ABD'nin tarihini anlatırken benim bakış açım değişik: Devletlerin hafızasını kendi hafızamız olarak kabullenmemeliyiz. Uluslar ortak çıkarlara sahip topluluklar değildir ve hiçbir zaman da olmadılar. Bir ailenin tarihi olarak sunulan herhangi bir ülkenin tarihi, fatihler ve fethedilenler, efendiler ve köleler, kapitalistler ve işçiler, egemen ırk ve egemen cins ile ezilenler arasında -bazen su yüzüne çıkan ama çoğunlukla bastırılan- şiddetli çıkar çatışmalarını gizler. Ve böylesi bir çatışma dünyasında, bir kurbanlar ve cellatların tarafında yer almamaktır.
Dolayısıyla tarih içindeki seçimimden veya vurgularımdan kaynaklanan bu kaçınılmaz yer alışımda ben Amerika'nın keşfini Arawakların bakış açısıyla anlatmayı tercih ediyorum; Anayasayı kölelerin bakış açısıyla, Andrew Jacksona'ı Cherakeelerin açısından, Amerikan İç Savaşı'nı New York Irish'a göründüğü gibi, Meksika Savaşı'nı Scott'un ordusundan firar eden askerlere, sanayiinin yükselişini Lowell tekstil atölyelerindeki genç kadınlara, İspanyol-Amerikan Savaşı'nı Kübalılara, Filipinler'in fethini Luzan'daki siyah askerlere, Yaldızlı Çağ'ı güneyli çiftçilere, Birinci Dünya Savaşı'nı sosyalistlere, İkinci Dünya Savaşı'nı pasifistlere, New Deal politikalarını Harlem'deki siyahlara, savaş sonrası Amerikan İmparatorluğunu Latin Amerika'daki gündelikçilere göründüğü gibi anlatmayı tercih ediyorum...