Philippus Aureolus Theophrastus Bombastus von Hohenheim, ya da
bilinen adıyla Paracelsus, şüphesiz ki 16.yüzyılın en büyük
simyacısıdır. Gerek mucizevi tedavileri ile tıp bilimine yaptığı
katkılarla, gerek simya çalışmaları ve çeşitli okült konularda yazdığı
kitaplarla tarihe ismini altın harflerle yazdırmıştır. Öyle ki
takipçileri ona Alman Hermesi, Ölümsüz İsim, Kutlu Theophrastus gibi
isimlerle adeta tapmıştır.
Annesini genç yaşta kaybeden Theophrastus, babasıyla birlikte Güney Avusturya’ya, Villach şehrine taşındı. Babası burada, gençlerden maden analisti ve maden şefi yetiştirmeyi amaçlayan bir okulda kimya, mineroloji ve metalürji dersi veriyordu. Genç Theophrastus ilk eğitimini burada, babasından aldı. Babası Wilhelm Bombast von Hohenheim, bir fizikçi ve kimyacı olmasının yanında aynı zamanda ezoterik ve okült konularda da yetkin bir insandı( Tötonik Cemiyeti’nin büyük üstadı olduğu iddia edilir).Büyük ihtimalle Paracelcus’un simya merakı babasından gelmektedir.
Paracelsus, öğrenme iştahının yanı sıra zekası ile de ön plana çıkardı. Bunun en net kanıtı henüz 16 yaşındayken Basle Üniversitesi’ne başlamasıdır. 1500’lü yıllarda bir üniversiteye girmenin ne kadar zor olduğu göz önünde bulundurulunca bunun ne kadar alışılmamış bir durum olduğu anlaşılacaktır. Üniversitede Simya, tıp ve cerrahi okuyan Paracelsus’un, büyük ihtimalle farmatoloji çalışmaları da burada başladı. Daha sonra Vienna’ya giden Paracelsus, burada Ferrera Üniversitesi’nde doktora yaptı. “Celsus’tan1 daha büyük” anlamına gelen Paracelsus ismini de burada kullanmaya başladığı farz edilir.
Simya bilimine Cornelius Aggripa von Nettesheim’ın da öğretmeni olan Başkeşiş Henry Trithemius tarafından inisiye edilmiştir. Öğrenmeye ara vermeyen Paracelsus’u, daha sonra Sigismund Fugrer’den kimya, mineroloji, tıp ve cerrahi dersleri alırken görüyoruz. Fugrer,nekromansi deneyleri yüzünden otoriteler ile bozuşup şehri terk etmek zorunda kalmış, o dönemin en ünlü ve zengin hekimlerinden birisiydi.
Eğitim hayatı bittikten sonra, hayatını astroloji, çeşitli kehanet ve okült çalışmalarla idame ettiren Paracelsus, göçmen bir hayat yaşamaya başladı.
İsterseniz bu noktada bu büyük ustanın yaşam öyküsüne ara verip simya çalışmalarını bir inceleyelim.
Paracelsus, Yunan dört element konseptini reddetmedi, ancak kendisi “Tria Prima” adı verilen “Üç İlksel Madde” fikrini oluşturmuştur.
Batı Simyasının temellini oluşturan bu fikre göre, bütün kâinat üç sembolik maddeden oluşmuştur.
-Tuz
-Cıva
– Kükürt (veya Sülfür)
Tuz; Bedendir, maddenin fiziki bölümüdür. Toprak elementine tekabül eder
Cıva; Candır (İng. spirit). Maddedeki yaşam enerjisidir.
Kükürt; Ruhtur (İng. Soul) Bireysel özdür.
Paracelsus’un yaptığı bu ayrım, simya tarihinde bir mihenk taşıdır. Ondan sonra gelen bütün üstatlar, bu üç elementi temel alarak çalışmıştır.
Paracelsus’tan bahsedip de Homunculus’tan bahsetmemek olmaz. Son zamanlarda Japon animeleri gibi popüler kültür eserleriyle gündeme gelen Homunculus, Latince “küçük adam” anlamına gelir. Teoride, simyacının çeşitli yöntemlerle cam bir şişede yarattığı küçük insan olarak tanımlanabilir.
Kendi kendine bir canlı yaratma düşüncesi çok cezbedici gelmiş olacak ki, Paracelsus’un popüler kültüre en çok yansımış çalışması Homunculus’tur. Tabii her simya çalışmasında olduğu gibi Homunculus’a da sembolik bir şekilde bakmalıyız. Gerçekten simya yoluyla bir şişe içinde küçük bir insan yaratmak ne kadar mümkün bilinmez ama internetteki “homunculus deneyi” trendi gibi bir şey olmadığı su götürmez bir gerçektir.
Paracelsus majikal çalışmalarda da bulunmuştu. Hayatı boyunca kehanet yöntemlerine başvurduğu bilinse de, bu alandaki en önemli çalışması herhalde Magi Alfabesi’ir. Kendi yarattığı bu majikal alfabe ile melek isimlerini yazarak çeşitli gezegen tılsımları yapmıştır.
(Paracelcus bu alfabeyi büyük ihtimalle o dönemin majikal alfabelerinden ve İbrani alfabesinden esinlenerek yarattı)
Annesini genç yaşta kaybeden Theophrastus, babasıyla birlikte Güney Avusturya’ya, Villach şehrine taşındı. Babası burada, gençlerden maden analisti ve maden şefi yetiştirmeyi amaçlayan bir okulda kimya, mineroloji ve metalürji dersi veriyordu. Genç Theophrastus ilk eğitimini burada, babasından aldı. Babası Wilhelm Bombast von Hohenheim, bir fizikçi ve kimyacı olmasının yanında aynı zamanda ezoterik ve okült konularda da yetkin bir insandı( Tötonik Cemiyeti’nin büyük üstadı olduğu iddia edilir).Büyük ihtimalle Paracelcus’un simya merakı babasından gelmektedir.
Paracelsus, öğrenme iştahının yanı sıra zekası ile de ön plana çıkardı. Bunun en net kanıtı henüz 16 yaşındayken Basle Üniversitesi’ne başlamasıdır. 1500’lü yıllarda bir üniversiteye girmenin ne kadar zor olduğu göz önünde bulundurulunca bunun ne kadar alışılmamış bir durum olduğu anlaşılacaktır. Üniversitede Simya, tıp ve cerrahi okuyan Paracelsus’un, büyük ihtimalle farmatoloji çalışmaları da burada başladı. Daha sonra Vienna’ya giden Paracelsus, burada Ferrera Üniversitesi’nde doktora yaptı. “Celsus’tan1 daha büyük” anlamına gelen Paracelsus ismini de burada kullanmaya başladığı farz edilir.
Simya bilimine Cornelius Aggripa von Nettesheim’ın da öğretmeni olan Başkeşiş Henry Trithemius tarafından inisiye edilmiştir. Öğrenmeye ara vermeyen Paracelsus’u, daha sonra Sigismund Fugrer’den kimya, mineroloji, tıp ve cerrahi dersleri alırken görüyoruz. Fugrer,nekromansi deneyleri yüzünden otoriteler ile bozuşup şehri terk etmek zorunda kalmış, o dönemin en ünlü ve zengin hekimlerinden birisiydi.
Eğitim hayatı bittikten sonra, hayatını astroloji, çeşitli kehanet ve okült çalışmalarla idame ettiren Paracelsus, göçmen bir hayat yaşamaya başladı.
İsterseniz bu noktada bu büyük ustanın yaşam öyküsüne ara verip simya çalışmalarını bir inceleyelim.
Paracelsus, Yunan dört element konseptini reddetmedi, ancak kendisi “Tria Prima” adı verilen “Üç İlksel Madde” fikrini oluşturmuştur.
Batı Simyasının temellini oluşturan bu fikre göre, bütün kâinat üç sembolik maddeden oluşmuştur.
-Tuz
-Cıva
– Kükürt (veya Sülfür)
Tuz; Bedendir, maddenin fiziki bölümüdür. Toprak elementine tekabül eder
Cıva; Candır (İng. spirit). Maddedeki yaşam enerjisidir.
Kükürt; Ruhtur (İng. Soul) Bireysel özdür.
Paracelsus’un yaptığı bu ayrım, simya tarihinde bir mihenk taşıdır. Ondan sonra gelen bütün üstatlar, bu üç elementi temel alarak çalışmıştır.
Paracelsus’tan bahsedip de Homunculus’tan bahsetmemek olmaz. Son zamanlarda Japon animeleri gibi popüler kültür eserleriyle gündeme gelen Homunculus, Latince “küçük adam” anlamına gelir. Teoride, simyacının çeşitli yöntemlerle cam bir şişede yarattığı küçük insan olarak tanımlanabilir.
Kendi kendine bir canlı yaratma düşüncesi çok cezbedici gelmiş olacak ki, Paracelsus’un popüler kültüre en çok yansımış çalışması Homunculus’tur. Tabii her simya çalışmasında olduğu gibi Homunculus’a da sembolik bir şekilde bakmalıyız. Gerçekten simya yoluyla bir şişe içinde küçük bir insan yaratmak ne kadar mümkün bilinmez ama internetteki “homunculus deneyi” trendi gibi bir şey olmadığı su götürmez bir gerçektir.
Paracelsus majikal çalışmalarda da bulunmuştu. Hayatı boyunca kehanet yöntemlerine başvurduğu bilinse de, bu alandaki en önemli çalışması herhalde Magi Alfabesi’ir. Kendi yarattığı bu majikal alfabe ile melek isimlerini yazarak çeşitli gezegen tılsımları yapmıştır.
(Paracelcus bu alfabeyi büyük ihtimalle o dönemin majikal alfabelerinden ve İbrani alfabesinden esinlenerek yarattı)
Magi alfabesi ile yapılmış Merkür Tılsımı
Okült çalışmalarına kısaca değindiysek artık hayat hikâyesine kaldığımız yerden devam edelim. Son bıraktığımız yerde eğitim hayatını bitirmiş, göçmen bir hayata başlamıştı.
Seyahatleri sırasında Almanya, Fransa, Macaristan, Hollanda, Danimarka, İsveç ve Rusya’yı ziyaret etmiştir. Rusya’da Tatarlar tarafından esir alınmış, Tatarların elinden kaçtıktan sonra, önce Litvanya’ya, oradan da Macaristan’a gitmiştir. Daha sonra Paracelsus’u İtalya’da askeri doktorluk yaparken görüyoruz.
Gezileri Paracelsus’u Mısır’a, Arabistan’a ve en sonunda İstanbul’a getirmiştir. İstanbul’da mucizevi şeylere tanık olmuş ve efsane doğruysa evrensel eriyik Alcahest’in sırrını da burada bir üstattan öğrenmiştir.
Manly P. Hall, Paracelsus’un İstanbul ziyaretini şöyle aktarmıştır:
“Paracelsus bilgisini hapçı doktorlardan değil, İstanbul’daki dervişlerden, varlık çağıran, çiğin içindeki semavi cisimlerin ışınlarını yakalayan ve çaresiz hastalıkları iyileştiren büyücülerden, sihirbazlardan ve çingenelerden öğrenmiştir”
1526 yılında Almanya’ya döndü. Burada kendisine, bizzat Erasmus ve Ecompliadus tarafından kendisine fizik, tıp ve cerrahi alanında profesörlük teklif edilmiştir. Böylece Paracelsus daha önce okuduğu üniversitede profesörlük yapmaya başladı.
Paracelsus döneminin tıpçı ve doktorlarından çok rahatsızdı. Bu rahatsızlığını defalarca kez dile getirmiştir ki Paragranum kitabında şu dizeleri bence isyanının en net ifadesidir;
Okült çalışmalarına kısaca değindiysek artık hayat hikâyesine kaldığımız yerden devam edelim. Son bıraktığımız yerde eğitim hayatını bitirmiş, göçmen bir hayata başlamıştı.
Seyahatleri sırasında Almanya, Fransa, Macaristan, Hollanda, Danimarka, İsveç ve Rusya’yı ziyaret etmiştir. Rusya’da Tatarlar tarafından esir alınmış, Tatarların elinden kaçtıktan sonra, önce Litvanya’ya, oradan da Macaristan’a gitmiştir. Daha sonra Paracelsus’u İtalya’da askeri doktorluk yaparken görüyoruz.
Gezileri Paracelsus’u Mısır’a, Arabistan’a ve en sonunda İstanbul’a getirmiştir. İstanbul’da mucizevi şeylere tanık olmuş ve efsane doğruysa evrensel eriyik Alcahest’in sırrını da burada bir üstattan öğrenmiştir.
Manly P. Hall, Paracelsus’un İstanbul ziyaretini şöyle aktarmıştır:
“Paracelsus bilgisini hapçı doktorlardan değil, İstanbul’daki dervişlerden, varlık çağıran, çiğin içindeki semavi cisimlerin ışınlarını yakalayan ve çaresiz hastalıkları iyileştiren büyücülerden, sihirbazlardan ve çingenelerden öğrenmiştir”
1526 yılında Almanya’ya döndü. Burada kendisine, bizzat Erasmus ve Ecompliadus tarafından kendisine fizik, tıp ve cerrahi alanında profesörlük teklif edilmiştir. Böylece Paracelsus daha önce okuduğu üniversitede profesörlük yapmaya başladı.
Paracelsus döneminin tıpçı ve doktorlarından çok rahatsızdı. Bu rahatsızlığını defalarca kez dile getirmiştir ki Paragranum kitabında şu dizeleri bence isyanının en net ifadesidir;
“Bilinmeyen sebeplerden
kaynaklanan hastalıkların sayısı, mekanik sebeplerden kaynaklananlardan
çok daha fazladır ve bu tür hastalıklar için hekimlerimizin hiçbir
çaresi yoktur, bu hastalıkların sebebini bilmedikleri için onları tedavi
edemiyorlar. Yapabildikleri tek şey hastayı gözlemlemek ve hastalığı
hakkında tahmin yürütmektir.
Hasta, kendisine verilen ilaç ona
zarar vermeyip iyileşmesini engellemiyorsa kendini şanslı saymalıdır. En
sevilen hekimlerimizin en iyileri en az zarar verenlerdir. Fakat ne
yazık ki, bunlardan bazıları hastalarını cıva ile zehirlemiş, kimileri
de onların hacamat yüzünden kanamadan ölmesine neden olmuştur.
Bazıları
o kadar bilgilidir ki, bilgileri akıllarından bütün sağduyuyu alıp
götürmüştür, diğerleri ise hastaların sağlığından ziyade kendi ceplerini
düşünüyorlar.
Bir hastalık kendini hekimin bilgisine uydurmak
için değişmez, hastalığın sebebini anlamak zorunda olan hekimdir. Bir
hekim doğanın hizmetkârıdır, düşmanı değil; doğaya hayat için
mücadelesinde rehberlik etmeli, akıldışı müdahalesiyle iyileşmenin önüne
yeni engeller çıkarmamalıdır. ”
Dönemin bu vahim durumu içerisinde Paracelsus, bitkilerden ve metallerden ilaçlar yapmış, hermetik anatomiyi ve manyetizma prensiplerini (hatta Carl Gustav Jung’a göre psikolojiyi de) kullanarak insanları tedavi etmiştir.
Peki, bu kadar büyük bir hekim neden bugün bir Hipokrat, bir Galen kadar hürmet görmüyor?
Bu sorunun cevabını Archibald Cockren “Alchemy Rediscovered and Restored (ülkemizde Simya Sanatı ve Simyacılar olarak basıldı) isimli kitabında şöyle vermiştir;
“Derslerinde, dönemin otoriteleri tarafından kesinlikle değiştirilmez ve karşı çıkılamaz olarak görülen ve en ufak bir farklı yorumun sapıklık olarak görüldüğü Galenin sistemini ‘köhne’ diye bir kenara attığı için ona ‘Hekimlerin Luther’ı’ ünvanı verilmiştir. Paracelsus, Galen’in sistemini bir kenara atmakla kalmamış, onun ve takipçilerinin çalışmalarını bütün üniversitenin gözü önünde tunç bir tencerede sülfür ve nitrat kullanarak yakmıştır. Bu cüretkâr davranış, hayli kendine özgü fikirleriyle birlikte ona sayısız düşman kazandırmıştır. Mineral ilaçlarla gerçekleştirdiği tedaviler, tıp fakültesi ve bu ‘sapığın’ öğretileriyle otoriteleri sarsılan şahsiyetlerin düşmanlarını arttırmaya yetmiştir”
Paracelsus, bu kadar çok düşman edindiği Basle Üniversitesi’nde profesörlüğünü uzun süre elinde tutamadı ve göçmen hayatına geri dönmek zorunda kaldı.
Bu ikinci göçmenlik döneminde Almanya ve Fransa’da bulunduğunu ve bir kez daha hekimlerle kavgaya tutuştup meslektaşları tarafından şarlatan ilan edildiğini okuyoruz. Ancak bu sefer de o dönemde mucizevî sayılabilecek tedavilere imza atarak rakiplerine karşı üstünlük kazanmıştır.
Döneminde kıymeti bilinmeyen bu kıymetli insan, kısa bir hastalığın ardından 1541 yılında White Horse hanında ölmüş, kendi tabiriyle “ölümle yaşamı takas etmiştir”. Büyük ihtimalle pek çok simyacı gibi yaşam süresini uzatabilecekken, o ölümü eski bir dost gibi kucaklamış, zamanı geldiğinde ölmeyi tercih etmiştir. Mezarında yazan “Ölümle yaşamı takas etti( Vitam cum morte mutavit) “ sözü, ölümünün bilinçli bir tercih olduğunu çağrıştırmaktadır.
1) Celsus: M.S. 1.yüzyıldan sonra yaşamış Romalı ansiklopedist ve tıp bilimci
Yazı için, Harpocrates’e teşekkürler.
Kaynakça
1-Tüm Çağların Gizli Öğretileri – Manly P. Hall(The Secret Teachings of All Ages) Mitra Yayınları,
Yazı için, Harpocrates’e teşekkürler.
Kaynakça
1-Tüm Çağların Gizli Öğretileri – Manly P. Hall(The Secret Teachings of All Ages) Mitra Yayınları,
2-2008 Simya Sanatı ve Simyacılar – Archibald Cockren (Alchemy Rediscovered and Restored) Mitra Yayınları,2015
3-Brittanica,Biography of Paracelcus
3-Brittanica,Biography of Paracelcus