03 Haziran 2021

Nazım Hikmet - Dağların Havası (Manzum Roman) Haydarpaşa Garı'nda

Trenin kalkmasına daha on dakika var, Vagonlardan uzatmış başlarını yolcular Bakıyorlar arkada kalacak olanlara, "Tez geliriz" diyorlar gözleri dolanlara.. 
 

Haydarpaşa Garı'nda nöbet bekliyor gurbet, Gurbet ölüm gibidir: Herkese gelir nöbet! Genç bir köylü şaşırmış, vagonunu arıyor, Bir yüzbaşı göğsünde karısını sarıyor, Muhbirler bir mebusun çevirmiş etrafını, Kadınlar paylaşıyor vagonların rafını, Bir hoca yolculara bakıyor alık alık... Birden bir deniz gibi çalkandı kalabalık, Kıvrak, şen bir kahkaba bir ok gibi sivrildi, Bir anda bütün başlar o tarafa çevrildi: Üç hanım, bir genç kızın etrafını almışlar, Çapkın edalarıyla lakırdıya dalmışlar: 

 

- Hala inanmıyorum senin gideceğine, Orada bir gün bile rahat edeceğine! 

- İsteseydi buraya gelemez miydi baban? 

- Ben ona gelme dedim.. 

- V alla delisin, Leman! 

- Belanı bulacaksın sen araya araya. 

-Yüz bin lira verseler gitmezdim Ankara'ya! 

- Durun- kuz um, kızmayın, biraz beni dinleyin, Sonra da isterseniz yine "Delisin" deyin! Bilirsiniz ne kadar severim sinemayı, Çılgın bir filme bakıp heyecandan yanmayı.. Akarken sergüzeştler birbirinin peşinde Kaybederim kendimi ben filmin gidişinde.  

İçimde sergüzeştin deli rüyası doğar. İşte bugün önümde böyle bir sergüzeşt var: Bu yolculuk, bu tren, Anadolu, Ankara... Fırlatılmış gibiyim ben şimdiden rüzgara, Bir rüzgar ki, durmuyor, şiddeti kesilmiyor! Bugün gideceğimi annem bile bilmiyor; Ne kadar şaşıracak beni görünce babam. 

-Leman, senin aklının tahtası değil tamam! 

- Leman'cık Ankara'da yaşayabilir mi hiç?.. Sal dö dans yok, kafe yok, yollar pis, evler kerpiç! 

- Ankara cehennemdir asri bir genç kız için! 

-Leman, bu deliliğe niçin lüzum var, niçin..

 - Maşer'ler, emin olun tamamen haklısınız, Fakat rica ederim unutmayın ki yalnız Oraya gidiyorum, bir filme gider gibi. Hem öyle bir filim ki, başlarken biter gibi! 

- Ankara'da hemen hiç durmayacaksın demek? 

-Bunu anlamak için değmez düşünmeye pek! İkinci kampananın çınladı çelik sesi, Herkes susup dinledi bu delik delik sesi! Trenin kalkmasına beş dakika var daha, Beş dakikadan sonra gar girecek günaha! Gurbet, camdan yapılmış gönülleri taşlıyor, Bir uzun facianın ilk perdesi başlıyor.. Son bakışlar, son veda, son buseler, sarışlar, Mektup yaz, çok kalma dön! diye son yalvarışlar. Gözleri bulutlanan.. Dudakları titreyen.. Son koşuş.. Son kampana.. Son düdük.. Kalktı tren! 

Yolda 

Tıkırdıyor trenin rayda tekerlekleri, Devrilerek geçiyor telgraf direkleri, Raylar bir yılan gibi sağa, sola dönüyor, Soluyan lokomotif, vagonlar görünüyor. Leman koymuş alnını vagonunun camına,

Bakıyor ufuklarda sönen kış akşamına! Tarlalar, kar, ufuk kar, vagonların üstü kar, Savuruyor karları trenden kopan rüzgar... 

- Söğüş istemez misin küçük hemşire hanım? Sen hiçbir şey yemedin, acıkınadın mı canım?... Leman'ın ağır ağır çevrildi güzel başı: Ne garip bir adamdı bu vagon arkadaşı! Vagonda yalnızdılar Haydarpaşa'dan beri, Bir an bile Leman'a bakmamıştı gözleri. Bir kitabın üstünde gözlerini yormuştu. Şimdi de birdenbire bu suali sormuştu. Acaba kim vermişti ona bu cesareti? Leman'ın hiddetinden dudakları titredi: 

-Efendi, zannedersem sizi tanımıyorum! 

- Tanıyıp tanımamak lazım değil ki yavrum, İkram etmek istedim vagon arkadaşıma... 

- Doğrusu hiç böyle şey gelmemişti başıma! Hangi hakla benimle konuşuyorsunuz, siz? Hiçbir salonda bana takdim edilmediniz! 

- Haklısın küçük hanım, fakat ben şaşmam buna, Girmedİm hayatımda cicili bir salona... 

-Belli! 

- Evet girmedim! 

-Rica ederim yeter! Leman ağlayacaktı cevap alsaydı eğer! Pencerenin yanına sornurtarak oturdu Sinirli elleriyle soğuk camiara vurdu... Öteki aldırınayıp Leman'ın hiddetine, Yemeğini bitirip kitaba daldı yine... 

Soluyor kesik kesik lokomotifin sesi, İndi bir bulut gibi beyaz bir kış gecesi. Bir anda vagonlarda bütün lambalar yandı, Hat boyunda akan kar sarı renge boyandı. 

Sarı, parlak karlara kıvılcımlar düşüyor, Leman sinmiş köşeye, kedi gibi üşüyor... Kesik tıkınılada geçti böyle bir zaman, Bu muttarit ninniden canı sıkılan Leman Baktı o kitabını durmadan okuyana: Kuvvetli gövdesiyle yaslanmış biraz yana, Satırlara saplanmış bir ok gibi bakışı, Esmer, geniş alnına saçlarının akışı, Büyük, kırmızı ağzı, kalın kıvnk çenesi, Kocaman ellerinin demirden mengenesi Leman'ın hiddetini biraz yumuşatıyor, Genç kıza bir kahraman hayali yaşatıyor. Ayaklarında çizme, bol ceketi meş!nden, Sergüzeştler koşuyor bu adamın peşinden. Onun dinç neşesinde karlı bir dağ hali var, Yüksek karlı dağların sert, haşin melali var! Leman geçti kendinden, bu karlı dağa daldı, Bulutlanan gözleri ufaldıkça ufaldı. Karlı bir dağ başında uyudu yavaş yavaş... 

- Üşüyecek zavallı küçük hanım arkadaş! Genç adam birdenbire kımıldadı yerinden, Bol, meşin ceketini çıkarıp üzerinden Kocaman elleriyle örttü güzel, genç kızı... Açıldı yavaş yavaş genç kızın gülden ağzı. Rüyasında o uzak karlı dağlara güldü, Saçı meşin ceketin üzerine döküldü. 

Sanki koşan trenle koştu zaman: saat on. Uyuyan taze kızın ıtrıyla doldu vagon. Genç adam köşesinde sindi bütün bütüne, Gitgide daldı kızın inip kalkan göğsüne. Dışarda kar yağıyor.. Çoğalıyor.. Artıyor. Rüzgar camiara karı avuç avuç atıyor. Beyat atlara binmiş beyaz bir ordu gibi

Treni kovalıyor dağlardan kopan tipi... Dağlardan kopan tipi son bir hamleyle taştı, Tren e yaklaşıyor.. Yaklaşıyor.. Yaklaştı! Benziyor lokomotif haykırıp dört yanına, Bozulan bir ordunun mağlup kumandanınal Çöktü beyaz karanlık kar son darbeyi vurdu, Tekerlekler gömüldü, tren sarsıldı, durdu, Fırladı bir hamlede köşesinden genç adam, Demirden elleriyle açıldı buz tutan cam: Rüzgar delikanlının dağıttı saçlarını, Tipi çaldı alnına buzlu kırbaçlarını. Karlı rüzgar doldurdu vagonu bir solukta, Acı bir neşe vardı bu saldıran soğukta. Genç adam bu havayı ciğerlerine çekti, Buzlu bir ayran gibi soğuğ(u) içine çekti. Fakat bir el dokundu.. Döndü, gördü genç kızı, Çenesi, dudakları, yanakları kırmızı, Gözleri bulutlanmış, omzunda m eşin ceket... 

- Üşüyüp uyandın mı? 

-Evet, üşüdüm, evet! 

- Çabuk şu köşeye geç, iyice örtün, sarıl. 

-Ne var, ne oluyoruz?... 

- Kör talibine darıl. Tren durdu, yolları kar kapattı galiba, Sardı tekerleklere sakalım kış baba... 

- Acaba şu Ankara daha çok uzakta mı? 

- V allahi küçük hanım çıldırtırsın adamı, Daha burası nerde, senin Ankara nerde?.. 

- Eyvah yollarda kaldım... 

- Ağlama, düşme derde, Gözyaşı şevki kırar, cesareti kemirir, Gözyaşı felaketin dev aynası gibidir! Derindir küçük hanım manası bu sözlerin, Erir iki mum gibi ışık dolu gözlerin Hayatı o aynanın içinde göre göre... 

- Nerdeyiz?.. Nerde kaldık?.. 

 -Soralım kondüktöre: Hey, kondüktör efendi!.. Bana bak, hey arkadaş! 

- Beni mi çağırdınız? 

-Buraya gel.. Az yaklaş! Kar mı kapattı? 

-Evet! 

- Pekala, ne haber var? 

- O kadar kolay kolay açılamaz diyorlar Trene yol vermeyen bu beyaz kardan kapıl 

- Kaç gün sürer? 

-İki gün! 

- Desene, yuttuk hapı! Fakat şimdi? Bir çizgi gencin alnını gerdi... 

-Fakat şimdi nerdeyiz?.. Kondüktör cevap verdi, Bu cevap yumuşattı çatık alnını gencin, Kıvrak şimşeği çaktı gözlerinde sevincin, Birden döndü genç kıza, bir selam verdi yerden, Dedi: 

-Ben gidiyorum! Bu apansız haberden Güzel kız şaşaladı, gözlerinde dondu yaş; Kalktı... Delikanlıya yaklaştı yavaş yavaş: 

-Ne dediniz, gitmek mi?.. 

-Evet! 

- Nereye,?.. Nasıl?.. Misali budur işte vahşetinizin asıl: Kimsesiz bir genç kızı bırakmak tek başına! İnsan acımaz mı hiç vagon arkadaşına? Ne kadar korkuyorum... Beni bırakmayınız, Kuzum öyle yüzüme gülerek bakmayınız, İşte yollarda kaldım... Yollarda yapyalnızım, Uçurumun başında küçük, korkak bir kızım! 

-Öbür gün tren kalkar, korkacak ne var bunda? Hem müşerref olmadım sizinle bir salonda,

 Bilmem ki küçük hanım nasıl edeyim yardım? 

-İşte tanıyın beni: Leman'dır benim adım... Babam zengin bir tüccar... 

- Benim adım Süreyya, Aklı dolu, ce bi boş bir köy hocasıyım! 

-Ya?.. -Evet, bir köy hocası, bu hale şaştınız mı? Bilmem, Anadolu'yu siz hiç dolaştınız mı? 

- Hayır, hiç dolaşmadım... 

-Dolaşmak faydalıdır!.. 

- Gitmeyiniz, kalınız... Kaldın değil mi? 

-Hayır! Ben de kalmak isterdim, ne çare ki mecburum, Çünkü bizim köy ancak üç saat sürer yavrum, Hattın en yakın yeri... 

- Beni bırakmayınız, Yalnızlık korkusuyla kalbimi yakmayınız! 

- İstersen benimle gel... 

-Sizinle " mı. ').. 

- Evet... 

-Ben?.. 

-Öyle ya, sen.. İstersen.. Bu tereddütün neden? Köydeki evceğimde ihtiyar bir ninem var, Misafirim olursun kar kalkıncaya kadar... O dakika Leman'ın gözleri doldu yaşla, Tuttu köy hocasının ellerini telaşla, "Gitme" diye yalvardı, büküldü tekrar başı, Fikrinde ısrar etti lakin yol arkadaşı: 

- Bana gitme diyecek yerde siz gelsenize! _ Her ne kadar bizim köy uzaksa da denize Geniş bir ormanı var, büyük bir ırmağı var, Şehri unutturacak yaylası var, dağı var... Leman'ın gözlerini kapladı kar misali Üç saat ileride karlı bir köy hayali. Bir şerit kopmuş gibi en meraklı yerinden Geçiyordu bembeyaz bir hayal gözlerinden.

Bu teklifi reddetmek olur dedi kabalık... Dağılınıştı gitgide trenden kalabalık, Herkes bir han köşesi, sıcak bir yer arıyor, Birbirine bir yudum çay için yalvarıyor... Leman bu yerde kalmak istemiyordu fazla, Adamın da geçecek zamanı yoktu nazla. Köy hocası haykırdı gür sesle: Arahacı! Gürbüz biri yaklaştı şaklatarak kırbacı... 

-Burdan Gözi köyüne ne kadar vereceğiz? 

-Beş lira! 

- Çok değil mi?.. 

- Tez eriştireceğiz... Arabayı tuttuktan sonra döndü Leman1a: 

- Vazgeçtİn mi arkadaş olmaktan artık bana? Kararını çabuk ver, vaktimiz yok ki yavrum... Söyle gelecek misin benimle? 

- Geliyorum... Genç adamın yüzünde ne bir çizgi görüldü, Ne gözleri parladı, ne dudakları güldü,. Topladı kitap, defter, palto, ne varsa rafta, Eşyasından bir parça kalmadı bir tarafta. Eline bavulları aldı, trenden indi, Genç kızın gözlerinden eski hayal silindi. Peşine takılınca onun bir gölge gibi Hakikati anlattı kıza müthiş bir tipi. Bir avuç kar savruldu Leman'cığın yüzüne, Gurbet neymiş öğretti bu ilk yol öksüzüne. Önünde arkadaşı sarsılmadan yürüyor, Bu kahraman yürüyüş kızı düşündürüyor... Yıldırmıyor o genci ne rüzgar, ne fırtına, Meşin ceket bir kale gibi geçmiş sırtına... Silinerek Leman'ın yüzü betten, benizden, Gidiyordu o gencin karda açtığı izden. Üstlerini kaplayan karlardan silkindiler, İkisi de yan yana arabaya bindiler.

Kamçısı şaklayınca gürbüz arahacının Kalbine çöktüğünü duydu Leman acının. Yağız adar kişnedi, sarsıntı oldu haylı, Nihayet yola düştü son süratıyla yaylı. Kırk yıllık arabanın her yanı delik deşik, Her adımda sallanan çerden çöpten bir beşik... Benzese de kar tipi İstanbul'un sisine Benzemiyor yolculuk oto gezintisine. Kar indikçe etrafa her an daha ziyade Atların kulakları görünüyordu sade. Ne yol belli, ne geçit... Yol beyaz, geçit beyaz, Bu kışı görse eğer dünyaya gelemez yaz. Arabanın içinde sessizdi ikisi de, Leman hemen uykuya dalmıştı gide gide. Arkadaşı sarmıştı yünlü şeylerle onu, Yalnız görünüyordu gül gibi pembe burnu. Bir sarsıntı, bir feryat.. Benzi kül oldu kızın, Yaylının tekerleği kırılınıştı ansızın! Yan yana arabadan dışarı fırladılar, Savrulan eşyaları tekrar hazırladılar. Gözden geçirdi kırık tekerleği Süreyya: 

- Arabadan hayır yok, yayan gideceğiz! 

-Ya? Bu karanlıkta insan köyüne yol bulur mu? 

- Korkma, hemşire hanım! -Sen varken korkulur mu?.. Arabada soğuktan donmuş, üşümüştüler, Artık kızışmak için hızla yola düştüler. Sağ kolunda Leman'ı, sol kolunda bavulu, Süreyya bir dev gibi adımlamakta yolu... Ovada kar, dağda kar, gökler beyaz, yer beyaz, Dişinde buz bıçağı, yolları kesmiş ayaz. Genç kız nefes alıyor, duruyor zaman zaman, Böyle her dinienişte ufka baktıkça Leman Kardan yanan gözleri şimşeklerle doluyor. 

Köyün ışıklarım görür gibi oluyor. Peşlerinde uzuyor beyaz ayak izleri... Genç kızın yorgunluktan bükülüyor dizleri, Ayazın buz bıçağı geziyor her yerinde. Sert, soğuk bir sızıyla acıyan gözlerinde Korkunun kara keskin gölgesi sallanıyor, Bu karlı ovalarda kaybolurum sanıyor, Delikanlı yanından bir adım ayrılırsa... Nasıl hanımelleri korkarak sarılırsa Demirden balkonuna yüksek taştan bir evin Leman da sarılıyor koluna o genç devin. 

-Bakayım gözlerine, Leman, epey yoruldun! Benimle geldiğine yoksa pişman mı oldun?.. 

-Hayır!. 

-Yarım ağızia söylüyorsun sen bunu. Bilirim ki anlamak bir genç kızın ruhunu Daha zordur en ağır bir ilim kitabından. Yorgun, acı bir sesle verilen cevabından Çoktan nadim olduğun anlaşılmakta ama Küçük bir kardeş gibi sarılman kollarıma Birden bu düşüncenin gösteriyor aksini... Leman duymuyor artık Süreyya'nın sesini, Kulakları çınlıyor, gözleri kararıyor, Sanki her tarafta kar... Soluyor sararıyor, Gitgide kaybediyor eski parlaklığını. Sanki mahsus toplanan ağır bir kar yığını Dolaşıyor Leman'ın küçük ayaklarına, Soğuk buzdan ağzını koyup kulaklarına Diyor ki: "Çok yoruldun, uyu.. Korkmadan uyu! Bekler yanında duran genç adam bu uykuyu." Leman'ın gözlerinde kıvılcımlar yanıyor, Ayakları titriyor, dört yana sallanıyor. Süreyya'nın kolundan kara düşecek gibi Düştü, dalından düşen büyük bir çiçek gibi. Süreyya bir dakika durdu kaldı yerinde, Bavul ağırlaşmıştı gitgide ellerinde.

Düşündü: Köye daha bir saat mesafe var, Etrafına çekilmiş kardan beyaz bir duvar. Her adımda çarpacak alnını bu duvara, Yürüyecek bir saat zulmeti yara yara... Kendi kitaplarını güç hal ile taşırken, Elinde kurşun gibi bavul ağırlaşırken Nasıl yüklenecekti şimdi de kızcağızı?.. Gözleri alevlendi, köpürdü gencin ağzı, Yaralı arslan gibi daldı karanlıklara: Eritecekmiş gibi bir gözle baktı kara. İçinde bir cehennem gibi tutuştu kanı, Kaldırıp kucağına aldı baygın Leman'ı. Kuvvetini vererek hem kıza, hem bavula, İki ağır yük ile Süreyya çıktı yola... Koşuyordu yollarda tipi gibi, kar gibi. Dört yana ejder gibi ateş salan Süreyya, Bin bir belaya karşı bir tek kalan Süreyya, Ne yoldan yılıyordu, ne tipiden, ayazdan. Köye gireceğine imanı var birazdan! Bir oyuncak gibiydi iradesi elinde, Yeis denen şey yoktu bu iman heykelinde. Fakat yine gittikçe eriyor, soluyordu, Önünde kar geçilmez bir hisar oluyordu... Yükselince uzaktan keskin bir köpek sesi Yorgun delikanlının geldi bütün neşesi. Keskin bir köpek sesi köyden müjde getirdi, Arası çok geçmeden Süreyya köye girdi... Verdi son kuvvetini, yolları sarstı son hız, Kapıyı çaldı... Birden gözlerini açtı kız. Süreyya'nın kolunda doğruldu yavaş yavaş: 

-Ayağını bas yere... Eve geldik arkadaş! Farkı yoktu bu evin canavar saklı inden, Bir ayak sesi geldi evin derinliğinden: 

-Kim o? 

-Ben geldim ana! 

Sen mısın gelen yavrum? 

-Kapıyı aç, yanımda biri var! 

-Açıyorum! 

Süreyya'nın Anası 

Leman misafir oldu bu ufak köy evinde, Tutuşmuş çıraların ısındı alevinde, Ana, oğul Leman'ın gözlerini sildiler, Kızcağızın başında pervan e kesildiler. Ihlamur kaynatarak verdiler fincan fincan, Geldi güzel tazenin benzine bir parça kan. Oturdu rahat rahat bir köşe minderine, Yolda ayaz geçmişti bütün iliklerine Şimdi bir çivi gibi söküldü her yanından. Uyutan bir sıcaklık geçti hemen kanından... Sıcak, temiz bir oda cennet geldi Leman'a, Sonra bir delikanlı... Bir de ak saçlı ana... Dışardaki tipiyi hatırladıkça güldü, Gözleri rüya denen bir aleme süzüldü. Uyudu zavallı kız, uyudu minderinde... Ertesi gün kendini buldu eski yerinde! Ses seda yok ortada... Kimse uyanmamıştı. Perdeler açılmamış, ocak da yanmamıştı. Dünkü hatıratını başladı toplamaya: Ne kadar benziyordu hayatı sinemaya! Dün gece geçirdiği tehlikeleri saydı, Ya çığlar yuvarlansa, ya kurtlar rastlasaydı... Birdenbire içinden geçti acı bir sızı, Kaç gün alıkoyacak, kim bilir, karlar kızı? Daha kaç gün geçecek bu ufak kulübede?.. Leman gömülü sandı kendini bir türbede. Yandı içi buradan kurtulmak hevesiyle, Tekrar salonlarına koşmak düşüncesiyle

Öğle Yemeği 

Süreyya anasıyla girdi küçük kapıdan: 

- Nasılsın, iyi misin? 

-Çok şükür, dedi Leman, Yalnız ocak sönmüş de... 

-Ateş de var, çıra da, Kendi evinmiş gibi hareket et burada. Ocağını yakaydın üşümezdin bu kadar... 

-Bizim evde ocağı hizmetçi uşak yakar! Süreyya gülümsedi karşısında bu sözün, Dedi ki: "Öksüz keser göbeğini öksüzün. Madem ki gurbettesin, hizmetçiyle uşak yok, Arkanda esir gibi gezip dolaşacak yok, istediğin şekilde görmelisin işini." 

-Nasıl olur? 

- Görürsün, bir kere sık dişini! Leman teessüründen kızarmış soluyordu, Süreyya aldırmadan nineye döndü, sordu: 

-Öğleyin yemek için hazırlık var mı ana? 

- Pişirmiştim dün bulgur pilavıyla tarhanal Kızcağız işitince bulgurla tarhanayı Kalkıp boğmak istedi bu ihtiyar anayı! 

- Yenecek şey mi sanki bu söyledikleriniz? 

- Yenmezse siz yenecek şeyleri gösterinizi 

-Bir tavuk haşlaması, bir omlet, bir de sütlaç! 

- Aşağıdaki kümesin git de kapısını aç, Orda tavuk, yumurta, ne istersen bulursun, Bizim gibi tarhana yemekten kurtulursun... Dolapta da tereyağ, süt, şeker, pastırma var! Ocağı da yakarsın, işte kuru odunlar... Yemeğini pişirir, iş nden zevk alırsın! 

-Ben yemek pişiremem! 

-Öyleyse aç kalırsın! 

- Ben sıze misafirim... 

- Sen misafirsen eğer

Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer! Mektebe gidiyorum, gecikmeden dönerim, Pişirdiğin yemekten verirsen ben de yerim... Hırçın, sinirli Leman somurttu, kızdı güya Kızı keskin yüzüyle selamladı Süreyya, Kuvvetli adımlarla kapıdan çıktı, gitti... Kulağının dibinde Leman bir ses işitti: 

- Sakın içlenme kızım, oğlumun sözlerine, Çalışının ocakta şimdi senin yerine. Söyle, ne istiyorsun pişireyim çabucak, Bir nefeste tutuşur karşında sönen ocak! Ocağı yakmak için eğilirken ihtiyar, Leman'ın benliğinde doğdu başka bir diyar. Yerinden hızla kalktı, hemen yaktı ocağı, Pişirdi yemekleri, yıkadı kap kacağı, Öğle üstü gelince mektebinden Süreyya, Karşıladı: 

-Buyurun, yemeğiniz hazır! 

-Ya?.. 

Misafirlik Köyleri 

Çaydam sürederdi akşamları mangala, Çekerdi kız içini küllere dala dala: Elbet bir gün kalkacak yollardan kar yığını, Bir güneş pariatacak ufkun karanlığını, Buz tutan demiryolu yakında çözülecek, O zaman işte biraz kızın yüzü gülecek... Acaba o güzel gün daha uzaklarda mı? Acaba hala tren gömüldüğü karda mı? Babası almış mıdır yolculuğundan haber, Almışsa merakta mı anasıyla beraber?... Bunları düşündükçe rüyadayım sanırdı, Bizet'nin bestesinden bir şey mırıldanırdı.. Sonra dağıtmak için bütün düşüncesini Kendini işe verir, keserekten sesini;

İhtiyarla girerdi ağıla her gün erken, Bakraca süt sağardı, koyun keçi melerken. Oradan uğrarlardı tavuğu bol kümese, İhtiyar kadın ona "Peki" derdi ne dese. Mektepte öğrendiği ahçılıkla kızcağız Yemekler pişirerek tazeliyordu ağız: Alaturka tatlılar, alafranga etler, Kolay hamur işleri, sünger gibi kotletler.. Leman'ın günden güne açıldı iştahası, Doğdu güzel alnında bir ahçılık dehası. Eliyle ayırırdı kemikleri etinden, Bir ev hanımı çıktı bu salon ziynetinden. Saçları örgü örgü, terlikleri ökçesiz, Dört beşli entariyi görseniz üstünde siz Asla tanımazsınız eski çılgın Leman'ı: Başında mor yemenin inenin armağanı... Çalıştıkça asabı büsbütün işliyordu, Yüzü kızıllaşıyor, göğsü genişliyordu. Yemekte ara sıra söz geçer İstanbul'a, Kız neler anlatırdı gözleri dola dola: Balolar, yılbaşları, ziyafetler, düğünler, Bütün sevinçle gelen, sevinçle giden günler... Süreyya bir put gibi dinlerdi bu sözleri, Leman'ın ağır ağır dolaş rdı gözleri. Genç kızın öttüğünü görerek bir kuş gibi, İhtiyar, ta içinden okla vurulmuş gibi: 

- Ah, derdi, sen gidince bu ev ıssız kalacak Kim masal söyleyecek, kim bir türkü çalacak? Gözleri yaşlanarak sükfıt edince nine, Süreyya öbür yandan başlardı sözlerine: 

- Alıştırdın midemi bu güzel yemeklere, Sen gidince o isyan etmesin Allah vere!  

Avda 

Dört gün sonra kar dindi, ortalık bembeyazdı, Gökler görünmüyordu, henüz yollar ayazdı, Süreyya anasına dedi ki: "Çiftem nerde? Avlanmak istiyorum köyden biraz ilerde... " Leman'ın aklı gitti bu anda sinemaya, Birlikte çıkmak için başladı yalvarmaya. Süreyya diyordu ki: "Uşürsün, soğuk hava, Deliliktir emin ol, çıkmak bu günde ava.. " 

- İşte iyi dedin ya... Lazım olan heyecan. Sen git de ben kalayım... Buna dayanır mı can? Merakla başlayarak devam eden bir filmi Orta yerinde kesrnek bir cinayet değil mi? Kalmadan Süreyya'ya ağız açacak zaman Ayağına geçirdi botları hemen Leman. Saçlarını taradı, yüzü sevinçle yandı, Lahzada mantosunu giyerek hazırlandı. Havalandı vücudu gönlünün rüzgarından, Hararetle ninenin öptü dudaklarından. Çıktılar iki avcı, iki gürbüz arkadaş, Köyün sokaklarından kırlara yavaş yavaş... Yoldan geçenler kıza hayretle bakıyordu. Leman ardında hayran izler bırakıyordu. Böyle ilerledikçe korkusu çoğalıyor, Vücudu her adımda yeni bir hız alıyor, Bazı koşup giderken ayağı kayıyordu, Bazı bir kuş görünce çifteyi dayıyordu. Oynuyordu yanında yürüyen cins tazıyla, Önünde yol gösteren karabaş haylazıyla... Süreyya birdenbire Leman'ı durdurarak Dedi: 

-Sakın yerinden kımıldanmamaya bak! 

-Ne var? -Pek yakınlarda bir felaket haberi: Takip olunuyoruz yarım saatten beri!

 Sapsarı, sordu Leman: 

- Bizi takip eden kim? 

- Sen burda biraz bekle... Ben öğrenir gelirim. Süreyya uzaklaştı etrafına bakarak. Leman düşünmedeyken kendini bırakarak Birdenbire arkadan tıkandı kızın ağzı, İki kuvvetli pençe bağladı kızcağızı... 

Süreyya Dönünce 

Süreyya ayrılınıştı kızdan epey uzağa, Dönünce düştüğünü anladı bir tuzağa. Çiftesi bir dal gibi titredi ellerinde Leman'ın şimdi yeller esiyordu yerinde. Delikanlının kalbi göğsünde doldu, taştı, Gözleri şimşek gibi ufukları dolaştı... Gözünde birbirine karışınıştı gökle yer, Çarpışacak önüne bir ordu çıksa eğer Yerli yerinde durdu bir dakika kararsız. Bu felaketten nasıl sı yrılacak zararsız? Böyle mi olmalıydı misafirliğin sonu? Kızcağız şimdi nerde, nerde çalanlar onu? Kızı kaldıranları düşündükçe Süreyya Diyordu ki: "Eminim ne haydut, ne eşkiya... Leman'ı köyde gören birkaç hovarda bunlar! Hem pek uzakta değil, çok yakınlarda bunlar!" Yürüdü izlerinin arkasından iyice, Lakin bu yürüyüş de gitti sonunda hiçe. Şosede birbirine izler karışıyordu, Süreyya sualini kendi kendine sordu: "Acaba ne tarafa gitmiş olsalar gerek?" Vücudu sarsılarak, yüreği titreyerek Göz önüne getirdi kızcağızın halini... Nasıl yüklenecekti Leman'ın vebalini? iradesi tutuştu, yandı kül oldu bir an: Leman, o yosma Leman, o gazal gözlü Leman!

Gözlerinden anlayıp onların maksadını Kim bilir ne dehşetle çağırıyor adını! Düşünürken köpürdü korkunç bir ejder gibi, Uçurumun önünde başı dönenler gibi Baktı: Bütün varlığı bir dağ gibi yanıyor, Aklı bir bulut gibi boşlukta sallanıyor... Yerler, gökler, ağaçlar beyninde döndü döndü... Ansızın karşı yoldan bir süvari göründü. Yaklaşınca bu yolcu Süreyya'nın yanına Süreyya kaplan gibi sarıldı hayvanına: 

- Hiç yolda rastladın mı bir kadına arkadaş? 

- Rastladım bağa doğru giderken yavaş yavaş! 

- Yalnız mıydı? 

-Ne gezer, yanında beş kişi var. 

-Kimler? 

-Kimler olacak bizim Karabağlılar! 

- İn atından aşağı... 

-Olmaz, işim acele. 

- Atından in diyorum, atından atla hele. Yolcu tabancasım Süreyya'ya çevirdi, Bir hamlede Süreyya onu attan devirdi: 

- Canına mı sus adın, yıkıl o rdan kerata! Silahını alınca sıçradı yağız ata. Uçarsa nasıl yaydan fırlayan ok havada Süreyya da o hızla koşuyordu ovada. Vadiler yokuşlaştı, tepeler dümdüz oldu, Süreyya'nın karanlık ruhunda gündüz oldu... Bilmiyordu ne kadar zaman geçti aradan, Bağlara geldiğini anladı manzaradan. Girince delikanlı ağaçlıktan içeri Doldurdu silahını, hazırladı hançeri. 

Erler Meydanında 

Manası yok diyorken böyle çılgın koşuşun Geçti ıs lık çalarak yanından iki kurşun...

Atından adamaya meydan kalmadan daha Davrandı birdenbire belindeki silaha, Süreyya silahını öne uzatıyordu, Onlar kurşun atıyor, bu kurşun atıyordu. Tehlikenin önünde aklı başında yine, Siper aldı bir geniş söğüdü kendisine. Bir kurşuna karşılık beş kurşun geliyordu, Süreyya bulunduğu yerde sendeliyordu... Acı bir ses işitti: Leman'ın sesiydi bu! Bir kurşunun bir göğsü delip geçmesiydi bu! Kızcağızı vurmuştu kendi silahı demek! Son keder, son heyecan, son düşünce, son emek, Delikanlı alarak canını dişlerine isabet ettirmişti bir kurşunu yerine. "Yandım!" diye bir se da işitildi derinden. Yaralanmıştı şimdi birisi içlerinden, Karşı taraf bu cenkte bozgun verdi ansızın, Yanından ayrıldılar geriye doğru kızın... Onlar gerilediler, Süreyya ilerledi, Yaralı kızcağızı toparladı, derledi, Kan sızan yarasının bakmadan ağrısına Leman'ı aldı hemen atının sağrısına... Köye doğru çevirdi hayvanının başını, Ah, bir kere kurtarsa bu güzel yoldaşını! 

Leman Yatakta 

-Süreyya... 

-Ne var yavrum? 

- İçir biraz ilaçtan! Alnının ortasında ayrılan ipek saçtan Leman'ın solgun yüzü ay gibi görünüyor, Gözleri ağır ağır Süreyya'ya dönüyor... Süreyya elindeki şişeden yudum yudum İçirirken, diyor ki: "Bugün biraz uyudum!" Leman üç günden beri hastadır, yataktadır, 

Göğsündeki yaraya deva aramaktadır... Ateşi biraz fazla, kuvvet yok ellerinde, Yalnız akşamdan beri iştahası yerinde. Vücuduna nisbetle kaybetmişti fazla kan, Fakat onu şen görür hala yüzüne bakan. Yarılmış gibi kızıl nar dudağı bıçakla, İlacını içiyor bu kırmızı dudakla. 

-Yemek yer misin yavrum? 

- Tarlıanaysa istemem. 

-Hekim öyle söyledi... 

-Bir kaşık... Fazla yemem! Ricalar başlayınca kızcağız derde girdi, Kasedeki çorbayı yavaş yavaş bitirdi. Nihayet ete, süte tatlıya geldi sıra, Süreyya çömelerek yanındaki hasıra Kendi eliyle verdi Leman'a yemeğini, Yedirdi o ml etini, yedirdi bifteğini! Süreyya'nın gözleri üç gecedir uykusuz, Bekliyor kızcağızın başucunda aç, susuz. Bazı kızın görerek en mecalsiz halini Aklından geçiriyor ölüm ihtimalini. O zaman sinirleri yay gibi boşanıyor, Ölümü bile boğmak arzusuyla yanıyor. Nihayet toplayarak bütün itidalini Düşünüyor genç kızın kurtulmuş hayalini. Kulağında çınlıyor bir sürekli kahkaha... Açıyor ellerini o dakika Allaha. 

Nekahat 

Bir ay geçti ufuktan doğdu güzel bir bahar, Ağaçlar çiçeklendi, kalmadı yollarda kar. Duyulmaya başladı yavaş yavaş kuş sesi, Açıldı Leman'ın da eski uyuşmuş sesi. Süreyya'nın takılıp ara sıra koluna Dolaşırken bakardı Eskişehir yoluna.

Tad alarak güneşten, çiçeklerden, bahardan Kapalı ufuklara dalıyordu dağlardan. O kadar yaradı ki Leman'a gezintiler Çıktı danslar, balolar aklından birer birer. Çılgınca fikirleri yerine güzel kızın Kuvvetli düşünceler kökleşmişti ansızın. Omuzları açıldı, yanakları al oldu, O narin sülün birden yırtıcı kartal oldu. Korkuyla bakmıyordu artık arkadaşına! En hafif kitaplarla meşgul olan başına Gitgide en lüzumlu sahifeler yerleşti. O şimdi köyün bütün kızlarıyla kardeşti... Geliyordu Leman'a yüz ziyaretçi günde. Sabahları gezerken yağız atın üstünde Şaşırırdı o dolgun endamını görenler. Ortada yoktu onu tuzağa düşürenler... Herkes ona hayrandı, ihtiram ediyordu, "Buradan ayrılmayın, Leman Hanım!" diyordu. Köylülerle adeta kaynaştı onun kanı, Köylü sanırdı gören konuşurken Leman'ı! Ne baba hasretiydi, ne de gurbet yasıydı, Leman'ı değiştiren dağların havasıydı... 

Yollar Açıldı 

Bir gün ona yaklaştı Süreyya, düşünceli, İri avuçlarına düştü Leman'ın eli. Dedi ki, heyecandan yüreği titreyerek: 

- Gönlünde İstanbul'un hasreti olsa gerek! Yalnız İstanbul değil, baban da var, anan da, Bekletmek fena olur hasretleri bir yanda. İşte yollar açıldı, karlar yok, tipiler yok, Vücudun demir gibi, yarandan da eser yok; Korkmadan istediğin yere gidebilirsin, Şimdilik bizim evde aziz bir misafirsin! Leman'ın güzel yüzü kesildi kıpkırmızı, 

Benzetirdi kırmızı bir güle gören kızı. Köyde tanıdıkları, kadınıyla, kızıyla Gözlerinin önünden geçti bir sel hızıyla, Sonra o sahte hayat, balolar, çaylar, danslar, O riyalı selamlar, takdimler, reveranslar... Birdenbire içinden bir heyecan tutuştu, Leman şimdi gökleri arşıolayan bir kuştu. Süreyya'ya dedi ki: 

- Ben burda kalacağım, Bu dağlarda geçecek bundan sonraki çağım! 

-Nasıl olur? 

- Adeta... Mihmanım vatanında, Hatta senin evinde, hatta senin yanında! Bu sözler, sevda gibi içtendi filhakika...İkisi de göz göze geldiler bir dakika, Nihayet kızın başı gencin göğsüne düştü, İki genç, iki mesut, uzun uzun öpüştü!.  

(Akbaba, 5 Mart Nisan 1341/1925 ) 144