eskidendi: elyazması nameler alırdın ve ne çok da yazardın. o küf kokulu yangın erlerinin kıkırdak sözcüklerle sıvadıkları sevgi iskeletlerine az mı can verdin? hangisi anlayabildi senin yorgun kanatlarındaki dirençli ulaşma isteğinin uzaklıkları emebilici gücünü ki onlar varoluşun acımasız kervanlarını yıllarca sahte bir yüzle dürüstlüğün örnek kılavuzları gibi hep kendi yansı'larına sürüklediler. yanılgıyı ipek kefenlere sarıp ısrarla umudun doğurgan topraklarına gömmekte ne buldun sonunda kazancın göğsünü rüzgar acısıyla dağlayan yaşlı bir alışkanlık oldu. doğrunun ve yalanın adını koyamadın san. yanılgın bu.
ey bana titrek krallığımdan miras kalan yüreğimle isyancı askerlerine şefkat dağıtan sevdalı tekliğim. artık çöz salgının iplerini ve kavruk bir çarpıntı olan bireyci gizemini dünyaya bırak. senin yırtıcı kuşlar ve güvercinler arasıdan ustalıkla geçirdiğin ışıltısız kargın elbet saplanacak ilençli bir bulut bulur gökyüzü arenasında.
şimdi senin görevin eski elyazması namelerle geçmişin burgulu hüzünlerinin bıraktığı yaraları iyileştirmektir. sevincini uzaklıklara bölerek çoğalttığını beklemenin savruk tadını, kırık dostlukların yarım yamalak içteliklerini de unut artık. önemli olan yaşadığının, yaşarken neler yaptığının, neler yapılacağının, büyük küçük iğreti şeylerin bilincide olmaktır. bu bilinci taşımak için her zaman erken sayılır. bunu bil.
hiçbir şeyin sonu yoktur.
bunu da.
bir gün nasılsa bütün acılar eskiyecek.
işte hayat; yıllarca eziyetini üzerinde taşıdığın ısrarlı bir gecikmeye doludizgin koşturacak ne varsa hepsi yanında. başkaldıran çalarsaatinin vuruşlarını duy.
yüreğini kurtar.
vur umudunu kalabalık ağaçlara
yorumla beslenen dallara köpürerek akan sulara
kır çiçeği kokusuyla aygınlaşan dağlara
kurcala yaşamanın gizemli torbasını
ekmeğin ve terin kardeşliğini kıskan
sana toprağı ve aşkı öğretecek
hayat denen anneye koş
"Sevdadır"