Geleneksel Yazma Şenliği
İçimde renkler tutuşur
Al yanar yeşil tutuşur
Ne sihirdir ne keramet
Ne de el çabukluğu marifet
* * *
Sen yokmusun sen
Vişnenin vişneliğini
Kayısının kayısılığını
Üzümün üzümlüğünü
Bildiği kadar kendini bilsen...
* * *
Biçim dediğin her daim
Yanı başında
Elin kolun gibi senin
Sana yapışık
Renge gelince karmakarışık
* * *
Yazla, yazmalarla canlanıyor bahçemiz...
Kalamış Yazmaları
Halk sanatında resmin yerini nakış tutar. Ömründe bir tek sahici tablo
görmemiş milyonlarca insan vardır, fakat içine nakış girmemiş bir tek
ev, bir çift göz bulunabileceğini sanmam.
Bizim memleketimizde nakışın tuttuğu yere gelince, bu alanda eşimiz
yoktur diyebiliriz. Çünkü bize suret çizmeyi yasak etmişler, biz de
bunun acısını dünyanın hiçbir tarafında bulunamayacak kadar çeşitli
nakışlar yaparak çıkarmışız. Nakışlardaki renk ve biçimleri incelerken
yolum yazmalara düştü. Bir seneden beri çeşitli yazmaların,
yazmacılığın, yazmacıların peşindeyim. Beni yazmalara çeken şu oldu:
Evvelâ resim sanatına benzeyen tarafları var. Tabloların çoğu bez
üzerine yapılır, yazma da öyle... Üzerine resim yapılacak bez, uzun
emeklerle muşamba haline getirilir. Buna rağmen, ileride çatlayıp
dökülmeyeceğim ve üzerine sürülen boyaları rahatsız etmeyeceğini kimse
garanti edemez.
Yazma güneşten, yağmurdan, çamurdan korkmaz. Yazma boyası resim boyaları
gibi bezin yalnız üstünde durmaz, onun iliklerine kadar işler, onunla
kaynaşır, bir bütün olur. Yazmanın resimle bir kardeşliği var. Gerçi bu
kardeşlik doğuştan değil, fakat bir o kadar mühim. Kalıp meselesi...
Yazma nakışları evvelâ bir tahtaya oyulur, sonra bu tahta mühür gibi
boyanır, beze basılır. Aynı usul resim gravür sanatında kullanılır,
yalnız tahta üzerinde değil; çinko, bakır veya taş üzerine yapılır. Bez
yerine de kağıda basılır. Yazmanın doğuşunda kalıp yok. İlk yazmalarımız
doğrudan doğruya has renklerle fırçayla işlenirmiş.
Kalıpla yazma basan bir yazma tezgahı küçük bir matbaa veya küçük bir
empirme fabrikası demektir. Yazmacılığın ruhu has renk ve has biçim demektir. Halk sanatımızın yüzünü güldüren has biçimler yazmacılığımızda
hâlâ yaşamaktadır. Has renklerden mahrum herhangi bir nakış, yaşama
gücünün yarısından çoğunu kaybetmiş demektir. Islanmaktan, gün ışığından
korkan bir renk hayatımıza nasıl karışır.
Anadolu’nun birçok yerlerinde hâlâ has renkleri bilenler, bulanlar var.
Bir yandan bunları incelerken, öte yandan kimya ilminin en son
nimetlerinden faydalanmamız lazım. Bizim kökleri, tohumları kaynatarak
bulduğumuz has renklerin daha iyileri çoktan bulunmuş. Tabii çürüklerden
biraz daha pahalı, fakat aylarca göz nuru dökülerek örülen halis
nakışlı bir kilimin çürük renklere bulanmasından daha hazin ne olabilir?
Has renklerin bir kısmına İstanbul yazmacılarında rastladım. Onlara kavuştuğum zaman o kadar sevindim ki, günlerce üstüm, başım, elim, yüzüm has renklere bulandı. Yalnız üstüme, başıma değil ciğerime kadar işlediler. Gündelik hayatıma, konuştuğum dile karıştılar.
Bedri Rahmi Eyüboğlu