Bir kelimeye bin anlam yüklediğim zaman sana sesleneceğim
30 Eylül 2012
Özdemir Asaf 'Sevmek ya da Sevmemek'
Bir kelimeye bin anlam yüklediğim zaman sana sesleneceğim
29 Eylül 2012
Şiiri Şiirle Ölçmek - Şiir Üzerine Yazılar, Söyleşiler, Soruşturmalar - Edip Cansever
Cansever’in yazılarında, poetikasını belirleyen, yaşama ve şiire bakış açısını ortaya koyan, şiirini anlamamızı sağlayacak pek çok ipucu bulunur. Örneğin, Türk şiirinde az rastlanan “dramatik monolog” türünü neden tercih ettiğini göstermesi bakımından en önemli yazılarından biri olan “Şiiri Bölmek”te, Cansever, hep birilerine ya da bir şeylere uyum göstererek yaşadığımızı, sonuçta kişiliğimizi yitirdiğimizi vurgular. Ona göre, direnmekle çevreye uymak arasında şaşkına dönen ve çeşitli rollere bölünen bireyin şiirde hakkıyla temsili, şiirin de anlatıcılara bölünmesiyle, yani dramatik bir şiirle mümkündür.
Okuyucu, “Düşüncenin Şiiri”, “Soyut Somut”, “Şiiri Şiirle Ölçmek”, “Tek Sesli Şiirden Çok Sesli Şiire” ve “Tragedya Üzerine Notlar” gibi yazılarda, ayrıca şaire yerinde soruların yöneltildiği söyleşilerde ve Erdal Öz’e yazdığı mektuplarda da Cansever şiirinin düşünsel temellerine açılan pek çok kapıyla karşılaşacaktır.
- - - - - -
"Yalnızlık, Yenilik ve Katılaşanlar Üzerine"
Sevindirici bir olay, yaratıcı bir söz, yadsınmayacak bir güzellik için de aynı şey; ne varsa kendimizde oluşturuyoruz ilkin. Güzelin, çirkinin, iyinin, kötünün düşsel kahramanları olmak özümüzde var bizim.
Şair kısmı buna katılmadan, bu kahramanlığı sindirmeden edemiyor işte. Övgüye de yönelse yergiye de, karşısına çıkan ilk varlık “ben” oluyor. Böylece her şeyde kendine benzer bir şeyler bulduğu gibi,yazdığı şiirlerde de herkesin kendine benzer bir şeyler bulmasına alan hazırlıyor o. Bence böylesi bir yalnızlık çok doğal ve olumludur, övülmeye değer.
Ama “ben”e sığınmaktan çok daha kolay olan bir durum daha var: Tanrıya sığınmak, her şeyi Tanrıdan bilmek! Oysa bu kısa yoldan erince kavuşmak, sorumluluğu üstümüzden atmak değil de nedir? Bir de din kavramını genişletin; çeşitli öğretilerin de sarsılmaz, değişmez bir dayanak olduğunu düşünün! O zaman insanı öteki yaratıklardan ayırdeden düşüncenin nasıl durduğunu, nasıl katılaşıp kolaylaştığını, yeniliklerin nasıl düşmanca izlendiğini görüp şaşıracaksınız.
Şiir yazıyorsanız marazi bir yalnızlıkla, düşünür yanınız ağır basıyorsa güçsüzlükle örneğin yurt yönetimiyle uğraşıyorsanız kötülükçülükle (hainlikle) suçlanacaksınız. Ama bu durumda bile serinkanlılığınız yok olmayacak. Çünkü siz şairseniz onları, onların yaşamlarını, yaşamlarındaki çıkmazları da anlıyor,değerlendiriyorsunuz demektir.
Ne var ki serinkanlı olmak çatışmaktan kaçmak anlamına gelmesin. Neden mi? Düşüncenin durması demiştik. Düşüncenin durması demek,hayatın da durması demektir; yani çatışmanın yok olması...Bakışlarımızı şiire yöneltirsek, insan düşüncesinin durmadığını tanıtlayan belgelerden birinin de şiir olduğunu anlayıveririz hemen. Şairin yeniliksiz edemeyeceğini savunmak da işte bu yargıya bağlı. Öyle ki, başka varlıklarda olduğu gibi, şiirin de kendine özgü bir doğal-değişim kanunu vardır, demek yanlış olmaz.
Ayrıca yeniliği ne türlü ele alırsak alalım, bu şairin her zaman için bir çatışma durumunda olduğunu gösterir; yalnızlığı, çok yanlılığı oranında bir çatışma...
Çünkü şiirde yenilik yapmak; bir yanlı kalmaya, bir yanlı düşünmeye, bu durumların da yarattığı bir yanlı saldırganlığa karşı çıkmak özelliğini taşır.
Şairi o bir türlü mistikler diyen adlandırabileceğimiz kişilerden ayıran özellik de budur sanırım. Ayrıca kişi karşı koymayı bilmedikçe şiir de bilmez. Ama burada şu da öne sürülebilir: Çeşitli öğretilere bağlı kurullar, o kurulların yönetmenleri de karşı koymuyorlar mı? Elbette!. Doğrusu bu mantık da hiç yanlış değil. Öylesine yanlış değil ki bir yerde onlara bile katılabilirsiniz. Ama katılamadığınız zaman da onlar gibi saldırgan olamazsınız, elinizden gelmez bu. Elinizden gelen doğrularınızı karşılaştırmak, bundan çıkaracağınız sonuca katlanmaktır.
Gelgelelim onları bu us yoluna çekemezsiniz bir türlü. Onlar kendi kalıpları dışındaki her düşünceyi düşmanlık sayarlar; nerde, ne biçimde olursa olsun soysuz eğilimlerinizden, değerlilikten yoksun şiirler yazdığınızdan söz açarlar.
Kısacası size yüklenmeden edemezler. Çünkü yapıtlarıyla onlara ilk ağızda karşı çıkanlar, gene de şairlerdir de ondan. Bu da onları öfkelendirmeye, düşmanlıklarını arttırmaya yeter.
Öfkeyse düşünceyi büsbütün durdurur; insanı kin ve tutku makinesi haline getirir.
Anlaşmak, bu yoldan bir sonuca varmak olasılığı (ihtimali) kendiliğinden yok olur. Diyebilirim ki, şairler, o bir çeşit mistiklerden daha az düşsever, bir bakıma daha az coşkundurlar. Çünkü şiirin niteliğine kinle düşmanlık sızamaz; şiirin yapısından insan, ne türlü olursa olsun insan vardır da ondan. Bir de bütün bunların karşıtını, yani şair olarak durmadan övüldüğünüzü düşünün! Bu durumda sevinecek misiniz, yoksa yerinecek misiniz?
Bana kalırsa, güzelliğin tanımını bulmuş gibi kendinizden ürkeceksiniz.
Çünkü durmadan övülmek, çevrenizle, içinde bulunduğunuz toplumla ilişkiler kurmak değildir. Bana kalırsa bu, toplumda erimenin, toplum içinde kaybolmanın ta kendisidir. Üstelik sinmenizden pay çıkaracak olanlara sebepsiz bir rahatlık bağışlamaktır. Kısacası karşı koymayı beceremeyenlerin düştüğü bir çıkmazdır bu. Burada tarihsel bir saptamadan söz açmak istiyorum.
Lessing, Yunanlılarla Troialılar arasındaki savaşta önemli bir nokta yakalamış, anlatıyor: “Birbirlerine düşman olan ordular, silahlarını bırakmışlar,ölülerini yakmakla uğraşıyorlar, ve bu esnada her iki taraf da sıcak gözyaşı döküyor. Yalnız Priamos Troialılarına ağlamayı yasak eder.
Dacier (Fransız hellenist ve latinisti),fazla yumuşayacaklarından ve ertesi sabah savaş için fazla cesaret gösteremeyeceklerinden kaygılanıp ağlamayı yasak ettiğini söyler. Peki, ama soralım: Neden sadece Priamos bundan kaygılansın? Neden Agamemnon da Yunanlılarına aynı yasağı koymasın. Şair daha derin düşünüyor: O, bize sadece yetişmiş olan Yunanlıların hem ağlayıp hem de cesaret gösterebileceklerini, yetişmemiş olan Troialıların ise cesur olabilmek için önceden her türlü beşerî duyguyu içlerinde boğmaları gerektiğini öğretmek istiyor.” Görüldüğü gibi, Troialıların durumu övünülecek bir durum değil.
Yunanlılara gelince, onlar olgunluğun, yetişkinliğin,bilgece davranışın örneğini veriyorlar, Yunan toplumuna özgü bir değerlilik bu. Şairin davranışı da Yunanlıların davranışından farklı değil. O da düşüncelerinin, varmak istediği güzelliğin savaşını yapıyor bir yandan. Yapıyor ama hoşgörüden ayrılmayarak, düşmanlığa boş vererek yapıyor.
Bu arada insanlığından en ufak bir şey olsun yitirmiyor; acılarını, mutsuzluklarını,korkularını, kısacası insansı zayıflıklarını saklamadan yürüyor yolunda. Karşındakini düşman bellemeyerekten savaşmanın erdemini düşünün! Öyle sanıyorum ki, bizi savaşsızlığa, gerçek güzelliğe götürecek olan tek yol da budur.
16.05.1960,Yeditepe
28 Eylül 2012
Aldous Huxley - Cesur Yeni Dünya
27 Eylül 2012
Jiddu Krishnamurti 'Siz Her Şeysiniz ! Ve anlamak , değişimdir ! '
24 Eylül 2012
Chuck Palahniuk - Tıkanma
“Eğer bu kitabı okumaya niyetliyseniz vazgeçin. Kendinizi kurtarın. Televizyonda mutlaka daha iyi bir şeyler vardır.
Burada anlattığım şeyler önce sizi kızdıracak. Sonra her şey daha da kötü olacak” uyarısı ile başlayan bir roman elinizdeki...
Bütün dünyada büyük ilgi gören Dövüş Kulübü’nün yazarından, annelerle oğulları arasındaki sevgi ve didişmeye, seksin bağımlılık yaratma gücüne, yaşlanmanın dehşetine ve Amerikan rüyasının arka sokaklarına dair bir kitap Tıkanma...
Tıp Fakültesi’nden atılan Victor Mancini para kazanmak için şöyle bir yol tutturmuştur: Lokantalarda boğazına takılan yiyecekle boğulma numarası yapmakta, kurtaran kişinin kendisinden sorumlu olmasını sağlamaktadır. Böylece, kurtaran kahramanlaşmakta, sıkıcı hayatının bir anlamı, arkadaşlarına gurur duyarak anlatacağı bir hikâyesi olmakta, hayatını kurtardığı kişiden daha sonra da kendini sorumlu hissederek, ona sık sık yardım etmektedir. Bir tür “sürekli kahramanlık” hali...
"İnsanlar dünyanın güvenli ve düzenli bir yer olması için yıllarca çalışırlardı. Ama hiç kimse bunun ne kadar sıkıcı olabileceğinin farkında değildi. Bütün dünyanın parsellendiğini, hız limitleri konduğunu, bölümlere ayrıldığını, vergilendirildiğini ve düzenlendiğini; bütün insanların sınavlardan geçirildiğini, fişlendiğini, nerede oturduğunun, ne yaptığının kaydının tutulduğunu düşünün. Hiç kimseye macera yaşayacak bir alan kalmazdı, satın alınabilenler hariç. Lunaparka gitmek gibi. Film izlemek gibi. Ama bunlar yine de sahte heyecanlardı. Dinozorların çocukları yemeyeceğini bilirsiniz. Büyük bir sahte afetin olma şansı bile oy çoğunluğuyla ortadan kaldırılırdı. Gerçek afet veya risk ihtimali olmadığından, gerçek kurtuluş şansı da ortadan kalkmış oldu. Gerçek mutluluk yok. Gerçek heyecan yok. Eğlence, keşif, buluş yok. Bizi koruyan kanunlar aslında bizi can sıkıntısına mahkum etmekten başka bir işe yaramazlar. Gerçek karmaşaya ulaşamadığımız sürece, asla gerçekten huzurlu olamayacağız. Her şey berbat bir hal almadığı sürece, yoluna da girmeyecek."
Edip Cansever Seçme Sözler
- Bu yüreğe bu kadar acı fazla dersin bazen kendine ama hata bizde.
- Ve mutluluk bir kibrit çöpü.
- Yani yaşıyor olmak..
- Otursak bir akşam üzeri
Sen bana hiç bilmediğim bir hikaye anlatsan.
Bildiğim bir hikaye de anlatsan ben bilmezden gelirim, söz !…
- Bir papatya ne kadar uzağı görebilirse
O kadar yakın kalplerimiz birbirine…
- Bazen diyorum ki onu kafama takmamalıyım.
- Ama o geçerken ne yalan söyleyeyim; şuramda bir ağrı duydum.
- Ah bu nisan yağmurları,
- Bu aralar ellerim hep üşür benim. Doktor kansızlık der, ben sensizlik derim.
- Gökyüzü gibi çocukluk, hiçbir yere gitmiyor.
- Sanki hiç bir şey uyaramaz içimdeki sessizliği, ne söz ne kelime, ne hiçbir şey.
- Hiç gitmeyecekmiş gibi sevenler,
Hiç sevmemiş gibi gittiler.
- Öyle bir çık ki karşıma her baktığımda ilk defa görüyormuşum gibi, az kalsın ölüyormuşum gibi hissedeyim seni.
- Biliyorsunuz ya bir ağrısı vardır gitmenin
Nereye, ama nereye olursa gitmenin
Hüzünle karışık bir ağrısı.
- Hava soğudu,
Kasımın son günleri
Kar yağacak;
Bembeyaz olacak unutulmuşluğum...
- Kısaca söyleyeyim; anlamak yordu beni.
- Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu.
- İnsanın insandan aldığı bütün yaraların merhemi insandadır diyorum sana.
- Bana kalbimdesin deme! Bilirsin, kalabalık yerleri sevmem.
Hüzünlü Gezinti Güvertesi - Birhan Keskin
Kimbilir hangi ürkek mevsimi alırsın
gizlice odalara,
saçların balkonları terk edeli kimbilir
ne kadar olmuştur?
-annene göstermeden aşağı akardı saçların
kaç kez eksilip çoğalırsın dişlerini fırçalamayı
ezbere bildiğin günlerde…
Mor bir kedi geceyi sıyırarak geçiyordur
kuyruğunda teneke yıldızlar
düşlerinle buluşurken lanetli aynalarda
söylesene hangi ürkek mevsimi alırsın
gizlice odalara…
Ne gece yer rüşveti ne ben
Söz! Annene söylemem…
Yüzüm
hangi dağa baksam
içinde öfkelerinden habersiz
korkunç atlar gezdiren
bu sessiz, yıldızsız.
Yüzüm
hangi yola çıksam
bu yetim avlusu, bu ateş
bu ağlamaklı şey.
III
Hiç gürbüz
hiç pembe yanaklı
sayfalarımız olmadı mı bizim?
Biz hiç mavi kalacak bir mevsime
çıkmamış mıydık yorgun yokuşlardan
kışın?
Kendiliğinden gelen sözcüklerin misafirliğini
ne çok severdin,
Nasılsın…
Bugünlerde ben iyi gibiyim
yorgun gri kaideler arasında
hüzünlü bir yeşilim,
Ya sen…
Sen… Nasılsın?
Göğsündeki ağrılar nasıl?
İyi misin?
IV
Ben hangi kelimeye açsam ağzımı
Ben hangi kelimeyi nereye koysam
Bir sonbahar konaklar sesimde.
Ben hangi kelimeyle girsem akşama
Ben hangi kelimeyle nereye gitsem
Yokluğunun renginde depremler düşer boynuma.
Ben hangi yaprağın ince hüznüyüm
Sen hangi sersem haydut…
Belki Yine Gelirim - Ahmet Telli
Bir gök gürlese bari diyorum, bir sağnak patlasa
Bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse
Ama bir tufan az mı gelir yoksa yine de
Yırtılan ve parçalanan bir şeyler olmalı mutlaka
Hiç durmadan yırtılan ve parçalanan bir şeyler.
Oysa ne kadar sakin bu sokaklar ve bu kent
Ne kadar dingin görünüyor bana şimdi gökyüzü
Gidenler nerde kaldılar, özledim gülüşlerini
Bir kenti güzelleştiren yalnız onlardı sanki
Onlardı çocuklara ve aşka ölesiye bağlanan
Kadınları güzelleştiren herhalde onlardı
"Tükürsem cinayet sayılır" diyordu birisi
Tükürsek cinayet sayılıyor artık
Ama nerede kaldılar, özledim gülüşlerini onların
Uzun uzun bakıyorum kıvrılan sokaklara
Tek yaprak bile kıpırdamıyor nedense
Ve tek tek söndürüyor ışıklarını varoşlar
Alnımı kırık bir cama yaslıyorum, kanıyor
Kanımın pıhtılarında güllerin serinliği
Ve fakat bir cellat gibi yetişiyor pusudaki
Dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
Yaşamak neleri öğretiyor, düşünüyorum
Okuduğum bütün kitaplar paramparça
Çıkıp dolaşıyorum akşamüstleri bir başıma
Bir uçtan bir uca yalnızlıklar oluyor kent
Bulvar kahvelerinin önünden geçiyorum
Sarmaşık aydınlar, arabesk hüzünler
Bir gazete sayfasında sereserpe bir yosma
Sesler gittikçe azalıyor, kuşlar azalıyor
Ve ne zaman yolum düşse vurulduğun yere
Kızgın bir halka oluyor boynumda o sokak
Hüznü yalnız atlarımız duyuyor artık
Biz çoktan unutmuşuz böyle şeyleri
Ama içimde bir sırtlanın dalgın duruşu
Ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
İçimde zaptedilmez bir kırma isteği
Dizginlerini koparan bir at sanki bu
Soluk soluğa kalıyorum her sonbahar
Ve sevgilim ne zaman hoşgörülü olsa
Bir yolculuk düşüyor aklıma, gidiyorum
Bütün gençliğim böylece geçip gitti işte
Ama hala bir şeyler var vazgeçemediğim
Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa
Bir gün gelirsek hangi kent güzelleşmez
Şiirlerim bir dostun vurulduğu yerde yakıldı
Geri almıyorum külleri yangınlar çıksın diye
Devriyeler çıkart şimdi, bütün ışıklarını söndür
Sorduğum hiçbir soruyu geri almıyorum ey sokak
Ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
Bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
Bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem
Oysa ne kadar sakin sokaklar, bu kent ve bütün yeryüzü
İpince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne
Sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz
Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün...
Etki Ve Tepki - Charles Bukowski
En iyilerimizin sonu genellikle kendi ellerinden olur
sırf uzaklaşmak için,
ve geride kalanlar
birinin onlardan
uzaklaşmayı neden isteyebileceğini
bir türlü tam olarak anlayamazlar.
21 Eylül 2012
20 Eylül 2012
Oğuz Atay "İnsancıklar"
19 Eylül 2012
Gizli Dünya Devleti - Gary Allen
Meşhur İngiliz politikacı Rothschild'in yakın adamı, Yahudi asıllı Benjamin Disraeli de bir yakınına: "Görüyorsunuz ya, bütün dünya sahnede görünmeyen perde arkasındaki güçler tarafından yönetilmektedir." şeklinde yazmaktadır.
27-1-1965 tarihli UPI haberine göre, Latin Kilisesi Cizvit Tarikatı başpapazı Peder Pedro Arrupe, kilise kurultayında şunları açıklamıştı: "Masonluk denen tanrısız teşkilatlar eliyle, dünya hâkimiyetini amaçlayan Siyonistler çok ince dokunmuş bir strateji takip ederek; Finans kurumlarından kitle iletişim araçlarına, uluslararası kuruluşlardan din adamlarına, maalesef neredeyse tam bir hâkimiyet oluşturmuşlardır."
"Komünizm de, kapitalizm gibi bu şeytani komplonun bir koludur ve Moskova-Pekin çıkışlı değil, merkezi Paris, Londra ve Newyork'ta bulunan malum ve melun güçlerin bir uzantısıdır."
Ve yine meşhur İngiliz Başbakanı Churchill şu itirafta bulunmaktadır: "Dünyada çok kapsamlı bir olayın yaşandığını ve çok ince hesaplı bir planın yapıldığını ve bizlerinde bu senaryoda sadece sadık bir uşak olarak hizmet edeceğimizi göremeyen kör ve ahmaktır."
Bütün bunlardan sonra bugünkü dünyayı şekillendiren ve yöneten Siyonist şeytani organizenin, yani Gizli Dünya Devletinin, hala bir komplo teorisi ve hayali bir korku üretisi olduğunu söyleyenler, evet Churchill'in doğru tespitiyle: Ya gelişmeleri anlama ve yorumlama yetenekleri körelmiş bir ahmaktır veya bunları bile bile gizleyen bir haindir.
Gizli Dünya Devletinin yapılanması, Doların üzerindeki "Piramit"le gösterilen şekilde şöyledir:
A) Her şeyi gözetleyen ve denetleyen göz: Şeytan ve şebekesi
B) Şeytanla ilişki kuran Kabalist kâhinlerden seçilmiş ve özel sırlarına vakıf 3 haham komitesi
C) 13'ler, 33'ler, 70'ler ve 300'ler meclisini oluşturan üst sınıf Hahamlar konseyidir. (Sanhadrin) Bunların hepsi büyü bilmektedir.
D) Sanhadrin Hahamlarınca tayin edilip dünyayı yönetmekle görevlendirilen 70 kişilik yeminli Siyonist-Yahudi yönetici ekibi. Amerika'nın patronu Rockefeller ve başta İngiltere, bütün Avrupa'nın baronu Rothcshild aileleri bunlara dâhildir. Buraya kadar olan bütün Siyonist kişiler ve ekipler tamamen gizlidir, dışarıda başka sıfat ve statülerle bilinmektedirler.
E) B'NAİ B'RITH ve Bilderberg gibi, yüzü görünen ama özü gizlenen GDD'nin gizli hükümetleri
F) Mason Locaları
Büyük Şak Locası (Fransa)
Komünizm Locası (Rusya)
İskoç Locası (İngiltere)
York Locası (Almanya)
G) Hayır ve hizmet kurumu diye yutturulan ama Masonluğa hazırlık yapan, yani Masonluğun ilk ve orta eğitimi sayılan Rotary ve Lions kulüpleri
H) Masonlarla resmi ve organik bağı olmayan ama onlar hesabına çalışan siyasi partiler, sivil örgütler ve dini cemaatler ( Mavi Localar)
I) Masonik ve Siyonist amaçlar için toplumu hazırlayan, köşe yazarı, sanatçı, din adamı, üniversite hocası, ticaret ve şirket erbabı gibi önlüksüz Masonlar ve ılımlı insanlar
J) Bütün insanlık ( potansiyel hizmetçiler ve köleler)
KABALA: Siyonist Yahudilerin Gizli Dünya Devleti, Büyük İsrail hayali ve Masonik örgütlenmeleri: Şeytan ve cinlerle ilişkiye giren, büyü ve kehanet gibi gizli öğretilere göre hareket eden Hahamların asırlar boyu birbirine aktararak, korudukları şifreli sırlara ve şeytani esaslara, kabala denir.
TALMUD: Kabbalist Hahamların Tevrat'taki ayetleri değiştirerek ve bazılarını bir araya getirerek, Yahudilerin Dünya Hâkimiyeti anayasası olarak hazırladıkları bir nevi Tevrat tefsidir.
Seçkin ve üstün ırk oldukları ve mutlaka dünyaya hâkim olacakları, Siyonist Yahudilerin ve uşakları Evangelic'lerin sapık inancı ve amacıdır.
"Bütün dünya merkezi Kudüs olacak yeni bir Birleşmiş Milletlerin, Federatif bir üyesi haline gelecek, bütün ordular feshedilecek ve böylece Yeni Dünya Düzeni gerçekleşecektir." iddiasında bulunmaktadır.
17 Şubat 1959 da ABD senatosunda konuşan Siyonist James Warurg: "Sevseniz de sevmeseniz de, zorla veya antlaşmayla, ama mutlaka bir Dünya Devletine kavuşacağız" şeklindeki planlarını açıklamıştır.
Her yıl yeşil kâğıt olan ve karşılıksız basılan dolarla, bütün dünyanın sırtından
Tahvil dedikleri sarı kâğıtlarla 1 trilyon dolar
Rezerv denen beyaz kâğıtlarla 1 trilyon dolar
Kendilerinin çıkardığı ekonomik krizler ve borsa dalgalanmalarıyla da yine 1 trilyon dolar olmak üzere 4 trilyon dolardan fazla havadan para kazanmakta ve bütün bu korkunç sermaye İsrail'in dünya hâkimiyeti için harcanmaktadır.
1967 Ağustosunda Kuzey Amerika Gazeteciler Birliği'nin yayımladığı bir makaleye göre Siyonist Rockefeller'in bu efsanevi sermayelerine rağmen, devlete ödediği vergi, sadece "685" dolardır.
Eski ABD Genelkurmay Başkanlarından Thomas Moorer şu itirafta bulunmaktadır:
Kitap Açıklaması:
300 e yakın Batılı ilim Adamının yapmış olduğu dünya çapındaki çok geniş ve ciddi araştırmaları sonucu kaleme aldıkları rapor, makale ve eserlerinden yararlanarak, hazırlamış olduğumuz bu eser, yeryüzünde yaşayan altı milyarı aşkın insanı yakından ilgilendiriyor.
Çünkü bu eser;
- Korkunç bir kabus gibi insanlığı kıskıvrak yakalamakta olan büyük bir tehlikeyi haber veriyor.
- Zulüm ve sömürü düzeni ile insanların kanını emen gizli bir teşkilatı gün yüzüne çıkarıyor.
- Gözlerini madde hırsı bürümüş olan bir avuç insan tarafından kurulan ve ülkeleri tahakkümü altına almaya çalışan Gizli Dünya Devletinin korkunç planlarını ortaya koyuyor.
- ülkelerin iktisadi, askeri ve siyasi açıdan çöküşlerine sebep olmaktan büyük zevk alan sinsi düşünceli insanların; beyinlerini yıkayarak yeryüzüne dağıttıkları ve faaliyetlerini yakın takibe aldıkları temsilcilerinin isim ve ünvanlarını açıklıyor.
- Dünya hakimiyetini tesis etmeye çalışan bu güçlerin, iğrenç emellerini, gerçekleştirirken şeytana bile taş çıkartacak şekilde nasıl planlı ve örgün çalıştığını belgeleriyle açıklıyor.
- Korkunç planlarını uygularken, perde arkasından sahnedeki oyuncuyu yönlendiren süflör misali bazı devlet adamlarını ve bürokratları nasıl sevk ve idare ettiğini bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.
- ABD ye borç para verip karşılığında astronomik ölçüde faiz almak suretiyle Amerikan halkını dahi sömüren, süper devletlerin de üstünde yer alan Gizli Dünya Devletinin dünya çapında nasıl örgütlendiğini anlatıyor.
Elinizdeki bu eserin her sayfasını okudukça şaşkınlık ve ürpertiniz kat kat artacak, eserin önemini daha da yakından kavrayacaksınız.
Bu eseri dikkatle okumanızı: sonra da eşinize, çocuklarınıza, torunlarınıza, yakınlarınıza ve çevrenizdeki insanlara mutlaka okutmanızı tavsiye ediyor.
Saygılarımızla
(Arka Kapak)
18 Eylül 2012
Yürüyen Köşk Hikayesi Atatürk
Tekneyle kıyıya çıkıp ağacın gölgesinde oturan Atatürk, çınarın yanına kendisi için küçük bir ev yapılmasını ister.
... Böylece köşk yıkılmaktan, ağaç dalı da kesilmekten kurtulur. Çevre bilinçlenmesi konusunda bir ilk teşkil eden bu olaydan sonra yapının adı “Yürüyen Köşk” olur.
TIK
Yürüyen Köşk
Tam bir yıl sonra 1930 yılının yaz aylarında Atatürk Millet Çiftliği’ndeki köşküne gelir. Köşkün hemen yanındaki ulu çınar ağacının dallarını kesmeye çalışan bir bahçıvan ile karşılaşır. Ağacın dallarının binanın çatısına ve duvarına dayandığını öğrenen Atatürk o meşhur emrini verir “Dal kesilmeyecek Köşk kaydırılacak! ”
Bu emir üzerine 8 Ağustos 1930 tarihinde İstanbul Fen İşleri Yollar ve Köprüler Şubesi nden gelen mimar ve mühendis ekipler tarafından başlatılan çalışma ile köşkün etrafı temel seviyesine kadar kazılır ve temelin altına tramvay rayları yerleştirilir. Öncelikle köşkün teras bölümü bir günde kaydırılır, geri kalan iki gün içinde de ana binanın raylar üzerinde yürütülmesi işlemi tamamlanır ve bina 4.80 m. kadar doğuya kaydırılır. Böylece köşk yıkılmaktan, ağaç dalı da kesilmekten kurtulur. Çevre bilinçlenmesi konusunda bir ilk teşkil eden bu olaydan sonra yapının adı “Yürüyen Köşk” olur. Mustafa Kemal Atatürk, dönemin önemli Türk ve yabancı devlet adamlarını burada ağırlamış, Türkiye’nin siyasi ve toplumsal tarihine yön verecek önemli kararlarını yine bu köşkte almıştır. Atatürk köşke 1930-1937 yılları arasında aralıklarla gelip gitmiştir.
Köşk, Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 12.07.1980 gün ve 12238 sayılı kararı ile korunması gerekli Kültür ve Tabiat Varlıkları arasında sayılmış ve tescili yapılmıştır. Köşkün yürütülmesine sebep olan tescilli Çınar Ağacı hakkında 2015 yılında hazırlanan rapor neticesinde Doğu Çınarı (Plantanus Oriantalis) türündeki ağaç 390 yaşında ve sağlıklı olarak raporlanmıştır
Köşk 2006 yılında restorasyonu yapılarak halkın ziyaretine açılan köşk bugün Yalova’nın en gözde mekanı durumundadır. Köşkü yılda yaklaşık 50 bin kişi ziyaret etmektedir.