Michel Foucault… İktidar, sanat, politika, psikoloji, sosyoloji ve cinsellik. İnsana ve topluma dair herhangi bir konuda karşınıza çıkmış olabilecek olan muhalif bir isim. “Normal insan kurgudur” diyen Foucault, sözünün hakkını verircesine kurgudan uzak yaşadığı hayatıyla “Beyond Good and Evil” belgeseline konu oluyor.
Fransız düşünür, sosyal teorist, tarihçi, edebiyat eleştirmeni, sanat yorumlarına farklı bir boyut getiren isim, antropolog, sosyolog… 1926’da Poitiers’de, burjuva bir ailede dünyaya gelen bu dahi adam, 20 yaşında adını tarihe yazdırabilmiş neredeyse tüm aydınların yolunun geçtiği ENS-Paris’e girdi. Psikoloji, felsefe ve psikopatoloji diplomalarını alan Foucault, öğrencilik yıllarında eşcinsel kimliğiyle tanıştı. Felsefe ve sanat dünyasının yakından tanıdığı birçok önemli isimle birlikte çalıştı. Savaş sonrası Fransız düşünürlerin özellikle dil hakkındaki fikirlerinin şekillenmesine yardımcı oldu. Toplumdaki daimi doğruları kökten reddeden Foucault, toplumun daimi doğrularını reddeden deliler üzerine araştırmalar yaptı.
Bu reddedişini kendi çalışmalarına da yansıtarak, genel geçer doğrular olmadıkları kanısıyla çalışmalarının kullanıldıktan sonra atılmasını önerdi. Ancak “Kliniğin Doğuşu”, “Kelimeler ve Şeyler”, “Hapishanenin Doğuşu”, “Bilginin Arkeolojisi”, “Cinselliğin Tarihi”, “Deliliğin Tarihi”, “Öznellik ve Hakikat” gibi, bilim dünyasına ve toplumun, düzenin geçmişine ışık tutan eserlerin atılması ne derece doğrudur, tartışılır. Bu ve bunun gibi eserlerin yanı sıra Manet ve Velazquez gibi sanatçıların tablolarına farklı bir bakış açısı getirdiği konferansları bugün hala sanat meraklılarının incelediği yapıtlar arasında. Magritte’in ünlü tablosu “Ceci n’est pas une pipe” (Bu bir pipo değildir) tablosunu bilmeyen yoktur. Kelimeler ve imgelerin dünyasına bu eser üzerinden bakan Foucault’nun sanat dünyasındaki önemi tartışılmaz.
Foucault için ele aldığı temalar bilimsel araştırmaların yanı sıra kişisel deneyimler yoluyla da araştırılmalıydı, bu yüzden en az fikirleri kadar zorlu ve deneysel olan yaşam öyküsü de özel bir anlam kazanıyor.
Beyond Good and Evil Belgeseli
Bu biyografik belgesel, iktidarla fikir tarihi arasındaki teorilerin tarihsel bilgisine nasıl erişileceğine dair yeni bir bakış açısı getirmeye yardımcı olan Fransız filozof Michel Foucault’un yaşamına göz atıyor. Foucault, bilgi arkeolojisi dediği şeye katılarak ve tarih boyunca kazarak, modern deneyimle ilgili temel varsayımları, iyi ve kötü, akıl ve delilik, normallik ve cinsel sapkınlık arasındaki ayrımın temelini oluşturan varsayımları sorguladı.
Foucault’nun çalışmaları, kültürün nasıl “normal” davranış kalıplarını şekillendirdiğini ve sınırladığını araştırmanın bir yolu olarak delilik, cinsel sapkınlık, uyuşturucu kullanımı ve diğer aşırı davranış biçimlerine odaklanıyor. Bu yapıtlar üzerinden medeniyetin gerçekten insanları daha uygar yapıp yapmadığı sorusunun ise başrolde olduğunu söyleyebiliriz. Belgeselde, Foucault’un sosyal yaşamının akademik kariyerindeki izlerini de kronolojik bir şekilde gözlemlemek mümkün. Zaman içinde değişen anlatımını ise “Değişik bir şeyler söylemeyeceksem bu kadar çalışmamın ne anlamı kalırdı ki?” sözüyle özetlemiş durumda.
Belgesel süresince farklı bilim insanlarından Foucault’yu dinliyoruz ve onun dünyasına doğru bir yolculuğa çıkıyoruz. Aslında eserlerini okumadan ve üzerine düşünmeden Foucault’nun dünyasını anlamak çok da kolay değil. Hatta her okuyuşunuzda ona dair farklı bir gizemi keşfetmek ve önceki okumanızda aslında ne kadar da yanıldığınızı fark etmeniz kaçınılmaz. Ancak kaçınılmaz olan başka bir şey daha var ki, o da insan olmanın ne demek olduğunun derinine inen ve günlük hayatımızın yönlerini detaylarıyla araştıran Foucault’nun; hayatımızı, vücudumuzu şekillendirme ve birbirimizi yönetme şeklimize kadar yaptığımız her şeyi sorgulayarak aslında gerçekten olmak istediğimiz kişi miyiz sorusu üzerine düşündüğü ve bizi de düşünmeye yönelttiği. İnsanın bireysel keşif yolculuğuna destek olmak… Bir bilim insanı bundan daha yüce ne yapabilir ki?
Varlığımızın bir amacı olmalı ve amaçlarımız başkaları tarafından şekillendiren hayatlarımızda ne kadar bize ait, bence her şeyden önce bunu sorgulamalıyız. Foucault gibi isimlerin söylediklerini duymamız aslında daha iyi, yani “gerçek” bir hayat yaşabilmemiz için oldukça önemli. İyi ve kötü, doğru ve yanlış gibi karşıt kelimelerin altı bu açıdan doldurulmalı diye düşünüyorum. İyinin ve kötünün ötesinde gerçek, öznel ve özgül bir hayat yaşayabilmek asıl mesele.
1984 yılında AIDS sebebiyle ölümü gerçekleştiğinde Foucault, dünyanın en ünlü aydınlarından biriydi ve bugün hala iktidar eleştirisi, eşitsizlik, cinsellik ve insan hakları üzerine modern düşünceyi etkilemeye devam ediyor. Düşüncenin kendisi üzerine düşünen Foucault’yu anlamak aşılması zor ve önemli bir eşik. Bu derin dehanın, eserleri üzerine konuşabilmenin ise sonu yok.