30 Nisan 2015

Necati Cumalı - Sabahları severim oldum bittim / Murathan Mungan - Ateşte unutulmuş Ferman

SABAHLARI SEVERİM OLDUM BİTTİM
Kalktım sabahı dinledim
4.20 bir yaz günü sabahı
Evlerin yüzü ağardı
Ağaçlar yeşile çıktı
Ben sabahları severim oldum bittim
Sabahları çocukları bütün başlangıçları
Kalktım sabahı dinledim
Kente giren caddelerde köylülerin
Geceden yola çıkan sebze arabaları
-Fırınların kepenkleri nedense hep aralıktır-
Çıplak ampul ışıklarıyla karışır sabahlara
Taze ekmek kokuları
Kalktım sabahı dinledim
Hanların önünde geceleyen
Koca koca kamyonlar kalktı
İşçi kahvelerinde çaylar demli
İstasyonlarda salepler dumanlı
Kalktım sabahı dinledim
Analar uğurladı çocuklarını
-Her serüvenden ilk sayfa-
Üstlerinde henüz yatakların doyulmamış sıcaklıkları
Bakışları otobüslerin trenlerin soğuk camlarında
-Hep ansıyacaksınız bundan sonra-
Ayrılıklar izleyecek ayrılıkları
Kalktım sabahı dinledim
Dudaklarımda okuldan kalma bir şarkı
Hani yorgundum yeniktim çaresizdim
Döndü - Evet dün
Dün bir kentti geride kaldı
Bu sabah bir başka kente indim....Necati Cumalı

Ateşte Unutulmuş Ferman

herkes kendi ateşini başkasının cehenneminde sınar 
kendi külünde söner bütün rüzgarlarına yazıldığın akşam 
ateş tadında kum tadında kalarak 
derinleştirir bazı ayrılıkları zaman 
al ağrını git burdan 
en uzun eylülü ömrümüzün 
uyutmuyor seni ne kömürleşmiş bu gurur 
ne göğsündeki kaplan 
seçilmiş taş milyonlarca taş arasından 
başını vurduğun 
çok gençti genç olmak için bile 
kendi zamanına muhtaç 
kendiyle dargın 
daha yolun başında görülüyordu 
menzilindeki noksan 
ömrünce sızlayacak 
kayıplar sarayında ateşte unuttuğun ferman...M.Mungan
 

Ataol Behramoğlu - İlkbahar

Yüzümü bulutlara kaldırıp
Dua eder gibi mırıldanıyorum
Kuşlarla, otlarla yıkanıyorum
Rüzgârla, ilkbaharla
Güneş gözkapaklarımı ısıtıyor
O güvenilmez ilkbahar güneşi
Rüyada mıyım, gerçek mi bu
Hem var gibiyim, hem yok gibi
Bir güney kentinde, bir kıyı kahvesinde
Başakların sonsuz salınışı
Burada, kendimle baş başa
Ömrümü böylece tamamlayabilirim
Bir kuşu dilinden hiç öpmedim
Belki bir gün öpebilirim
Belki bir gün rüzgâr olurum ben de
Eserim başakların üzerinden
Kalbim bir yaz gününe karışsın isterim
Bir kuş cıvıltısında doğmak için yeniden 
 

OSHO "Ego der ki; her şey olmasını istediğim gibi tam olsun, o zaman huzurlu olacağım. Ruh der ki; huzurlu ol o zaman her şey tam olmasını istediğin gibi olur."


28 Nisan 2015

Friedrich Nietzsche 'kısır döngü'

Hayatını tekrar tekrar aynı hayatı yaşayacakmışsın gibi yaşa, istemediğin bir durumla karşı karşıya kalmışsan ve buna boyun eğiyorsan, diğer hayatlarında da aynı şeye boyun eğeceğini düşünerek, sen en güzeli boyun eğme, bu böyle gitmez; bir şeyi çok mu istiyorsun, ama buna cesaret edemiyor musun, diğer hayatlarında da bu şeyi çok isteyip hiç bir zaman cesaret etmediğin için ulaşmayacaksın, o yüzden sen en güzeli aş kendini, yap yapmak istediğini ki, sonunda en mutlu şekilde yaşayabileceğin bir kısır döngü oluşturabilmiş ol!

Kafka ve Oyuncak Bebek

Hikayeye göre günün birinde Franz Kafka rutin yürüyüşlerini yaptığı parkta küçük bir kıza rastlamış. Kız ağlıyormuş. Oyuncak bebeğini kaybetmiş ve bu onu oldukça üzmüş.

Kafka bebeği onun yerine aramayı önermiş ve ertesi gün aynı noktada buluşmak üzere sözleşmişler. Bebeği bulamaması üzerine Kafka küçük kıza bebeğin ağzından bir mektup yazmış ve buluştuklarında kendisine okumuş:

“Lütfen benim için kederlenme, dünyayı görmek için uzun bir yolculuğa çıktım. Sana başımdan geçenleri anlatacağım.” Bu birçok mektubun ilkiymiş. Kafka küçük kızla her buluştuğunda sevgili oyuncak bebeğin hayali maceralarını özenle yazdığı mektuplardan ona okurmuş. Küçük kız da bu şekilde avunurmuş.

Derken gün gelmiş, görüşmelerin artık sonu gelmiş. Kafka son görüşmede küçük kıza bir oyuncak bebek getirmiş. Küçük kız, aslından oldukça farklı olan oyuncak bebeğe şaşkınlıkla bakakalmış. Bebeğe iliştirilmiş bir not küçük kızın şaşkınlığını gidermiş: “yolculuğum beni çok değiştirdi…”

Uzun yıllar sonra, artık bir yetişkin olmuş olan küçük kızımız, gözü gibi baktığı bebeğinin, gözünden kaçırdığı bir çatlağının içine sıkıştırılmış bir mektup bulur. Kısaca şöyle yazmaktadır: "Sevdiğin her şeyi er ya da geç kaybedeceksin, ama sonunda sevgi başka bir surette geri dönecek."

May Benatar, Kafka & the Doll: The Pervasiveness of Loss

23 Nisan 2015

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız Kutlu Olsun!

Behçet Kemal Çağlar -   Hürriyet Bayramımız
Bugün tarih boyunca hür yaşamış bir millet,
Üstüne çökse dünya, hürriyet ister elbet!
İnsan için hürriyet, ekmek gibi, su gibi,
Hürriyetsiz sürünmek, ölüm uykusu gibi...
Üç kıtada sayısız devlet kurmuş Türklere,
Sömürge halkı gibi kim bakacak boş yere?
Türk'ü sömürge halkı gibi esir yaşatmak,
İnsan arslanı demir gibi bir kafeste kuşatmak,
Çaresiz ve tedbirsiz kalmış olsa da yine
Bunu Türk'e hoş görmek, yapmak kimin haddine?
Türk nasıl gündüz gözü geceye sapabilir?
Ne sultan yapabilir, ne düşman yapabilir?
Birinci Cihan Harbi, çullanmış bütün cihan:
Türklük için en çetin, en karanlık bir zaman...
Atatürk başa geçip silkinince ansızın,
Türklük hakkından gelmiş bin türlü imansızın,
Hür yaşamak azmini görürüz insanda biz,
Göğsümüz kabararak 23 Nisan'da biz.

19 Nisan 2015

"Elimden gelse, bütün dünya okullarının programlarına ''insanın insanı sömürmemesi'' adlı bir ders koyardım." İsmail Hakkı Tonguç



   

Jiddu Krishnamurti - Yaşamın Şarkısı

Yalnızca biçimli dalını sevme ağacın,
Kalbinde onun imgesini taşıma.
Ölür.
Ağacı her şeyiyle sev.
O zaman biçimli dalı da sevmiş olursun,
Yumuşak ve kıvrımlı yaprağı da,
Utangaç tomurcuğu ve açmış çiçeği de,
Dökülen taç yaprakları ve dans eden yüksekliğide
İçten sevginin güzel gölgesini de.
Ah, yaşamı her şeyiyle sev.
O yok olmak nedir bilmez.

Doğa ve Çevre Üzerine 

Tezer Özlü " “Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu. Belirsizlikler arasında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi. Sevgi isteği, kendi kendine yaşamı kanıtlama isteği kadar büyük."

  “Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu. Belirsizlikler arasında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi. Sevgi isteği, kendi kendine yaşamı kanıtlama isteği kadar büyük. Belki kendilerine yaşamı kanıtlamaya gerek duymayan insanlar, sevgileri de derinliğine duymadan, acıya dönüştürmeden yaşayıp gidiyorlar. Ya da sevgiyi sevgi, beraberliği beraberlik, ayrılığı ayrılık, yaşamı yaşam, ölümü ölüm olarak yaşıyorlar. Oysa yaşam ölümle, ölüm yaşamla tanımlı. Ama sen. Senin için her beraberlik ayrılış, her ayrılış beraberlik, sevgi sevgisizlik, duyum duyumsuzluğun başladığı an. Birisinin teniyle yan yana olmak, kendi varoluşumu unutmak mı. Ya da daha derin algılamak mı. Kendi varoluşum. Her varoluş kendisiyle birlikte ölümü getirmiyor mu.”
 Yaşamın Ucuna Yolculuk

12 Nisan 2015

Tevfik Fikret’in Süleyman Nazif’e yazdığı mektuplardan...

 
“Umutsuzluk. Umutsuzluk. Umutsuzluk. Umutsuzum kardeşim. Korkunç bir kızgınlık bunalımı içindeyim, sönüyorum. Bu biraz daha sürerse eyvah! Nedenini söyleyeyim mi? Fakat bu o kadar tuhaf ki, gülersiniz diye korkuyorum, kimi zaman kendim bile kendi halime gülüyorum. Koca bir dünya içinde yalnızım Nazif! En yakın arkadaşlarımın arasında sokağa çıplak çıkmış bir adam duygusuyla titriyorum, herkesin vicdanı kapalı örtülü, yalnız ben çıplak. Herkes hiç olmazsa üniformalarla –ne diyeyim- mayasını sürdürüyor. Herkes zamanın alçak süslerine bürünebiliyor. Herkes namuslu geçinerek alçak yaşamanın kolayını buluyor. Herkes bu rezalet havasında nefes alabilmek için bir kolaylığa, bir çareye, bir büyüye sahip.”
 
 “Umutsuzluğumun derecesini düşünemezsin kardeşim. Kendimi taşlara çarpacağım geliyor. Fakat hani benim yurt sever kanımla kirlenecek bir temiz taş?” 
 

Her kasabada ışık saçan bir öğretmen ve o ışığı söndürmeye çalışan bir papaz vardır...Victor Hugo

 
Bırak, arkandan oynanan oyunları bilmediğini sansınlar.
Sen, çocukların beyin gelişimi için oyuna ihtiyaç duyduklarını bil, sorun olmaz!...Dylan Thomas

Güneş bütün gücüyle ışıldıyordu. Eve dönerken birden kendi gölgemi fark ettiğim gibi şimdiki savaşın ardında önceki savaşın gölgesini gördüm…Sonuç olarak her gölge, ışığın bir çocuğudur ve sadece aydınlığı ve karanlığı, savaşı ve barışı, yükseliş ve çöküşü gören kişi hayatı gerçekten yaşamış sayılır...Stefan Zweig- Dünün Dünyası

At gözlüğü takmış sabit fikirli insanlardan uzak durmak, bazen en büyük kafa rahatlığıdır...Ts Eliot

Birisi barışı başlatmalı, tıpkı savaşı başlattığı gibi...Stefan Zweig

Unutma; Eğer bir dış etken seni çok üzerse, Duyduğun acı o şeyin kendisinden değil, Senin ona verdiğin değerden geliyordur. Onu da her an ortadan kaldırma gücün vardır...Marcus Aurelius

Aylardan en zalimidir Nisan, leylaklar
Açtırır ölü topraktan, yoğurup
Bellekle isteği, diriltir
Ölgün kökleri bahar yağmurlarıyla...T.S. Eliot

Kısa Bir Sinema Felsefesi Tarihçesi: A. Tarkovsky

 Tarkovsky, sinemada kendisini çeken şeyin, alışılmamış şiirsel bağlantılar olduğunu söyler. Ona göre filmsel malzemenin sentezini yapmanın yolu, insan düşüncesinin mantığını sergilemektir. Bu durumda olayların sırasını ve her şeyi bir bütünsellik içinde bir araya getiren kurguyu da bu mantık belirler. Şiirsel mantık, hem düşünce geliştirmenin yasalarına hem de genel olarak yaşamın yasalarına klasik dramatürjinin mantığından daha yakındır (Tarkovsky 1992: 22). Şiirsel bağlantılar,olağanüstü duygusal bir ortam yaratarak seyirciyi harekete geçirir. Seyircinin yaşamı tanıma faaliyetine katılmasını sağlar, çünkü ne hazır bir sonuç sunmaktadır ne de yazarın katı talimatlarına dayanmaktadır. Tarkovsky’e göre, karmaşık bir düşünce ya da şiirsel bir dünya görüşü fazla açık, herkesçe bilinen olgular çerçevesine sıkıştırılmamalıdır. Ona göre, dolaysız, genel-geçer sonuçlar çıkarma mantığı, geometri teoremlerinin ispatını hatırlatmaktadır. Tarkovsky, insan düşüncesinin, insani durumların, matematiksel formüllerle ifade edilemeyip, nesnesine uygun ifade edilmesi gerektiğini savunur. Tarkovsky için sanat, insanın bu dünyadaki varoluşunu kavramasında ona ışık tutacak bir bilgi türüdür. Fakat sanatın bir bilgi türü olması, onun bilimsel bilgide olduğu gibi “öğretilebilir” türden bir bilgi olduğu anlamına gelmez.

Sanatın bilgisi kendine özgüdür. Sanat, insanın ruhuna seslenir ve manevi yaşantısını şekillendirir Bu yaklaşımı adeta Aristoteles’in konu ednilenin özelliğine uygun bir açıklık getirme anlayışını hatırlatmaktadır (Aristoteles 1998:3). Eisenstein’ın tersine sanatın ve bilimin bilgi nesnelerini birbirinden ayrı olduğunu savunur. Tarkovsky’e göre, akılsal ve duygusal yaşam değerlerinin birbirine bağlandığı çağrışımsal bağlar, hiç şüphesiz, sanat için genel-geçer sonuçlar çıkarma mantığından yani klasik dramaturjinin mantığı olan düz mantıktan daha uygundur ve çok daha zengin olanaklar sağlar.
Tarkovsky, sinemanın bu olanaklardan bu kadar seyrek yararlanmasının üzücü olduğunu vurgular.
 
  Tarkovsky’yi önemli kılan diğer bir unsur da, onun sanatsal iletişimin olanağı konusundaki düşünceleridir. Ona göre, sanatçı, seyircinin tek başına, kendi düşüncelerini de katarak, filmin parçalarından yeni bir bütün oluşturmasını sağlarsa, seyirciyi kendisiyle eşit bir düzeye çekebilir. Seyirci ile sanatçı arasındaki bu tür bir ilişki, en uygun sanatsal iletişim biçimidir.
 
  Tarkovsky için sanatsal etkinliğin amacı, “hakikatle ilişki kurmak”tır. Sanatçı varoluşun şiirsel yapı özelliklerini algılayabilen kişidir. O, düz mantığın sınırlarını aşarak kırılgan ilişkilerdeki farklı özü ve tüm karmaşıklığı, tüm gerçekliği içinde hayatın tüm gizemli görüngülerini olduğu gibi yansıtabilir (Tarkovsky: 24). Bir sahne belgelere dayandırılabilir, kişiler son derece titiz bir şekilde gerçek yaşamdakine uygun bir şekilde giydirilebilir, dekor da aynı şekilde titizlikle aslına uygun bir şekilde yapılabilir fakat yine de ortaya gerçeklikten çok uzak, son derece vasat, gerçeklikle hiçbir ilişkisi olmayan bir film ortaya çıkabilir. Tarkovsky’e göre, sinema, tıpkı diğer bütün sanatlarda olduğu gibi, hayata olabildiğince yakın olmalıdır; aksi takdirde yaşamın asıl güzellikleri algılanamaz. Tarkovsky için sadece olgulara sadık kalmak da yeterli değildir, aynı zamanda duygular da sadık bir şekilde yansıtılmalıdır. Tarkovsky’e göre, bir sanatçı her ne zaman insan davranışlarına, varolan değil, kendince gerekli gördüğü zorlama bir anlam yüklerse başarısız olur. Sinemada da filmsel anlatım adına uydurulmuş sahte bir yaşamın kalıpları ve ruhsuz iskeleti yerine yaşamın kendisinden izlenimler toplamak gerekir. Tarkovsky, bu toplama işleminin rastgele bir toplama işlemi olmadığını, burada söz konusu olanın, karakterlerin ve olayların hakikati peşinde koşmak olduğunu belirtir.
 
  Tarkovsky’e göre, bir sanatçının yapıtında yaşam, kişisel algılamaların prizmasında kırılır; bir daha tekrarlanamaz planlarda hakikatin çeşitli yanları görülür. Sanatçının öznel görüşlerine ve kişisel dünya görüşüne verdiği öneme karşın, keyfiliğe de karşıdır. Tarkovsky için sanatta belirleyici olan, dünya görüşü, etik ve düşünsel amaçlardır. Başyapıtlar, etik ideallerin ifade edilme çabasından doğarlar. Tarkovsky, bir sanatçının hayalgücünü ve duygularını bu çabanın belirlediğini söyler. Sanatçı eğer yaşamı seviyorsa, onu tanımak, değiştirmek ve daha iyi olması için katkıda bulunma zorunluluğunu içinde duyacaktır. Bu yüzden ona göre, sağlam bir etik temel üzerinde duran insan, araçların seçiminde oldukça özgür davranmaktan korkmamalıdır. Tarkovsky’e göre, bir sinemacı, Eisenstein’ın önerdiği gibi tüm sanatlar için genel-geçer kurallar aramak yerine, etik idealleri ifade etmenin yollarını araştırmalıdır. İnsan hayatının öyle yönleri vardır ki bunu belli kalıpları kullanarak yansıtmak mümkün
değildir. Bunları yansıtabilmek için şiirsel yöntemler geliştirmek gerekir.
 
  Tarkovsky’nin sinemaya ilişkin düşüncelerine felsefi temel sağlayan sanatın kendisini felsefi olarak sorgulamasıdır. Tarkovsky, “Sanat ne için vardır?” “Sanata kim ihtiyaç duyar?” sorularından hareket eder. Ona göre, yalnızca bir meta olarak tüketilmek istemeyen her türlü sanatın amacı, insanlara, hayatın ve insan varlığının amacını açıklamak, insanoğlunun varoluş nedenini ve amacını göstermek olmalıdır. Hatta belki de hiçbir açıklamaya bile gerek kalmadan insanları bu soruyla karşı karşıya getirmelidir. Tarkovsky tam bu noktada çok önemli bir saptama yapar: Sanatın hiç tartışılmayacak işlevlerinden biri, bilgilenme düşüncesidir. Bu bilgilenme, Tarkovsky’e göre, bir sarsıntı, bir katharsis şekline bürünen etkidir (Tarkovsky 1992: 43). Tarkovsky’e göre, insan, hayatın özünün ve kendisinin, olanaklarının, bilincine her seferinde yeniden varır. Bunu yaparken tabi ki varolan bilgi birikiminden faydalanır, fakat yine de etik bilinçlenme süreci, her bir insanın, her seferinde kendisi için yeni baştan edinmek zorunda olduğu bir deneyimdir. İnsanoğlu bıkıp usanmadan, kendisi ile dünya arasında bir uyum sağlamaya çalışır. Bu isteğin tümüyle yerine getirilemez olması, insandaki hoşnutsuzluğun ve benliğinde hissettiği acının kaynağıdır.
 
  Tarkovsky’e göre sanat da bilim gibi dünyayı anlama biçimlerinden biridir. Sanat ve bilim yaratıcı insan dehasının iki farklı ifade biçimidir. Sanatta insan, gerçeği, öznel deneyimler sonucu sahiplenir. Bilim ise nesnel ayrıntıların bilgisine dayanarak basamak basamak yükselen bir yoldur. Sanat, her seferinde dünyanın yeni ve benzersiz bir görüntüsünü ortaya çıkarır. Tarkovsky, bilim ve sanatı karşılaştırırken şöyle bir paralellik görür:

 “Gerçekliğin bilimsel ve duygusuz bir biçimde kavranması, hiçbir zaman sonu gelmeyen bir merdivenin basamaklarını tırmanmakla eş anlama geliyorsa, sanatsal kavrayış da insana, kendi içinde mükemmel ve bütünleşmiş, sonu olmayan bir alanlar sistemini hatırlatır. Bu alanlar bazen birbirlerini tamamlarlar bazen de birbirileriyle çelişirler. Hiçbir koşulda birbirlerinin yerini dolduramazlar. Birbirlerini zenginleştirirler, bütünsellikleriyle sonsuza dek uzanan, her şeyin üzerinde özel bir alan oluştururlar”
(Tarkovsky 1992: 43).
 
 
Tarkovsky de Eisenstein gibi sanatsal iletişim kavramına çok önem verir. Sanatın köklü bir iletişim işlevi olduğunu vurgular; fakat sanatsal iletişim kavramına Eisenstein’dan farklı bakar. Tarkovsky sanatı bir üst-dil olarak görür. İnsanlar bu dilin yardımıyla kendileri hakkında bilgi verip başkalarının deneyimlerini benimseyerek birbirlerine ulaşmaya çalışırlar. Bu, pratik bir fayda sağlamak adına değil, tam tersine kendini özveride bulan sevgi adına gerçekleştirilir. Bir sanatçı sadece kendini gerçekleştirmek adına yaratma edimini gerçekleştirmez. Tarkovsky’e göre, karşılıklı anlaşmaya dayanmayan bir kendini gerçekleştirmenin son derece anlamsızdır.
 
  Tarkovsky, bilgi, iletişim kavramları gibi anlama kavramını da sanatsal açıdan ele alır: Bilimsel açıdan anlama, mantık ve akıl düzeyinde uyuşma demektir. Sanatsal bir görüntüyü “anlamak” ise, duygusal, hatta zaman zaman, duygu-üstü düzeyde sanatsal güzelliğin benimsenmesidir (Tarkovsky 1992: 47). Bilim adamının sezgisi, bir ilham gibi görünse de aslında mantıksal gelişmenin bir sonucudur. Mantıksal düşüncedeki bilinçli sıçrama, bilimin her alanında önceden tespit edilmiş yasalara dayandırılır. Fakat sanatsal bir görüntünün ortaya çıkışını, aklın yardımıyla yapılacak deneysel bir bilgi süreciyle açıklamak mümkün değildir. Eisenstein da Tarkovsky de çağlarını değerlendirme sorumluluğunu üstlenen sanatçılardır. Tarkovsky’nin çağını değerlendirirken, çağın en üzücü özelliği olarak, sıradan insanın, güzeli ve kalıcı değerleri yansıtmakla ilgili olan her şeyden koparılmış olmasını görmektedir. Tüketicilere göre biçimlenmiş kitle kültürünün –“protezler medeniyetinin”4 ruhları sakatladığını öne sürmüştür. İnsanın kendi varlığıyla ilgili en temel soruları sorması, bir ruhsal varlık olarak kendisinin bilincine varması giderek artan biçimde engellenmiştir. Ona göre, bir sanatçı gerçeğin sesine kulaklarını tıkamamalıdır, çünkü ancak bu çağrı, yaratıcı iradesini belirleyecek ve disiplin altına alacaktır.
 
  Sanatın ne olduğu ve işlevi konusundaki ontolojik belirlemeleri, Tarkovsky’yi bir sinemacı ve kuramcı olarak genelde sanat felsefesi özelde ise sinema felsefesi bakımından özel bir yere koymayı gerektirmektedir. Tarkovsky, Arnheim ve Eisenstein’dan farklı olarak sanatta sadece biçimsel yetkinliği araştırmanın, sanatın amacına hizmet etmediğini görmüştür. Sanatın ne olduğunun, ne işe yaradığının
saptanması ona göre daha öncelikli bir konu olmuştur. Tarkovsky, sinemanın ne işe yaradığını ya da olanaklarını göstermek için, hem bir yönetmen hem de bir kuramcı olarak felsefi sorular sormaktan ve bunlara uygun cevaplar geliştirme çabasından vazgeçmemiştir. Kuramında sanatı, bilimi ve felsefeyi insanın, insan dünyası hakkında bilgisinin farklı türleri olarak bir araya getirmeye çalışmıştır. Bu konuda yaptığı karşılaştırmalar ve belirlemeler de sanat felsefesi açısından oldukça çarpıcı ve önemlidirler.
 
Sinema felsefesi, felsefenin belki de en yeni disiplinidir. Adından son dönemlerde söz edilmeye başlansa bile, sinemanın ortaya çıkışından bu yana onu anlamlandırma çabası sürmektedir. Farklı dönemlerde insanlığın değişimi dönüşümüyle birlikte bu anlamlandırma, anlama çabası da değişmektedir. Söz gelimi bugün sinema kuramıyla uğraşanlar onun bir sanat dalı olup olmadığı tartışmalarını geride bırakmıştır. Artık sinemayla felsefe yapmak nasıl olanaklı olur, koşulları nelerdir gibi konular tartışılmaktadır. Bu çalışmada sözü edilen kuramcı/yönetmenlerin hepsi sinema felsefesini kuran ve taşıyan, sinema felsefesinin temellerini atan düşünürler olarak henüz çok genç olan sinema felsefesi tarihine adlarını yazdırmışlardır.
 

08 Nisan 2015

Jorge Luis Borges 'Artık ayna halkı insanların kölesi “yansımalar”dır. Ama bir gün gelecek büyü bozulup, ayna halkı da özgürlüğe kavuşacaktır.'

Aynaların dünyası ile insanların dünyasını birbirlerinden ayrı, bölünmüş olmadığı bir çağda, bir gece ayna halkı dünyayı işgal eder. Çıkan savaş sonunda Sarı Sultan’ın büyü gücü sayesinde, ayna halkı altedilir. Sarı Sultan, işgalcileri aynalara hapsedip, bundan böyle insanların hareketlerini taklit etmekle cezalandırır. Artık ayna halkı insanların kölesi “yansımalar”dır. Ama bir gün gelecek büyü bozulup, ayna halkı da özgürlüğe kavuşacaktır.

05 Nisan 2015

Avram Ventura 'İnsanca'


Bir yerimiz varsa bu dünyada
Her şey insanca olmalı
Sevmek de / yaşamak da / ölmek de

Bu üç dizelik şiiri, yıllar önce hangi duygu ve düşüncenin etkisiyle yazmışım, anımsamıyorum; ancak günlük yaşamda karşılaştığımız kimi olumsuz olaylar, bizi bu tür tepkilere her zaman yönlendirebilir.
Bu dizelerdeki kilit sözcük “insanca”. Bu sözcüğü herkes farklı bir yaklaşımla yorumlamaya çalışsa da, kendi payıma, en özlü olarak “insan onuruna yakışan” sözleriyle açmak istiyorum. Söze girmeden, Edip Cansever’in, Aşklar İçinde şiiri içinde yer alan şu dizeleri de okuyalım:
Güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak
Bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir.
İster düşünürlerin görüşleriyle güçlendirelim, ister bilimsel verilerle destekleyelim, isterse dinsel öğretilerin ışığında ele alalım, tüm eksikliklerine karşın, insan yeryüzünün en yetkin varlığı! Düşünür, yaratır, yok eder, sürekli geliştirdiği bilimsel ve teknolojik gücüyle doğayı ve başka insanları egemenliği altına almaya çalışır... En önemlisi, kendi çıkarını göz önünde bulundurarak, tüm eylemlerini bilinçli olarak yapmış olmasıdır. Kimi zaman içgüdülerinin dürtüsüyle hareket etse de, sonuçta düşünce ve duygularının etkisiyle istediği sonuca ulaşabilmek için her türlü çabayı gösterir.
Görüş ve öğretilerin tüm olumlu ve olumsuz nitelendirmeleriyle ele alacak olursak...
İnsan, “Tanrı’nın suretinde yaratılmıştır”, düşünür ve düşündüklerini uygular, dünyanın en akıllı varlığıdır, yaratıcıdır, her türlü gelişmeye açıktır...
Tüm olumlu niteliklerine karşın, ilk çağlardan bu yana hayvansal dürtülerin etkisi altındadır, çoğu zaman tutkularının tutsağıdır, çıkarlarının peşinde koşmaktan geri kalmaz, savaş ve savaşımlarında ilkelliğini sürdürmektedir...
Bu listeyi sayfalar dolusu çoğaltabiliriz, ama benim söylemek istediğim tüm olumlu ve olumsuzluklarına karşın, bir ömrün insanca yaşanması gerektiğidir. Duygularımız, düşüncelerimiz, davranışlarımız, ilişkilerimiz, yaşam tarzımızla insan onuruna yakışır bir şekilde... Biliyorum, bu sözlerimle kendi kendimle çelişkiye düştüğümü söyleyebilir, şöyle de sorabilirsiniz:
Olumlu yanlarımıza bir diyeceğimiz yok; ama olumsuz yanlarımızla önce kendimize, sonra da başkalarına nasıl insanca bir yaklaşım gösterebiliriz?
Bana göre konunun en önemli noktası, beklediğimiz yaklaşımın, duygu, düşünce ve davranışlarımızla, öncelikle bizim tarafımızdan gösterilmesidir. Karşımızdaki insanın zekâsı, sosyal ve eğitim düzeyi, inancı, yaşam tarzı, erdem anlayışı ne olursa olsun, katılmasak da saygı göstermemiz gerektiği düşüncesine dayanmaktadır.
Bu hoşgörülü yaklaşımın, toplumda yaygınlaşmasıyla, daha insanca bir yaşama adım atabileceğimize inanıyorum.