30 Mart 2018

Korku Ütopyalarında Din Algısı


Giriş
İnsan akıllı bir varlıktır. İnsan aklı ile çevresini ve varlıkları anlamlandırma çabası içine girmiştir. Aristoteles insanda bulunan akıl ve bilme yetisini “bütün insanlar, doğal olarak bilmek isterler”
sözü ile dile getirmiştir. İnsan akıllı olmasının yanında diğer bir yönü ile de sosyal bir varlıktır. İnsanın sosyal varlık oluşumu, aile-cemaat-toplum olarak küçükten büyüğe sosyal gruplar şeklinde oluşmuştur. Sosyal varlık olan insan kendisini ait olduğu yerde siyasal olarak da konumlandırma uğraşısı içerisindedir. Siyasal uğraşı içindeki insan; çeşitli siyasal sistemleri kurgulamış , farklı devlet yapıları ortaya çıkartmıştır. Ütopya düşüncesi, insanlığın kurguladığı siyasal düşüncelerden bir tanesidir. İnsanın düşüncesine yön veren diğer bir önemli kurum da dindir. Dinlerde ilahi veya gayri ilahi bütün topluluklarda var olmuş ve onların hayatlarını bireysel, sosyal ve siyasal bazda etkilemiştir. O halde din nedir? Ütopya nedir? sorularına kısa da olsa değinmek yararlı gözükmektedir.

Din kelimesi d-y-n kökünden türeyen Arapça bir kelimedir. Din kelimesinin anlamını Cevheri (öl.1307), “adet, durum; ceza, mükâfat, itaat şeklinde verir ve terim olarak dinin itaat anlamından geldiğini belirtir.  İbn Manzur (1233-1311) bu kavramlara ilaveten “hesap” ve “ İslam”ı da eklemiştir.  Bu kavram Arapçada “din” şeklindeki bir telaffuzla kullanılmış olsa bile her toplum bu kelimeyi farklı telaffuzlarla ifade etmiştir. Bu kavramın farklı telaffuzlarla ifade edilmesi dışında din kavramının kendisi, problemin giriftliği, tanımı yapan kişinin sahip olduğu dünya görüşü, din kavramının dillerde kazandığı özel ve genel manalarda farklı din tanımlarının yapılmış olmasının nedenleridir diyebiliriz.

Her ne kadar farklı din tanımları yapılmış olsa bile din denildiği zaman dinin bazı genel özelliklerinin bu kavramın içerisinde bulunması gerekmektedir. Bu konuda Mevdudi ( 1903–1979)’nin hak dinde bulunması gereken hususiyetleri belirlerken ortaya koyduğu özellikler dikkat çekicidir. 
Bunlar: 
1- Hâkimiyet; en üstün otorite, 
2- Bu yüksek otorite ve hâkimiyete boyun eğme, 
3- Bu hâkimiyetin otoritesi altında meydana gelen ameli ve fikri nizam 
4- Bu nizama uyma ve uymamadan dolayı yüksek otorite takdir edilen ceza ve mükâfat  şeklinde bir dinde bütüncül olarak bulunması gereken nitelikleri sıralamıştır. Ateist bir düşünür olan Bertrand Russell (1872-1970)’da büyük tarihsel dinlerin her birinin üç yanı vardır. Bunları , bir mabet, bir insan, kişisel bir ahlak yasası olarak sıralamıştır. O, bu üç öğeyi her dinde farklı oranlarda olsa bile bulunması gerekli öğeler olarak görür. Hatta bilimin kesinlikle mutlak egemen olduğu bir çağda bile, dinin yaşama olanağı bula- bileceğini belirtir.

Sonuç olarak olumlu veya olumsuz birçok din tanımının yapılabilmesi mümkün olmuş , bakış açısına göre, yapılan din tanımı değişmiştir. Ancak bir dinde, inançla, ibadetle (muamelat) ve ahlakla ilgili hususların bulunması gerekir. Bu bağlamda din, ferdi ve içtimai yanı bulunan, fikir ve tatbikat açısından sistemleşmiş olan, inananlara bir yaşam tarzı sunan ve onları belli bir dünya görüşü etrafında toplayan kurumdur. Din, bir değer koyma, değer biçme ve yaşam tarzıdır. Din bir takım şeyleri duyma, onlara inanma ve onlara göre birtakım iradi faaliyetlerde bulunma meselesidir. 

 Ütopya düşüncesi İlkçağdan itibaren insan düşüncesine yön veren öğelerden birisi olmuştur. Bu nedenle de ütopya kavramı kullanıldığında bu kavramın insanların düşüncesinde bir karşılık bulduğunu söyleyebiliriz. Ütopya günlük dilde “düş ülke” ya da “düş ülkü”, “hayallerimizde yaşattığımız ideal yer” anlamında kullanılmıştır.

 Karşımızdaki kişinin fikri, o anki algımızın ve hayat anlayışımızın uzağında ise karşımızdakini ütopik olmakla, halk diliyle, hayalcilikle suçlarız. Günlük dildeki kullanımında ütopya kavramında reel hayatın ötesinde bir tasarım söz konusudur. Bu bağlamda ütopyanın güncel yaşamda gerçekleştirilmesi imkânsız şeyler için kullanıldığı söylenebilir.

 Ütopya kavramını ilk kez siyasal anlamda eserine ad olarak kullanan Thomas More (1478-1535) olmuş ve ütopyayı içinde yaşadığı çağa ve devlete eleştiri olarak kullanmıştır. O, ütopyayı Latince bir kelime olan ütopya (ütopia) terimini bir tür sözcük oyunuyla Eski Yunanca’da “yer” anlamına gelen “topos” sözcüğünün önüne yokluk bildiren “ou” ile iyilik bildiren “eu” ekini ayrı ayrı getirerek, “iyi ama olmayan yer” anlamında kullanmıştır. 

 Ayrıca More, dostu Peter Giles’e (1486–1533) yazdığı mektupta, ütopyayı “gerçeğin adeta bala bandırılmış halinde olduğu gibi, insanların zihinlerine daha bir sevimlice girebileceği bir kurgudur”  ifadesiyle tanımlamıştır. Ancak ütopya düşüncesi insan varlığı ile bir birliktelik içinde olmuş , tarihi süreç içinde çeşitli ütopya türleri ortaya çıkmıştır. Bu nedenle ilk siyasal ütopya örnekleri olarak Platon’un siyasal düşüncelerini dile getirdiği “Devlet ve Yasalar” adlı eserlerini söyleyebiliriz. Hatta Antony Flew (1923-2010)’inde söylediği üzere, ütopya düşüncesi dolaylı ya da dolaysız Platon’un düşüncesinden etkilenmiştir.

 Siyasal olarak ütopyalar istenilen ve istenilmeyen olarak diyalektik bir karşıtlık içinde varlığını sürdürmüştür. Siyasal ütopyaların dışında ütopya kavramından hareket edilerek; Edward Bellamy(1850- 1898)’nin “Looking Backvard” ve William Morris(1834-1896)’in “Hiçbiryerden Haberleri” gibi ekonomik ütopyaları , “Ademin bahçesi” ve “cennet” kavramından yola çıkılarak ortaya konulan dini ütopyaları , teknoloji ve bilimin gelişmesi ile beraber ortaya çıkan bilim-kurgu ütopyalarını , siyasal ütopyalarda kadının yer aldığı ikincil ve olumsuz rolden hareketle ortaya konulan feminist ütopyaları sayabiliriz. Siyasal olarak ütopyanın birçok tanımı yapılmış , genel anlamda eleştirel bir siyaset tasarımı olduğunu söylemek zor olmasa gerektir. Siyasal olarak ütopyanın nasıl kullanıldığını ve tanımlandığını görebilmek için bazı ütopya tanımlarını vermek faydalı olacaktır. Ütopya literatürde; ayrı ntılı olarak, zaman ve uzam içine yerleştirilerek betimlenmiş , gerçekte ise var olmayan bir toplumdur.

 Bir başka tanımda, salt düşüncede olsa da içinde yaşayanlara eşitlikçi, doğru, haktanır, yetkin bir düzen içerisinde kötülüklerden arındırılmış mutlu bir yaşam sürmeyi vaat eden kurgusal ve ülküsel kusursuz bir toplum, 

Charles Fourier (1772–1837), ütopyayı uygulama imkânı olmaksızın, etkili bir yöntem bulunmaksızın iyinin düşlenmesi, şeklinde tanımlamışlardır. E. M Cıoran (1911–1995)’a göre ütopya, kutsal kitaptaki vaad edilen yeni bir yeryüzünün muhafaza edilmesidir.

 Bir diğer tanımda ise; ütopya insanların özgürce ve gönüllü olarak bir araya gelip ideal bir topluluk içinde kendilerince iyi olan bir yaşam tarzını sürdürmeye çalışacakları , fakat hiç kimsenin kendi ütopya vizyonunu başkalarına empoze edemeyeceği bir yerdir.

 Görüldüğü üzere birçok ütopya tanımı yapabilmek mümkündür. Ancak bu tanımlamalarda görülen temel özellik ütopyaların gelecekteki toplumu kurmayı arzulamaları ve bunu yaparken mevcut kurulu devlet düzeninden hareket etmeleridir. Bunun içinde ütopyalar genel anlamda devletin devamını ve toplumun mutluluğunu hedeflemişlerdir. Ütopya devlet düzeninde birey, devlet sistemi içinde anlamlı olup bireyin mutluluğu, devletin izin verdiği ölçüdedir. Bu bağlamda ütopyalarda bireyin özgürlüğünden, hislerinden, iradesinden ve farklılığından söz etmek mümkün değildir. Çünkü ütopyalarda birey hissederse toplum sendeleyecektir.

Ütopyalar, değişime kapalı , statik bir devlet tasarladığı için aynı zamanda dogmatik, açık topluma imkân tanımayan, toplum ve devlet içinde mutlak eşitliği hedefleyen, gelecekteki ideal toplumu arayan, bireyi ve duygularını hiçe sayan kendi içinde kusursuz olarak tasarlanmış devlet sistemleridir.

Rönesans düşüncesi ile beraber düşüncenin her alanında yenileşme hareketi başlamış , Rönesans ütopyaları da bu düşüncenin bir devamı olarak yeniden ortaya konulmuştur. Thomas More’un “Ütopyası ”, Tommaso Campanella (1568-1639)’nın “Güneş Ülkesi” Francis Bacon (1561-1626)’un “Yeni Atlantis”i bu dönmede ortaya konulan eserlerden bazılarıdır. Bu eserlerde ortaya konulan eşitlikçi, özel mülkiyetin yok sayıldığı ve ailenin olmamasına dayalı fikirler ile bilimin yön verdiği tümevarım ve deneye dayalı yeni bilgi anlayışı toplumu değiştirmiş ve dönüştürmüştür. Rönesans ütopyalarının dayandığı yukarıdaki fikirler sosyalist ütopyalarında oluşumuna dayanak olmuştur. Sosyalizm ve sosyalist ütopyalar, Rönesans ütopyalarından faydalanmıştır.

Sosyalist ütopyalar mutlak eşitliği hedefleyen devlet tasarımları olup 19. yüzyı ldan itibaren kurulan sosyalist devlet sistemlerini yoğun bir şekilde etkilemiştir. Mutlak eşitlik ve değişmeme üzerine kurulu devletlerde bireyi, devlete ve topluma karşı yabancılaştırmıştır. Bu yabancılaşma ve devletin katı yapısına bir tepki olarak da süreç içinde siyasal akımın çeşitli kesimlerinden bu devletlere bir tepki olarak korku ütopyaları denen istenilmeyen ütopyalar yazılmaya başlamıştır. Zamyatin (1884-1937) gibi bir devrimci, Berdyaev (1874-1948) gibi bir dindar, Orwell (1903-1950) gibi radikal demokrat, Huxley (1894-1963) gibi liberal düşünceye ait kimseler; kendilerini totaliter yapıların karşısında konumlandırmış ve ütopya düşüncesinin korkunç yapısını eserlerinde betimlemişlerdir. Bu durumu Berdyaev “ütopya her zaman totaliterdir, totaliterlik her zaman ütopyacıdır” sözü ile dile getirmiştir.  Ütopyaya olan tepkisini Popper “Bize dünya üzerinde cenneti vadedenler, cehennem dışında hiçbir şey üretmemiş olanlardır” sözü ile ütopya ve ütopyacılığı eleştirmiştir. Orwell’da ütopyasındaki devlet sistemini tahlil ederken “Alman Nazileri ve Rus komünistleri kullandıkları yöntemlerle bize çok yaklaşmışlardı ” sözleri ile bu gerçeği ve nasıl bir devlet yapısını eleştirmek istediğini göstermek istemiştir.

 Ütopik devlet düzeninden etkilenen siyasal sistemlere (sosyalist, komünist, totaliter) tepki olarak da bazı istenilmeyen korku ütopyaları oluşturulmuştur. Korku ütopyalarının en önemlileri olarak Eugune Zamyatin, Biz, (1924); Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya, (1932), George Orwell, Arthur Koestler (1905–1939), Gün Ortasında Karanl ı k, (1940), George Orwell, 1984, (1948), Ray Bradbury, (1920-?) Fahrenhe it 451, (1953), B. F. Skinner, (1904– 1990) Walden İki, (1948), vb. örnekleri verebiliriz. Ancak biz çalışmamızda bu süreçte oluşan korku ütopyalarından sadece Orwell, Huxley ve Zamyatin ütopyalarını örneklem alarak genel olarak bu eserlerde din olgusunu ve onun nasıl ele alındığını irdelemeye çalışacağız. 

Yakup AKYÜZ 
Yrd. Doç. Dr. 
Din Felsefesi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

kaynak