"Testici testi ile uğraşıp durdukça testi, hiç kendiliğinden genişliyebilir, büyür mü?
Tahta dülgerin elindedir. Yoksa nasıl olur da kesilir, yahut başka bir tahtayla birleşir?
Kumaş, bir terzinin elinde olmadıkça kendiliğinden nasıl dikilir, yahut biçilir? (Mesnevi, VI, 3368 vd)
Bununla beraber Mevlâna, her sanatkâr kendi işinin ehli olmak zorunda olduğunu herkes kendi sanatıyla ilgili âlet ve edevatı kullanmalı aksi takdirde:
"Kuyumcunun âletim kunduracının elinde kuma ekilmiş tohuma döner.
Çiftçinin yanında kunduracının âleti, köpeğin önünde saman, merkebin önünde kemik gibidir (Mesnevi, II, 303- 304)
Yine Mevlâna'ya göre gerçek bir sanatkâr, sanatına âşıktır, gönlü kendi sanatındadır.
"Sen nasıl ululuğa âşıksan bir sanatkâr da meselâ demirciliğe âşıktır.
Herkesi bir iş için yetiştirmişler, gönlüne o sanatın meylini vermişlerdir" (Mesnevi, III, 1617-1618)
Mevlâna'ya göre sanatla irade arasında sıkı bir bağ vardır. Sanatçı, iradesiyle yaptığı işe istediği şekli vermede muhayyerdir:
"Su ve toprak, altın madeniydi; bizse kuyumcuyuz...gah onu halhal yaparız, gah yüzük!
Gah kılıç bağı yaparız... gah aslanın boynuna tasma!
Gah onu tahtı bezeyen turunç yaparız, gah devlet isteyen padişahların başına taç ederiz. (Mesnevi, IV, 999-1001)
Mevlâna'ya göre bütün sanatlar ustasız öğrenilmez. Bir sanatı öğrenmede ve onu pratik hale getirmede akıl yeterli değildir. Mutlaka bir usta bu işte yol göstermelidir. Akıl olmadan da hiç olmaz. Zira akıl bu sanata daha sonra başka şeyler ve bir takım yenilikler katacaktır. Nitekim o şöyle demektedir:
"Bütün sanatlar iyice bilki vahiyden meydana gelmiştir; Önce böyledir; sonra akıl birşeyler katar ona,
Bak da gör, bu işler, şu aklımızla olsaydı sanat, ustasız öğrenilebilirdi.
Düzenle kılı kırk yarar akıl; ama hiçbir sanat da ustasız öğrenilmez
Sanat bilgisi bu akılla olsaydı, ustasız olarak bir sanat öğrenebilirdi elbette. (Mesnevi, IV, 1297-1299)
Sanat felsefesi hakkında bilgi verirken söylediğimiz ve Aristoteles'ten beri gelen katharsis (arınma) ile ilgili olarak, sanatkârın sanat eseriyle kişiyi ilâhî güzelliklere yaklaştırmaya çalışması, sanattan gayenin ruhun arınması ilkesi Mevlâna'da da görülür. Zira o, sanatla nefis tezkiyesi, ruhun arındırılması arasında sıkı bir ilişki görür:
"Bu riyâzatlar, bu cefa çekişler, ocağın posayı gümüşten çıkarması içindir.
İyinin, kötünün imtihanı, altının kaynayıp tortusunun üste çıkması içindir.(Mesnevi, I, 232-233)
"Kalp altınla halis altın ayarda belli olur. Kalpla halisi mehenge vurmadıkça tahmini olarak bilemezsin.
Tanrı kimin ruhuna mehenk korsa ancak o kişi yakîni, şüpheden ayırd edebilir" (Mesnevi, I, 299-300)
Mimesis (Taklit) konusunda da Mevlâna tavrını koymaktadır:
"Eğer insan suretle insan olsaydı Ahmed'le Ebıı Cehil müsavi olurdu.
Duvar üstüne yapılan insan resmi de insana benzer.
Bak, suret bakımından neyi eksik? O parlak resmin yalnız cam noksan.
Yürü, o nadir bulunan cevheri ara..." (Mesnevi, I, 1019-2021)
Prof. Dr. İsmail Yakıt