25 Nisan 2018

Miguel de Cervantes - Don Kişot


İspanyol yazarı olan Cervantes soylu ama yoksul bir cerrahın oğlu olan Miguel de Cervantes Saavedra, çok genç yaşta şiirler yazmaya başladı yılının sonlarına doğru, oda hizmetkârı olduğu İspanya’daki Papalık elçisi İtalyan kardinal Acquaviva’yla Roma’ya gitti.

570 yılında don juan de Austria’nın ordusuna yazıldı. İnebahtı deniz savaşında yaralanınca sol elini kullanamaz hale geldi. Birçok savaşa daha katıldıktan sonra İtalya’ya döndü, ispanyaya giderken yolda korsanların eline düşüp, kardeşiyle birlikte köle olarak Cezayir’e götürüldü.

Rahiplerin kurtulmalık ödemeleri üstüne serbest kalarak ispanyaya döndü ve evlendi. Ertesi yıl La Galatea adlı pastoralinin ilk bölümünü yayımladı ama yoksulluktan kurtulamadı. Yenilmez Armada’nın araç gereç aldığı sırada Endülüs’te erzak görevlisi oldu. Bu arada Novelas Ejemplares’in (Örnek Öyküler) bir kaçını yazdı.

 1605 Ocağında Don Kişot’un ilk bölümünün yayımlanmasının ardından, Örnek Öyküler ve Ocho Comedias adlı güldürü dizisini, Parnossos’a Yolculuk’u yayımladı. Don Kişot’un ikinci bölümünü yayımladıktan birkaç ay sonra hastalanarak öldü.

Dünya çapında ününü Don Kişot adlı yapıtı sayesinde kazanmıştır. Şövalye romanlarının sonunu vurgulayan parodinin ötesinde, bütün insanlığın ince, derin ve zekice bir tablosunun çizildiği bu romanda planın birliğinin serüvenlerinin şaşırtıcı çeşitliliğinin vurguladığı yaratıcı güçlü Don Kişot, Walter Scott’un deyimiyle İnsan Ruhunun Başyapıtlarından Biridir.

 Don Kişot ile Sanço Panza’nın ölümsüz tipleri karşıtlıklarıyla insanın iki yönünü simgeler. Ayrıca, romandaki bütün tipler, ne kadar önemsiz olurlarsa olsunlar, bu iki temel figür karşısında silik kalmazlar. Söz konusu gerçeklik ve doğallık yeteneği, Cervantes’in bir yalınlık, canlılık ve nükte örneği gibi cömertçe yaydığı konuşmalarda da görülür.

Bu eleştirili yapıt hiçbir zaman karamsar ya da iç karartıcı değildir. Tersine çok içten bir neşe havası vardır. Yayımlandığında büyük bir başarı kazanan ve İspanya’da on iki bir örnek satılan Don Kişot, birçok dile çevrilmesine karşın, bir kenarda unutulmuş ve ancak 18. yüzyılda yeniden keşfedilerek yeni çevirileri yapılmıştır.

Batı toplumunda çürümek üzere olan şö­valyeliği, alaylı bir dille eleştiren bir romandır. Hayal ile gerçeğin genellikle iç içe anlatıldığı romanda komik pek çok öğe bulunur. Hikayeden romana geçişin ilk adımı kabul edilmektedir.

Don Kişot, İtalya’da Mancha eyaletinde, küçük bir köyde yaşamaktadır. Sürekli olarak şövalye hikâyeleri okuyan Don Kişot, zamanla dünyayı şövalye hikâyelerinde olduğu gibi görmeye başlar. Eski çağlardaki şövalyeliğin canlandırılması gerektiğine inanır. Bir gün, aklını iyice yitirir, kendisini son seyyar şövalye zanneder. Evindeki eski, paslı zırhları, kılıçları kuşanır. Ezilen halkı kurtarmak için çok mükemmel zannettiği sıska atına binerek yollara düşer. Kendisine bir de aristokrat bir sevgili bulmalıdır. Yolda rastladığı çirkin bir köylü kızını çok güzel ve soylu olarak görür ve kendisine sevgili olarak seçer.

Artık tek istediği şey, ona resmi şövalyelik unvanı veril­mesidir. Bunun İçin de başarılar kazanmak zorundadır. Yolda bir hana rastlar. Hanı şato sanmaktadır. Hanın (şa­tonun) sahibini lord olarak görür, kendisini şövalye yapma­sını ister. Hanın sahibi, onun zararsız bir deli olduğunu anlar, lordmuş gibi rol yapar. Don Kişot, resmi olarak şövalye un­vanını aldığına inanarak gururla köyüne döner. Yolda, Sanc­ho ile karşılaşır. Ona büyük bir servet vaat ederek uşağı ol­masını teklif eder. Sonra tacirlerle karşılaşır. Onlara sevgilisi Dulcinea’nin çok güzel bir kız olduğuna inandırmaya çalışır. Onlar da Don Kişot’u döverler. Don Kişot, bu sefer yolda yel değirmenlerini insanlara kötülük yapan devler sanır. Onlara saldırınca, yaralanır. Yine aklı başına gelmez.

Sancho, durumu anlatsa da gerçeği gör­mez. Kafasındaki hayale inanır. Bundan sonra koyun sürüle­rini birbirine saldıran iki ordu olarak görür. Zayıf olanlara yar­dım etmeye karar verir. Koyunlarına saldırıldığını gören ço­ban, Don Kişot’u döver. Bir başka seferde de Don Kişot kal­dıkları bir handaki şarapları kan zannederek şişelere saldırır. Ona gerçekler gösterildiği zaman kabullenmez. Büyücülerin onlara öyle gösterdiğini, onları kandırdığını söyler. Gerçeğin acılığına katlanamaz. Başlarından buna benzer pek çok olay geçtikten sonra, köy papazı ve berberi Don Kişot’u korumak isterler. Onu bir kafese koyarak evlerine götürürler. İyileştir­meye çalışırlar.

Don Kişot bir süre sonra yine Sancho ile yola koyulur. Sevgilisi Dulcinea’yi bulmak istemektedir. Sancho onu kan­dırarak ilk gördükleri köylü kızının Dulcinea olduğunu söyler. Yolda pek çok maceradan sonra Dük ve Düşes’in evine varırlar. Dük ve Düşes, Don Kişot’a oyun oynarlar. Don Kişot’a şövalye gibi davranırlar, yardıma ihtiyacı olan kişiler için on­dan yardım etmesini isterler. Oyun tam bir komediye dönüşür. Dük, Sancho’ya bir ada verir. Ada, civar köylerden biridir. Köy halkına Sancho’nun vali olduğunu söylerler.

On iki günden sonra, Sancho işi bırakır. Daha sonra Don Kişot, Sanson Carrasco ile düello yapar. Kazanan, diğerinin isteğini yerine getirecektir. Sanson kazanır. Don Kişot’a evine dönmesini ve si­lah taşımamasını emreder. Don Kişot da her şeyden elini çeker ve köyünde tabii bir hayata döner. Ancak hastalanır. Aklı başına gelir. Tekrar eski Alonso olmuştur. Sancho’nun onu yine kandırmasına müsade etmez, artık tüm hayallerinden vazgeçmiştir. Bütün malını fakirlere miras olarak bırakarak ölür.

Don Kişot: Don Kişot’u takma ad olarak kullanmaktadır. Asıl adı Alonso’dur. Eserin ana kahramanıdır. Zayıf, yaşlı bir adamdır. Hayalci ve saf bir mizacı vardır. Kendisini son şövalye olarak görmektedir. Dük ve Düşes: Don Kişot’un ev sahipleridir. Alaycı, fır­satçı kişilerdir. Sancho Panza: Sıradan bir köylüdür. Don Kişot onu uşak olarak kullanır. Saf, aynı zamanda realist, kurnaz, basit bir adamdır.

Pcro Perez: Köyün papazıdır.  Master Nicholas: Köyün berberidir. Sanson Carrasco: Salamanca Üniversitesi’nde okuyan bekâr, kaba espriler yapan bir gençtir. Dulcinea del Toboso: Kendisini şövalye sanan Don Kişot, şövalyelerin bir sevgilisinin olması gerektiğini düşünür. Sıradan, şişman bir köylü kızı olan Aldonzo’ya Dulcinea del Toboso takma adını verir. Onu aristokrat bir ailenin güzel kızı olarak düşünür.


- Kötü hareketler, ne kadar yerden aniden biten bitkilere benzese de, gene de insan onlardan kolayca bir çok şeyler öğrenebilir. 
Yaşamak ve öğrenmek güzel şeylerdir. 
Aşk, herkesi eşit kılar. 
Aşkın gözlükleri öyle pembedir ki, bakırı altın, yokluğu varlık, gözdeki çapağı inci gibi gösterir.

- Bal, eşeğin ağzı için değildir. 
Kuru pantolon ile balık tutulmaz. 
Borcunu ödememek kararıyla alışveriş yapan için, fiyatın önemi yoktur. 
Herkesin kendine göre birtakım dertleri vardır, ama bu kiminde gramladır, kiminde kiloyla.

- Fakirlik, aşkın büyük düşmanıdır. 
En büyük felaket ölümdür. 
Bir kapı kapanırken, öteki açılır. 
Şiddetli fırtınanın arkasından sükunet gelir. 
Dürüst bir kadının güzelliği ateşe benzer: Yaklaşmayana hiç bir zararı dokunmaz.

- Aşağılık insanlara iyilik etmek, denize su taşımaya benzer. 
Önüne kötülük etme fırsatı çıkmamış kişiye, iyiliğinden ötürü teşekkür edilebilir mi? 
Eldeki serçe, uçan turnadan iyidir. 
Bütün acılar azalır, yeter ki ekmeğin olsun. 
Açlık, dünyanın en güzel salçasıdır.

- Zamanın unutturamayacağı anı, ölümün dindiremeyeceği acı yoktur. 
Askerler için barut kokusu, lavanta kokusundan üstündür. 
Bütün acılara dayanılır, yeter ki ekmeğin olsun. 
Tecrübe bilginin anasıdır.

- Arkadaş uğrunda ölmek kolay,fakat uğrunda ölünecek arkadaş bulmak zordur. 
Zengin dullar bir gözleriyle ağlarlar, ötekini kırparlar. 
İnsan eğitimle doğmaz, ama eğitimle yaşar.