Şu dil meselesine dönelim, isterseniz. Ben o olayın tanıklarından biriyim ama günümüz okurları yaşlarından dolayı hatırlamayacaklardır. Neydi o olay?
Bir gün Nazlı Ilıcak Hanım beni arayıp dille ilgili bir konuşma
yapıp yapamayacağımı sordu. Uzmanlık alanım olmadığı için yapmayacağımı
söyledim. Haldun Taner ya da Vasfi Rıza Bey’i (Zobu) önerdim kendisine.
Meğer zaten bu isimlerden red cevabı almışlar. Ben tabii arayanların
siyasi çizgilerinin ne olduğunu da bilmiyorum, “Size farklı dönemlerde
yapılmış çevirilerden bölümler okuyabilirim ama onlar üzerine
konuşamam,” dedim. Kabul ettiler. Sonrasında, sırf orada bulunmamdan
ötürü kıyamet koptu, hakkımda çok kötü yazılar çıktı.
Dildeki anlaşmayı savunmadığınız, eski dile dönüşü tercih ettiğiniz gibi bir izlenim yaratıldı.
Bu olayla ilgili en gücüme giden şeylerden biri de hocam Cahit
Külebi’nim bana tavır koymasıydı. Biraz zaman geçip bu olay unutulur
gibi olmuştu ki İzmir’de bir turne sırasında karşılaştık; Cumhuriyet
gazetesi ekibiyle birlikte oturuyordu, hemen yanına gidip elini öpmek
istedim. “Hadi oradan, pis Osmanlıcı” dedi bana. Böyle kalakaldım,
gözümün dokuz yerinden yaş boşaldı. Düşünebiliyor musunuz, iş bu raddeye
kadar geldi. Cahit Bey dört yıl hocam olmuştu; beni tanır, bilirdi. Bir
telefon edip “Ne yaptın sen, nasıl gittin oraya” demesini beklerdim.
Tabii Cahit Bey’in de bir dramı vardı. Kendisi yıllarca sağ
kesimin şairi olarak bilindi. Sonradan Cumhuriyet gazetesinde ilk
öldürülen çocuklardan birisinin anısına yazdığı unutulmaz bir şiiri
yayımlanınca, sol tarafta bir kez daha saygınlık kazandı. Demek o ekibin
içinde tekrar kendini tescil etmek için size böyle davrandı.
Benim o dönem Tercüman gazetesi çevresinin düzenlediği o toplantıya
gitmem bir hata zincirinin sonucuydu; başka da hiçbir şey değildi.
Yalnızca metinlerden örnekler verdim, ki onları bugün de veriyorum.
Yıldız Kenter, Selim İleri