28 Kasım 2022

Şu dil meselesine dönelim, isterseniz. Ben o olayın tanıklarından biriyim ama günümüz okurları yaşlarından dolayı hatırlamayacaklardır. Neydi o olay?

Bir gün Nazlı Ilıcak Hanım beni arayıp dille ilgili bir konuşma yapıp yapamayacağımı sordu. Uzmanlık alanım olmadığı için yapmayacağımı söyledim. Haldun Taner ya da Vasfi Rıza Bey’i (Zobu) önerdim kendisine. Meğer zaten bu isimlerden red cevabı almışlar. Ben tabii arayanların siyasi çizgilerinin ne olduğunu da bilmiyorum, “Size farklı dönemlerde yapılmış çevirilerden bölümler okuyabilirim ama onlar üzerine konuşamam,” dedim. Kabul ettiler. Sonrasında, sırf orada bulunmamdan ötürü kıyamet koptu, hakkımda çok kötü yazılar çıktı.

Dildeki anlaşmayı savunmadığınız, eski dile dönüşü tercih ettiğiniz gibi bir izlenim yaratıldı. 

Bu olayla ilgili en gücüme giden şeylerden biri de hocam Cahit Külebi’nim bana tavır koymasıydı. Biraz zaman geçip bu olay unutulur gibi olmuştu ki İzmir’de bir turne sırasında karşılaştık; Cumhuriyet gazetesi ekibiyle birlikte oturuyordu, hemen yanına gidip elini öpmek istedim. “Hadi oradan, pis Osmanlıcı” dedi bana. Böyle kalakaldım, gözümün dokuz yerinden yaş boşaldı. Düşünebiliyor musunuz, iş bu raddeye kadar geldi. Cahit Bey dört yıl hocam olmuştu; beni tanır, bilirdi. Bir telefon edip “Ne yaptın sen, nasıl gittin oraya” demesini beklerdim.

Tabii Cahit Bey’in de bir dramı vardı. Kendisi yıllarca sağ kesimin şairi olarak bilindi. Sonradan Cumhuriyet gazetesinde ilk öldürülen çocuklardan birisinin anısına yazdığı unutulmaz bir şiiri yayımlanınca, sol tarafta bir kez daha saygınlık kazandı. Demek o ekibin içinde tekrar kendini tescil etmek için size böyle davrandı.

Benim o dönem Tercüman gazetesi çevresinin düzenlediği o toplantıya gitmem bir hata zincirinin sonucuydu; başka da hiçbir şey değildi. Yalnızca metinlerden örnekler verdim, ki onları bugün de veriyorum.

Yıldız Kenter, Selim İleri