Vincent yaralı kalbinde kelimelere dökemeyip taşırdığı mükemmel bir
insan sevgisi taşıyordu. O da kendini boyalarla ifade etmeyi seçti. Bunu
yapmak zorundaydı. Çünkü insana ve resime duyduğu aşk kalbinin kabuk
bağlamış yaralarını parçalayıp üstünde tepiniyordu.
Artık sürekli resim yapıyor, içindeki salt sevgiyi böylece insanların üzerine bir hükümlülük gibi bırakıyordu.
Resim artık öylesine hayatının bir parçası olmuştu ki, fırçayı bir
kenara attı ve artık sadece boya tüpünü tuvalin üzerine öylece sıkıp
parmaklarıyla o boyayı zevkle eziyordu. Hatta bazen boyaya duyduğu aşkla
deliriyor ve tadına varmak için yiyordu. Yemeklerinin rengini veren
artık boyalardı.
İçindeki yoğun insanlık sevgisini taşırıp boyalarla tuvallere aktaran adam, Vincent van Gogh. Yaşadığı sefil ve yardım dolu bir hayattan sonra elinde kalan ünlenmiş, mükemmel tablolarıydı. Ama o tabloların ününü de ancak öldükten sonra gökyüzüne yükselen özgür ruhu görebildi.
Dünya gözüyle görüp öğrendikleri Vincent'in ancak canını yakmış, onu her
yarasının üstüne bir pansuman yapmak zorunda bırakmıştı.
Vincent içinde taşıdığı tüm duyguların karşılığını bir renkte buldu ve
onlara can verdi. Suya düşse yağmur damlası, yere düşse toprak parçası
zannedip geçeceklerdi. Oysa o, resim yapmayı seçti. Renklerin insanlara
getirdiği özgürlüğü balonlara asılı bırakıp insanların görmesini
sağladı. Sadece insanlar bunu fark ettiğinde Vincent de balonların
yanındaydı, hepsi bu.
Van Gogh'un çocukluğu
Vincent 30 Mart 1853'te dünyaya geldiğinde ailesi Hollanda'nın
güneyindeki Brabant bölgesindeki Groot - Zundert köyünde yaşıyordu.
Babası da bu köyün papazıydı.
12 yaşına geldiğine komşu kasabanın okuluna eğitim için gönderilmişti
ki, okulu yarıda bıraktı. Çünkü her şeyi çok yavaş anlıyordu ve
zekasındaki bu durum onu okuldan soğutmuştu. Böylece eğitim - öğrenim
hayatını zirvede bıraktı.
Resim Satış Memuru, Vincent Van Gogh
Okulu bıraktıktan sonra Vincent avare ve yalnız bir çocukluk
geçiriyordu. İçine kapanmıştı. Babasının desteğiyle 16 yaşında La
Haye'deki resim galerisinde memuriyet görevi ile iş hayatına başlamış
oldu. Bundan sonraki durağı da Brüksel'deki Goupil galerisiydi ve
1873'te Londra şubesine ataması yapıldı.
Resim bir virüs gibi kanında dolaşmaya inceden başlıyordu. Sadece Vincent bunun farkında değildi.
Vincent'in ilk hayal kırıklığı
Vincent, Londra Goupil Galerisi'nde çalışırken, burada kirada yaşıyordu. Ev sahibinin kızı Ursula Loyer'e aşık olmuştu.
Vincent 22 yaşındaydı. Hissettiği aşk, ruhunu bir mengeneye sıkıştırmış
ve boğuyor gibiydi. Ursula olmadan yaşayamayacağı düşüncesi içinde bir
çığ gibi büyümeye başladığında onunla evlenmek istediğini söyledi.
Ancak genç Vincent'in aşkı ne yazık ki tek taraflıydı. Evlilik teklifine
aldığı olumsuz cevabın karşısında dünyada onun için olumlu olabilecek
hiçbir şey kalmamıştı.
Bu yaşadığı ilk aşk ve ilk hayal kırıklığıydı. Bu psikolojiyle orada daha fazla kalamazdı. Olay mahallinden kaçarak uzaklaştı.
Vincent kendini toparlayamıyordu
Londra'dan kaçışı Goupil Galerisi'nin Paris şubesine oldu. Ancak içinde bulunduğu kıskaç onu sıkıştırmaya devam ediyordu.
Haliyle burada da barınamadı. Üzüntüsü, öfkesi bardaktan boşalırcasına
etrafına dökülüyordu. Müşteriler, yöneticiler hepsi bu sağanak yağıştan
nasibini aldığında yaşadığı anlaşmazlıklar ona evin yolunu gösterdi.
Vincent aşkın zehrini bünyesinden atmaya çalışıyordu
Hayat artık anlamsız ve her zamankinden daha zordu. Tüm acılar üstüne
gelmiş, birkmiş, bir şovalye gibi savaşmak isterken o sessizdi.
Kendini resim yapmaya verdi. Kimi zaman ne yapacağını bilmez halde
sokaklarda dolanırken, arada aklını başına devşirebildiği nadir
zamanlarda da resim galerileri ve müzeleri dolaşıyordu. Yine de
çoğunlukla resim yapmanın büyüsüne kapılmak daha cazip geliyordu.
Papazlıktan inancını kaybetmeye kadar uzanan yolculuk
Artık sokakları dolaşmak Vincent'e yetmediğinde başka şehirlere,
ülkelere açılmıştı. Gittiği her yerde başka bir iş yapıyordu. Dil
öğretti, rahiplerin yardımcısı oldu, kitap satıcılığı yaptı.
Brüksel'e gidip ilahiyat dersleri aldıktan sonra Belçika'daki Borinage
madenlerinde papazlık yaptı. Sefalet bütün gerçekliğiyle Vincent'in
hayatında kol geziyordu. Bundan başka madenciler için de savaşıyordu.
İşte o andan sonra kesinlikle deli olarak anılmaya başlamıştı.
Madencilere yardım için çırpınıyor, bin bir güçlük karşısında adeta
direniyordu. Bu aslında kendi iç dünyasında direnemediklerine karşı da
açtığı bir savaştı belki. Yine de köylüler ve madencilerin gözünde
Vincent artık çağdaş bir İsa'ydı.
Vincent günden güne daha da kötüleşiyordu. Bu savaş onu çok fazla yormuş
ve hasta etmişti. Öylesine fakirleşmişti ki, köylülerin sadakasıyla
günü bitirmeye çalışıyordu. Kardeşi Theo neredeyse ölmek üzere olan
Vincent'i alıp Brüksel'e götürdü.
Hayatı kurtulmuştu, fiziksel olarak her şey normal seyrine dönüyordu.
Ama Vincent'in ruhundaki yaralar hala derindi. Aşk acısı, madenciler
için savaşırken tanık oldukları kafasında her şeyi sorgular hale
getirmişti Vincent'i. Tanrı'ya olan inancını kaybetmişti.
Brüksel'de başlayan yeni hayat
Vincent'ın sağlığı artık daha iyiydi. Ressam Ridden van Rappart ile
tanıştığında ondan dersler aldı. Çünkü artık resim içinde büyütmek
istediği tek tutkuydu. Anatomi ve perspektifi öğrenmişti bile.
Theo da kardeşinin resme olan yeteneğini fark etmiş, ona maddi destek veriyordu.
Vincent ikinci hayal kırıklığı ile sarsıldı
Ailesi Etten şehrine yerleşmişti. Vincent ailesinin yanına döndü. Dul
kuzeni Kate'i uzun zaman sonra ilk kez görüyordu ve Kate kalbinin
ritmini tekrar değişmişti. Ursula'dan sonra tekrar atmaz sandığı kalbi,
belli ki sadece kan pompalamaktan sıkılmıştı.
Ancak Kate de Vincent'in evlenme teklifini reddetti. Bir kez daha hayalleri kırılmıştı. Ama en azından bu sefer tecrübeliydi.
Hemen kafasının içinden bir yara bandı çıkardı, özenle yapışkanlı kısmın
üzerindeki koruyucu kağıdı sıyırdı ve yaralı kısmın üzerindeki kana
aldırmadan yapıştırdı. Üstelik bu sefer yara bandı renkliydi. Çünkü
Vincent'in fırçası ve boyası vardı.
Vincent Van Gogh ilk yağlı boya tablolarını yaptı
Vincent, 1883'e kadar La Haye'de kalarak, akrabası olan, ünlü ressam
Mauve'den resim dersleri aldı. Önündeki iki yıl içinde ilk yağlı boya
tablolarını yapacaktı. Bu Vincent için bütün güzel şeyler adına attığı
en güzel adımlardandı. Artık fırça darbeleri ile her şeyi renklendirebilirdi.
Vincent'in bir türlü aşka kavuşamayışı
Kalbini bantladıktan sonra kendine vereceği ikinci bir emire kadar o bandı oradan çıkarmamaya karar verdi.
Bir süre Clasina Maria Hoornik (Sien) adlı bir fahişe ile yaşadı. Aşk
adını vermiyordu. Araya çizdiği çizgi fazlasıyla inceydi. Ancak bu
ilişki de Theo'nun hoşuna gitmemişti, kardeşine yakıştıramıyordu. Daha
sonra Vincent'in birçok tablosunda Sien olacaktı.
Bir daha kalbim kırılmayacak diye antlar verdiği zamanlardı. Neredeyse
mutluydu. Ailesinin yanına döndü. Burada komşusu Margot Begemann ile
aralarında aşk desen olmaz, demesen daha da büyük yalan sayılacak bir
sevişme başlamıştı. Kalbindeki yara bandı artık kabuk bağlamış yaranın
üzerinde daha fazla kalmak istemiyordu. Bunu fark eden Vincent, o yara
bandına daha fazla ihtiyacı kalmadığını düşündü ve onu çekti. Hisettiği
sızıya da hiç aldırmadı.
Bu sefer Vincent'in engeli kendi ailesiydi. Margot ile evlenmesine razı
olmadılar. Margot da bu durum karşısında fazlasıyla güçsüzdü ve intihara
kalkıştı. Bu olay karşısında Vincent çok fazla sarsıldı. Kendini bir
kez daha çıkmazdan kurtarmak için dişlerini çok fazla sıkmak ve bedenini
sessiz çığlıklardan korumak zorundaydı.
incent Van Gogh Paris'te
Vincent'in babası 1885'te öldü. Margot ile yaşadıklarından sonra da onu
buralara bağlayan pek bir şey kalmamıştı. Kardeşi Theo'nun isteğiyle bir
yıl sonra Paris'e taşındı. Theo, kelimenin tam anlamıyla kardeşine
bakmayı görev edinmişti. Özellikle resim ile ilgili desteği sonsuzdu.
Hazırlanmış bunca zeminden sonra Vincent üzerine düşeni yaptı ve ressam
Cormon'un atölyesine kayıt oldu. Burası onun için yeni bir başlangıçtı.
Özellikle empresyonist ressamlarla tanışma fırsatı buldu. Toulouse –
Lautrec, Pissarro, Signac, Seurat ve Gauguin ile de tanışmıştı.
Hepsinden ayrı etkileniyordu.
Bir dönem de Pointillist tekniğini benimsedi. Resimlerinde bir dönem bu
tekniğin etkileri görüldü. Paris'te yaşadığı bir yıl içinde 200'den
fazla resim yapmıştı.
1888'de Lautrec'in fikriyle Güney Fransa'da Arles kasabasına gitti.
Daima güneşli ve sıcak olan bu kasabada Akdeniz'in rengi Vincent'i
büyülemişti. Gaugin de gelip ona misafir oldu.
Hayat belki de Vincent için Paris'ten sonra başlamıştı.
Vincent'in sonsuz insan sevgisi
Vincent yaralı kalbinde kelimelere dökemeyip taşırdığı mükemmel bir
insan sevgisi taşıyordu. O da kendini boyalarla ifade etmeyi seçti. Bunu
yapmak zorundaydı. Çünkü insana ve resime duyduğu aşk kalbinin kabuk
bağlamış yaralarını parçalayıp üstünde tepiniyordu.
Artık sürekli resim yapıyor, içindeki salt sevgiyi böylece insanların üzerine bir hükümlülük gibi bırakıyordu.
Resim artık öylesine hayatının bir parçası olmuştu ki, fırçayı bir
kenara attı ve artık sadece boya tüpünü tuvalin üzerine öylece sıkıp
parmaklarıyla o boyayı zevkle eziyordu. Hatta bazen boyaya duyduğu aşkla
deliriyor ve tadına varmak için yiyordu. Yemeklerinin rengini veren
artık boyalardı.
Kulağı kesik ressam, Vincent van Gogh
İlk geldiğinde büyülendiği kasabanın güneşi, yaz aylarına Vincent'i
bunaltmaya başladı. Tarlada güneş altında çalışmak zorunda olmak
Vincent'in sinirlerini yıpratmıştı. Gaugin ile yaşamak da pek kolay
sayılmazdı.
23 Aralık 1890 gecesi Gaugin'in küstah tavırları Vincent'i deli etmişti.
O an oralarda usturasını gördü ve bir sinirle Gaugin'in gırtlağına
doğru götürdü. Her şey çok hızlı gelişiyordu. Gaugin kendini korumayı
başardı. Ancak bu sefer de hırsını alamayan Vincent, usturayla kendi
kulağını kesti.
Her şey sıradan bir andan ibaret gibiydi. O anda dünyanın başka bir
yerinde de biri örneğin burnunu kesiyor ya da gözünün birini oyuyor
olabilirdi. Öylesine bir soğukkanlılıkla kestiği kulağını şehrin
genelevinden tanıdığı bir kıza götürdü.
Vincent akıl hastanesinde
Gaugin o geceden sonra kaçmıştı. Yine Vincent'i kurtarmak için Paris'ten
gelen Theo onu hastaneye yatırdı ve kulağını tedavi ettirdi. Burada
tedavisi sırasında halüsinasyonlar görmeye başladı. Bu yeni şeylerin
habercisiydi. Belli ki, yara bantları onu ancak şimdiye kadar
getirebilmişti.
Vincent van Gogh hayatının en muhteşem 200 tablasunu Arles'te yapmıştı.
Oraya her şeye rağmen duyduğu bir bağlılık vardı. Bu yüzden kendi
isteğiyle burada Saint - Remy akıl hastanesine yattı. Buradan sonra
başka bir akıl hastanesine daha gönderilecekti.
Satışını gördüğü ilk ve son tablosu
Kırmızı Üzüm Bağı adını
verdiği tablosu Vincent hala yaşıyorken satılan ilk ve son tablosuydu.
Bu onun resim adına aldığı bir ödül ve mutlu olduğu anlardan birinin
karşılığıydı. Mercure de Francce dergisinde de hakkında ilk kez bir yazı yayınlandı.
Vincent van Gogh'un ölümü
Vincent hastaneden taburcu edildiğinde Theo onu tekrar Paris'e
getirdi. Ancak Vincent, 27 Temmuz 1890 günü tarlalara resim yapmaya
gitmişti ki, daha önceden bulduğu bir silahı göğsü ile karnı arasında
ateşledi. Onu bir yandan büyüleyen bir yandan delirten güneş, ölümüne
şahitlik etmek için o gün daha da acıklı parladı.
Ona yetişen yine Theo oldu ama onu sadece 2 gün daha da yaşatabildiler. 29 Temmuz'da öldü.
Bir yıl sonra da Theo öldü. Auvers'e Vincent'in yanına gömüldü.
Ölümünden sonra Vincent van Gogh
Vincent yaşarken zaten kendinden öceki dönemlerin çok sağlam olarak
kabul görmüş tekniklerini kumdan bir kale gibi tek hamlede yıkmıştı.
Şimdi de ölümünün üzerinden 10 yıl geçmişken ortaya çıkan Fauve akımının
ressamlarına örnek oluyordu. Ayrıca ondan etkilenen ekspresyonistler de
vardı.
Vincent öldükten sonra Paris'te Bağımsız Sanatçılar Sergisi'nde teşhir
edilen eserleriyle bir anda ünlü oldu. 37 yıllık hayatı buna vefa
vermedi ama, son 3-4 yılda yaptığı tablolar ile resim dünyasının
ölümsüzlerinden olmayı başardı. Belli ki yaşarken yara bantlarını fazla
sıkı sarmıştı