Bir şeyin değişeceği beni ürkütüyor, bir şeyin değişmeyeceği de.
Hiç kimseyle birlikte yaşlanmak istemiyorum. Kendimle bile.
Sağlıklı kalmak için koşamam. Soluk alayım yeter.
Olaylar ve düşünceler, kafamın içinde sürekli acılar olarak birikti.
Özlemin içindeyim şimdi. Ama özlemeye genede devam ; ediyorum.
Çocukluğumuz üzerine kâbus gibi çöken eski kuşaklar, bilinçli yıllarımızı da elimizden almayı başaramayacak. Biz mutlu isek, mutlu olmayı istediğimiz ve bunun için çaba harcadığımız için mutluyuz.
Yaşadığım anların, onları yaşarken anıya dönüştüğünü algılar, onları yaşarken anılaştırırdım. Sonra bunu en güzel biçim de Savinio'da okudum: "Yaşanan an da anı olacak."
Şunu öğrenmelisin: Sen hiçbir işe yaramaz değilsin. Seni senden çalan toplumdur.
Kültür bir şeye cesaret edebilme sorunudur. Okumaya cesaret edebilme, bir görüşe inanmaya cesaret edebilme, görüşlerini açıklayabilme cesaretidir.
Güç ve korku her zaman yanyanadır.
Ben, belli bir ülkesi olmayan insanlardanım.
İnsanın ana dilini yitirmesi, öz kişiliğinin yıkılması demektir.
Son bireye kadar savaşmak, kendini feda etmek, yanlış bir kahramanlıktır.
Özlem duygusu bende giderek ölüyor. Ancak çok sık gördüğümü ya da ölenleri özlüyorum.
Kültür, insanlık uğraşısının üst yapısı değil, temelidir.
Gene bırakıyoruz gece bizi baştan çıkarsın. Çatılar gerisinde ki gölgelerin ardında açık renk bir gölge gibi duruyordu gece.
Aşk acısı çekmedim hiç, çünkü dünyanın verdiği acı her zaman güçlüydü.
Dünyanın acısı olmasaydı taze yeşil yapraklar üzerindeki güneş ışınlarının anlamı olmazdı.
Uzandığımda her şey üzerime yığıldı. Tavana kadar uzanan çini soba, duvar kâğıtları, kentler. Yorgunum.
Gece, gündüzün devamı değildir.
Asalet ve rütbe ile ilgili kavramları hiçbir dilde öğrenmeyi başaramadım.
İnsanın kendi dünyası dışında yaşayacağı bir dünya yoktur.
İnsanın başkalarına söyledikleri kendi duymak istedikleridir. Yazdıkları, okumak istedikleridir. Sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir.
İşte "beğendiğim" insanlar:
— lodosta başı ağrımayanlar,
— insan dramının bilincinde olmayanlar,
— her sanat yapıtını aynı biçim ve aynı ölçü ile algılayanlar,
— uçakta iştahla yemek yiyenler,
— karı veya kocasına hayranlık duyanlar,
— kendilerine hakim olmaları gerektiğini sananlar,
— görgüden söz edenler,
— herhangi bir gemide, herhangi bir yabancının ayakkabılarını modaya uygun bulup bu konuda konuşanlar,
— biriyle yatıp, ona iyilik ettiklerini sananlar,
— sabahlan genel konular üzerine konuşabilenler, .
— özel yaşamlarını gizli tutmaları gerektiğini sanıp, bu konuda hiç söz etmeyenler,
— yemekler ve mutfak üzerine konuşurken, sanki bir askeri darbeden söz eder gibi heyecanlananlar,
— âşık olunca, ömür boyu sürecek eşlerini bulduklarını sananlar.
Hiç kimseyle birlikte yaşlanmak istemiyorum. Kendimle bile.
Sağlıklı kalmak için koşamam. Soluk alayım yeter.
Olaylar ve düşünceler, kafamın içinde sürekli acılar olarak birikti.
Özlemin içindeyim şimdi. Ama özlemeye genede devam ; ediyorum.
Çocukluğumuz üzerine kâbus gibi çöken eski kuşaklar, bilinçli yıllarımızı da elimizden almayı başaramayacak. Biz mutlu isek, mutlu olmayı istediğimiz ve bunun için çaba harcadığımız için mutluyuz.
Yaşadığım anların, onları yaşarken anıya dönüştüğünü algılar, onları yaşarken anılaştırırdım. Sonra bunu en güzel biçim de Savinio'da okudum: "Yaşanan an da anı olacak."
Şunu öğrenmelisin: Sen hiçbir işe yaramaz değilsin. Seni senden çalan toplumdur.
Kültür bir şeye cesaret edebilme sorunudur. Okumaya cesaret edebilme, bir görüşe inanmaya cesaret edebilme, görüşlerini açıklayabilme cesaretidir.
Güç ve korku her zaman yanyanadır.
Ben, belli bir ülkesi olmayan insanlardanım.
İnsanın ana dilini yitirmesi, öz kişiliğinin yıkılması demektir.
Son bireye kadar savaşmak, kendini feda etmek, yanlış bir kahramanlıktır.
Özlem duygusu bende giderek ölüyor. Ancak çok sık gördüğümü ya da ölenleri özlüyorum.
Kültür, insanlık uğraşısının üst yapısı değil, temelidir.
Gene bırakıyoruz gece bizi baştan çıkarsın. Çatılar gerisinde ki gölgelerin ardında açık renk bir gölge gibi duruyordu gece.
Aşk acısı çekmedim hiç, çünkü dünyanın verdiği acı her zaman güçlüydü.
Dünyanın acısı olmasaydı taze yeşil yapraklar üzerindeki güneş ışınlarının anlamı olmazdı.
Uzandığımda her şey üzerime yığıldı. Tavana kadar uzanan çini soba, duvar kâğıtları, kentler. Yorgunum.
Gece, gündüzün devamı değildir.
Asalet ve rütbe ile ilgili kavramları hiçbir dilde öğrenmeyi başaramadım.
İnsanın kendi dünyası dışında yaşayacağı bir dünya yoktur.
İnsanın başkalarına söyledikleri kendi duymak istedikleridir. Yazdıkları, okumak istedikleridir. Sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir.
İşte "beğendiğim" insanlar:
— lodosta başı ağrımayanlar,
— insan dramının bilincinde olmayanlar,
— her sanat yapıtını aynı biçim ve aynı ölçü ile algılayanlar,
— uçakta iştahla yemek yiyenler,
— karı veya kocasına hayranlık duyanlar,
— kendilerine hakim olmaları gerektiğini sananlar,
— görgüden söz edenler,
— herhangi bir gemide, herhangi bir yabancının ayakkabılarını modaya uygun bulup bu konuda konuşanlar,
— biriyle yatıp, ona iyilik ettiklerini sananlar,
— sabahlan genel konular üzerine konuşabilenler, .
— özel yaşamlarını gizli tutmaları gerektiğini sanıp, bu konuda hiç söz etmeyenler,
— yemekler ve mutfak üzerine konuşurken, sanki bir askeri darbeden söz eder gibi heyecanlananlar,
— âşık olunca, ömür boyu sürecek eşlerini bulduklarını sananlar.
Yaşamın kendisinin yazı yazmaktan çok daha gerçek, çok daha derin olduğunu da biliyorum. Sözcüklerle yaşamın derinliğini vermeye hiç olanak yok.
Çünkü sözcüklerde rüzgârlar ne kadar esebilir? Sözcüklerden
nasıl bir güneş doğabilir? Sözcükler açık bir pencere önüne büyük yağmur taneleri olarak yağıp, bir insanı derin uykusundan
uyandırıp mutlu kılabilir mi? Sözcüklerde yağmur ıslaklığı var
mı? Sözcükler insanın yanında yatan diğer bir insanın yürek
çarpışlarını duyurabilir mi?
"Kalanlar"