21 Ocak 2021

Madenci Lambası - Ahmet Oktay


Çalışma masamın üstünde günlerdir:
Eski bir mâdenci lâmbası yerdeydi
nerdeyse üç yıldır. Neden göz önüne
getirdim bu tuhaf gereci? Bir simge mi
aranıyordum, bir göçüğün önsezisi mi
yeşermişti içimde? Zonguldaklı şair  
Lütfi Fikri - Fikri Lütfi miydi yoksa? -
armağan getirmişti. Adlar! - Kişi, kent, kitap
fark etmez - turnusol kağıdıdır belleğin;
onlar da ihtiyarlıyor ve bunuyoruz.

Sürgün kitabımdaki üç dize için
tepilmişti onca mesafe: “Mâdencinin lâmbası
ve kandili Ozan’ın
aydınlat yolu”.

Ben de bir şaire ulaşmak için
binmedim mi İstanbul otobüsüne?
Çalmadım mı Şişli’de bir bodrum
katının kapısını? Göğsümde
inanılmaz panik.

Aydınlattı mı yolu lâmba ve kandil?
Aydınlatabilir miydi? Yarınlarda
yanıt, benim bilemeyeceğim.
Yine de tutuk dilimde
söküldükçe açan alevsi bir çiçek var:
herkesin düşlerinden devşirilmiş,
ve karabasanlarından.
Yaslıyım bir ölü evi kadar ve dudaklarımda,
bir gelinin gülümseyişi.

Bir mâdenci lâmbası işte. Sayılar ve tuhaf
harfler üzerinde: 19 ve C249D. Bir alt
satırda 24 yazıyor. Gizemli aidiyetler: Kuyu,
ekip, mâdenci ve lâmba. Kişinin silindiği
yerler. Kuyudan kuyuya dolaşıyorum
en olmaz vakitlerde. Vuruyorum korkuyla
damarlara kazmayı ve kalıyorum
geçmişin göçüklerinin altında.

Bir lâmba. Nedir onu Keats’in
“Yunan Vazosu”ndan ayıran? Sır
nerde, ölümsüzlük nerde? “Güzellik
gerçek, gerçek de güzelliktir” demişti Keats.
Günlerdir dinliyorum, dokunuyorum
metalin soğuk gövdesine ve konuşsun diye
bekliyorum benimle
yoksulluğun kalbi.

Bilmem sordu mu bunları kendine
boğazı düğümlenmiş ve alnı siyah
Zonguldaklı kardeşim;
bekledi mi gerçeğin ve güzelin yanıtını
taşların ve köklerin içinden?