, bir dostunun bir lütfunu kabullenmesi, o dostunun kendisini onurlandırılmış hissetmesine yetiyordu. Bu kez Lächstetten’daki Sepici Emil Rothfuß geldi Knulp’un aklına; yağmurun yağdığı ve batıdan rüzgârın estiği bir akşamüzeri dostunun evinin önüne gelip, şimdiden kilitlenmiş kapıyı çaldı. Sepici dostu üst kattaki pencerenin kepengini birazcık aralayarak sokağın karanlığından içeri seslendi: “Kim o bu vakit? Gündüzlere kıran mı girdi?” Yaşlı dostunun sesini işiten Knulp bütün yorgunluğunu unuttu, canlanıp dirildi hemen. Bir şiircik geldi aklına; yıllar önce bir ara dostuyla dört haftalık bir geziye çıkmış, kona göçe dolaşıp durmuşlar, şiir de o sırada doğmuştu. Hiç durmayıp pencereye doğru yolladı şiiri, bir ezgi gibi okuyarak: Yorgun bir yolcu göçebe Bir restoranda oturur, Başkası sanmayın sakın Kaybolan oğuldur.* Bunun üzerine sepici dostu, kepengi hızla açıp sarkabildiği kadar sarktı pencereden.