Bir kedinin kaç yıldızı var diye
sordular bana Paris’te,
ve ben kaplanlar gibi sürekli
yıldızları gözlemeye başladım:
çünkü çevreyi izleyen iki göz
nabız atışlarıdır Tanrı’nın
kedinin soğuk gözlerinde gizlenen,
iki yıldırım fışkırır birden.
Ama bir yıldız, kuyruğudur
tüylerini kabartmış bir kedinin
ve taştan bir kaplanın,
Antofagasta’nın, kara gecelerde dolanan.
Koyu gecesi Antofagasta’nın
yükseliyor köşelerden
büyük bir yenilgi gibi
toprak yiterken
ve yadsınamaz bu, çöl
öbür yüzüdür gecenin,
öyle sonsuz, bilinmeyen,
yıldızların hiçliği gibi.
Ve kaldırılan iki kadehteki
pırıldar mineraller.
Hiç kedi görmedim çölde:
aslında, hiç
uyumadım birisiyle
ama gecenin kumlarıyla uyudum,
çölün coğrafyasında
ya da yıldızlarla uzaydaki.
Çünkü onlar
hem küçük buluşlarımdır
ve hem de buluşlarım değildirler.