İnsan doğasının özü, haz için sürekli gelişmekte olan arzusudur. Bu arzuyu yerine getirebilmek için, kendimizi, gerçekliğimizi bulmak, keşfetmek ve geliştirmek zorunda hissederiz. Tarih boyunca, arzunun haz için kademe kademe yükselişi, insanoğlunun gelişiminin arkasındaki itici güç olmuştur.
Haz için arzu, çeşitli aşamalardan geçerek gelişmiştir. İlk aşamada, kendini gıda, üreme ve aile gibi temel ihtiyaçların karşılanmasında göstermiştir. İkinci aşamada, zenginlik için olan arzu yükselmiştir ve üçüncüsünde şan, şöhret, güç ve onur için şiddetli bir arzu doğmuştur. Bu üç seviyenin gelişimi insan toplumunda büyük değişikliklerin olmasına neden olmuş ve insanlık çeşitli farklı sınıflardan oluşan bir topluluk haline gelmiştir.
Dördüncü aşama öğrenme, bilgi, bilgelik için olan özlemimizi ortaya çıkarmıştır. Bu aşama kendini bilimin, eğitim sistemlerinin ve kültürün gelişiminde ortaya koymuştur. Bu seviye Rönesans ve bilimsel reformlar ile ilişkili olup halen günümüzde de hâkimiyetini sürdürmektedir. Bilgi için olan arzu, etrafımızdakileri anlamamızı gerektirmektedir.
İnsanlığın mevcut durumunu ve geleceğe dair beklentilerini anlayabilmemiz için bilimin gelişimi sırasında geçmiş olduğu çeşitli mihenktaşları arasında bir köprü inşa etmemiz gerekir. Bu dönüm noktaları bizim yaşama olan bakış açımızı önemli derecede etkilemişlerdir.
Doğal Felsefe’nin Matematiksel Temelleri (1687), isimli kitabında, Isaac Newton (1642-1727), bizleri herhangi bir cismin bir kuvvet ile etkilenmesi halinde hareketinde meydana gelen değişimi hesaplamamızı sağlayacak mekaniksel bir teoriyi ortaya attı. Newton’un teorisinin başarısı tamamen yeni bir dünya görüşünü ortaya çıkardı. Newton’un bu nedensel bakış açısı, herhangi bir olayda, olayın kendi doğasından bağımsız olarak, belli bir doğa kanununun kendini göstereceğini ifade etmiş oldu. İlahi gücün varoluşu, tüm hareketin izlediği yolun sabit olmasından dolayı küçük bir önem teşkil ediyor ve İlahi gücün buna bir müdahalesi yoktu.
Nedensellik yaklaşımı Gökbilimci Pierre Simon Laplace (1749-1827) tarafından, Napolyon’a Güneş Sistemimiz’in nasıl oluştuğunu anlatmaya çalıştığı sırada çok güzel bir şekilde kullanılmıştı. Napolyon ona bu süreç içerisinde Tanrı’nın rolünü sormuştu, Laplace’in yanıtı ise: “Bu hipoteze burada ihtiyacım yok” şeklinde olmuştu.
1800’lü yılların sonlarına doğru, klasik fiziğin, araştırmacılara her türlü doğa olayına karşın tüm kanunları sağladığına inanıldı. Birçok araştırmacı bu kanunların gizemli kalan bir kaç fenomeni dahi açıklayabilmelerine kendilerine yardımcı olacakları inancını sürdürmeye devam ettiler. Fizik her zaman için tüm bilimlerin anası olarak değerlendirildiğinden ve teknoloji ile deneylerin önsaflarında yer aldığından, fiziğin buluşları aynı zamanda diğer bilimlerdeki araştırmalara da kaynak olmaya hizmet etti.
Modern fiziğin çağı 1900’lü yılların başlarında Albert Einstein’ın (1879-1955) devrimsel buluşları ile başladı. Einstein’ın İzafiyet Teorisi, zaman, uzay, kütle, hareket ve yerçekimi ile ilgili bilinen her şeye olan bakış açısında temel değişiklikleri doğurdu. Einstein’ın teorisi zaman ve uzayı tek bir oluşumda birleştirdi (Uzay zamanı). Bu, uzay ve zamanın mutlak olduklarına dair ilk inanışları iptal etti.
1930’larda başka bir teori ortaya atıldı: Kuantum Mekaniği, aynı zamanda Kuantum Teorisi olarak da bilinir. Kuantum Teorisi, fizikte sürekli devam eden bir devrime yol açtı. Tüm ölçümlerin sadece yaklaşık kantitatif sonuçlar verdiği bir ortamda, Kuantum Teorisinin hesaplamaları, olasılıkları yorumlamak olacaktı.
Kuantum Teoreminin temel konsepti “Belirsizlik Prensibi”dir. Bu prensibe göre gözlemci gözlenen olayı etkilemektedir. Bu yüzden kilit soru şudur: “Ölçümler gerçekte neyi ölçmektedirler.” Bu prensip, “objektif süreç” konseptinin geçersiz olduğu anlamına gelmektedir. Hatta daha fazlası, ölçülen sonuçların ötesinde, “objektif gerçeklik” basit anlamda var dahi olamaz.
Kuantum Fiziği’nin keşifleri bilim insanlarının yaklaşımlarını sert bir şekilde değiştirdi. Fiziğin, doğa hakkında kesin varlığını tarif eden ve objektif gerçeklerini ortaya koyan nedensellik yaklaşımı, reddedildi.
Bu görüş, fiziğin doğanın gerçek niteliğini bilmediği anlayışı ile yer değiştirdi. Fizik, sadece paradigmalar, modeller ve belli olasılık sınırları içinde bir deneyin sonuçlarını hesaplayacak formülleri inşa etmeye yardım edebilirdi.
Bilimsel çıkmaz, yeni yüzyıla girmemiz ile birlikte, içinde yaşamakta olduğumuz dünyanın bütün resmini ortaya çıkarmak ve doğa ile insanlığı yönetmekte olan kanunları anlamak için yeteneklerimizi zorlayarak bizleri bir kriz içine soktu.
İnsanlık, bilgi, bilgelik ve araştırılabilen görünen gerçeklik için arzusunu tüketttiği zaman yeni bir arzu ortaya çıktı. Konseptlerin en yükseğini ve gerçekliğin gizli parçasını bilmek. Bu, insanlığın arzularının gelişiminin bugün ulaştığı seviyedir.
Kabala, bizleri içimizde kapsamlı gerçeklik içine taşıyan ve onları araştırmamız için yöntemler sağlayan araçlar geliştirmektedir.
Kabala, Bilim ve Hayatın Anlamı; bilim insanlarından gizli olan, gerçekliğin görünümünü araştıran bilimin temellerini sunmaktadır. Bu gizli parçaları keşfettiğimiz zaman, içinde yaşamakta olduğumuz dünyaya ait bilgimiz tamamlanmış olacaktır. Gizli olan ve ifşa olanı birleştirdiğimiz zaman kendimizi kesin bilimsel araştırmalara ve gerçek formülleri keşfetmeye hazırlamış olacağız.
Gizli olanı açığa çıkararak, dünya hakkındaki görüşümüz bütün, relatif algılamanın sınırlamalarında bağımsız hale gelecek ve bizler gerçekliğin varolan tüm parçalarını zaman, uzay ve hareketin ötesinde ortaya çıkarabileceğiz. Kabala Bilgeliği, yukarıda yer alanların tümünü, onu gerçekten arayan herkese sunar.
Bu kitap, yazar tarafından verilen konuşmalardan oluşmuş ve öğrencileri tarafından derlenmiştir.
Johannes Reuchlin (1455- 1522) Reuchlin, Alman bir humasit, Başbakanın politik danışmanı, bir âlim ve antik diller (Latin, Yunan ve İbranice) ve gelenekler uzmanıdır. Platonik Akademisinin merkezine kabul edilmiştir. “Felsefenin babası hocam Pisagor, bu öğretileri Yunanlılardan değil, daha ziyade Kabalistlerden almıştır. Dolayısıyla ona “bir Kabalist” demeliyiz, aynı zamanda Yunanlıların bilmediği ‘Kabala’ adını ilk kullanan kişidir.” “Pisagor’un felsefesi Kabala’nın engin denizinden yayılmıştır.” “Kabala, hayatımızı sadece yeryüzünde yaşamamıza izin vermez, daha ziyade varlığın en yüksek amacına bizi yükseltir.”
-Reuchlin, De Arte Cabbalistica Giovanni Pico della Mirandola (1463- 1494) İtalyan bilim insanı ve Platocu felsefeci, 1846 yılında yazdığı De Hominis Dignitate oratio (Adamın Şerefi Üzerine Nutuk) eseri tipik bir Rönesans çalışmasıydı. Diğer tüm felsefelerin en iyi unsurlarını alıp kendi eseriyle birleştirdiği metodunu yansıtır. Ek olarak, della Mirandola onları kendi orijinal dillerinde okuduktan sonra Kabala’yı, İncil’i ve Kuran’ı araştırdı. “Tanrısal gelenekte, Musa’ya verilen kanunların gerçek yorumuna Kabala denir ki, bunun bizim için anlamı almaktır.” “Bütünde iki tane bilim vardır: Bir tanesi birleştirme sanatıdır ve bilimdeki ilerlemenin ölçüsüdür. Diğeri ise yüksek olan güçleri inceler. İbranîler ikisine de Kabala adını verirler.”
Pico della Mirandola, Özetler Paulus Ricius ( 1470- 1541) Avusturya’nın Pavia Üniversitesinde felsefe Profesörü ve fizikçidir. Alman Kralı, Kutsal Roma İmparatorunun ve Macar Kralının kişisel danışmanı olmuştur. “İnsan sırlarının ve maneviyatın, yorumlama yeteneğine Kabala denir.” “Kutsal yazıların yalın anlamı, zaman ve yer olgusunu ileri sürer. Kabalistik yaklaşım ise zamandan ve yerden bağımsız olarak yüzyıllarca devam eder.”
Paulus Ricius, Introductorai Theramata Cabalae Philippus Aureolus Paracelsus (1493-1541) Alman - İsviçreli hekim ve simyacı olan Paracelsus ilaç kimyanın önemli rolü vardır. Modern bilimin kurucularından biri olarak kabul edilir. “Gizli Kabala’yı öğren, çünkü her şeyi o açıklar.”
Paracelsus, Das Buch Paragranum Christian Konrad Sprengel (1750-1816) Alman botanikçi ve öğretmen bitkilerdeki döllenme çalışmalarıyla tanınır. “İlk insan olan Âdem, Kabala’ya aşinaydı. Âdem, her şeyin özelliğini biliyordu ve bu sebeple hayvanlara kendi doğalarını en iyi anlatan adları verdi.” Kurt Sprengel, Versuch einer Pragmatischen Gesvhichte der Arzeikunde
Raymundus Lullus (1235- 1315) Lullus, bir İspanyol yazar ve felsefeci, Palma Mayaorka’da zengin bir ailede dünyaya gelmiş, iyi bir eğitim almış ve Aragon Kralı İkinci James’in özel hocalığını yapmıştır. “Yaratılış ya da dil, ikisi de Kabala ilminde eşit ağırlığa sahiptir. Çünkü yaratılış veya dil, her şeyin yasasının köküdür, şu açıktır ki Kabala ilmi tüm bilimlere hükmeder.” “Teoloji, felsefe ve matematik gibi bilimler köklerini ve prensiplerini Kabala’dan almıştır. Dahası tüm bilimler, bu ilmin prensiplerine ve kurallarına bağlıdır ve bilimin kanıtlama yöntemleri Kabala olmadan eksiktir.”
Raymundus Lullus, Raymundi Lulli Opera Giardano Bruno (1548-1600) Bu İtalyan felsefeci, astronomi, matematikçi ve okülist zamanının çok önündeydi. Teorileri modern bilimin öncülüğünü yaptı. Bunlardan en kayda değer olanı sonsuz evren ve dünyaların çeşitliliği teorileriydi. Brun kazıkda bağlanarak trajik bir biçimde öldürüldü. Kendi inançlarının kurbanıdır çünkü Ortadoks inançlarına ters düşmüştür. “Kabala önce en yüksek ilkeye tarifsiz bir ad verir: Bu şekilde, tüm türlere hükmeden güçler Tanrı, melek, sebep ve güç isimlerini alır. Şu ortaya çıkmıştır ki tüm maneviyat, özgürce parlayan bir ışık gibi tek kaynağa bağlanır ve sayısız değişik aynaya bölünerek, bireysel nesnelere dönüşen görüntüleri oluşturur ve tüm bu görüntülerin hepsi en yüce ilkeye geri döner yani tüm görüntülerin kaynağına.”
-Giardano Bruno, Le Opere Italiene Gottfried Wilhelm Leibnitz (1646-1716) Alman bir filozof, matematikçi, politik danışman, metafizikçi ve mantıkçı olan Leibnitz kendi bağımsız buluşu olan diferansiyel ve integral hesaplamalarıyla tanındı. 1661 senesinde bir hukuk öğrencisi olarak Leipzig Universitesine girdi; burada Galile, Francis Bacon, Thomas Hobbes ve Rene Decartes gibi bilim ve felsefede köklü değişiklikler getiren bilim insanların fikirleriyle tanıştı. 1666 senesinde modern bilgisayarların teorik atası olan bir model formüle ettiği De Arte Combintoria (Kombinasyon Sanatı Üzerine) adlı eseri yazdı. “İnsanların gizli olanı açacak doğru anahtarı olmadığından, bilgiye duydukları susuzluk, onları sihir adı altında gerçek Kabala ile hiç ilgisi olmayan bir çeşit bayağı bir Kabala yaratmalarına sebep olmuştur.”
Leibnitz, Hauptschriften zur Grundlegung der Philosophie Firedrich von Schlegel (1772 -1829) Alman yazar, eleştirmen ve filozof, Göte’nin, Schiller’in ve Novalis’in akranı. Karşılaştırmalı Indo- Avrupa dilbilimi ve filoloji ile ilgili bir öncü olan Schegel Alman Romantik Hareketini çok derinden etkilemiştir. Romantik terimini literatürde resmileştiren kişi olarak bilinir. “Gerçek estetik Kabala’dır”, Schlegel, Kritische F. Schlegel-Ausgabe publisher: Ernst Behler 35 Bde., Paderborn (Aralık, 1802)
Johann Wolfgang von Goethe (1749-1832) Alman ekolünün en tanınan yazarıdır. Alman Romantik dönemi, Goethe’nin dönemi olarak bilinir. Aynı zamanda şiir ve roman yazmış, sanat ve edebiyatta bir teorisyen ve eleştirmen olmuştur. Hayatının son otuz yılında Alman kültürünün ikonu olmuştur. “Tora’nın kabalistik değerlendirmesi bizi, içeriğiyle ölçülemez olan muhteşem benzemezliğe, çeşitliliğe ve bağımsızlığa ulaştırır.”
Goethe, Materialien zur GeschichtederFarbenlehre