Ne yapacağını bilemeden bir avlunun karşı tarafındaki duvara dalıp
gitmek; bir aşk anında karnındaki inatçı gurultuya kulak vermek; ihanet
etmek; ihanetin göz kamaştırıcı yolunu terk ederek gücü kendinde
bulamamak; Büyük Yürüyüş’te kalabalıklarla birlikte yumruğunu havaya
kaldırmak; gizlenmiş mikrofonlar önünde espri gösterisi yapmak- bu
durumların hepsini tanıdım, hepsini yaşadım...
Romanlarımdaki kişiler
kendime ilişkin gerçekleşmemiş olabilirliklerdir... Her biri benim ancak
kenarında dolaştığım bir sınırı aşmıştır... Çünkü romanın sorguladığı
sır o sınırın ötesinde başlar. Roman yazarın itirafları değildir; bir
tuzak haline gelmiş dünyamızda yaşanan insan hayatının araştırılmasıdır.
Ne yapacağını bilemeden bir avlunun karşı tarafındaki duvara dalıp
gitmek; bir aşk anında karnındaki inatçı gurultuya kulak vermek; ihanet
etmek; ihanetin göz kamaştırıcı yolunu terk ederek gücü kendinde
bulamamak; Büyük Yürüyüş´te kalabalıklarla birlikte yumruğunu havaya
kaldırmak; gizlenmiş mikrofonlar önünde espri gösterisi yapmak- bu
durumların hepsini tanıdım, hepsini yaşadım...
***
Erkek, kadının
yaşamının hikayesini büyük bir merakla dinliyor, aynı derecede istekli
görünüyordu ama karşılıklı sarf ettikleri sözcüklerin anlamını apaçık
anlasalar da, aralarında akıp giden ırmağın anlambilimsel fısıltısını
duymayı başaramıyorlardı.
Aşırı uçlar, ardında yaşamın sona erdiği sınırlar
demektir ve sanatta da politikada da, aşırılığa duyulan tutku, ölüme
duyulan örtük bir özlemdir aslında.
Eğer itilmişlik ve
ayrıcalık aynı kapıya çıkıyorsa, eğer yüce ile değersiz arasında bir
fark yoksa, eğer Tanrı’nın oğlu bok yüzünden yargılanıyorsa, insan
varoluş boyutlarını kaybeder ve dayanılmaz ölçüde hafifler.
Gökte solgun bir ay vardı, ölü odasında açık tutulmuş bir lamba.