30 Eylül 2012

Özdemir Asaf 'Sevmek ya da Sevmemek'

Bazen dayanmaktır Sevmek; hayat nereden vurursa vursun ayakta durabilmek.
Bazen yaşamaktır Sevmek; soluksuz ciğer gibi sevgisiz kalbin duracağını bilmek.
Bazen ağırdır Sevmek; sevdiğine layık olabilmek.
Ve bazen hayattır Sevmek; birini çok uzaktayken bile, yüreğinde taşıyabilmek…Ö. Asaf

Bir kelimeye bin anlam yüklediğim zaman sana sesleneceğim
 
Kapıya Vuruyorum adlı yazımda: "Sevilmek için yaşayanlar kampından değilim," demiştim. Sevilmeyi istemek bir insan için olumsuz bir yönelim değildir. Bu,insanın duygusal yaşantısının akümülatörlerinden biridir,sevilmeyi istemesi insanın. Ama duygusal yaşantı da insan hayatının kaçta kaçıdır, o ayrı konu. Olsun da nasıl olursa olsun! Ben buna karşı olduğumu belirtmek için örneğimi sevgiden almıştım. O doğurgan sevgiden,o öldüren sevgiden. Sevilmek uğruna, her şeyi, ama her şeyi göze alıp didinircesine çabalamak insanı kişilik'inden öteleştirdiğine göre, onun özünü de cılıklaştırır. O kadar ki sevilmede insan, he men hemen, kendini kendine daha da yakınlaştırmaya çaba lamalıdır.. Özüne daha da yönelmeye..
Sevilmede, fazlaca yapılan her davranış, ayrıca katlanılan her yöneliş içdenlikten uzaklaşmak değil de nedir ?
İçtenlik katkısızlıkdır, insanın kendisi olma isteğinin yüce ucudur. Kısacası, insan sevilmek yolunda, öylesine ayrıca hiçbir şey yapmamalıdır.
Şirin görünmeye çalışmak yalınlık adına ilk yanlış adımdır. Yalınlıktan yoksunlukda ilk yoksunluk yalınlık adınadır ki ötesi uçurumudur sevginin ve her şeyin.
Ne kadar hiçbir şey yapmadıkça sevilirse insan, o kadar iyidir onun için ve onu seven için. Seven, yapmacıksız bir kişiyi (ki kişi olmak yapmacıksız olmakla gerçekleşir) seviyor demektir. Kendisine yakıştırma yapmacıklar katmamış birini seviyor olur seven.
Özel olmak, durgunluğunda (statiquc) yatar insanın. Şimdiye değgin insanlardan insanlık'a kalmış olanların bu birikimidir sanatımız, kültürümüz ve ahlakımız.
Burada bir kutu açayım :
Böyle felsefi görünüşlü yazılar yazmak bana yakışmıyor, biliyorum. Çünkü felsefe yapmak benim harcım ve niyetim değildir. Bir şeyler söylemek için, yaşamak denen o büyük olguya taptığım için şairce amacıma doğru yürüyüşümün izleridir bunlar. Sanat dallarını yaşamak ağacında görmek üzere konuya eğilişimin belirtileridir. Bu paralelde bir iki yazı daha yazdıktan sonra ülkemin ve çağımın edebiyat, sanat alanlarındaki olaylarına değgin yazılar yazmaya gidiyorum. Bu yazılarım için beni bağışlamayanları ben bağışlıyorum.
Konuya devam :
Ötelerden berilerden toplanmış derleme düşünce ve davranışları ben yaratım saymıyorum.
Alacalı-bulacalı, yanardöner, parlar-söner, yapıştırma pul-pul kişileri sanatta yorabileceğime inanmaktayım.
Gitgide mutsuz bir azınlık lekesi olmaya dönmüş yalınlık'ı sanatta savunmaya devam edeceğim. Bunun için de ilkin yaşamı savunacağım.. Onun içinde olayları, olayların içinde insanları izlemek ve bunları sevilmek önduyu ve öndüşüncesini taşımadan yapabilmek istiyorum.
Asıl güzeli, kendi dediklerimi kesin ve sert kaleme aldığımı gördüğüm halde, yüzde yüzden çok aşağı ölçülerde ancak yapabildiğimi de bilmemdir, şu ilk adımlarımda.
Eğer bir gerçek bulacaksam, acaba bunun ne kadarını söyleyebileceğim. Onu ben de merak ediyorum. Bunun için, sevmek ya da sevmemek ölçüsünü kendime koydum önceden. Bu ölçünün zor bir ölçü olduğunu bile bile..
Bazı iyiliklerin uyuşturuculuğuna karşı, bazı kötülüklerin yaratıcılığına parmak basa basa..
Sevgisiz beraberliklerin ormanlarında kaybolmuş, sevgi gülümseyişlerinde ışıldayan göz yaşlarını göstere göstere..
Kişiyi (sanatçıyı) toplumda gururlandırmak için.. Toplumu kişide (sanatçıda) aramak adına.. Küçük'e küçüksün derken küçültmeden ve küçülmeden. Büyük'e büyüklüğünü iletirken onun eteklerine ilişmeden., sokak çocuğuna karşı sokak çocuğu gibi.. Yalancıya duvar gibi.. Ben her işi yaparım değil, ben bu işi yapamam efendim demekle, adam gibi.. Her şeye evet değil, olumsuz oluşlara hayır der gibi.. 

29 Eylül 2012

Şiiri Şiirle Ölçmek - Şiir Üzerine Yazılar, Söyleşiler, Soruşturmalar - Edip Cansever

  Şiiri Şiirle Ölçmek, modern şiirimizin en özgün ve üretken şairlerinden biri olan Edip Cansever’in (1928-1986) bütün yazılarını, söyleşilerini ve soruşturma yanıtlarını ilk kez bir araya getiriyor. 

Cansever’in yazılarında, poetikasını belirleyen, yaşama ve şiire bakış açısını ortaya koyan, şiirini anlamamızı sağlayacak pek çok ipucu bulunur. Örneğin, Türk şiirinde az rastlanan “dramatik monolog” türünü neden tercih ettiğini göstermesi bakımından en önemli yazılarından biri olan “Şiiri Bölmek”te, Cansever, hep birilerine ya da bir şeylere uyum göstererek yaşadığımızı, sonuçta kişiliğimizi yitirdiğimizi vurgular. Ona göre, direnmekle çevreye uymak arasında şaşkına dönen ve çeşitli rollere bölünen bireyin şiirde hakkıyla temsili, şiirin de anlatıcılara bölünmesiyle, yani dramatik bir şiirle mümkündür. 

Okuyucu, “Düşüncenin Şiiri”, “Soyut Somut”, “Şiiri Şiirle Ölçmek”, “Tek Sesli Şiirden Çok Sesli Şiire” ve “Tragedya Üzerine Notlar” gibi yazılarda, ayrıca şaire yerinde soruların yöneltildiği söyleşilerde ve Erdal Öz’e yazdığı mektuplarda da Cansever şiirinin düşünsel temellerine açılan pek çok kapıyla karşılaşacaktır.

- - - - - -

"Yalnızlık, Yenilik ve Katılaşanlar Üzerine"   

İnsanın insandan başka dayanağı yok. Yalnızlık bile,başka insanların varlığı bilindikçe bir anlama kavuşuyor. Öyleyse bizim yalnızlık dediğimiz şey, bir kendini ayırmadan (tecrit etmeden) çok, kendine yönelme, kendini daha yakından inceleme yetisi olmalı. Buysa şiire çok yatkın bir durum; olup bitenlerin hesabını kendimizden sormak gibi bir şey...Örneğin biri bir kötülük mü yapıyor, o kötülüğü yapanı sonraya bırakırcasına kendimize kızmak, kendimizi suçlu bulmak erdemi gibi. 
 
Sevindirici bir olay, yaratıcı bir söz, yadsınmayacak bir güzellik için de aynı şey; ne varsa kendimizde oluşturuyoruz ilkin. Güzelin, çirkinin, iyinin, kötünün düşsel kahramanları olmak özümüzde var bizim.
 
Şair kısmı buna katılmadan, bu kahramanlığı sindirmeden edemiyor işte. Övgüye de yönelse yergiye de, karşısına çıkan ilk varlık “ben” oluyor. Böylece her şeyde kendine benzer bir şeyler bulduğu gibi,yazdığı şiirlerde de herkesin kendine benzer bir şeyler bulmasına alan hazırlıyor o. Bence böylesi bir yalnızlık çok doğal ve olumludur, övülmeye değer.  
 
Ama “ben”e sığınmaktan çok daha kolay olan bir durum daha var: Tanrıya sığınmak, her şeyi Tanrıdan bilmek! Oysa bu kısa yoldan erince kavuşmak, sorumluluğu üstümüzden atmak değil de nedir? Bir de din kavramını genişletin; çeşitli öğretilerin de sarsılmaz, değişmez bir dayanak olduğunu düşünün! O zaman insanı öteki yaratıklardan ayırdeden düşüncenin nasıl durduğunu, nasıl katılaşıp kolaylaştığını, yeniliklerin nasıl düşmanca izlendiğini görüp şaşıracaksınız.
 
Şiir yazıyorsanız marazi bir yalnızlıkla, düşünür yanınız ağır basıyorsa güçsüzlükle örneğin yurt yönetimiyle uğraşıyorsanız kötülükçülükle (hainlikle) suçlanacaksınız. Ama bu durumda bile serinkanlılığınız yok olmayacak. Çünkü siz şairseniz onları, onların yaşamlarını, yaşamlarındaki çıkmazları da anlıyor,değerlendiriyorsunuz demektir. 
 
Ne var ki serinkanlı olmak çatışmaktan kaçmak anlamına gelmesin. Neden mi? Düşüncenin durması demiştik. Düşüncenin durması demek,hayatın da durması demektir; yani çatışmanın yok olması...Bakışlarımızı şiire yöneltirsek, insan düşüncesinin durmadığını tanıtlayan belgelerden birinin de şiir olduğunu anlayıveririz hemen. Şairin yeniliksiz edemeyeceğini savunmak da işte bu yargıya bağlı. Öyle ki, başka varlıklarda olduğu gibi, şiirin de kendine özgü bir doğal-değişim kanunu vardır, demek yanlış olmaz.
 
Ayrıca yeniliği ne türlü ele alırsak alalım, bu şairin her zaman için bir çatışma durumunda olduğunu gösterir; yalnızlığı, çok yanlılığı oranında bir çatışma... 
 
Çünkü şiirde yenilik yapmak; bir yanlı kalmaya, bir yanlı düşünmeye, bu durumların da yarattığı bir yanlı saldırganlığa karşı çıkmak özelliğini taşır.
 
Şairi o bir türlü mistikler diyen adlandırabileceğimiz kişilerden ayıran özellik de budur sanırım. Ayrıca kişi karşı koymayı bilmedikçe şiir de bilmez. Ama burada şu da öne sürülebilir: Çeşitli öğretilere bağlı kurullar, o kurulların yönetmenleri de karşı koymuyorlar mı? Elbette!. Doğrusu bu mantık da hiç yanlış değil. Öylesine yanlış değil ki bir yerde onlara bile katılabilirsiniz. Ama katılamadığınız zaman da onlar gibi saldırgan olamazsınız, elinizden gelmez bu. Elinizden gelen doğrularınızı karşılaştırmak, bundan çıkaracağınız sonuca katlanmaktır. 
 
Gelgelelim onları bu us yoluna çekemezsiniz bir türlü. Onlar kendi kalıpları dışındaki her düşünceyi düşmanlık sayarlar; nerde, ne biçimde olursa olsun soysuz eğilimlerinizden, değerlilikten yoksun şiirler yazdığınızdan söz açarlar. 
 
Kısacası size yüklenmeden edemezler. Çünkü yapıtlarıyla onlara ilk ağızda karşı çıkanlar, gene de şairlerdir de ondan. Bu da onları öfkelendirmeye, düşmanlıklarını arttırmaya yeter.
 
Öfkeyse düşünceyi büsbütün durdurur; insanı kin ve tutku makinesi haline getirir. 
 
Anlaşmak, bu yoldan bir sonuca varmak olasılığı (ihtimali) kendiliğinden yok olur. Diyebilirim ki, şairler, o bir çeşit mistiklerden daha az düşsever, bir bakıma daha az coşkundurlar. Çünkü şiirin niteliğine kinle düşmanlık sızamaz; şiirin yapısından insan, ne türlü olursa olsun insan vardır da ondan. Bir de bütün bunların karşıtını, yani şair olarak durmadan övüldüğünüzü düşünün! Bu durumda sevinecek misiniz, yoksa yerinecek misiniz? 
 
Bana kalırsa, güzelliğin tanımını bulmuş gibi kendinizden ürkeceksiniz. 
 
Çünkü durmadan övülmek, çevrenizle, içinde bulunduğunuz toplumla ilişkiler kurmak değildir. Bana kalırsa bu, toplumda erimenin, toplum içinde kaybolmanın ta kendisidir. Üstelik sinmenizden pay çıkaracak olanlara sebepsiz bir rahatlık bağışlamaktır. Kısacası karşı koymayı beceremeyenlerin düştüğü bir çıkmazdır bu. Burada tarihsel bir saptamadan söz açmak istiyorum. 
 
Lessing, Yunanlılarla Troialılar arasındaki savaşta önemli bir nokta yakalamış, anlatıyor: “Birbirlerine düşman olan ordular, silahlarını bırakmışlar,ölülerini yakmakla uğraşıyorlar, ve bu esnada her iki taraf da sıcak gözyaşı döküyor. Yalnız Priamos Troialılarına ağlamayı yasak eder. 
 
Dacier (Fransız hellenist ve latinisti),fazla yumuşayacaklarından ve ertesi sabah savaş için fazla cesaret gösteremeyeceklerinden kaygılanıp ağlamayı yasak ettiğini söyler. Peki, ama soralım: Neden sadece Priamos bundan kaygılansın? Neden Agamemnon da Yunanlılarına aynı yasağı koymasın. Şair daha derin düşünüyor: O, bize sadece yetişmiş olan Yunanlıların hem ağlayıp hem de cesaret gösterebileceklerini, yetişmemiş olan Troialıların ise cesur olabilmek için önceden her türlü beşerî duyguyu içlerinde boğmaları gerektiğini öğretmek istiyor.” Görüldüğü gibi, Troialıların durumu övünülecek bir durum değil. 
 
Yunanlılara gelince, onlar olgunluğun, yetişkinliğin,bilgece davranışın örneğini veriyorlar, Yunan toplumuna özgü bir değerlilik bu. Şairin davranışı da Yunanlıların davranışından farklı değil. O da düşüncelerinin, varmak istediği güzelliğin savaşını yapıyor bir yandan. Yapıyor ama hoşgörüden ayrılmayarak, düşmanlığa boş vererek yapıyor. 
 
Bu arada insanlığından en ufak bir şey olsun yitirmiyor; acılarını, mutsuzluklarını,korkularını, kısacası insansı zayıflıklarını saklamadan yürüyor yolunda. Karşındakini düşman bellemeyerekten savaşmanın erdemini düşünün! Öyle sanıyorum ki, bizi savaşsızlığa, gerçek güzelliğe götürecek olan tek yol da budur.

16.05.1960,Yeditepe

28 Eylül 2012

Aldous Huxley - Cesur Yeni Dünya

Cesuryenidunya.jpg

Cesur Yeni Dünya, Aldous Huxley'in bir romanı, magnum opus'udur. Brave New World romanın özgün adıdır. Sheakespeare'in zamanında "brave" kelimesi "güzel" anlamına geliyordu, yani kitap'ın asıl manası "Güzel Yeni Dünya" dır. Romanın kurgusu Londra'da 26. yüzyılda geçmektedir ve distopik bir atmosfer mevcuttur. 
 
Romanda üreme teknolojisi, öjenik ve hipnopedi (uykuda öğretim) sayesinde toplum değiştirilmiştir. Aslında tanımlanan dünya bir ütopya olarak da gözükebilir, fakat ironik bir ütopya; zira insanlık sağlıklı, teknolojik açıdan gelişmiş, savaşlar ve yoksulluk yok edilmiştir; tüm ırkların eşit olduğu ve herkesin mutlak olarak mutlu olduğu bir dünya vardır. Fakat, ironik biçimde, tüm bu gelişmeler birey için çok önemli olan birçok değerin yok edilmesi, kaldırılması ile başarılmıştır; aile, kültürel çeşitlilik, sanat, edebiyat ve felsefe artık yoktur. Yeni Dünya'da tanrı Ford'dur. Ayrıca salt zevki önüne gelenle seks yapmada ve vücutta yan etkileri en aza indirilmiş bir uyuşturucu olan soma kullanmada bulan toplum hazcı (hedonistik) bir topluma dönüşmüştür. Romanın ismi, Shakespeare'in Fırtına isimli eserinden, perde V, sahne I'deki Miranda'nın konuşmasından alınmıştır: 
 
“ O wonder! How many goodly creatures are there here! How beauteous mankind is! O brave new world, That has such people in't! „ 
 
Türkçe çevirisi: 
“ Bu kadar bunca yakışıklı varlık varıp gelmiş buraya 
Ne güzel şeymiş meğer insanlık 
Böyle dünyalıları olan 
Yaşasın bu yaman, bu cesur yeni dünya „ 
 
Çeviri : Can Yücel


M. Luther King " Yaşamımız önem verdiğimiz olaylara karşı sessiz kaldığımız gün son bulmaya başlar. "




27 Eylül 2012

Jiddu Krishnamurti 'Siz Her Şeysiniz ! Ve anlamak , değişimdir ! '

Burada öğretmen yok, öğrenci yok, lider yok, yol gösterici yok, efendi yok, kurtarıcı yok. Kendiniz için öğretmensiniz ve öğrencisiniz ; efendi, yol gösterici, lider sizsiniz. Siz Her Şeysiniz ! Ve anlamak , değişimdir !

24 Eylül 2012

Chuck Palahniuk - Tıkanma


“Eğer bu kitabı okumaya niyetliyseniz vazgeçin. Kendinizi kurtarın. Televizyonda mutlaka daha iyi bir şeyler vardır.

Burada anlattığım şeyler önce sizi kızdıracak. Sonra her şey daha da kötü olacak” uyarısı ile başlayan bir roman elinizdeki...

Bütün dünyada büyük ilgi gören Dövüş Kulübü’nün yazarından, annelerle oğulları arasındaki sevgi ve didişmeye, seksin bağımlılık yaratma gücüne, yaşlanmanın dehşetine ve Amerikan rüyasının arka sokaklarına dair bir kitap Tıkanma...

Tıp Fakültesi’nden atılan Victor Mancini para kazanmak için şöyle bir yol tutturmuştur: Lokantalarda boğazına takılan yiyecekle boğulma numarası yapmakta, kurtaran kişinin kendisinden sorumlu olmasını sağlamaktadır. Böylece, kurtaran kahramanlaşmakta, sıkıcı hayatının bir anlamı, arkadaşlarına gurur duyarak anlatacağı bir hikâyesi olmakta, hayatını kurtardığı kişiden daha sonra da kendini sorumlu hissederek, ona sık sık yardım etmektedir. Bir tür “sürekli kahramanlık” hali...

 

"İnsanlar dünyanın güvenli ve düzenli bir yer olması için yıllarca çalışırlardı. Ama hiç kimse bunun ne kadar sıkıcı olabileceğinin farkında değildi. Bütün dünyanın parsellendiğini, hız limitleri konduğunu, bölümlere ayrıldığını, vergilendirildiğini ve düzenlendiğini; bütün insanların sınavlardan geçirildiğini, fişlendiğini, nerede oturduğunun, ne yaptığının kaydının tutulduğunu düşünün. Hiç kimseye macera yaşayacak bir alan kalmazdı, satın alınabilenler hariç. Lunaparka gitmek gibi. Film izlemek gibi. Ama bunlar yine de sahte heyecanlardı. Dinozorların çocukları yemeyeceğini bilirsiniz. Büyük bir sahte afetin olma şansı bile oy çoğunluğuyla ortadan kaldırılırdı. Gerçek afet veya risk ihtimali olmadığından, gerçek kurtuluş şansı da ortadan kalkmış oldu. Gerçek mutluluk yok. Gerçek heyecan yok. Eğlence, keşif, buluş yok. Bizi koruyan kanunlar aslında bizi can sıkıntısına mahkum etmekten başka bir işe yaramazlar. Gerçek karmaşaya ulaşamadığımız sürece, asla gerçekten huzurlu olamayacağız. Her şey berbat bir hal almadığı sürece, yoluna da girmeyecek."

Sokrates "Dürüst bir insan daima çocuk kalır."



Edip Cansever Seçme Sözler

 
- Bazen arkana bile bakmadan gitmek istersin. 
Öyle her şeyi bırakmana falan da gerek yok. 
Anıları bırakabilsen yeter.
                                                                                                                    
- Bu yüreğe bu kadar acı fazla dersin bazen kendine ama hata bizde. 
Küçücük bir yürekle kocaman sevmek ne haddimize.

- Ve mutluluk bir kibrit çöpü. 
Artık ne kadar yanarsa...

- Yani yaşıyor olmak.. 
Yaşamakla bağdaşmaz bazen.

- Otursak bir akşam üzeri
 Sen bana hiç bilmediğim bir hikaye anlatsan.
 Bildiğim bir hikaye de anlatsan ben bilmezden gelirim, söz !…

 - Bir papatya ne kadar uzağı görebilirse
 O kadar yakın kalplerimiz birbirine…

- Bazen diyorum ki onu kafama takmamalıyım. 
Sonra da diyorum ki; önce kalbimden atmalıyım.

- Ama o geçerken ne yalan söyleyeyim; şuramda bir ağrı duydum.

- Ah bu nisan yağmurları, 
Hüznünü kaybetmiş çocuklar gibi şaşkın.

- Bu aralar ellerim hep üşür benim. Doktor kansızlık der, ben sensizlik derim.

- Gökyüzü gibi çocukluk, hiçbir yere gitmiyor.

- Sanki hiç bir şey uyaramaz içimdeki sessizliği, ne söz ne kelime, ne hiçbir şey.

- Hiç gitmeyecekmiş gibi sevenler,
  Hiç sevmemiş gibi gittiler.


- Öyle bir çık ki karşıma her baktığımda ilk defa görüyormuşum gibi, az kalsın ölüyormuşum gibi hissedeyim seni.

- Biliyorsunuz ya bir ağrısı vardır gitmenin
Nereye, ama nereye olursa gitmenin
Hüzünle karışık bir ağrısı.

- Hava soğudu,
Kasımın son günleri
Kar yağacak;
Bembeyaz olacak unutulmuşluğum...

- Kısaca söyleyeyim; anlamak yordu beni.

- Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu

Kimi seviyordu kimi sevmiyordu.

- İnsanın insandan aldığı bütün yaraların merhemi insandadır diyorum sana.

- Bana kalbimdesin deme! Bilirsin, kalabalık yerleri sevmem.


Hüzünlü Gezinti Güvertesi - Birhan Keskin

 I
Kimbilir hangi ürkek mevsimi alırsın
gizlice odalara,
saçların balkonları terk edeli kimbilir
ne kadar olmuştur?
-annene göstermeden aşağı akardı saçların
kaç kez eksilip çoğalırsın dişlerini fırçalamayı
ezbere bildiğin günlerde…
 
Mor bir kedi geceyi sıyırarak geçiyordur
kuyruğunda teneke yıldızlar
düşlerinle buluşurken lanetli aynalarda
söylesene hangi ürkek mevsimi alırsın
gizlice odalara…
 
Ne gece yer rüşveti ne ben
Söz! Annene söylemem…
 
II
Yüzüm
hangi dağa baksam
içinde öfkelerinden habersiz
korkunç atlar gezdiren
bu sessiz, yıldızsız.
Yüzüm
hangi yola çıksam
bu yetim avlusu, bu ateş
bu ağlamaklı şey.
 
III
Hiç gürbüz
hiç pembe yanaklı
sayfalarımız olmadı mı bizim?
Biz hiç mavi kalacak bir mevsime
çıkmamış mıydık yorgun yokuşlardan
kışın?
 
Kendiliğinden gelen sözcüklerin misafirliğini
ne çok severdin,
Nasılsın…
Bugünlerde ben iyi gibiyim
yorgun gri kaideler arasında
hüzünlü bir yeşilim,
Ya sen…
Sen… Nasılsın?
Göğsündeki ağrılar nasıl?
İyi misin?
 
IV
Ben hangi kelimeye açsam ağzımı
Ben hangi kelimeyi nereye koysam
Bir sonbahar konaklar sesimde.

 
Ben hangi kelimeyle girsem akşama
Ben hangi kelimeyle nereye gitsem
Yokluğunun renginde depremler düşer boynuma.
 
Ben hangi yaprağın ince hüznüyüm
Sen hangi sersem haydut…

Belki Yine Gelirim - Ahmet Telli

  
Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir

Her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü
Bir gök gürlese bari diyorum, bir sağnak patlasa
Bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse
Ama bir tufan az mı gelir yoksa yine de
Yırtılan ve parçalanan bir şeyler olmalı mutlaka
Hiç durmadan yırtılan ve parçalanan bir şeyler.

Oysa ne kadar sakin bu sokaklar ve bu kent
Ne kadar dingin görünüyor bana şimdi gökyüzü

Gidenler nerde kaldılar, özledim gülüşlerini
Bir kenti güzelleştiren yalnız onlardı sanki

Onlardı çocuklara ve aşka ölesiye bağlanan
Kadınları güzelleştiren herhalde onlardı
"Tükürsem cinayet sayılır" diyordu birisi
Tükürsek cinayet sayılıyor artık
Ama nerede kaldılar, özledim gülüşlerini onların

Uzun uzun bakıyorum kıvrılan sokaklara
Tek yaprak bile kıpırdamıyor nedense

Ve tek tek söndürüyor ışıklarını varoşlar
Alnımı kırık bir cama yaslıyorum, kanıyor
Kanımın pıhtılarında güllerin serinliği
Ve fakat bir cellat gibi yetişiyor pusudaki
Dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

Yaşamak neleri öğretiyor, düşünüyorum
Okuduğum bütün kitaplar paramparça
Çıkıp dolaşıyorum akşamüstleri bir başıma
Bir uçtan bir uca yalnızlıklar oluyor kent
Bulvar kahvelerinin önünden geçiyorum
Sarmaşık aydınlar, arabesk hüzünler
Bir gazete sayfasında sereserpe bir yosma

Sesler gittikçe azalıyor, kuşlar azalıyor
Ve ne zaman yolum düşse vurulduğun yere
Kızgın bir halka oluyor boynumda o sokak
Hüznü yalnız atlarımız duyuyor artık
Biz çoktan unutmuşuz böyle şeyleri
Ama içimde bir sırtlanın dalgın duruşu
Ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

İçimde zaptedilmez bir kırma isteği
Dizginlerini koparan bir at sanki bu
Soluk soluğa kalıyorum her sonbahar
Ve sevgilim ne zaman hoşgörülü olsa
Bir yolculuk düşüyor aklıma, gidiyorum
Bütün gençliğim böylece geçip gitti işte
Ama hala bir şeyler var vazgeçemediğim

Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa
Bir gün gelirsek hangi kent güzelleşmez
Şiirlerim bir dostun vurulduğu yerde yakıldı
Geri almıyorum külleri yangınlar çıksın diye
Devriyeler çıkart şimdi, bütün ışıklarını söndür
Sorduğum hiçbir soruyu geri almıyorum ey sokak
Ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
Bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
Bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem
Oysa ne kadar sakin sokaklar, bu kent ve bütün yeryüzü
İpince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne
Sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz
Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün...


Etki Ve Tepki - Charles Bukowski

 

En iyilerimizin sonu genellikle kendi ellerinden olur sırf uzaklaşmak için,
ve geride kalanlar birinin onlardan uzaklaşmayı neden isteyebileceğini
bir türlü tam olarak anlayamazlar. 

 

20 Eylül 2012

Oğuz Atay "İnsancıklar"


Bana öyle geliyor ki biz çocuk kalmış bir milletiz ve daha olayları ve dünyayı, mucizelere bağlı “myth”lere bağlı bir şekilde yorumluyoruz en ciddi biçimde bir biçimde. Aklı başında bir Batılının gülerek karşılayacağı ve bize ölesiye ciddi gelen bir şekilde.- Bir başka nokta daha: Öyle bir yarım yamalaklığımız var ki, bizim dramımız, trajedimiz, akıl almaz bir biçimde gelişiyor. Ayrıca, bir trajedinin içinde olduğumuzun farkında bile değiliz. Çok güzel yaşayıp gittiğimizi sanıyoruz. İktidardaki adamlar da, bu sanıyı bütün millet adına dile getiriyorlar. Birkaç aydın dışında bunu anlayan yok gibi. O aydınlar da, sosyal bir takım sözler ediyorlar. Piskolojik yönü boş kalıyor bu meselenin. İnsanlarımız, bu kötü yaşantıyı dile getirmenin, “muhalefet yapmak” olduğunu sanıyor bir bakıma. Aslında bir yanlış anlama olduğu halde, anlaşıp gidiyorlar.  Bir “mış gibi yapmak” tutturmuşlar; arabalar yürüyor ya, ekmek yapılıyor ya, iyi kötü suyumuz geliyor ya.. mesele yok. Bir taklit yapıyoruz ve Batı’ya bile kabul ettirdiğimiz anlar oluyor. (Bir futbol maçında yeniveriyoruz onları) Ya çocuksu gururumuz! Beğenilmezsek hemen alınıyoruz. Batılılara iftiralar ederek kendimizi temize çıkarmak için didiniyoruz. İyi aile çocukları arasında, onlara çamur atan mahalle çocuğu gibiyiz… 

"Günlük"
 
 

19 Eylül 2012

Gizli Dünya Devleti - Gary Allen

 
Dünyayı Kimler Yönetiyor

"Ben bu kitapta; dünya siyasetinde cereyan eden ve hayatımızı şekillendiren pek çok şeyin birilerince öyle planlandığı için meydana geldiğini, ispat etmek istiyorum." diyerek yola çıkmıştır ve büyük ölçüde başarmıştır.

Meşhur İngiliz politikacı Rothschild'in yakın adamı, Yahudi asıllı Benjamin Disraeli de bir yakınına: "Görüyorsunuz ya, bütün dünya sahnede görünmeyen perde arkasındaki güçler tarafından yönetilmektedir." şeklinde yazmaktadır.

27-1-1965 tarihli UPI haberine göre, Latin Kilisesi Cizvit Tarikatı başpapazı Peder Pedro Arrupe, kilise kurultayında şunları açıklamıştı: "Masonluk denen tanrısız teşkilatlar eliyle, dünya hâkimiyetini amaçlayan Siyonistler çok ince dokunmuş bir strateji takip ederek; Finans kurumlarından kitle iletişim araçlarına, uluslararası kuruluşlardan din adamlarına, maalesef neredeyse tam bir hâkimiyet oluşturmuşlardır."

"Komünizm de, kapitalizm gibi bu şeytani komplonun bir koludur ve Moskova-Pekin çıkışlı değil, merkezi Paris, Londra ve Newyork'ta bulunan malum ve melun güçlerin bir uzantısıdır."

Ve yine meşhur İngiliz Başbakanı Churchill şu itirafta bulunmaktadır: "Dünyada çok kapsamlı bir olayın yaşandığını ve çok ince hesaplı bir planın yapıldığını ve bizlerinde bu senaryoda sadece sadık bir uşak olarak hizmet edeceğimizi göremeyen kör ve ahmaktır."

Bütün bunlardan sonra bugünkü dünyayı şekillendiren ve yöneten Siyonist şeytani organizenin, yani Gizli Dünya Devletinin, hala bir komplo teorisi ve hayali bir korku üretisi olduğunu söyleyenler, evet Churchill'in doğru tespitiyle: Ya gelişmeleri anlama ve yorumlama yetenekleri körelmiş bir ahmaktır veya bunları bile bile gizleyen bir haindir.

Gizli Dünya Devletinin yapılanması, Doların üzerindeki "Piramit"le gösterilen şekilde şöyledir:

A) Her şeyi gözetleyen ve denetleyen göz: Şeytan ve şebekesi

B) Şeytanla ilişki kuran Kabalist kâhinlerden seçilmiş ve özel sırlarına vakıf 3 haham komitesi

C) 13'ler, 33'ler, 70'ler ve 300'ler meclisini oluşturan üst sınıf Hahamlar konseyidir. (Sanhadrin) Bunların hepsi büyü bilmektedir.

D) Sanhadrin Hahamlarınca tayin edilip dünyayı yönetmekle görevlendirilen 70 kişilik yeminli Siyonist-Yahudi yönetici ekibi. Amerika'nın patronu Rockefeller ve başta İngiltere, bütün Avrupa'nın baronu Rothcshild aileleri bunlara dâhildir. Buraya kadar olan bütün Siyonist kişiler ve ekipler tamamen gizlidir, dışarıda başka sıfat ve statülerle bilinmektedirler.

E) B'NAİ B'RITH ve Bilderberg gibi, yüzü görünen ama özü gizlenen GDD'nin gizli hükümetleri

F) Mason Locaları
Büyük Şak Locası (Fransa)
Komünizm Locası (Rusya)
İskoç Locası (İngiltere)
York Locası (Almanya)
 

G) Hayır ve hizmet kurumu diye yutturulan ama Masonluğa hazırlık yapan, yani Masonluğun ilk ve orta eğitimi sayılan Rotary ve Lions kulüpleri

H) Masonlarla resmi ve organik bağı olmayan ama onlar hesabına çalışan siyasi partiler, sivil örgütler ve dini cemaatler ( Mavi Localar)

I) Masonik ve Siyonist amaçlar için toplumu hazırlayan, köşe yazarı, sanatçı, din adamı, üniversite hocası, ticaret ve şirket erbabı gibi önlüksüz Masonlar ve ılımlı insanlar

J) Bütün insanlık ( potansiyel hizmetçiler ve köleler)

KABALA: Siyonist Yahudilerin Gizli Dünya Devleti, Büyük İsrail hayali ve Masonik örgütlenmeleri: Şeytan ve cinlerle ilişkiye giren, büyü ve kehanet gibi gizli öğretilere göre hareket eden Hahamların asırlar boyu birbirine aktararak, korudukları şifreli sırlara ve şeytani esaslara, kabala denir.

Çok gizli ve şifreli kabbalist sırlar, piramitte gösterilen 3 Haham tarafından bilinir, biri ölünce yerine geçene öğretilir.

TALMUD: Kabbalist Hahamların Tevrat'taki ayetleri değiştirerek ve bazılarını bir araya getirerek, Yahudilerin Dünya Hâkimiyeti anayasası olarak hazırladıkları bir nevi Tevrat tefsidir.

Seçkin ve üstün ırk oldukları ve mutlaka dünyaya hâkim olacakları, Siyonist Yahudilerin ve uşakları Evangelic'lerin sapık inancı ve amacıdır.

İsrail'in eski Cumhurbaşkanı Ben Gorion 6 Şubat 1962 tarihli Look Magazin'deki demecinde:

"Bütün dünya merkezi Kudüs olacak yeni bir Birleşmiş Milletlerin, Federatif bir üyesi haline gelecek, bütün ordular feshedilecek ve böylece Yeni Dünya Düzeni gerçekleşecektir." iddiasında bulunmaktadır.

17 Şubat 1959 da ABD senatosunda konuşan Siyonist James Warurg: "Sevseniz de sevmeseniz de, zorla veya antlaşmayla, ama mutlaka bir Dünya Devletine kavuşacağız" şeklindeki planlarını açıklamıştır.

Yine meşhur Siyonistlerden H. Mendlovit: "Bir Dünya Hükümeti kurulacağı kesindir. Sorun bunun ne şekilde gerçekleşeceğidir. Savaşla mı yoksa dünya ülkelerinin gönüllü katılımıyla mı?" tehdidini savurmaktadır.

Siyonist Yahudi sermayesinin sömürüp sağdığı ve ordularına kadar hizmetinde kullandığı ABD'nin Rockefeller gibi 10 Yahudi ailesine olan devlet borcu 10 trilyon doları aşmıştır. Bunun sadece yıllık faizi 1 trilyon dolardır. Bütün bu paralar Gizli Dünya Devleti'nin bütçesini oluşturmaktadır. Yani Siyonizm'in yıkılmasından en karlı çıkacak ülke Amerika'dır.

Gizli Dünya Devleti,
Her yıl yeşil kâğıt olan ve karşılıksız basılan dolarla, bütün dünyanın sırtından 
1 trilyon dolar
Tahvil dedikleri sarı kâğıtlarla 1 trilyon dolar
Rezerv denen beyaz kâğıtlarla 1 trilyon dolar
Kendilerinin çıkardığı ekonomik krizler ve borsa dalgalanmalarıyla da yine 1 trilyon dolar olmak üzere 4 trilyon dolardan fazla havadan para kazanmakta ve bütün bu korkunç sermaye İsrail'in dünya hâkimiyeti için harcanmaktadır.
1967 Ağustosunda Kuzey Amerika Gazeteciler Birliği'nin yayımladığı bir makaleye göre Siyonist Rockefeller'in bu efsanevi sermayelerine rağmen, devlete ödediği vergi, sadece "685" dolardır.

IMF ve Dünya Bankası yoluyla bütün ülkeleri borç batağına sokup kendilerine mahkûm ve mecbur hale koyan, "Şeytanın, ilahi laboratuardan çaldığı nükleer sırları, halifesi hahamlara ve Yahudi ilim adamlarına öğretmesiyle" geliştirdikleri atom bombaları ve nükleer silahlarla korkunç bir güç kazanan bu Siyonist canavarlar, Japonya'nın Hiroşima ve Nagasaki kentlerine attıkları bombalarla yüz binleri katletmişler, Vietnam'da 50 bin Amerikan askerini ve yüz binlerce yerli sivili ölüme sürüklemişler, Afganistan ve Irak'ı işgal edip milyonlarca Müslüman'ı vahşice öldürmüşler ve okyanuslardaki nükleer denemeler ve tektonik tetiklemelerle büyük depremlere ve Tsunami felaketlerine sebep olmuşlardır.

Tüm dünyayı medya marifetiyle sınırsız bir ahlaksızlığın ve çeşitli hastalıkların girdabına sokan Siyonist güçler, bütün bunları şeytanın dünya hakimiyeti adına yapmaktadırlar.

Eski ABD Genelkurmay Başkanlarından Thomas Moorer şu itirafta bulunmaktadır:  
 
"Şimdiye kadar hiçbir ABD Başkanının İsrail'e karşı koyduğunu ve Amerikan çıkarlarını koruduğunu görmedim. İsrail, her zaman istediğini elde etmiştir. Eğer ABD halkı, İsrail'in ABD yönetimindeki ve ekonomisindeki etkilerini bilselerdi, hemen ayaklanacaklarından eminim. Ama maalesef, milletimiz neler döndüğünü bilmemektedir."

Kitap Açıklaması:

300 e yakın Batılı ilim Adamının yapmış olduğu dünya çapındaki çok geniş ve ciddi araştırmaları sonucu kaleme aldıkları rapor, makale ve eserlerinden yararlanarak, hazırlamış olduğumuz bu eser, yeryüzünde yaşayan altı milyarı aşkın insanı yakından ilgilendiriyor.


Çünkü bu eser;
- Korkunç bir kabus gibi insanlığı kıskıvrak yakalamakta olan büyük bir tehlikeyi haber veriyor.


- Zulüm ve sömürü düzeni ile insanların kanını emen gizli bir teşkilatı gün yüzüne çıkarıyor.


- Gözlerini madde hırsı bürümüş olan bir avuç insan tarafından kurulan ve ülkeleri tahakkümü altına almaya çalışan Gizli Dünya Devletinin korkunç planlarını ortaya koyuyor.


- ülkelerin iktisadi, askeri ve siyasi açıdan çöküşlerine sebep olmaktan büyük zevk alan sinsi düşünceli insanların; beyinlerini yıkayarak yeryüzüne dağıttıkları ve faaliyetlerini yakın takibe aldıkları temsilcilerinin isim ve ünvanlarını açıklıyor.


- Dünya hakimiyetini tesis etmeye çalışan bu güçlerin, iğrenç emellerini, gerçekleştirirken şeytana bile taş çıkartacak şekilde nasıl planlı ve örgün çalıştığını belgeleriyle açıklıyor.


- Korkunç planlarını uygularken, perde arkasından sahnedeki oyuncuyu yönlendiren süflör misali bazı devlet adamlarını ve bürokratları nasıl sevk ve idare ettiğini bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.


- ABD ye borç para verip karşılığında astronomik ölçüde faiz almak suretiyle Amerikan halkını dahi sömüren, süper devletlerin de üstünde yer alan Gizli Dünya Devletinin dünya çapında nasıl örgütlendiğini anlatıyor.


Elinizdeki bu eserin her sayfasını okudukça şaşkınlık ve ürpertiniz kat kat artacak, eserin önemini daha da yakından kavrayacaksınız.


Bu eseri dikkatle okumanızı: sonra da eşinize, çocuklarınıza, torunlarınıza, yakınlarınıza ve çevrenizdeki insanlara mutlaka okutmanızı tavsiye ediyor.
Saygılarımızla
(Arka Kapak)

tumkitaplar.com


18 Eylül 2012

Yürüyen Köşk Hikayesi Atatürk



Yürüyen Köşk Yalova - YouTube

 

 Tekneyle kıyıya çıkıp ağacın gölgesinde oturan Atatürk, çınarın yanına kendisi için küçük bir ev yapılmasını ister. 

... Böylece köşk yıkılmaktan, ağaç dalı da kesilmekten kurtulur. Çevre bilinçlenmesi konusunda bir ilk teşkil eden bu olaydan sonra yapının adı “Yürüyen Köşk” olur.

     TIK

Yürüyen Köşk

                        
 
Atatürk, 21 Ağustos 1929 tarihinde İstanbul’dan Bursa’ya gitmek üzere yola çıkar. Ertuğrul yatıyla Yalova açıklarından geçerken sahilde gördüğü ulu çınar O’nu çok etkiler. Tekneyle kıyıya çıkıp ağacın gölgesinde oturan Atatürk, çınarın yanına kendisi için küçük bir ev yapılmasını ister. Ahşap iki katlı bu ev 22 günde yapılarak 12 Eylül 1929’da tamamlanır.

Tam  bir yıl sonra  1930 yılının yaz aylarında Atatürk  Millet Çiftliği’ndeki köşküne gelir. Köşkün hemen yanındaki ulu çınar ağacının dallarını kesmeye çalışan bir bahçıvan ile karşılaşır. Ağacın dallarının binanın çatısına ve duvarına dayandığını öğrenen Atatürk o meşhur emrini verir “Dal kesilmeyecek Köşk kaydırılacak! ” 

Bu emir üzerine 8 Ağustos 1930 tarihinde İstanbul Fen İşleri Yollar ve Köprüler Şubesi nden gelen mimar  ve mühendis  ekipler  tarafından başlatılan çalışma ile köşkün etrafı temel seviyesine kadar kazılır ve temelin altına tramvay rayları yerleştirilir.  Öncelikle köşkün teras bölümü bir günde kaydırılır, geri kalan iki gün içinde de ana binanın raylar üzerinde yürütülmesi işlemi tamamlanır ve bina 4.80 m. kadar doğuya kaydırılır. Böylece köşk yıkılmaktan, ağaç dalı da kesilmekten kurtulur. Çevre bilinçlenmesi konusunda bir  ilk teşkil eden bu olaydan sonra yapının adı “Yürüyen Köşk” olur. Mustafa Kemal  Atatürk, dönemin önemli Türk  ve yabancı devlet adamlarını burada ağırlamış, Türkiye’nin siyasi ve toplumsal tarihine yön verecek  önemli kararlarını yine bu köşkte almıştır. Atatürk köşke 1930-1937 yılları arasında aralıklarla gelip gitmiştir.

Köşk, Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 12.07.1980 gün ve 12238 sayılı kararı ile korunması gerekli Kültür ve Tabiat Varlıkları arasında sayılmış ve tescili yapılmıştır. Köşkün yürütülmesine sebep olan tescilli Çınar Ağacı hakkında 2015 yılında hazırlanan rapor neticesinde Doğu Çınarı (Plantanus Oriantalis) türündeki ağaç 390 yaşında ve sağlıklı olarak raporlanmıştır 
Köşk 2006 yılında restorasyonu yapılarak halkın ziyaretine açılan köşk bugün Yalova’nın en gözde mekanı durumundadır. Köşkü yılda yaklaşık 50 bin kişi ziyaret etmektedir.