03 Şubat 2019

Bertrand Russell (Ruh Nedir) Aylaklığa Övgü


Bilimde son ilerlemelerin en acı yanı, bu ilerlemelerin her birinin bize sandığımızdan daha az şey bildiğimizi öğretmesidir. Benim gençliğimde, insanın ruhtan ve bedenden meydana geldiğini; bedenin uzay ve zamanda, ama ruhim sadece zamanda bulunduğunu hepimiz bilirdik, ya da bildiğimizi sanırdık. Ölümden sonra ruhun yaşayıp yaşamadığı konusunda fikir ayrılıkları bulunabilirdi, ama ruhun varlığı tartışma götürmez bir gerçek sayılırdı. Bedene gelince, sıradan insanlar' bedenin varlığını apaçıklığı kendinde bulunan bir gerçek sayarlar, bilim adamları da böyle düşünürdü, ama filozoflar bedenin varlığını şu ya da bu modaya göre çözümlemek, onu çoğunlukla bedenin sahibi olan adamın veya o adama dikkat etmiş herhangi birinin zihnindeki fikirler haline indirgemek eğilimindeydiler.

Bununla birlikte, filozofları pek ciddiye alan olmadığı için, bilim oldukça ortodoks bilim adamlarının elinde bile, hiç rahatı bozulmadan maddeci kaldı. Eskiden her şeyi böyle güzel güzel basite indirgeyiveren anlayış bugün kalmamıştır: fizik uzmanlan bize kesinlikle, madde diye bir şey olmadığım, fizyologlar ise aynı kesinlikle, zihin diye bir şey bulunmadığını söylüyorlar. Bu, eşi benzeri görülmemiş bir olaydır. Şimdiye kadar kim bir kunduracının çıkıp da kundura diye bir şey bulunmadığını, ya da bir terzinin çıkıp da bütün insanların gerçekte çırılçıplak olduklarım iddia ettiğini duymuştur? Ama eğer böyle bir iddiada bulunan çıksaydı bile, bu iddia, fizik uzmanlarıyla bazı fizyologların ileri sürmekte bulundukları iddialardan daha acayip kaçmazdı. Önce fizyologları ele alacak olursak, bunların bir kısmı, bize zihin faaliyeti olduğunu iddiaya kalkışmaktadırlar. Ancak, zihin faaliyetlerini fiziksel faaliyetlere indirgemede çeşitli zorluklarla karşılaşılmaktadır. Bu zorlukların yenilebilir ya da yenilemez olduklarmı henüz kesinlikle söyleyebileceğimizi sanmıyorum.

Doğrudan doğruya fizik bilimiyle ilgili olarak söyleyebileceğimiz şey, şimdiye kadar bedenimiz dediğimiz nesnenin, aslında, hiçbir fiziksel gerçeğe tekabül etmeyen, incelikle işlenmiş bilimsel bir yapı olduğudur. Böylece modem, sözde maddeci, kendini tuhaf bir durum içinde bulmaktadır, zira sözde maddeci zihin faaliyetlerini bir dereceye kadar başarıyla beden faaliyetleri haline indirgeyebildiği halde, bedenin kendisinin zihin tarafından icat edilmiş kullanışlı bir kavram olduğu gerçeğini tevil edememektedir. Böylece, bir kısır döngü içinde dolaşıp durduğumuzu görüyoruz: zihin, bedenin bir türümüdür, beden ise zihnin bir icadıdır. Bunun doğru olamayacağı apaçıktır, dolayısıyla ne zihin, ne de beden olan, ama her ikisinin de kendisinden çıkabileceği başka bir şey aramamız gerekiyor. Bedenden başlayalım. Sıradan adam, maddesel nesnelerin mutlak varolduğunu, zira bunların varlığını beş duyumuzun apaçık ortaya koyduğunu düşünür. Başka her şeyin varlığından kuşku duyabilse bile, insanm kafasını toslayabileceği herhangi bir şeyin gerçek olması gerekmektedir; bu, sıradan adamın metafiziğidir. Buraya kadar her şey güzel, ne var ki, bu noktada fizikçi ortaya çıkar ve insanın hiçbir şeye toslamadığını gösterir: kafanızı taştan bir duvara çarptığınız zaman bile, aslında duvara dokunmazsınız.

Siz bir şeye dokunduğunuzu sandığınız zaman, bedeninizin çarptığınızı sandığınız bölümünü meydana getiren bazı elektron ve protonları, dokunduğunuzu sandığınız cismin bazı elektron ve protonları tarafından çekilir, ya da itilir, ama fiilî bir temas yoktur. Başka elektron ve protonlara yaklaşmaktan dolayı bedeninizdeki elektron ve protonlar rahatsız olur ve bu rahatsızlığı sinirler yoluyla beyne iletirler; beyinde meydana gelen etki, dokunma duygunuz için gerekli olan etkidir ve uzun deneylerle bu duygu aldatıcı kılmabilir. Halbuki elektronlarla protonlar ise sadece kabataslak bir ilk yaklaşmadan (takarrüp) ayn ayrı, çeşit çeşit cinsten olayların istatistikî ihtimallerini ya da dalga sıralarını deste haline getirme yolundan ibarettir. Böylece madde, zihni dövmek için kullanılacak elverişli bir değnek olamayacak kadar hayalî bir nitelik almış bulunuyor. Evvelce göze o derece su götürmez bir gerçek olarak görünen hareket halindeki maddenin, fiziğin ihtiyaçlarına cevap vermekte tamamiyle elverişsiz bir kavram olduğu ortaya çıkıyor. Bununla birlikte modern bilim ruh ya da maddenin varolduğuna dair herhangi bir işaret vermiyor; gerçekten de buna inanmamak için varolan nedenler, maddeye inanmamak için varolan nedenlerin hemen hemen aynıdır. Madde ile zihni, tahtı ele geçirmek için savaşan arslan ile masal ejderhasına benzetmek mümkündür; savaşın sonu ikisinden birinin zaferini değil, her ikisinin de hanedan armaları alanında yapılmış birer keşiften ibaret olduğunu ortaya koymuştur.

Dünya uzun zaman dayanabilen nesnelerden değil, olaylardan meydana gelmiştir ve değişen özelliklere sahiptir. Olaylar, aralarındaki nedensel ilişkilere göre gruplar halinde toplanabilir. Eğer nedensel ilişkiler bir sınıftansa, bunların sonucu olan olaylar grubuna fiziksel bir nesne denebilir, eğer nedense! ilişkiler başka bir sınıftansa, bunların sonucu olan gruba da zihin denebilir. Bir insanm kafası içinde geçen her olay, her iki gruba da aittir; olay, bir cins gruba ait olarak düşünüldüğü zaman o adamın beyninin meydana getiricilerindendir; başka cinsten bir gruba ait olarak düşünüldüğü zaman da, zihninin meydana getiricilerinden. Bundan dolayı gerek madde, gerek zihin, sadece olayları örgütlemek için elverişli birer yoldan ibarettir.

Zihnin ya da maddenin bir parçasının ölümsüz olduğunu varsaymak için hiçbir neden yoktur. Güneşin, dakikada milyonlarca ton madde kaybetmekte olduğu kabul ediliyor. Zihnin en temelli belirgin özelliği bellektir, ancak belirli bir kişiyle ilgili belleğin, o kişinin ölümünden sonra da canlı kalacağını varsaymak için bir neden yoktur. Aslında, bunun tam tersini düşünmek için her türlü neden vardır, zira bellek açıkça, belirli bir beyin yapısıyla bağıntılıdır ve yapı ölümle birlikte çürüdüğüne göre, bu çürümeyle beleğin de varolmaktan çıkacağını kabul etmek gerektir. Her ne kadar metafizikal maddecilik doğru kabul edilemezse de, maddeciler haklı olsaydı dünyamız ne olurdu ise, duygusal bakımdan dünyamız hemen hemen yine odur. Öyle sanıyorum ki, maddecilerin karşısında olanlar öteden beri iki istekten hareket etmişlerdir: birincisi, zihnin ölümsüz olduğunu ispat etmek, İkincisi de nihaî gücün fiziksel değii de zihinsel olduğunu ispatlamak. Her iki bakımdan da, ben, maddecilerin haklı oldukları inancındayım..

Gerçi isteklerimiz, dünya yüzünde büyük bir güce sahiptir; eğer insanlar dünya üzerindeki karaları, yiyecek ve servet çıkarmakta kullanmasalardı, bu gezegenin üstündeki karaların büyük bir bölümünün görünüşü bambaşka olurdu. Ne var ki, gücümüz son derece sınırlıdır. Şimdilik güneşe, aya, hattâ dünyanın iç taraflarına ulaşamıyoruz ve gücümüzün ulaşamadığı bölgelerde olan şeylerin zihinsel nedenleri bulunduğunu varsaymak için en ufak bir neden yoktur. Meseleyi daha basitleştirirsek, yani dünyanın yüzü hariç, her olan şeyin, birisi olmasını istediği için olduğunu varsayamayız.

Yeryüzündeki gücümüz tamamiyle, dünyanın güneşten aldığı enerjiye bağımlı bulunduğuna göre de, biz ister istemez güneşe bağımlı durumdayız; güneş soğuyacak olursa isteklerimizin hiçbirini gerçekleştiremeyiz. Hiç kuşkusuz, bilimin gelecekte gerçekleştirebileceği şeyler konusunda dogmatizme - kaçmak ukalâlık olur. İnsan varlığım, şimdi bize mümkün görünenden çok daha fazla uzatmayı öğrenebiliriz, ama modern fizik biliminde, özellikle de termodinamiğin ikinci yasasında eğer bir parçacık gerçek varsa, insan ırkının sonsuza dek sürüp gideceği umudunu besleyemeyiz. Bazıları bu sonucu iç sıkıcı bulabilirler, ama eğer kendi kendimize karşı dürüst isek, bundan milyonlarca yıl sonra olacak şeyin, duygusal yönden bizim için şimdi ve burada pek de fazla bir şey ifade etmeyeceğini kabul etmemiz gerektir. Bilim, kosmos üzerindeki iddialarımızı azaltmakla birlikte, öte yandan da yeryüzündeki rahatımızı büyük çapta artırmaktadır. Teologların bilimden dehşet duymalarına rağmen, genellikle bilimin hoşgörüyle karşılanması işte bundandır.
 
TIK